14 Aralık 2008 Pazar

N. MEMMEDOV VE A. AHUNDOV’UN “DİLBİLİME GİRİŞ” İSİMLİ KİTABININ TÜRKİYE TÜRKÇE’SİNE AKTARIMI

T.C.
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ
FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BÖLÜMÜ

N. MEMMEDOV VE A. AHUNDOV’UN
“DİLBİLİME GİRİŞ”
İSİMLİ KİTABININ
TÜRKİYE TÜRKÇE’SİNE AKTARIMI

BİTİRME ÖDEVİ



DANIŞMAN
Prof. Dr. Yunus MEMMEDLİ


HAZIRLAYAN
F. Yadigar AYDEMİR
9821306030





ISPARTA – 2002

İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER i
ÖNSÖZ ii
BAZI NOTLAR 1
GİRİŞ 2
1. BÖLÜM 4
DİL TOPLUMSAL HADİSEDİR 4
Dil Üstkurum ve Sınıfsal Değildir 6
Dil ve Medeniyet 11
Dille Düşüncenin İlişkisi 11
2. BÖLÜM 23
DİLBİLİMİN TARİHİ, BAŞKA İLİMLERLE İLİŞKİSİ VE BÖLÜMLERİ 23
A. Dilbilimin Tarihi Hakkında Bazı Notlar 23
B. GÜNÜMÜZ YABANCI DİLBİLİMDEKİ EN ÖNEMLİ CEREYANLAR 36
Tasviri Dilbilim 36
Etnik Dilbilim 36
Semantik (Yapımsal) Dilbilim 36
Fonksiyonel Dilbilim 37
C. DİLBİLİMİN BAŞKA İLİMLERLE İLİŞKİSİ 37
D. DİLBİLİMİN BÖLÜMLERİ 40
1. Fonetik 40
2. Leksikoloji 41
3. Morfoloji 41
4. Sentaks (Cümle Bilgisi) 42
3. BÖLÜM 44
FONETİK 44
FONETİĞİN KONUSU VE GÖREVLERİ 44
FONETİĞİN ÇEŞİTLERİ 48
1. Akustik Fonetik 48
2. Fizyolojik Fonetik 48
3. Sosyolojik Fonetik 48
SESLERİN AKUSTİĞİ 50
1. Konuşma Sesinin Yüksekliği 50
2. Konuşma Sesinin Gücü 51
3. Konuşma Sesinin Uzunluğu 51
4. Konuşma Sesinin Ses Tonu 51
KONUŞMA SESLERİNİN FİZYOLOJİSİ 52
KONUŞMA SESLERİNİN SINIFLANDIRILMASI 53
ÜNLÜLERİN SINIFLANDIRILMASI 54
ÜNSÜZLERİN SINIFLANDIRILMASI 61
SÖZLÜK 65


















ÖNSÖZ
Dil, insanlar arasında en önemli, en büyük iletişim aracıdır. Dil olmadan insanlar arasında çağdaş anlamda hiçbir ilişki ve münasebet olamaz. Dil insan fikrinin en önemli ifade vasıtasıdır. Dil toplumu ve onu oluşturan insanları belirleyen, onların mevcutiyetini sağlayan en önemli olaydır.
Milletler dünya toplumları içerisinde en çok dil yönünden birbirlerinden ayrılırlar. Her millet kendi dilinin, dünya dilleri içinde diğer milletleri etkileyerek kendi milli dillerinin hakim olmasını ister. Bu sebepten dolayı dilin önemini kavrayan milletler üniversitelerdeki eğitim ve öğretimde kendi milli dillerinin öğrenilmesine büyük çaba harcarlar. Bizim çevirisini yaptığımız N. Memmedov ve A. Ahundov’un yazmış oldukları “Dilbilime Giriş” adlı kitap aynı zamanda üniversiteler için hazırlanmış bir ders kitabıdır.
Dilbilime giriş dil hakkında ilim demektir. “Dilbilime Giriş” genel dilbilimin basit bölümü olup, dilin toplumsal hadise olmasını, dilbilimin tarihini, başka ilimlerle ilişkisini ve bölümlerini, dil ve ses yazısını, kelime bilim ve anlam bilimi, dilin gramer yapısın, dilin meydana gelmesi ve gelişimini, dillerin köken bakımından sınıflandırılmasını, günümüz yabancı dilbilimdeki en önemli akımları, fonetiği, gramer vasıtalarını, cins kategorisini ve zaman kategorisini inceler.
Çalışmanın başından itibaren bana her konuda yardımcı olan ve benden hiçbir zaman bilgisini ve yardımını esirgemeyen sayın hocam Prof. Dr. Yunus MEMMEDLİ Beye teşekkürü bir borç bilirim.
Isparta 2002 F. Yadigar AYDEMİR









