22 Kasım 2008 Cumartesi

Tarihe sığmayan kayıplar ve hüzün

Tarih, tekrarı mislî surette mümkün olan hâdiselerin hocalık tahtıdır.
Şu halde onu dinlemek lâzım. İstikbâl kanatlandırır, mâzi bu uçuşu tevzin eder.

Yani dengeler. Mâzinin kucağında günahlar ve sevaplar var. İstikbâlin de öyle. Bu zâviyeden tarih ilmi dînî tatbikâta çok benziyor. Kulluk caddesinde mâziye mâl olmuş günahlar cihetinden tövbe kapısının dâima açık olduğunu bilmek ve sevap gamzeden yeni ufuklara farklı perspektiften fakat bir üst donanımla açılmak. Bunun asgarî şartları vardır: Nefsî kritik yapabilecek kadar mert olmak ve fikir işçiliği yapmak. Din, sanki "husûsî tarihçenizi gözden geçiriniz", tarih de "umûmî tarihçenize bakınız ve hizaya geliniz" der gibidir. Tarihe mâl olmuş bütün hâdiseler teşahhus etseler yani ete kemiğe bürünüp karşımıza çıksalar, hepsinin kulaklarımıza fısıldayacağı ilhamlar ve kanatlarımıza bindireceği nasihatler olacaktır. Fakat bunların arasından kalabalığı yarıp kar beyaz bir elbise içinde öne çıkan mahzûn bir yiğidin yaktığı türkü vardır ki bütün sesleri bıçak gibi keser. Mekânı titretir ve zamanı dondurur. Hem öyle titretir, öyle dondurur ki dağlarda kara buza kesilmiş dağ misillü civanların hüzünlü felaketinden haber verir de kalpleri deler ve vicdanları yırtar. Ah, o dağlar yürekleri dağlar. Bu dağlar, Allah'ına vatanına ve ordusuna yemin etmiş 90 bin yiğidin mübarek bedenini bembeyaz kefenle saran ve ruhlarını da ak güvercinler gibi sonsuzluğa salan dağlardır. Bütün Anadolu'nun kan tapusu olan dağlar. Cepheye çarıkla ve yelekle yollanan gencecik delikanlıların gelinlik giyer gibi kar kefen giydikleri dağlar. Bir kısım nâdanların hezeyanlarına inat bizim dağlarımızdır. Sarıkamış ve Allahuekber Dağları.

Zaman denizinde minicik köpük gibi salınan bir vâkâ tarihin bütün hüzünlü hikâyelerine meydan okur gibidir. Türk tarihinin bu en fecî ve acıklı sahifesi altı haftada telif edilir. Hüznün ve çaresizliğin katran mürekkebiyle kararan altı hafta. Bu vâkâ Sarıkamış fâciasıdır. Öyle ürpertici bir fâciâ ki, insanın "dursa şu zamanın çarkları, kanatlansam mâziye ve fısıldasam Enver Paşa'nın mağrur kulaklarına bu felaket fırtınasını da gardaşım, emmim, dayım, dedem şafak vakti güneşin ilk dokunuşlarıyla buzdan bir heykel olup düşmese ağaç dallarından" diyesi geliyor. Akif'imiz haklıdır. Ne var ki tarih ağlaşmakla birlikte tecrübe ve ibret sağılacak bir havâdis memesi gibidir. Sarıkamış'ın bir fâciâ hüviyetine nasıl büründüğüne eğilmek gerek. Zira bu olay insan hayatında meşakkatten felakete kadar her seviyede sökün edebilecek bütün menfî vaziyetlerin şifrelerini bağrında tutmaktadır. Bu hâliyle Sarıkamış çok cepheli bir derstir.

