25 Kasım 2008 Salı

Nurettin Durman: Hayata direnmeyi öneriyorum Röportaj örneği

Nurettin Durman: Hayata direnmeyi öneriyorum



Röportaj: Asım Öz
Röportaj: Asım Öz


Şair Nurettin Durman ile Asım Öz “Kayıp zaman atlası” çevresinde konuştu:

“Hayat devam ettikçe, insana yönelik haksızlıklar devam ettikçe şiir susmaz elbet. Tabii şiirin omurgasını insanın var olma mücadelesi oluşturuyor. Acı zamanı şairin kalbini yoruyor. Bu bende böyle bir sürgünü göze almayı mecbur kılıyor. Burada hayata küsmektense hayata karşı direnmeyi öneriyorum. Karşı koyanların, her şeye rağmen ayakta kalanların şiirini söylemek istiyorum. “

* Şiir yayımlatmaya ne zaman karar verdiniz? İlk şiiriniz ne zaman, nasıl yayımlandı?

Şiir yazılınca veya şiir yazmaya niyet ettikten sonra sizi kışkırtan bir şey çıkıyor ortaya. Şiirin gün yüzüne çıkması bir mecburiyet olarak yakanıza yapışıyor. Tabii öyle bir duygu içinizi sarınca başlıyorsunuz edebiyat dergilerine şiir göndermeye. Müthiş bir hevesle işe girişiyorsunuz. İlk şiirim 1964 yılında "Sanat Dünyası" dergisinde yayımlandı. On dokuz yaşında ilk şiirim yayınlanmış oluyor böylece. 1990 yılına kadarki 26 yıllık şiir geçmişim zorlukların vazgeçilmez yapışkan bir dönemidir hayatımda. Şiirin var oluşuyla koşut şiiri iç âlemde tutabilme cehdi. Şiiri bir nefes olarak dış âleme bırakma savaşımı. O arada birçok dergide şiirlerim yayınlanmış oldu tabii.

* “Gördüğünüz gibi değişen bir şey yok hayatımda” diyorsunuz. Öte yandan insanın ilk yazıları ile olgunluk dönemi yazıları arasında da bir fark olduğu muhakkak. İlk kitabınızla bu yeni kitabı karşılaştırdığımızda, sizce Nurettin Durman’ın şiirinde değişen neler var?

Şiirimde değişen neler var sorusunu kendime soracak olursam aslında değişen bir şey yok sonucuna varırım gene de. Çünkü başlangıçtan sonraki dönemlerde ki bu dönemler şiiri bırakmaya kadar gider; temel amacım iyi bir şair olmaktı. İyi şiirler yazmak. Hani bu fikir nereden çöktü içime derseniz bir bilinmezi anmış oluruz ancak. Belki bu benim için ağır bir yüktü, taşıyamayacağım bir yük. Ama nedense sürekli takibinde olduğum, daha doğrusu onun beni sürekli takip ettiği bir mecburi istikamet gibi, zorlayıcı, hatta kışkırtıcı, belki de haddimi aşmaya götürücü bir cüret. Yani ben şiir yazmaya cüret ettim ve değişen bir şey olmadı hayatımda. Ne oldu peki? Mesele veya meseleleri daha bir anlama değerine girilmiş oldu zamanla şiirle birlikte. İşin incelikleri ışığın huzmeleri gibi önünüze aktığında birçok şeyi görmüş oluyorsunuz tabii. Şiire veya yazıya daldığınızda artık esas meselenin mükemmele doğru bir yolculuk olduğunu anlamış oluyorsunuz.

* Kendinizi bir kuşağa dâhil ediyor musunuz? Eğer dâhil ediyorsanız bu kuşak içindeki yerinizi değerlendirir misiniz?

Bunca yıldan sonra her şeyden önce kendinden emin bir şair olarak kuşak meselem olmadı. Şiire yalnız başladım ve uzun bir süre yalnız devam ettim. Belki de ben bu kuşak meselesini pek önemsemediğim için üzerinde durmadım. Bir yerde bu benim işim de olmadı zaten. Sanki bana kalırsa ikinci yeniden sonra oluşan şiir bir yeni şiir olmakla beraber ikinci yeni havasını ve kokusunu taşıyor hâlâ. Kuşaklar oluşturulmaya çalışılıyor ama nedense pek tutmuyor. Yani yeni bir şey yoksa yeni bir kuşakta yok demektir. Devam eden yeni bir şiir vardır demek belki daha isabetli olur. Bir seksen kuşağı esintisi gelip geçiyor bazen, o kadar. O da tutar mı tutmaz mı bilemiyorum. Sanırım önemli olan iyi şiir söylemektir. Bu da yüzyıllık Türk şiiri içinde zaten görünüyor. Zaman içinde öne çıkan isimler oluyor. O isimlerle ve devamında gelecek isimlerle kendini ortaya koyuyor şiir. Temelde Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Mehmet Akif, Necip Fazıl ve Nazım Hikmet’in oluşturdukları kanallardan akıyor şiirimiz.