BAZI NOTLAR
“Dilbilime Giriş” dersi üniversitenin Dil ve Edebiyat Doğu bilimleri ve Eğitim Enstitülerinin Dil ve Edebiyat Fakültelerinin gündüz, akşam ve açık öğretim bölümlerinin öğretim planında önemli yerlerden birini tutar.
“Dilbilime Giriş” bilim dalına ait dünyanın birçok dillerinde o sıradan Rus, Ukrayna, Belorus, Gürcü, Ermeni, Özbek, Kazak vs. dillerde eserler yazılmıştır. Azerbaycan Türkçesi’nde N.N. Memmedov’un “Dilbilimin En Önemli Konuları” (1961) ve onun A. Ahundov’la birlikte yazdığı “Dilbilime Giriş” (1966) ders kitabı yayımlanmıştır. “Dilbilime Giriş” dersine ait yeni program yayımlanmıştır. Bütün bunları dikkate alarak “Dilbilime Giriş” ders kitabının bu yayımında 1., 2. ve 4. Bölümler tamamıyla yeniden işlenmiş, “Leksikoloji” (kelime bilim) ve “Dilin Gramer Yapısı” bölümleri esaslı surette gözden geçirilmiş, birçok bölümler yeniden yazılmıştır.
“Dilin Meydana Gelmesi” ve “Dillerin Köken Sınıflandırması” bölümlerinin bazı bölmeleri ise gözden geçirilmiş ve bir sıra düzeltmeler yapılmıştır.
Kitapta göze çarpacak eksikleri yazarlara söyleyerek bütün yoldaşlara (arkadaşlara) minnettarlığımızı önceden bildiririz.
“Dilbilime Giriş” ders kitabında “Giriş” (sayfa 3,4), 1. Bölüm “Dil Toplumsal Hadisedir” (sayfa 5-22), 2. Bölüm “Dilbilimin Tarihi, Başka İlimlerle İlişkisi ve Ölümleri” (sayfa 23-43), 4. Bölüm “Dil ve Ses Yazısı” (sayfa 89-98), 5. bölüm “Kelime Bilim ve Anlam Bilim” (sayfa 99-155), 6. Bölüm “Dilin Gramer Yapısı” (Gramer vasıtaları dışında) (sayfa 156-237), 7. Bölüm “Dilin Meydana Gelmesi ve Gelişimi” (sayfa 238-274), 8. Bölüm “Dillerin Köken Bakımından Sınıflandırılması” (sayfa 275-312) Prof. Dr. N. N. Memmedov, “Günümüz Yabancı Dilbilimdeki En Önemli Akımlar Hakkında”, 3. Bölüm “Fonetik” (Ses Bilgisi) (sayfa 44-88), “Gramer Vasıtaları” (sayfa 163-172), “Cins Kategorisi” (sayfa 194-195), “Zaman Kategorisi” (sayfa 197-199), Sov. İ.K.P. (Sovyet Birleşik Komünist partisi) Programı Komünizm Devrinde Milli Dillerin Gelişimi ve Rus Dilinin Rolü Hakkında” (sayfa 272-274), 9. Bölüm “Dillerin Yapısal Bölmesi” (sayfa 313-315), Prof. A.A. Ahundov tarafından yazılmıştır.
İlmi Redaktoru (Kitabı Onaylayan)
Prof. A. Gurbanov.
GİRİŞ
Dil toplumla bağlıdır. insan cemiyetinde öyle bir çalışma sahası bulunmaz ki orada dilden faydalanılmasın. Buna göre de çok eski zamanlardan başlayarak insanlar dil ve onun oluşumu ile meraklanmış, bu konuda çeşitli fikir ve yaklaşımlar meydana çıkmış neticede dil hakkında dilbilim ilmi yaratılmıştır.
“Dilbilime Giriş” genel dilbilimin basit bölümüdür. Bu ilim çok karmaşık ve çok yönlüdür. Bunlar da yalnız dilbilim ilminin verdiği bilgilerin çokluğu ile değil onların çok karmaşık olması ve zorluğu ile açıklanmalıdır. Hem de dilbilim ilmi bu veya başka bir dilin veya dillerin (Azerbaycan, Rus, İngiliz, Arap, Fars, Alman vb) bir çok sahalarını inceleyip öğrenmelidir. Böyle ki dilin ses yapısını öğrenmek için fonetik, kelime varlığını öğrenmek için leksikoloji; sözlerin mana özelliklerini bilmek için semantik (anlam bilim); sözlerin değişmesi ve onların cümlede birleşmesi kaidelerini öğrenmek için gramer; üslubiyet (üslup bilgisi), frazeoloji (deyim bilimi) vs. ilim sahalarının iç imkanları, onların tarihi gelişimi vs. incelenmelidir. Dilbilimin bütün bu birkaç bölümden oluşan sahalarını incelemek için bir ilim vardır ki o da genel dilbilimdir. Bu ilmin başlangıç dersi de “Dilbilime Giriş” veya “Dilbilimin Esasları” adını alır.
