14 Aralık 2008 Pazar

HALİDE EDİP ADIVAR

HALİDE EDİP ADIVAR

Ünlü Türk kadın romancısı,prof.(İstanbul 1884 - 1964).Abdülhamid II devrinde
Ceybi hümayun başkatipliği,Yanya ve Bursa’da Reji müdürlüğü yapan Mehmet Edip Beyin kızı. Annesi,evvelce Ali Şamil Paşa ile evlenmiş olan Bedrifem Hanım. Çocukluğunda özel derslerle yetiştirildi,bu arada şair Rıza Tevfik’ten ve riyaziyeci Salih Zeki Beyden ders aldı..1901’de Üsküdar Amerikan Kız Kolejini bitirdi.1908’ten itibaren çeşitli gazete ve dergilerde yazıları çıktı. Darülmualimat’ta ve İstanbul kız idadisinde pedagoji ve tarih öğretmenliği,Vakıf Kız Mekteplerinde müfettişlik yaptı. Önce ,riyaziyeci Salih Zeki Bey ile ,sonra 1917’de , Dr.Adanan Adıvar ile evlendi. Yine 1917’de,Cemal Paşa tarafından Suriye’ye davet edildi. Beyrut ve Şam Kız mekteplerini ve Aynıtura darüleytamını kurdu.1918’de İstanbul Edebiyat Fakültesinde garp edebiyatı hocası oldu.1919 Mütareke yıllarında,Fatih ve Sultan Ahmet Meydanlarında verdiği heyecanlı milli nutuklar yüzünden, 16 Mart İstanbul işgalinde evi basıldı. Bunun üzerine Dr. Adnan Bey ile Anadolu’ya geçerek,Milli Mücadeleye katıldı. Saltanat hükümeti tarafından kurulan Kürt Mustafa Divanı Harbinde başta Mustafa Kemal olmak üzere,hakkında ölüm kararı verilen altı kişiden biriydi. İstiklal Savaşı yıllarında,önce Erkanı Harbiye’de,sonra Garp cephesinde bulundu,kendisine onbaşı rütbesi ve büyük zaferden sonra da çavuş unvanı verildi.
1926’da, bazı siyasi fikir ayrılıkları yüzünden,kocası Adnan Adıvar ile birlikte Türkiye’den ayrıldı;İngiltere’ye gitti,bir süre de Fransa’da yaşadı. 1928-1929’da,Amerika’ya davet edilerek,oranın başlıca üniversitelerinde “Yakın Şark Fikir ve Sanat Tarihi”ne dair konferanslar;1931-1932’de,Columbia üniversitesinde misafir profesör olarak çalıştı. 1939’da İstanbul’a dönen Halide Edip,1940’da, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde İngiliz Edebiyatı profesörü oldu. 1950-1954 arası İzmir milletvekili olarak mecliste bulundu. Tekrar döndüğü üniversitesindeki vazifesinden yaşlılığı dolayısıyla ayrıldı. 9 Ocak 1964’te,böbrek yetersizliğinden öldü;Merkez Efendi mezarlığında yatar.
Servetifünun’cuların,milli ve içtimai bir yönü olmayan roman ve hikayelerinden sonra,aynı çağın yazarları olan Yakup Kadri ile Halide Edip,psikolojik tahlili ihmal etmemekle beraber,roman ve hikayelere sosyal meseleleri büyük ölçüde getirmişler ve roman dünyasını genişletmişlerdi. Halide Edib’in romanları sıcak,hisli ve beşeridir. Kahramanları çoğunlukla kendisine benzeyen ihtiraslı,kültürlü, canlı kadın ve genç kızlar olan romanlarına konu ve çevre olarak yazar,yaşadığı devrin olaylarını seçmeyi tercih etmiştir. Romanlarının kadın kahramanları,Halide Edip’den bazı çizgiler taşırlar. En tanınmış eseri Sinekli Bakkal,önce “Meddah ve Kızı”adıyla İngilizce yazıldı,Türkçe yayını sonradan yapıldı. Bu eserin milletler arası şöhreti oldu. Türkiye’de de Roman Mükafatı’nda birincilik kazandı(1942) ve yine Türkiye’de,25’inci baskısı yapılmak üzere rekor kırdı. Romanlarında adeta heykelleştirerek anlattığı erkek tipleri,kadın tipleri kadar başarılı sayılmaz. Romancılığının birinci dönemi daha çok bir gözlem ve heyecan romancılığı,ikinci dönemi ise bir kültür ve tefekkür romancılığıdır. En başarılı eserleri Kalp Ağrısı,Zeyno’nun Oğlu,Ateşten Gömlek ve özellikle Sinekli Bakkal’dır. Arka sokak insanlarının hayatları için yazdığı makaleleri dikkate değer. 2 ciltlik İngiliz Edebiyatı Tarihi’nde batılı metotları kullanmış,bu edebiyatı,meydana geldiği iklim,tarihi ve sosyal çevresiyle beraber incelemeğe dikkat etmiştir. Halide Edip romancılığı yanında,bir “küçük hikaye” ve “nesirler” yazarıdır. Bu arada küçük hikayeler,Yolpalas Cinayeti gibi başarılı polis romanları,makaleler,Hindistan’a ait tetkik ve seyahat kitabı,çocukluğundan itibaren hayat hikayesini anlatan hatıralar kaleme aldı. Seksen yıllık hayatının büyük bir kısmı,yorulmak bilmeyen bir çalışmanın güzel mahsullerini hazırlamakla geçti.













