14 Aralık 2008 Pazar

MEDDAH

MEDDAH


Çok öven, metheden manasına gelen kelime dini bir telmih taşır ve Peygamberin övücüsü manasında kullanılır. Daha sonraları taklitlerle hikaye anlatan manasını kazanmıştır.Meddah bugünkü tek kişilik tiyatroların başlangıcı sayılabilir.

Eski ozanlarla onların devamı saz şairlerini hatırlatan meddah, hikaye anlatıcısı demektir. Meddah, kıssahan şehnamehan ve mukallit kelimeleri ile eş manada kullanılmıştır. Meddahlık, hikaye ve taklit yapma sanatıdır. Meddah, bir sandalyeye oturarak dinleyicilerine hikaye anlatır. Bu hikayelerin bir kısmı anonim eserlerdir; bazılarının yazarları bellidir. Karagöz ve Ortaoyunu’nda görüleceği üzere günlük hayat hadiseleri, masallar, destanlar, hikaye ve efsaneler meddahın repertuarına girerler.

Çok şahıslı bir tiyatro eserinin tek artisti hüviyetindeki meddah, Doğu ve İslam memleketlerinin çok eskiden beri tanıdığı bir şahıstır. Onun sözlü ve yazılı muhtelif kaynaklardan gelen hikayelerinde irtical ve hikayeciden hikayeciye göze çarpan değişme, halk edebiyatı niteliğini teşkil eder.

Anadolu ve Rumeli Türkleri’nin eski edebi hayatında meddahlığın çok büyük bir yeri vardır; çünkü, bizde halk hikayeciliğini temsil edenler, asırlardan beri, meddahlar olmuştur. Halk kahvehanelerinden saraylara kadar her sınıf ve seviyede insanlara mahsus toplantı yerlerinde aranan ve sevilen, hikayeler, taklitler, nüktelerle her sınıf halkı eğlendiren bu hikayeciler, edebiyat tarihimiz için çok mühim bir mevzudur.

Meddah hikayenin kahramanlarını kendi yöresinin dili ve şivesiyle konuşturan insandır. Bu konuşmaları arka arkaya, hata yapmadan ve zaman kaybetmeksizin yürütme kabiliyetine sahip olan meddah, Karagöz ve Ortaoyunu’nda yer alan yerli Türkleri mesela, Kastamonuluyu, Kayseriliyi, İmparatorluğumuza dahil, Arab’ı, Arnavud’u, Ermeni, Rum, Yahudi gibi azınlıkları: İstanbul’un muhtelif tiplerini; mirasyedi, zübbe, muhtekir, fahişe vb. dramatik bir sahne halinde ortaya koyar. Elindeki mendil, sesini değiştirip, çeşitli konuşmaları taklit edebilmek için ağzına istediği şekli vermekte kullanılır. Kısa sopası, kapı çalma veya sert vuruşları ifade için lüzumludur.Okumanın gelişmediği, dinlemenin rağbet gördüğü zamanlarda Osmanlı Sarayında şehirlerde, kasabalarda, ramazan gecelerinde, sünnet düğünlerinde, kahvehanelerde bu sanatı sürdürürdü.

Bizim sonraları meddah dediğimiz halk hikayecilerine Araplar kussas ve Acemler yine aynı manaya gelen kıssa-han derler ki bu tabir meddah kelimesinin umumileşmesinden önce, Türkler arasında da epey zaman yaşamıştır. Daha İslam medeniyeti tesirinin Türkler arasında yerleşmesinden önce, bilhassa göçebe hayatı yaşayan Türk zümrelerde de halk hikayeciliği vazifesi Ozan’lara aitti. Ellerinde kopuzlar ile diyar diyar dolaşarak, daha sonra İslam medeniyeti tesiri altında Aşık-saz şairi adını alan bu ozanlar, eski menkıbevi kahramanların hatıralarını terennüm ederlerdi.

Meddah hiç şüphesiz bütün şark ve İslam memleketlerinin ilk ve iptidai temaşasıdır. Öyle bir temaşa ki perdesi, sahnesi, dekoru, esvapları yani her şeyi ve her şeyinin mükemmeliyeti olan şahsında meddahın zekasına, malumatına ve söz söylemekteki kabiliyetine bağlıdır. Meddahların, yan yana gelmesine münasebet olmayan şeyleri açıkça makul ve münasip bir tarzda yan yana getirerek halkı şaşırtmak ve bu suretle umumi alakayı arttırmak gibi müracaat ettikleri birçok usulleri, vasıtaları vardır.