Genel dilbilim neyi öğrenir, onun konusu neden ibarettir? Bu soruya cevap vermek için çeşitli diller için (diyelim ki Azerbaycan, Rus, Gürcü, Arap vs.) ortak özellikler olduğunu belirlemek lazımdır. Elbette bütün diller için esas bir ortak taraf vardır ki, o da onların insanlar arasında iletişim aracı olmasıdır. Çeşitli dillerin bu ortak görevi yerine getirmesi için onların yapı unsurları olmalıdır.
Buna göre de genel dilbilim, dilin toplumsal niteliğini, onun görevini başka toplumsal hadiselerle benzer ve farklı yönlerini dilin üst kurum ve sınıfsal olmamasını, onun medeniyetle ilişkisini, dil ve nutuk, bunların karşılıklı ilişkisini, dilin yapı unsurları ve bunların birbiriyle olan ilişkisini, ses yapısını, sözün önemini, sözle kavramın ilişkisini, dilin gramatik kategori ve onun özelliklerini, cümleye has olan yönleri ve cümle üyelerini, cümle, onun çeşitlerini, yazının meydana gelmesi ve toplumun gelişimi ile ilişkili olarak onun gelişme kanunlarını, dillerin (morfoloji ve geneoloji) sınıflandırmasını vs. öğrenir.
O halde dilin öneminin açıklanmasında dilbilim tarihinde birçok akım ve mektebler (ekoller) mantık, psikoloji, sosyoloji vb) ortaya çıktığından dilbilimin karşısında duran esas meselelerden biri dilin niteliğinin belirlenmesidir.
Dilbilimin esas problemlerinden biri de dilin özelliklerini öğrenen metodlardır. İncelemenin esas problemini ilmin metodolojisi teşkil eder. Sovyet dilbilim ilminin esas metodolojisi diyalektik tarihi materializm teorisidir. Bu demektir ki, dilbilimin önemli problemlerinin halledilmesinde, dille fikrin ilişkisinde dilin meydana gelmesi ve gelişiminde genellikle toplumun ilişkisinin esas meseleleri diyalektik tarihi materializm (maddecilik) bakımından açıklanmalıdır.
Dilbilimin karşısında duran önemli problemlerden biri de onun başka ilimler içerisinde yeri meselesidir. İlmin bölmesi birinci sırada, onun öğrendiği konunun karakteri ile bağlıdır.
Dilbilim ilmi en önce sosyal ilimlerle bağlıdır, çünkü dilin kendi toplumsal hadisedir, onu toplum yaratmıştır. Dil toplum üyeleri arasında ortak iletişim aracı fikir alışverişi aracı olduğu için de, o ilk önce, felsefe ilmi ile ilişkilidir. Unutmamalı ki felsefe dilbilim ilminin birçok meselelerini araştırmaya yardım eder. Böyle ki o dilin niteliğinin, niteliğiyle şekli arasındaki ilişkinin, dille düşüncenin ilişkisinin, dilin toplumla ilişkisinin, dilin mantıkla, psikoloji ile ilişkisinin öğrenilmesini kolaylaştırır. Bunlardan başka, dilbilim ilmi edebiyatçılık, fizik vs. ilimlerle de ilişkidedir.