II Abdülhamid döneminde Osmanlı İmparatorluğunun başkenti olan İstanbul’un arka sokaklarından birinde yaşanan olaylar bu kitabın konusunu oluşturmuştur.



Hacı İlhami Bey, Tevfik, Emine, Rabia, Vehbi Dede, Peregrini

Not; Kitap dikkatli incelenip, okunduğunda Halide Edip’in birçok karaktere yer verdiği görülmektedir. Yukarıdaki kişilerin isimleri ise kitabın tamamında, neredeyse her sayfasında geçmektedir.





RABİA: Genç ve güzel bir kız. Kendisi gibi sesi de çok güzel. Küçük yaşta hafız olacak kadar da akılı ve zeki.

TEVFİK: Rabia’nın babası. Sanatçı. Taklit yapar,Karagöz-Hacivat oynatır. Küçük bir bakkal dükkanı vardır. Kız Tevfik olarak çağrılır. Saf ve çalışkan bir kişiliğe sahiptir.

PEREGRİNİ: Kendisi Hiristiyandır. Rabia ile evlendikten sonra Müslüman olur. Çok iyi bir müzisyendir. Müzisyenliğe başlamadan önce rahip olan bu kişi daha sonra kiliseden ayrılmış ve kendini müziğe adamıştır. Orta yaşlı, uysal ve piyano çalma konusunda büyük yeteneği olan bir şahıstır.



-Osmanlıda II. Abdülhamid devrine kısaca değinmek
-O zamanın İstanbul sokaklarını, içerisindeki dayanışmayı, o zamanın geri ve ileri düşünen kafalarını tanıtmak
-Devrin sanatçılarını övmek, Meşrutiyet yönetimi için verdikleri çalışmaları göz önüne sermek




Halide Edip’in üslubu, dil bakımından biraz pürüzlü olmakla beraber, duyuş tarzına uygun, sürprizli, canlı ve sıcaktır. Ayrıntılı tasvirlere dayanan objektif anlayış tarzından çok Halide Edip içten gelen ve izlenimci bir üslupla yazmıştır.