Meddahlığın şarka münhasır olmasının en mühim sebebi ise şarklıların yaratılıştan sahip oldukları diğer bir meziyetleri dinlemek kabiliyetleridir.Garp dinlemeyi değil konuşmayı sever. Karşılıklı konuşma tabiat ile hikayenin en büyük düşmanıdır.Garpta herkes söyler. Fakat pek az dinleyen vardır. Samiinden biri duyduğu cümleye cevap hazırlamakla bir diğeri ise edeceği itiraza bir girizgah aramakla meşguldür. Şarkla meddahların halk indinde itibar sahibi olmalarının başlıca sebebi okuyup yazmak bilmeleridir. Zira bu onlara o zaman ekseriyet karşısında daima bir üstünlük temin eder.

Meddahları görüyoruz ki Yemenlilerin söz söylemelerini en ufak farklara kadar, hiç bir noktayı terk ve ihmal kadar, hiç bir noktayı terk ve ihmal etmeyerek aynı mahreçler üzerinde tamamıyla taklit ediyorlar.

Ehdazlıları, Zencileri, Habeşistanlıları, Senet ve Horasan ahalisinin söz söylemelerini de tamamıyla taklit ederler. Ve bu hususta o kadar muvaffak olurlar ki kendileri bu saydığım kimselerin lisanlarında daha tabii görülürler.
Kekeme kimselerin taklidine gelince: denebilir ki bunlar yer yüzünde bulunan kekelerin konuşmalarında ne kadar tuhaflık varsa bunların hepsini bir dilde, kendi dillerinde toplamışlardır.

Kıssahanların okuduğu ve meddahların anlattığı hikayelerin umumiyetle edebi ve ahlaki kıymetleri vardır.

Evvelce üsluba ve mevzulara çok itina olunurmuş. Failleri meçhul olan bu gibi eserlerin umumi bir surette zaptı kabil olsa her halde kıymetleri pek kolay meydana çıkar. Mevcutlardan ise, pek perakende olmaları itibariyle ve tabı olundukça lisan yenileştirildiğinden ne yazık ki, büyük bir istifade kabil değildir.
Yalnız bariz olarak göze çarpan bir nokta var. O da bu eserlerin ekserisinde ilhamın doğrudan doğruya Türk menbalarından alınmış olmasıdır.

Meddahların kahvelerde oyun göstermeleri 16.yüzyılın ikinci yarısında kahvelerin açılmasıyla başlar.

Bazı belgeler meddahların belirli zümrelere hitap ettiğini göstermektedir. Sarayda musahip ve nedimler bu görevi üstlenmişlerdir. Dördüncü Muradın nedimi Tıflı ilk önemli meddah sayılır. Hikayelerini hep aynı modelle verir. Tıflı meddahların piri olarak tanınır. Gerçekçi ve mahalli oyunları dramatize eder.

Tıflı Ahmet çelebi, dördüncü Murad devrinin pek dikkate şayan bir simasıdır. Tıflının boyu gayet uzun olduğundan Evliya çelebiye göre kendisinin lakabı leylek imiş.

İkinci Murad zamanında Hacı kıssahan isminde bir meddahın mevcut olduğu anlaşılıyor.

Fatihin sarayında da Mustafa adlı bir kıssahan ile Balaban Lal ve Ömer adlı iki nedimin mevcut olduğu 883 senesine ait bir mevacip defterinden anlaşılıyor.Bu devirde kıssahan Ivaz isminde bir meddah daha varmış

İkinci Selim zamanında ki nakkaş Hasan ve Çok yedi reis isminde iki nedim olduğu bilinmektedir.Üçüncü Murad devrinde meddahlık pek rağbet bulmuş bir sanattır. Sahte bir tasavvuf kılığı altında saklanarak kerametler taslayan sokak şeyhlerine inanacak kadar saf gönüllü ve aklınca vahdet-i vücut meslekine kail olan Sultan üçüncü Murad, kıssa-han ve meddahlara pek meraklı idi. Kendisinden bahseden tarihçiler, onun bu merakını ehemmiyetle kaydetmişlerdir.