1. BÖLÜM
DİL TOPLUMSAL HADİSEDİR
Dilin toplumsal hadise olmasını hiç kimse inkar edemez. Çünkü dil topluma hizmet eder. Toplum üyeleri arasında ilişki yaratır. Dil toplumun malıdır. Buna göre de dilin toplumsal nitelik ve görevini belirlemek için ona –insan toplumunda dil nasıl meydana gelmiş, onun yapı unsurları birbiri ile nasıl ilişkidedir, toplumda onun rolü neden ibarettir vs. yönlerden yaklaşmak lazımdır.
Dilin en önemli özelliklerinden biri onun insanlar arasında iletişim aracı, fikir alışverişi aracı olmasıdır. Demek ki dilin esas vazifesi (görevi) benzeri dille konuşan toplum üyeleri arasında ilişki yaratmaktır. Buna göre de dilde işletilen öyle bir dil örneği meydana çıkarmak olmaz ki, o, dilden kenarda meydana gelmiş olsun. Dil deyince ilk sırada sesli dil göz önünde tutulur. Sesli dil konuşulur, işitilir ve bunlar da insanlar tarafından kavranır. Sesli dilin maddesini sesler, sözler, söz birleşmeleri ve cümleler teşkil eder. Dil vasıtası ile insanlar kendi his, heyecanlarını, istek ve arzularını birbirine söyler ve birbirini anlamayı başarırlar. Bunun sebebi açıktır, çünkü dil toplumla bağlıdır, toplumun dışında dil yoktur, insan toplumu dilsiz yaşayamaz.
Dil hakkında hakiki ilmin yaratılması, dilin toplumsal niteliğinin doğru açıklaması dialektik materializm öğretimine dayanan Sovyet dilbiliminde mümkün olmuştur. O halde, Sovyet dilbilimi dil hakkında ilmin gelişmesinde yeni devir teşkil eder. Sovyet dilbilim ilminde dilin toplumsal niteliği, onun tarihi etraflı (geniş olarak) öğrenilir.
Marksizm klasikleri (meşhur şahsiyetleri) kendi eserlerinde dil meselelerini çok yönlü aydınlatmış toplumun önemli iletişim aracı olan dilin asıl ilmi tarifini vermişler. V.İ. Lenin demiştir ki; dil insanlar arasında en önemli iletişim aracıdır. O halde toplumsal hadise olan dil toplum üyeleri arasında iletişim aracı, fikir alışverişi aracıdır. Farkı yoktur, kabile, kavim, halk veya millet olsun toplum üyelerinin toplumsal vaziyetine bağlı olmayarak dil onlara eşit derecede hizmet eder. Dil topluma iletişim aracı gibi hizmet ettiği için de o, toplumsal hadisedir. O halde, dili kolektiften dışarıda düşünmek mümkün değildir. Dil vasıtası ile insanların her tür faaliyeti (çalışması) mümkün olur.
Kendine özgü toplumsal hadise olan dilin başka toplumsal hadiselerden farkı neden ibarettir. Bilindiği gibi, topluma hizmet eden herhangi bir hadise toplumsal hadise adını alır. Bu yönden bütün toplumsal hadiseler birbirine benzer. Lakin toplumsal hadiselerin topluma hizmet etme sahaları başka başkadır. Gerçekten de eğer toplumsal hadise olan bazis (altyapı) topluma iktisadi, üst kurum siyasi, hukuki, estetik yönden hizmet ederse, dil toplum üyelerinin bütün çalışma sahalarında onlara eşit iletişim aracı gibi hizmet gösterir.