* Kayıp Zaman Atlası adlı kitabınızın hikâyesi nedir? Burada yer alan şiirler yepyeni bir dönemi simgeliyor diyebilir miyiz?

Bu kitaptaki şiirler uzun soluklu meselesi olan şiirlerden oluştu. Zaten şiirin her zaman meselesi vardır. Meselesi olmayan şiir yavan, tatsız ve gereksiz bir şeydir. Tümüyle sosyal toplumsal meseleleri kendine dert edinmiş yoğun içerikli şiirlerdir bunlar. Epik olmakla birlikte lirizmi de barındırmıştır içlerinde. Çağımızın es geçilmeyecek acı olaylarını, yıkımlarını çağın tanığı bir şair olarak da kayıt altına almak içindir bu şiirler.

* Günümüzde şairlerin yazı tutumu oldukça değişik… Kimisi dizelerde hiç büyük harf kullanmıyor hatta özel isimleri bile küçük harfle yazma noktasında kararlılıkları var. Sizin ise karma bir tutumunuz var. Kimi dizeler büyük harfle başlamış kimisi küçük. Bu tür biçimsel farklılıklara nasıl bakıyorsunuz?

Her şiirin kendine has bir dünyası oluşuyor. O oluşum sürecinde şairin tavrı yansıyor dizelere. Bazı şiirlere küçük harf yakışıyor doğrusu. Ama bazı şiirlerde de hiç iyi görünmüyor. Yakışmıyor yani. Şiirin yapısı, duruşu, okunuşu küçük harfe uygun düşmüyor. Ya da biz öyle alıştığımız için içimize sinmiyor. Birçok şeyde katı kuralcı olduğumuzdan kaynaklanıyor belki de. Biraz da dili rahat bırakmıyorlar diye düşünüyorum. Yani dilin de baskı altında olduğunu var sayıyorum. Bendeki vaziyeti ise kasıtlı değil. O şiir öyle gelmiştir bende öyle bırakmışımdır.

Bu izmler dünyasında durup dinlenmeye vakit yok

* “Size anlatmak isterdim varsa eğer vaktiniz” diyorsunuz. Şiirlerinizin esas kaygısı nedir?

Görüyorsunuz insanlar çok parçalı bir hayatı sıkıştırarak bir araya getirmek için çabalayıp duruyorlar. Bu izimler dünyasında kimseciklerin durup dinlenmeye vakti yok. Tabii bu kategoriye mirasyedi, paragöz insanları koymuyorum. Onların zaten tümüyle vakitleri yok. Kendilerini paraya pula, mevki ve itibara, hırsa kiralamışlar. Sömürgen sınıfına dâhil olan insan kısmının tahammül edilmez bir bakış açısı var dünyaya. Ama esas unsur olan bizim insanımız dediğimiz insan topluluğunda da bir çöküş hali mevcut. Bu yılgınlar kervanına onlar da katılmışlar ağır aksak gidiyorlar. Dinlenmeye, dinlemeye vakitleri yok. Korku duvarları kesiyor önlerini ve acımasız bir karanlığa doğru gidiyor insanlar.

* Bazı şiirlerinizde düz yazıya yakınlaşan bir biçimi kullandığınız görülüyor. Sizce şiiri düzyazıdan ayıran nedir ve niçin bu biçimi kullanıyorsunuz?

Bu bir tarz olarak cazip geliyor ama çok zor olduğunun da farkındayım. Düz yazı deneme türüyle kendini ortaya koyar. Düzyazı şiir dediğimiz tür ise denemeden ayrılır. Düşünce yoğunluğuyla birlikte aksatmayan bir akıcılığı da barındırır içinde. Mısra ya yoktur veya çok az olarak metin içinde yer alır. Tümüyle bakıldığında bir ırmak gibi akan böyle metinlerin şiir olduğu görülür. Bazı bazı bir imkân olarak böylesi şiirlere de müracaat ettiğim olmuş. Düz yazı şiir olarak yeni çıkan Seni Beklerken Cancağızım Ben Böyle adlı şiir kitabımı önermek isterim. Birde doğrusu yazma eyleminde bulunurken tarzları denemekten korkmuyorum ve sever yapıyorum. Tabii burada başarmak şartını da söylemek isterim.

Dünya görüşü ve inançlar da yansıyor şiirimize...

* Şiirlerinizde taş, müstekbir, kan ile gözyaşı, azgın caniler, jenosid gibi dünya gerçekliğine dair sözcüklerin yanında yaşamın ayrıntılarına uzanan Tekir Mırnav, harika çocuklar, martılar da yer alıyor. Şiirinizde bu iki boyut nasıl çatılıyor?