Meddah Eğlence isminde bir meddah da bu devirde pek şöhret bulmuştur. Hatta bir rivayete göre üçüncü Murad Eğlencenin hikayelerini hemen kamilen dinlemiş olduğundan yeni hikayeler tertibi için münasip birinin bulunmasını ister. Bu suretle Cenani isminde bir şair bu hizmetle tavzif edilir.Cenani tertip ettiği hikayeleri güzelce yazdırıp tezhip için bir müzehhibe verdiğinde meddah Eğlence müzehhibi ikna ederek hikayeleri öğrenir ve birer birer padişaha nakleder.Bu neticeden bihaber olan Cenani eserini üçüncü Murada takdim ettiği zaman hikayeler naşenide olmadığı için ümit ettiği mükafatı göremez.

Bu devirde Lalın kaba lakaplı Bursalı Seyyit Mustafa çelebi ve derviş Hasan adlı iki kıssahan daha mevcuttur.Bu devirde meddahlığın halkın her sınıfı arasında büyük bir rağbete mazhar olduğuna, başka bir noktai nazardan, parlak bir delil teşkil eden, ezher cihet dikkate yanaşır, bir fıkra daha kaydedebiliriz.

1250’de Ceride nazırı olan şair Süleyman Faik efendi mecmuasında bu meddah Tıflı hakkında:
“iptidai zuhuru devleti Osmaniye’den devri Murad hanı rabia kadar meddah olup olmadığı meçhul olduğuna nazaran meddahların pir ve pişkademi tarihlerin yazışına göre Tıflı efendi olmak iktiza eder” diyor ki bidayetten beri kaydettiğimiz malumattan bu sözlerin ne derece mübalağalı olduğu görülür.

Görüldüğü gibi halkın temaşa ihtiyacını tatmin eden meddahlar hakkında mevcut bilgiler öneme layık olmakla beraber kafi derecede değildir.Bu zamana kadar olduğu gibi son devir meddahları hakkında da ne yazık ki belli bilgilere sahip değiliz.




Şimdi eski tarzı takip eden meddahlar umumiyetle iptida ellerini çırparak ve “Hak dostum hak” diye söze başlıyorlar. Hikayede mevcut taklitleri sıraladıktan sonra başlangıçta bir kıta okunuyor:

Sühansazı gülistanı nezaket
nihali goncesi bağı zarafet

Söyledikçe sergüzeşti verir bezme letafet
Dinle imdi bendei acizden bir hoş hikayet

Bu şiirler okunduktan sonra derhal hikayeye başlanıyor. Mebde malum:
raviyanı ahbar ve nakilanı asar ve muhaddisanı ruzgar şöyle rivayet ve buguna hikayet ederki...

Bu sözlerden sonra hikayenin güzeran ettiği yer ve hikaye kahramanlarının ismi söyleniyor. Fakat her türlü iştibahın önünü almak için:
“isim isime, kisip kisbe, semt semte benzer, geçmiş zaman söylenir yalan gerçek vakit geçer.”

Hikaye bittikten sonra da:
bu kıssadır. Bir mecmua kanarına kaydolunmuş. Biz de gördük söyledik.
Sakıya sohbet kalmazmış baki
her ne kadar sürçü lisan ettikse affola, inşallah gelecek defa daha güzel bir hikaye söyleriz. Tarzında bir hatime ile bitiyor.

20.yüzyıl meddahları arasında Aşki, Borazan Tevfik, Tevfik Bey, Şükrü Efendi, İsmet Efendi, Kadri, Sururi, Tahsin Efendi en önde gelenleridir. Bu meddahlardan sonra tiyatromuzda daha ziyade taklitlerle meddahlık denemesi yapan aktörleri meddah saymak zordur.

Meddah gerçek bir mizah ve taklit ustasıdır. Her anlatışında yeni bir oyun çıkarır. Seyirci ile arasında yakın bir münasebet kurulmuştur. Seyirciden gelen tepkiye göre anlatışını derhal değiştirebilir.

Vakalar ya İstanbul’da geçer veya yolculuklarla istanbula bağlanır. Olağanüstü durumlar, rüya alemi, masal unsurları da zaman zaman bu hikayelerde görülür. Masallar, halk hikayeleri ve karagöz metinleri ile benzerliği açık olan metinlerde devrin idari yolsuzlukları da motif olarak geçer.




Meddahlık Olgusu

Doğu’da meddahların halk arasında önemli bir veri olduğunu izleriz. Bunun en büyük nedeni, Ehl-i Beyt’e hizmet eden kimseler olmalarıdır. Ayrıca onların eğitim görmüş kültürlü kişiler olmaları da halk arasında saygın kişiler sayılmalarına neden olmuştur.
Sonraları az eğitimli meddahlar da çıkmasına rağmen en tanınmış meddahlar bu kültürlüler arasından çıkmıştır.