Dil iletişim aracı olmakla, iki yönlü bir süreçtir. Dil hem konuşan ve hem de dinleyen için açık olmalıdır. Böyle olmazsa, o, iletişim aracı olmak görevini yitirir, dil olmaktan çıkar. O halde, dil olmak için onun iletişim aracı, fikir alışverişi aracı olması esastır. Dilin toplumsal niteliğinden konuşurken insan nutku dikkate alınır ki bu da mevcut dillerden (Azerbaycan, (Rus, İngiliz, Arap, Fars vs.) ibarettir. Böyle dillerin her birinin kendine mahsus sistem özelliği veya yapısı vardır. Bu veya başka bir sistemi meydana getiren parçaların bütün halinde birbiri ile bağlanması zorunludur. Dili meydana getirmek için dil faktörlerinin de belirlenmiş sistem üzere tam halde birleşmesi rica olunur.
Azerbaycan dilinde dağ, bağ, taş, su, toprak ve bu gibi sözlerin, insana su lazımdır, bu toprak bol mahsul (ürün) verir vs. gibi cümlelerin manasını anlamamızın sebebi nedir? Bu soruya cevap vermek için dilin yapısını anlamak lazımdır. Dilin yapısı deyince bu veya başka bir dile ait olan ses yapısı, ses yapılarından ibaret olan sözler, onların manası, sözlerin değişme ve birleşme özellikleri göz önünde tutulur. Bunlar olmadan ne sözlerin, ne de cümlelerin manasını anlamak olur. O halde dilin yapısı deyince, onun bütününü meydana getiren ayrı ayrı parçalar tam halde düşünülür.
Dili meydana getiren konuşma sesleri, sözler ve cümlelerdir. Bunlarsız hiçbir dili hayale getirmek olmaz. Konuşma sesleri dilin ses materialini teşkil ettiği gibi, bu seslerin belirlenmiş sistem üzere birleşmesi sözün manasını, sözlerin belirli sistem üzere birleşmesi ve konuşma ortamını meydana getirir ki, bu da dilin niteliğini teşkil eder. O halde, seslerin birleşmesinden sözler, sözlerin birleşmesinden cümleler meydana gelir ki, bunlar da bütünlük halinde dilin yapısını yaratır. Bu da ayrı-ayrı fertlerin değil kolektifin malıdır. Kolektifin malı olan dil insanlar arasında iletişim aracı ve fikir alışverişi aracıdır.
Dil Üstkurum ve Sınıfsal Değildir
Dilin toplumsal hadise olmasından N.Y. Marr da konuşmuştur. Lakin o, dilin kendine özgü toplumsal hadise olmasını anlamamış, iki esas yanlış neticeye (sonuca) gelmiştir:
a. Dili iktisadi altyapı üzerinde üstkurum kategorisine dahi etmiş ve
b. Dili üstkurum hesap ettiği gibi, onu sınıfsal da hesap etmiştir. Hem de bu teoriyi o asıl Marksist teori hesap etmiş ve “inkılâbı (ihtilale ait) yaratıcılık” yolu ile “dil yaratmak” fikrine düşmüştür. Odur ki, Marr yazar; “Islahat (reform) değil, bütün bu üstkurum alemini yeni yollara, insan nutkunun yeni aşama gelişme basamağına kaldırmak inkılâbı yaratıcılık ve yeni dil yaratmak yoluna salmak lazımdır.”
“Genellikle dil demek, yazılı dilde özellikle sesli dil fabrika ve üretme ilişkileri esasında yaratılmış üstkurum kategorisidir.”