Sinekli Bakkal, II. Abdülhamid devrinde İstanbul’un arka sokaklarından biridir. Evlerin neredeyse bir birine çakıştığı dar sokaklardan oluşan bir mahalle.
Bu mahallede yaşayan ve sokak sakinleri tarafından sevilen bir genç,Tevfik. Tevfik bir tiyatro oyuncusudur. Kendisi Karagöz de oynatır. Korkmadan devrin önemli adamlarını bile oyuna koyar. Kendisi bir bakkalın oğludur. Tevfik sokağın imamı olan İlhami Bey’in kızı Emine’yi sevmektedir. Bir müddet sonra ikisi evlenirler. Tevfik babasından kalan bakkal dükkanını işletmekte ve boş zamanlarında da yeteneğini konuşturup Karagöz oynatmaktadır.
Evlilik günleri beklenildiği kadar zevkli gelmemiştir Tevfiğe. Bir gece Tevfik bakkala inmiş tiyatro arkadaşlarına karısının taklidini yapmaktadır. Emine uyurken Tevfik’i yanında bulamamış aramak için aşağıya inmiştir ve kendisine göre iğrenç olan bu sahneyle karşılaşmıştır. Emine hepsini evden kovalamış daha sonra da evliliği sona erdirmiştir.
Bu olaydan sonra Tevfik karısını kötü biçimde taklit etmesi ve devrin önemli şahıslarını oyununda oynatması ve bunlarla alay geçmesi sonucu sürgüne gönderilmiştir. Emine ise karnında bebeği ile babasının evine taşınmıştır.
Emine İmamın evine taşındıktan birkaç ay sonra bir kız çocuğu dünyaya getirir. Kızın adını Rabia koyarlar. Seneler çabuk geçmiş Rabia beş yaşlarına gelmiştir. Kızın bu yaştan bile çok akıllı olduğu anlaşılmış ve dedesi tarafından hafız olarak yetiştirilmeye karar verilmiştir. Dedesi bu küçük yaştaki kıza cennet ve cehennem kavramlarından çok katı bir biçimde bahsetmeye başlamış Rabia’nın korkmasına sebep olmuştur. Seneler bir birini kovalamış Rabia sesi çok güzel bir hafız olmuştur. Önemli yerlere gidip Mevlit okumakta kazandığı paranın tamamını ise dedesine vermektedir. Rabia ‘nın bu kadar yükselmesini, küçük yaştan olgunlaşmasını sağlayan biri vardır. Bu kişinin adı Vehbi Dededir. Bu kişi dinine bağlı, ulu bir kişidir.
Bir gün yine mevlit okumak için Vehbi Dedenin önerisi sonucu devrin Zaptiye Nazırı Selim Paşa’nın evine çağrıldı. Ev halkı küçük kızın sevimliliğine ve muazzam sesine hayran kaldılar. Bu günden sonra Rabia’nın yaşantısının çoğu bu evde geçmeye başlamıştı. Kız artık mevlitin yanında musikiye de önem vermeye başlamıştı. Selim Paşa ve karısı Sabiha Hanım ona çocuklarıymış gibi ilgi gösteriyorlardı. Oğulları Hilmi Bey ise musikiye önem veren bir kişiydi. Fakat babasıyla anlaşamazlardı. Nedeni ise Selim Paşa’nın padişaha çok bağlı olması ve katı bir disipline sahip olmasındandı.
Başka bir gün Rabia tekrar köşke gittiğinde Hilmi Bey’in yakın dostu ve musiki hocası Peregrini ile tanıştı. Peregrini kiliseden kovulmuş eski bir papazdır. Bu olaydan sonra musikiye önem vermiş ve hiçbir dine bağlı kalmamıştır. Peregrini’nin en büyük özelliği ise piyanoyu çok güzel çalmasıydı. Rabia’nın sesini duyunca adeta meşk oldu ve küçük kıza daha fazla önem vermeye başladı.
Rabia artık dedesinden ve annesinden sıkılmıştı. Dedesi yine herkesin cehenneme gideceğinden bahsediyor annesi ise kendisine durmadan azarlıyordu. Kız bunlardan sıkılıp sık sık köşke gidiyor bazı günler orada kalıyordu. Bir gün köşkten dönerken babasının sürgünden geldiğini öğrendi ve hiç vakit kaybetmeden babasının kapatıp gittiği dükkanın önüne gitti. Bakkala girdi ve babasıyla tanıştı. Baba ile kız arasında büyük bir sevgi bağı oluşmuştu artık ve bu zinciri kimse kıramayacaktı.