Meddahlarda ne gibi niteliklerin bulunması gerektiğini yazan Fakiri Risale-i Ta’rifat adlı yapıtında, onu şöyle tanıtır.

“Bilir misin nedir alemde meddah
Birbiriyle halkı ede ıslah
Ola kaddi gibi pür-istikamet
Sözünde olmaya her giz sakamet
Letafet sözlerin derc ide dayim
Zarafet dürlerin harc ide dayim. “

Yabancı gözünde, meddah şairdir, tarihçidir, masalcıdır, efsane yazarıdır; o insanın hayal dünyasına giren bütün konulara değinir. O, içinde bulduğu yaşamı canlandıran gerçekçi bir hikayecidir. Bunu yaparken de kendi halkının mizahını, duygularını, özlemlerini ve düşüncelerini dile getirmede ustadır.

Meddahlarla ilgili yapılmış çeşitli tarifler vardır. Ehl-i beyte hizmet eden kimseler olarak tanınan ve toplumdan saygı gören meddahlar, kültürlü kimselerdir. Kaşifi’nin fütuvetname’sinde dört tür meddahtan bahsedilir. 20. Yüzyıl meddahlarından Şükrü Efendi’nin tasnifinde ise:
1. kitaptan okuyarak veya ezberden yiğitlerin menkıbesini söyleyenler. Hamzaname, Battalgazi.
2. destan ve hikayelerini saz eşliğinde söyleyenler ki, halk hikayecileridir ve Doğu Anadolu’da hala devam etmektedir.
3. taklitli hikaye veya menkıbe söyleyenler.

Meddahlığın nitelikleri üzerinde geniş bilgi ve yoruma Kaşifi’de rastlarız. Peygamber soyunun meddahları, şeriata aykırı olmayan her şeyi giyebilirlerdi; özel giysileri yoktu, her kılığa girebilirlerdi. Meddahların başlangıçta bazı simgeleri vardı ve bunlar değişik biçimlerde çağımıza kadar sürdü. Bu kimselerin yanlarında süngü, tuğ (yaygı, lamba, şedde) ve teberzin (küçük balta) bulunurdu. Meddahın lambasının yanması üç anlam taşır: 1.aydın yürekli olmasının ve insanların sevgi ışığı yüreğinin köşesini aydınlatmalıdır. 2. kendin yanıp toplantıyı aydınlatmalısın. 3. topluluğa karşı iyi niyetli davranmalısın.
Kaşifi’ye göre, meddahların, olması gereken yirmi, olmaması gereken otuz özelliği vardır.
Olması gereken yirmi özellik şunlardır:

1.Doğruluk,
2.Sabır,
3.Şükretme,
4.Zühd,
5.Boyun eğme,
6.Yetinme,
7.Hesap görme,
8.Denetim,
9.Alçak gönüllü olma,
10.Kendini tanrıya bırakma,
11.Açık yüreklilik,
12.Akıllı söz söyleme ve hareket etme,
13.Eli açıklık,
14.Çalışkanlık,
15.Düşünceli hareket etmek,
16.Tedbirli olma,
17.Her şeyi Tanrıya bırakma,
18. Az yemek,
19.Az uyumak,
20.Sevecenlik.





Olmaması gereken otuz özellik de şunlardır:

1.Gaflet
2. Kendini beğenmişlik
3.Şaşkınlık
4.İki yüzlülük
5.İçki içmek
6.Faiz almak
7.Zina
8.Huysuzluk
9.Azarlayıcı olmak
10.Çok yemek
11.Uygunsuz sözler söylemek
12.Sözünde durmamak
13.Alay etmek
14.Yersiz çıkışmak
15.Yalan söylemek
16.Yalan yere yemin etmek
17.Müslüman kardeşin dedikodusunu yapmak
18.İftira etmek
19.Söz getirip götürmek
20.Gammazlık etmek
21.İnsanları yalan yere övmek
22.Yersiz öfkelenmek
23.Kıskanmak
24.Hile yapmak
25.İnsan dedikodusunu yapmak
26.Varlık konusunda eli sıkı olmak
27.Pintilik yapmak
28.Eziyette bulunmak
29.Pisboğazlık
30.Çok uyumak








Meddahların teknikleri ve tavırları:

Genellikle güldürücü, ahlaki ve debi sonuçları çıkarılacak hikayelerine klişeleşmiş “raviyan-ı anbar ve nakılan-ı asar ve muhaddisan-ı rüzigar şöyle rivayet eder ki “ şeklinde sözbaşı ile başlar, daha sonra kahramanları sayıp hikayesini anlatır.