Liyakat ve meşveretin feryadı

Enver Bey 13 Aralık 1913'te yarbaylıktan albaylığa terfî ettiğinde henüz 32 yaşındadır. Esasen albaylık rütbesinden harbiye nâzırlığına terfî etmek hiyerarşik açıdan mümkün değildir. Lâkin İttihad ve Terakkî mantığı bunu imkân dâhiline getirir ve Harbiye Nâzırı İzzet Paşa vazifeden alınıp Edirne'de gösterdiği başarılar gerekçe gösterilmek suretiyle Enver Bey'e önce paşalık unvanı ardından da harbiye nâzırlığı verilir.Yarbaylıktan harbiye nezâretine yükselişi 18 günlük bir vetirenin mahsulüdür. Tuhaftır ki bundan 5 gün sonra yani 6 Ocak 1914'te yeni bir atamayla Enver Paşa başkumandan vekili yapılır. Başkumandan Kânûn-i Esâsî gereği padişahtır. Bu atamalar bedelini milletin ödeyeceği birer liyâkat katlidir. Enver Paşa'nın bu yetkilere vâsıl olduktan sonra ilk işi 1200 subayı tasfiye etmek olur. Böylece tecrübe ölmüştür orduda. Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde müttefik arayışında olan Osmanlı yapılan gizli bir akitle Üçlü İttifak'a dâhil olur. Bu akitten yalnızca 4 kişinin haberi vardır. Enver Paşa, Talat Paşa, Said Halim Paşa ve Meclis-i Mebusan Reisi Halil Bey. Enver Paşa'nın seferberlik ilan ettiği gün İngiltere "Sultan Osman" ve "Reşadiye" zırhlılarına el koyar. Bir hafta sonra Enver Paşa hiç kimseyle meşveret yapmadan İngilizlerin takibinden kaçan iki Alman gemisinin boğazlardan geçişine izin verir. İstişâre fikri kurban edilmiştir.

Bu dönemin en kritik meselesi Enver Paşa'nın sahte ve içi boş bir şöhret dünyasının içine çekilmesi ve bu dünyanın ışıltılı atmosferinde zihnî ve egosantrik bir sarhoşluğa kapılmasıdır. Zira Paşa bütün aksiyon gücünü ve ilhamlarını o dönemde kendisine yönelik kâselisçe tutumlardan almıştır. Ziya Gökalp bile onun için bir yazısında "melekler bu milletin kurtulacağını ona fısıldadılar" der. Paşanın kaşındaki beyazlığın bile cihangirlik alâmeti olduğu söylenir. Hamlelerinde bu havanın izleri oldukça âşikârdır. Donanmaya emir vererek Rus limanlarını bombalatır. Haber İstanbul'a ulaştığında bu işte imzası olması gereken Cemal Paşa poker oynamaktadır ve saldırıdan habersiz olduğunu hayretle ifade eder. Liman şehirleri vurulan Rusya derhal Doğu Anadolu'ya saldırır. 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa Rusları bir noktada durdurmayı başarır. Ancak teçhizat yetersizliğini ve ağır kış şartlarını öne sürerek taarruzu bahara ertelemeyi tavsiye eder. Fakat Enver Paşa'nın Harb Okulu'ndan sınıf arkadaşı olan Albay Hâfız Hakkı durumu yerinde incelemek üzere cepheye yollanır. Bu zât ordunun savaşabileceğini, kendisinin de komutaya tâlip olduğunu ifade eden bir rapor sunar Paşa'ya. Liyâkate bir mezar daha kazılır ve Hâfız Hakkı paşalığa terfî ettirilerek 10. Kolordu komutanlığına getirilir. Bunlar, Mehmetçik'e kolunu açmış bekleyen dram yüklü sahnelerin ayak sesleridir.

Tarihe sığmayan kayıplar ve hüzün...