Rabia büyük bir karar vererek babasının yanına taşındı. Ev bakkalın hemen üstündeydi. Rabia evi çok beğendi. Ama en çok annesi ve dedesinden ayrıldığına sevinmişti. Evde üç kişilerdi. Rabia,Tevfik ve Rakım. Rakım küçük boylu sevimli mi sevimli bir tiyatro oyuncusuydu. Üçü sanki elli yıllık dostmuşlar gibi kaynaştılar.
Rabia mevlit okumayı bırakmamış, kazandığı parayı da dedesine vermekteydi. Dedesi Rabia’nın kazandığı paranın kendisine verilmesi üzere Rabia’nın, babasının yanına yerleşmesine izin vermişti. Rabia yine köşke gidiyor Sabiha Hanımla sohbet ediyor Peregrini ve Hilmi Beyle musiki yapıyor, Vehbi Dede de onları izliyor onlara akıl veriyordu. Peregrini kıza çok ısınmıştı. Vehbi dede ise kıza akıl veriyor içinin rahatlamasını sağlıyordu. Hilmi bey de babasıyla hep tartışıyor padişahlığın kalkması fikrini savunuyordu.
Rabia boş vakitlerinde dükkana bakıyordu. Rakım da ona yardım ediyordu. Akşamları hep beraber bahçede yemek yiyorlardı ve bazen bu sofraya Peregrini ve Vehbi Dede de katılıyordu. Bunlar Tevfik ile çok iyi anlaşıyorlardı. Çünkü Tevfik muhabbeti ve saflığıyla başka bir insandı, adeta eşi bulunmaz biri.
Yine her zaman ki günlerden birini yaşayan Rabia, dükkandan dışarıya baktı. Bir cenazeyi mezarlığa götürüyorlardı. Bu cenazenin annesi olduğunu duyunca çok üzülmedi. Sadece annesi için mevlit okudu.
Günler güzel geçiyordu Sinekli Bakkalda. Sokak serserileri bile bu güzelliğe uymuşlardı. Hepsi de Rabia’dan çekiniyorlardı. Bu arada Rabia ile diğerlerinin arasındaki bağ iki kat daha güçlenmişti. Peregrini ise Rabia’ya karşı beslediği aşk duygusuyla yaşamaktaydı.
Devlet asayişi ön plana çıkarmış kendisine karşı gelen herkesi sürgüne gönderiyordu. Yine böyle günlerden birinde Hilmi Bey padişaha karşı olan faaliyetlere başlamıştı. Bu kişilere Genç Türkler adı veriliyordu. Hilmi Bey bir gün içinde gizli dosyaların bulunduğu bir zarfı Tevfik’e verdi. Bu zarfı postaneye vermesini istedi. Çünkü Tevfik içeri kadın kıyafetiyle girebilir kimseye belli etmeden zarfı ulaştırabilirdi. Tevfik bu işi biraz saflığından biraz da Hilmi Bey’e duyduğu sevgisinden dolayı kabul etmişti. Tevfik kadın kıyafetleriyle içeri girmiş fakat kapıdaki görevli tarafından fark edilmiş ve yaka paça karakola götürülmüştür. Zarf incelenir içerisindeki belgelerin önemi göz önüne alınarak Tevfik sorguya çekilir. Sorgu sırasında biraz pataklanır ama ağzından tek bir kelime bile çıkmaz. Sorgudan sonra Tevfik hapse atılır. Rabia bunu duyar duymaz karakola ve Selim Paşaya gider. Ama bir sonuç elde edemez. Daha sonra işin Hilmi Bey tarafından tasarlandığı ve Tevfik tarafından uygulanmaya çalışıldığı için her ikisi de Şam’a sürgün gönderilir. Şam’a beraber gönderilmeleri Selim Paşa tarafından sağlanmıştı. Selim Paşa bunu Tevfik’in suçsuz olduğuna inandığı için yapmıştı.
Rabia bu olaydan sonra hayattan soğudu. Bir iki hafta hiç kimseyle konuşamaz oldu. Daha sonra Vehbi Dede, Peregrini ve Rakım’ın kendisine verdiği destekle yeniden yaşama döndü. Fakat artık köşke gitmiyordu. Çünkü babasının Selim Paşa tarafından sürgüne gönderildiğine inanıyordu. Bu biraz da doğruydu. Çünkü Selim Paşa istese makamını kullanabilir her ikisini de sürgüne göndermeye bilirdi. Fakat Selim Paşa yine kurallarını çiğnememiş ve kendince padişaha bağlılığını tekrar sergilemişti. Günler geçiyor Rabia’nın içindeki ateş babasından gelen mektuplarla sönmeye başlamıştı. Artık eskisi gibi derslerine gidiyor, kazandığı paranın büyük kısmını babasına gönderiyordu.