Omzunda asılı duran mendili onun en çok kullandığı bir alettir. Taklit yaparken onunla ağzını kapar. Rahatça bir nefes alabilmek, bir kaç saniye olsun dinlenebilmek için onu muhtelif bahanelerle alır, kullanır ve gene omzuna atar. Bu müddet zarfında da sözlerinin samiin üzerinde uyandırdığı alakayı dinlemiş ve onların heyecanına bir kaç saniyelik bir merak ilave etmiş olur.

Meddahlıkta hikaye anlatmanın yarar, onu anlatanın bilgisine, bilincine ve yeteneğine bağlı bir şeydir. Meddahlığın topluma bir katkısı vardır. Bunun için de anlatanın tavrı ve tekniği bunda büyük rol oynar.

Türk meddahının bir özelliği toplum yaşamından kesitleri gerçekçi biçimde dinleyici önüne getirmesidir. Arap meddahları hikayelerini ya manzum ya da uyaklı düzyazı ile getirirken, Türk meddahı hikayeyi canlı konuşmaları, şive taklitleri ve dramatizasyonu ile günlük yaşayışın görünümü içinde verir.

Büyük ve usta meddahların içinde yaşadıkları toplumu, çevrelerini ve gördükleri kişileri inceledikleri biliniyor. Onların inandırıcılığı ve gerçekçiliği bir açıdan da bu gözlemlerinden ileri gelir. Sokakta, vapurda, kahvede, eğlence yerlerinde çeşitli insanları, karakterleri ve konuşmaları ile inceleyen yazar, bir çeşit fotoğraf çekmekte ve gördüklerini belleğine yerleştirdikten sonra yeteneği ile bunları bir bir yansılamaktadır.

Meddahın incelediği olaylar ve kişiler bir hikaye konusunu ortaya çıkarabildiği gibi, geleneksel hikayelerin yeni baştan söylenmeleri ya da yeni bir biçimde dinleyiciye aktarılmaları için yararlıydılar. O zaman bu hikayeler güncel bir renk kazanıyor ve anlatıldığı dönemin seyircisi için daha ilgi çekici olabiliyordu. Konular hangi döneme ait olursa olsun hikayeyi anlatanın kendi döneminin özelliklerinin etkisini taşımaktadır. Buradaki meddah senaryolarını saptayan kişi, hikayeleri öyle bir yolda özetlemiştir ki, her meddah bu senaryoları kendi yeteneği ve hayal gücü ile süsleyebilir, taklitler ekleyip çıkarabilir.

Osmanlı İmparatorluğu’nda hikaye anlatanlar eleştirilerini, doyumsuzluklarını ve protestolarını üstü kapalı bir biçimde dile getirmişlerdir.Meddahın teknik ve tavrını birleştiren bir başka özellik, hikaye sırasında, olayın dışına çıkarak çeşitli biçimlerde bir uzaktan bakışı sağlamaktır.meddahın anlattığı hikayeye “yabancılaşarak” araya bir fıkra ya da kısa bir hikaye,çeşitli açıklamalar ya da bir yemek tarifi sokuşturması o meddahın ustalığı oranında başarılı veya yaban olabilir.Meddahların, dinleyicilerden para toplamaları da onların tavırlarının kapsamına giren özelliktir. Araştırmalar çoğunun parayı, hikayeyi en meraklı yerinde keserek topladıklarını göstermektedir.

BİR MEDDAH HİKAYESİ

İkinci Osman dönemi. Teması aşk ve uçarılık ile işlenmiş bir senaryo, mirasyedilik, işret, hile yapma, İstanbul’dan Mısır’a gitme ve sonunda da Bedesten’de dükkan sahibi olma gibi durumlarla gelişen olaylar dizisinde sevdiği kadını hile ile kocasının elinden alan kişi hikayenin kahramanıdır. Bu hikayede de kahramana sevdiği kızı vermezler, o da Mısır’a kaçıp para pul sahibi olup İstanbul’a döner ve bir hileyle sevdiği kadını kocasından ayırır.