Tabii sosyal hayatın içinde seyreden şeyleri ilgi alanımdan uzaklaştırmam mümkün değil. Dünya görüşüm, inançlarım da yansıyor ister istemez şiirlerime. Zulmün kol gezdiği bir gerçekliği şiirimde gündeme taşırken andığınız kelimelerden kaçmak olmaz. En iyi bu sözcüklerle ifade etmek çağın vicdanı açısından da önem arz ediyor. Bunlar varken bunları yok olarak göstermek şiire de haksızlık etmek olur. Direnmek, karşı koymak, hakkını aramak varsa böyle sözcükler elbette var olacaklar şiirlerimde. Tekir Mırnav bir halin ifadesi olarak gene sosyal bir meseleyi irdeliyor. Sosyete kedisi ile sokak kedisi arasındaki tenakuzun öyküsüdür. Var olacaktır tabii bir mazlum ve ezilmiş kedi olarak hayatımızda. Çocukları ise hep sevmişimdir. Zaten değil midir ki şimdiki çocuklar harika oluyor, önümüze düşüyorlar ve geleceğe doğru yürüyorlar. Böylece hayatın devamı sağlanmış oluyor. Birde şiirin özgür yapısı buna müsaittir.

* “Bu vahşeti kim durduracak peki/ Ben sessiz kalırsam sen sessiz kalırsan” dizelerinden hareketle şunu sormak istiyorum: Şiirin hayatla, tanıklıkla ilişkisi söz konusu olduğunda genelde iki tavır ortaya çıkıyor. Şiirin kendine has bir yanı olduğu ya da acılara da kardeş olması gerektiği... Acılara kardeş olma çabasındaki şiirlerin çoğu için de marş gibi şiirler ifadesi kullanılıyor. Öte yandan şiir sokağa, insana, yaşama giderek yabancılaşıyor. Oysa sizin şiirinizin duyarlı bir yanı var. Bu tartışmalar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Aslında temel mesele şiire yakışan bir söylemi yakalamaktır. Gerek didaktik söylemle söylenmiş olsun gerek lirik veya epik bir tarzı benimsemiş olsun şiirin kendine has bir yapısı olması gerekir bence. Temasıyla birlikte tarzı da önemlidir. Ölçüsü, uyağı veya serbest yazılış hali şiire konumu gereği bir incelik bir zarafet katması icap eder. Kuru, yavan, sert kelimelerden kurulmuş ruhsuz yazılım tarzları şiire bir değer katmaz. Önemli görülen öncelikle yazılan metnin şiirselliğidir. Dışa dönük şiirler yüksek sesle okunmayı gerektirir. İçe dönük şiirler ise yüksek sesle okunamazlar. Her iki tarzda da iyi metinler kendilerini hiç zorlamadan ortaya koyarlar ve beğenilmiş şiirler hanesine yazılmış olurlar. Şiirin zor anlaşılır olması doğal olarak sokağı ve kulağı sokakta olan insanı yoruyor. Anlama güçlüğü çekildiği içinde kabul görmüyor. Bunda şaşılacak bir şeyin bir tarafın olmaması gerekir. Çünkü şiirin çekilmez tarafı, kıskanç tarafı kendini çabucak ele vermemesinden kaynaklanıyor. Her iki tarafında birbirini anlamaya mecalleri yok gibi. Bir de şiir illa da anlaşılayım diye tenezzül etmiyor. İnsana yönelirken insandan da bir özveri bekliyor.

Şehirden kaçmak meselelerden kaçmak gibi geliyor bana

* Şehir yaşamı Müslüman şairlerin çoğunun üzerinde durduğu kaçıp gitmek istedikleri bir yaşam alanı ve şiirsel mekân olarak karşımıza çıkıyor. Erdem Bayazıt, Cahit Yeşilyurt, Hüseyin Atlansoy vb. Siz de ise şehir yaşamının yoruculuğu içinde insanın yorula yorula kendine çıkacağına ilişkin bir boyut var. Şehir yaşamının sizin şiirinizdeki yeri desek neler söylersiniz?

Şehirden kaçmak meselelerden kaçmak gibi geliyor bana. Dokuz yaşına kadar köy hayatım var. Sonrası hep şehirlerin birazda merkezinde veya tanınmış semtlerinde geçti ve geçiyor. Ben doğrusu bunca kalabalığa ve bunca kalabalığın içinde bunca yalnızlığa rağmen şehri seviyorum. Belki bu 1968 yılından beri Beylerbeyi’nde ikamet etmemden kaynaklanıyor olmuş olabilir. Ama ben de kalabalıklara karışıyorum. Bu bunalımı, bu yalnızlığı nasıl kovarız hayatımızdan diye de düşüncelere dalıyorum. Tabii ki bu kalabalık insanı yoruyor. Binlerce suret ve binlerce hareket içinde nasıl bir muhabbet meydana gelir hesabı içinde oluyorum çoğu zaman. Tebessümü nasıl olur da kalabalıkların yüzlerine kondurabiliriz diye düşüncelere dalıyorum ve bu işin ancak yorula yorula başarılacağına kanaat getiriyorum. Mesele bundan ibarettir diyebilir.