Peregrini artık Rabia’ya karşı duyduğu aşkı söylemeye karar vermişti. Fakat bunu bir türlü söyleyemiyordu. Aslında Rabia’nın da kendisine duyduğu aşkı bilmez değildi. Yine böyle günlerden birinde Peregrini Rabia ya evlenme teklif etti. Rabia kendisinin Hıristiyan hatta bir dine bile bağlı olmadığını, evlenmek istiyorsa dinini de ismini de değiştirmesinin gerektiğini söyledi. Peregrini Rabia ya bu teklifi yapmadan annesi kaybetmiş, mal varlığı iyice artmıştı. İstese bu koşulları yerine getirmeyip istediği ülkede dilediği gibi yaşardı. Fakat Rabia ya duyduğu derin aşktan dolayı her şeyi kabul etti. Hatta yazın pis kokuların etrafa yayıldığı, sinekten sokaktan geçilmediği Sinekli Bakkalda oturmayı.
Peregrini ismini ve dinini değiştirdi. Artık ismi Osman, dini ise İslamdı. Rabia ile Tevfik’in evinde yaşamayı kabul etmişti. Bütün sorunlar ortadan kalktıktan sonra Rabia ile Osman evlendiler. Her ikisi de çok mutluydular. Mahalle bile mutluluktan nasibini aldı.
Evlilik rayına oturmuş, günler yine eskisi gibi geçiyordu. Artık evde dört kişilerdi. Rakım, Rabia, Tevfik, Pembe. Pembe esmer bir hizmetçiydi. Ev işlerini yapıyor bakkala bakıyordu.
Rabia çocukluk sevgilisi Bilal’ın düğünü sebebiyle Selim Paşa ile barışmış köşke gidip geliyordu. Yine ders veriyor paranın büyük bir kısmını babasına gönderiyordu. Zaten artık paraya ihtiyacı yoktu. Ama o yine de kocasının parasını yemek istemiyordu. Bu arada babasından gelen mektupların Hilmi Bey ile ilgili olan kısımlarını Sabiha Hanım’a okuyordu.
Rabia Osman’dan Sinekli Bakkal’dan biriymiş gibi davranmasını istedi. Osman Rabia’nın dediklerini uyguladı ve haftada en az iki defa kahveye uğramaya başladı. Böylece mahalle halkını daha iyi tanıma fırsatı buldu. Osman Cuma Namazlarına da gitmek istiyordu. Ama bunu en çok bağlı olduğu din için değil Rabia’nın dedesini görmek için istiyordu.
Osman artık mahalle halkından biri olmuştu. Cuma namazlarını kaçırmıyordu. Bir gün Rabia’nın dedesinin evine gitti. İmam Osman’ı içeri aldı fakat Osman’ı tanımıyordu. Osman kendini tanıtınca imam onu evden kovmak istedi fakat Osman bu sert çıkışla karşılaşacağını beklediği için bunu fazla umursamayarak lafa girdi. İmam ‘a kendisine yardım etmek istediğini söyledi ve imam yatıştı. Osman cebinden birkaç altın para çıkardı ve her ay kendisine altın vereceğini söyledi. Bu yardım işini de Rabiaya söylemedi.
Bir gün Rabia babasından mektup aldı. Rabia mektubu alır almaz köşke gitti. Mektupta Hilmi Bey’in sürgünde iken kaçtığı yazıyordu. İşin garip yanı Tevfik bu iş için de Hilmi’ye yardım etmişti. Tevfik’in başka bir yere sürgünü söz konusuydu. Rabia bunları duyunca kendini bir an için kötü hissetti. Fakat babasının ne kadar fedakar bir arkadaş olduğunu anlayınca üzüntüsü bir anda geçti. O artık yanında ağlayan Sabiha Hanım’ı avutuyordu. Ama işin en garip yanı sürgünlerinin bitmesine az kalmasına rağmen bu işi yapmalarıydı. Rabia bu olayı konuşmak üzere Selim Paşa’nın yanına çıktı. Selim Paşa Rabia’yı avutarak babasının yakında döneceğini, merak etmemesini söylüyordu.