21 Aralık 1914'te 125 bin kadar Mehmetçik Sarıkamış'a doğru yola çıkıyor. İmanla ve tevekkülle. Çoğunun kışlık parkesi, içliği ve hele öpülesi ayaklarında postalı yoktur. Çarık giymektedirler. Aralarında buraya Yemen cephesinden naklolunmuş ve kışın kıyametin içinde Yemen yazlıklarıyla duran iki alay asker de vardır. İstanbul'dan giyecek, cephane ve teçhizat yüklenen Bezm-i Âlem, Mithat Paşa ve Bahr-i Ahmer gemileri Trabzon'a doğru gelirken Ruslar tarafından batırılır. Bu hâdise de Enver Paşa'yı kararından döndüremez. Harekât planı yapılır. Ancak dondurucu soğuklar hesaba katılmaz. Dölek satıhlara 80 cm'ye ve dağlara da 180 cm'ye kadar kar yağmaktadır. Plana göre 9. Kolordu'nun Sarıkamış Dağı'nı, 10. Kolordu'nun da Allahuekber Dağları'nı aşarak Rus karargâhının bulunduğu bugünkü Kars'ın Sarıkamış ilçesini kuşatması hedeflenmiştir. Enver Paşa 9. Kolordu'nun içindedir. 26 Aralık 1914'te 9. Kolordu Sarıkamış'a 8 km uzaklıktaki Çamurludağ eteklerine gelmiştir. Akşam vaktidir. Enver Paşa biraz gerideki Kızılkilise köyünde askerin gecelemesine müsaade etmez. Bu hâl Hâfız Hakkı Paşa'nın kendinden önce Sarıkamış'a varmasına mânî olma gayretinin bir eseri gibi görünmektedir. Neticede 36.784 Mehmetçik sıfırın altında 25 derecede ormanda geceler. Uyumama emri alan asker tam 15 saattir diz boyu kar içinde yürümektedir. Felaketin ilk solukları yalamıştır Mehmetçik'in ensesini. Askerler arasında daha o sırada bile donup ölenler vardır. Soğuk, yorgunluk ve açlık kıskıvrak yakalamıştır kolorduyu. Bu yiğit oğlu yiğitler donmanın olduğu fakat dönmenin olmadığı bir sevdanın çocuklarıdırlar. Sahnede öyle acıklı tablolar vardır ki atların yem torbasının dibinde erişemeyip de yiyemedikleri üç beş arpa tanesini bulduğunda Mehmetçik bayram yapıyordu. Sabah olduğunda ortalık sessiz ve kimsesizdir. Subaylar askerlerini göremezler. Birazdan korkunç bir şey olur ve donarak heykelleşmiş bedenler ağaçlardan tapır tapır dökülür.

Mehmetçik donmamak için gece vakti ağaçlara tırmanmıştır, fakat kâr etmemiştir. Güneş beyaz bir hüznün kollarında yatan cansız bedenleri ısıtmakta ve damla damla ağlamaktadır. 10. Kolordu da 3000 rakımlı Allahuekber Dağı'nın öte yamacına ardında binlerce donmuş asker bırakarak ilerlemektedir. Bu Kolordu savaş öncesinde Giresun, Ünye ve Samsun'da bulunmaktadır. Gemiler batırılınca oradan buralara kadar yayan gelmişlerdir. Dağ aşılıp Beyköy'e varıldığında fecî bir bilançoyla karşılaşılır. Sefer öncesi mevcudu 16.300 olan 30. Tümen'de 1400 asker kalmıştır. 15.000 Mehmetçik kar beyazı kefenlerine sarılmış ve sonsuzluğa süzülmüştür. 31. Tümen'den gelen haber dehşeti katlar. 16.000 askerden sadece 2000'i ulaşabilmiştir Beyköy'e. Böylece 6 haftalık kahırlı macerada 3. Ordu'nun 118.714 askerinden 109.274'ü Sarıkamış ve Allahuekber Dağları'nın karlı kucağını şehâdetle teşrif eder.

Sarıkamış fâciası hırsın bütün denge ölçülerine kafa tuttuğu, liyâkatin öldüğü, tecrübenin kapı dışarı edilip istişare ruhunun dinamitlendiği, ideolojik körlüğün ayyuka çıktığı ve nihayet yalancı şöhretin egoyu pompaladığı talihsiz bir sürecin hazîn çocuğudur. Şu sayılan hâller ferd, cemiyet ve devlet hayatını kuşatıcı mahiyette birer marazdırlar. Türkiye'miz bunların musallat olduğu ve teslim aldığı ham ruhları teşhise ve tedibe her devirde olduğu gibi bugün de muhtaçtır. Herkes hissesine düşeni almalı ve kendi boyunu ölçmelidir. Zira Sarıkamış aynıyla değil fakat misliyle aramızdadır ve ideolojik körlükten hırs deliliğine, katl-i liyakattan ego saltanatına kadar bütün hünerleriyle sahnededir. İçine meleklerin karışıp da düşmana saldırdığı, ocağının adına peygamber, askerine de Mehmetçik nâmının verildiği tek orduya, Türk ordusuna, Allah zeval vermesin. Bütün şehidlerimizin ruhlarını şâd, mekânlarını cennet etsin. Amin...
AHMET HÜRENCAM

Hiç yorum yok:

reklam izle kazan

SPONSOR REKLAMLAR