EBE, HALLAÇ, ABDULLAH AĞA

Hotun Fatihi Osman Han zamanında, İslamboli Abdullah Ağa pederi Haci Ali vefat. Mal-ı pederi tüketti, iflas. Pederinin karındaşlığı hem-cıvarı Hacı Veli’nin Emeti nişanlısı iken,
“Böyle sefihe kız vermem,”
demiş idi. Terk-i diyarına sebeb budur. Bu parasız Mısır’a vusul. Zen-i mükellefeye harf-endaz; hanesine vusul buldu. Fail mef’ul, mef’ul fail.
“Zira seni ben sayd eyledim.”
Kaide üzre olur mu? Cariye ile zevk-i vafir-germ.
“Ne zaman gelürsün?”
“Eski nazarla istimal ederim,”
der. Vusul ila İslambol. Sultan Hamamı. Ebe kadına sual.
“Oğul Abdi, ölüler dirilür mi?”
Kızı sual.
“Ayasofya kurbunda bir hallaca verdiler. Misbahı belinde, dükkanı zir-hane,”
der.
“Canım, Ebe Hanım!”
Ebe:
“Hele bir kerre bakayım,”
dedi. Mürekkebi sof ferace, kemik başlı hizran asa, ol semte varub ilk muhibbesine verdi.
“Biz de istedik mi idi, oğlum!”
Seyr eden güğümbaşılıktan ekmek aldı.
“Eli dedik, avuçla cevahir, ev ister. Kızlar Aydın Ağa’nın sarayı, odalığı andıran düz, bekçi bile odalar. Müezzin Çelebi evi karanlıktır, gündüz mumla oturmalı, dağlara,taşlara ölüsü çarşıda yıkanur. Ah, büyük kadın, dört ay evvel olsa! Rüstem Ağa evi , deriz; sonra İvaz Çelebi aldı, sonra Derviş Hoca aldı. Şimdi dört aydır bu hallaç aldı. Mezadda gezdi, yattı. Kelimatından üç,dört sahibin haber aldı, oğul. İbtida Rüstem, sonra Müezzinzade Hacı Çelebi , sonra Derviş Hoca, oğul.”
“Kadın, niçün ağlarsın?”
“Üsküdarda olurum.”
“Pek söyle, arkadan işitdirmezler.”
“Dergehde şeyh değildim, şimdi öksüzüm!”
Biri de onlar gibi açdı elile,içeri,dükkanda bekler. Yüzün bile yumdu; sonra evine. Hasta.
“Evvel dil, ağız verme, karınız gündüz de duysun,”
der, gider.
“Abdi, başlankıçın yaptım; sandık amade. Akşam namazı sine,” “hay kara saplı bıçak hamleye kan düşürme!”
Sultan Hanımı’nda Ebe:
“Hin-i sehre dek gidemem, bre zalim adam. Eyi mi olacak? Sevdayı mehenklidir. Ahşama dak ta’viz, ta’vik, sandıkla erhandır, deyü hallaca tahmil geldi. Tabirat-ı garibe ile ilaç nakli. Hasta-ciğerim, kokum tiryaktır, kurdularbürüncekli. İki bardak balıklı ayazma, sulu manastır, kalfa kapusu murad savmaktır. Ertesi, Üsküdar’da Eski Çamlıcadan yedi kozalak, yalnız selviden, toprak alem dağından bir karış Koca Yemişi. Çubuğunu kocası kendi eline kesmelidir. Abdi’yi duyrurmalıdır,”
der.
Bi-vakt Ayasofya, Et Meydanı, Firuz Ağa,Acı Hamam, Asmalı Mescid,Dikilitaş, Sedefciler, Irgat Pazarı,Keresteciler aşub Kadın Çeşmesi, Okcularbaşı,Eski Darphane, Simkeşhane önü, Sultan Bayezid Hamamı, Kıymacılar Kol. Tabanı yassı yeniçeri ağası tuttular. Bulunmak kabil değil.
“Haseki Bostancısıyım,”
diye düştü.
“Eve gönder!Tövbekar hanım villada ihtifa’acaiben. Garaib ademdir, kukladır.”
Villada da acaib oynadılar. Zarafetle kaçdılar. Oyun tamam, bahşiş.
“Bir dahi artık olmaz,”
mırıldandı.
Anlattı: nakl-i macera. Eve geldi.
“Yetmiş yaşımda, elime daire aldım da oynadım, duydun mu?”
“ne zaman kavga olsa bunu söylersin.”
Murad da ayrıldı, Abdi Ağa’ya vardı. Pederinden kalan, Abdi Çelebi’nin Mısır’dan fazladan getirdiğiyle zam, bedesten, dolap. Evleri durur kirada idi.
“Bir miktar akarat da kazan var,”
der. Baki ömürlerin itmam.

Hiç yorum yok:

reklam izle kazan

SPONSOR REKLAMLAR