Selim Paşa biraz bu olayın tesirinden biraz da görevin verdiği sorumluluğun etkisinden çıkmak sade bir vatandaş olarak yaşamak için görevinden istifa etti. Daha sonra Paşa köşkünün bahçesindeki küçük evi ve köşkteki birkaç eşyayı satmak istedi. Bunların arasında güzel birde piyano vardı. Osman piyanoyu talebelerinden birine satabileceğini söyledi. Ama daha sonra fikrini değiştirdi. Osman’ın amacı piyanoyu almak, köşkün bahçesindeki küçük evi kiralamaktı. Bunu Rabia’ya söyleyince beklemediği bir sertlikle karşılaştı. Rabia bundan son derece huzursuz olmuştu. Ona göre bir mahalle kızının köşklerde ne işi vardı. Bu işte başlamadan bitmişti. Osman o yazın sineklerden geçilmeyen sokağa tekrar dönmek zorunda kalmıştı.
Bu öneriden sonra Osman Rabia’ya yeni bir öneri sundu. Yaz gelmişti bir tatile ihtiyaçları olduğunu söylemişti. Tabii ki Rabia ilk önceleri yine bu öneriyi kabul etmemişti. Ona göre kırk kanaat geçinen bir mahalleden nasıl bir insan kalkıp ta tatile gider. Fakat bu sefer Osman çok kararlıydı. Bu konuyu Vehbi Dedeye açtı ve Rabia Vehbi Dedeyi kırmayarak tatile gitmeye razı oldu. Tatile gittiler fakat bu yolculukta fazla uzun sürmedi Rabia kendini biraz kötü hissedince Sinekli Bakkala geri dönüldü.
Osman yine her ay olduğu gibi imamın evine gitti. Fakat imam ölmüştü. Osman yaşlı ve ters olan bu adam için çok üzüldü. Bunu hasta olan Rabia’ya söylemek istemedi fakat nede olsa duyacaktı. Onun için bu durumdan Rabia’yı haberdar etti. Rabia da bu duruma üzüldü fakat küçükken imamın kendisine yaptıklarını düşününce bu üzüntüyü kısa zamanda üzerinden attı.
Rabia kendisi için biraz hasta dese de hayati önemi olan bir hastalığı taşıyordu. Bu arada Rabia hamileydi. Osman baba olacağı için çok seviniyor fakat karısının hastalığına çok üzülüyordu. Rabia’ya durmadan doktor çağırma teklifinde bulunuyor fakat Rabia onu da kabul etmiyordu. Rabia çocuğunu kendi doğduğu evde yani imamın evinde doğurmak ve hayatının geri kalanını bu evde geçirmek istiyordu.
Osman o gün her şeye rağmen eve İstanbul’un en iyi hekimlerinden ikisini getirdi. Hekimler Rabia’yı kontrol ettikten sonra kötü haberi Osman’a verdiler. Rabia hamileydi kanında da albüm vardı. Çocuk doğurması çok tehlikeliydi. Kesinlikle çocuğun alınmasını teklif ettiler.
Osman defalarca bu durumu Rabia'ya anlattı. Hatta ikna için Vehbi Dedeyi bile getirdi fakat Rabia her şeye rağmen çocuğunu doğurmak istiyordu. Bu arada zaman geçmiş imamın evi baştan başa tamir edilmiş ve eve taşınılmıştı. Osman bu eve eski hizmetçisini de Rabia yardım etmesi için getirtmişti. Tevfik’in gelmesine de az kalmıştı. Rabia sıkı bir perhiz uyguluyor çocuğunu sağlıklı doğurabilmek için her şeyden fedakarlık ediyordu.
Ve beklenen daha doğrusu Genç Türkler tarafından beklenen gün gelmişti. Temmuz 1908’de ihtilal olmuştu. Tüm sürgünler gemiler vasıtasıyla İstanbul’a geri dönüyordu. Bu vapurlardan birinde de Tevfik vardı. Tevfik büyük bir coşkuyla karşılandı. Osman hemen Tevfik’in yanına koştu onu kucakladı ve belki de Tevfiği hayata tekrar bağlayacak sözleri söyledi. Osman Tevfiğe Rabia’nın kendisini kucağında çocuğuyla beklediğini söyledi. Tevfik’in gözünden iki damla yaş geldi. Artık Tevfik hayal takımına birini daha ilave edecekti.