* Yine kitaba dönelim. Hiç bilinmeyen ya da çok az bilinen kelimeler, türetmeler kullanmıyorsunuz. Nedir dil tutumunuz?

Dil takıntım yok. Zaman içinde türetmeler yapıyorum. Bu kendiliğinden, aniden oluşan bir şey… Aslında bundan hoşlanıyorum. Mesela bir 28 Şubat şiiri olan Hoşça kal Hüzünbaz Çocuk böyle bir türetmedir. Buradaki Hüzünbaz Çocuk ilginç bir tarzda o gün yazılan şiire isim oldu. Hüzünbaz bir şekilde kayıtlara geçti. Başka türetmeler de geldikçe şiirimde yerini alacaktır inşallah. Dil konusunda çok rahat sayıyorum kendimi. Dil bağnazı değilim yani. Sevdiğim, beğendiğim bir kelimeyi alırım. Zaman zaman da sözlük okumalarım oldu tabii. Aslında kaç kelimeyle şiir yazdığımı da merak etmiyor değilim…

* Şiire nasıl çalışıyorsunuz?

Şiirin zamanı ve zemini olmuyor. Yıllardır çok rahat bir şekilde yazıyorum şiirimi. Şiir geldiğinde sökün eder, kelimeler peş peşe sıralanır, mısralar dizilir ve bakılır ki şiir bitmiştir. Zaten kendisi orada durur. İstesem de ileriye gidemez. Bazı fazlalıkları veya eksik kalmış yerleri varsa defalarca okunarak, gözden geçirilerek telafi yoluna gidilir ve şiir son şeklini almış olur. Zamanla bir kelime, bir mısra sizi rahatsız eder ve dayanamaz onun da bir çaresine bakarsınız ister istemez. Çünkü şiirdir bu yakanızı bırakmaz bir türlü…

* Şairliğinizin yanında deneme ve portre yazılarınızla da oldukça tanınan bir isimsiniz. Bu vesileyle, Türkçe yazılan şiirin günümüzde ulaştığı düzey konusunda neler söyleyebilirsiniz? Son çeyrek yüzyıl Türk şiirinde şiir ve poetika açısından ciddi değişimler yaşandı mı?

Dediğiniz dönem içinde tabii ki şiir adına olumlu gelişmeler oldu. Şiir kendini yenileyerek devam ediyor. İyi şairler gün geçtikçe ortalık duruldukça öne çıkıyorlar. Şiirde sanki bir hesaplaşma var gibi geliyor bana. Şairler açıktan bir hesaplaşmayı göze alamıyorlar. Dikkat ederseniz yakın tarihin şiir eleştirisi pek ortada görünmüyor. Biraz çekinceli bir durum devam ediyor. Şiir eleştirmenleri daha Zarifoğlu ve Özel’den bu tarafa geçemediler. Bu da bir kısır döngü tabii… Geliştirmeci değil. Ama bir şair olarak gözlemlediğimde iyi bir şiir damarının gelişmekte olduğunu görüyorum. İyi şeyler oluyor. Tabii ömrü olan zaman içinde bu çalışmaları, gelişmeleri daha net bir şekilde görmüş olur.

* Şiiri karşıt duruşlar sergileyen şairler bir bütünün parçaları olduklarını unutmuş gözükerek kendi dünyalarını tek ve biricik saymaktalar. Bu yanlışı tabii ki zaman çözebiliyor ancak.

Bu tavırlardan tabii ki bütüncül bir yargı çıkarmak zorlaşıyor. Şiirin dökümü hakkıyla yapılmayınca sahih bir hâsıladan söz etmek mümkün görünmüyor. Tarih düğümleri çözer diyorum. Şiir er geç yatağını bulur. Poetika her şairin harcı olmasa gerek. Kendince bir poetikası olabilir zihninde ama kayda geçirilmesi müşkül olur. Poetikasını kemale eriştiren şairin tarafımızdan kıymeti bakidir…

* Seyir defterinde neler var? Neler yazıyorsunuz şimdilerde?

Dört şiir dosyası hazır yayınlanmayı bekliyor. Deneme ve günlük hazırlığı içindeyim.

Mevla’m görelim neyler, neylerse güzel eyler.
23.11.2008 MİLLİ GAZETE

Hiç yorum yok:

reklam izle kazan

SPONSOR REKLAMLAR