EK BİLGİLER
1908 İHTİLALİ: Osmanlı’da ülke yönetimi ikinci kez Batılı anlamda düzenleme hareketi(23 Temmuz 1908)
GENÇ TÜRKLER(JÖN TÜRKLER): II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) özellikle yurt dışında siyasal muhalefet hareketine katılan kişilere ve bunların kurduğu örgütlere verilen ortak ad.,





Kitap benim çok önemli bilgiler edinmemi sağladı. Benim dildeki akışkanlığın nasıl ustaca sağlandığını görmemi sağladı. Halide Edip’ten şimdi belki de yerinde yeller esen bir sokağın içinde yaşamamı sağladı. Bana dostluğun ne kadar önemli bir şey olduğunu hatırlattı. Osmanlı’nın o zamanlar içinde bulunduğu durumu benimsetti.
İzlenimimin olumsuz yönleri ise sadece dilde kullanılan yabancı kelimeler dolayısıyla gerçekleşti. Halide Edip bu pürüzleri, yaptığı mükemmel benzetme ve anlatımlarla unutturmaya çalışmış ve bunu da başarmıştır.





Yukarıda da belirttiğim gibi yabancı kelimelerin çokluğu ve sık sık kullanımı dili bozmuştur. Bu yönden edebiyatımıza bir katkıda bulunmamıştır. Fakat Halide Edip’in o müthiş benzetmeleri ve dilde o fevkalade akışkanlığı sağlaması edebiyatımıza yeni yeni ürünlerini veren yazarlarımıza büyük katkıda bulunabilir.

Hiç yorum yok:

reklam izle kazan

SPONSOR REKLAMLAR