Elbette, Marr’ın yanlışı dilin ideolojik hadise olmadığını anlamamasından meydana gelir. Bilindiği gibi dil ideolojik hadise değil, fikri ifade etmek, insanlar arasında ilişki yaratmak aracıdır.
Böylelikle, Marr Marksizmi tam manası ile tarif etmekle, fabrika ile altyapıyı birbiri ile karıştırdığı gibi, dili de üstkurumla aynılaştırmıştır (bir tutmuştur).
Elbette, dili altyapı üzerinde üstkurum hesap etmek ciddi yanlışa yol vermek demektir.
Bilindiği gibi, herhangi bir altyapının değişmesiyle onun üstkurumu da değişir. Yani, eski altyapının yok olunması ile ona uygun olan altkurum da yok olur. Lakin dil bu yönden üstkurumdan tamamıyla farklıdır. O her bir altyapının değişmesiyle yeni bir duruma geçmez.
Dil bir altyapının mevcut devrinde değil, toplumun bütün tarihi gelişiminde yaratılıp gelişir ve onun bütün üyelerine aynı derecede hizmet gösterir.
Gerçekten de, eğer dil bu bütün halk yerinden çekilse, bir sınıfın, bir toplumsal grubun yararına, diğerinin ise zararına hizmet etmeye başlasa, o zaman o kendi durumunu yitirir, ancak bir toplumsal grubun diline çevrilir.
Bugünkü Azerbaycan, Gürcü, Ukrayna, Rus, Ermeni vs. sosyalist milletlerinin dilleri geçmiş toplum üyelerine başarıyla hizmet ettiği gibi, şimdiki sosyalist milletlerine de başarıyla hizmet eder.
Üstkurum kendini doğuran altyapının yaşayıp tesir gösterdiği yalnızca bir devrin ürünüdür ve dil aksine bir sıra devirlerin ürünü olup yaşayıp, zenginleşir ve gelişir. Buna göre de dil herhangi bir sosyal ilişkiyle ve herhangi bir üstkurumla karşılaştırmaya gelmez derecede çok yaşar.
Eğer gerçekten de, üstkurumun ömrü mensup olduğu altyapıyla sınırlanır, benzeri altyapının aradan çıkması ile ona mensup olan üstkurumlar da yok olursa, dil, aksine üstkurumlardan farklı olarak gittikçe zenginleşir, mükemmelleşir ve böylelikle de toplumun çeşitli devirlerinde yaşayan insanlar için iletişim aracı olarak kalır. Buna göre de dilin ömrü bir altyapının veya birkaç altyapının ömrü ile şartlanmış ve sınırlanmış olmaz. Çeşitli sosyal ilişkiler ve üstkurumlar tarih sahnesine gelir ve bu sahneden gider fakat dilin esas kelime hazinesi ve gramer yapısı yok olmaz, yani altyapı ve üstkurumların yok olunup başkaları ile karşılık olunması, hiç de eskisinden farklı yeni bir dilin meydana gelmesine sebep olmaz. Fikrimizi açıklamak için Azerbaycan dili tarihine müracaat edelim. Mesela, 18.-19. asırlarda yaşayıp yazan şair ve yazarlardan Vidadi, Vagif, M.F. Ahundov ve B. eserlerinin dilini getirelim. Vagif ve Vidadi Azerbaycan’da hanlıklar devrinde yaşamışlar. Bugünkü nesil onların yaşayıp yarattıkları devri kitaplardan öğrendiği halde, onların yazmış oldukları eserleri hiçbir zorluk çekmeden okur ve anlarlar, mesela;
Gatar gatar olup galhıp havaya
Ne cıhıbrız (gökyüzüne) arimane, durnalar
Gerib-gerib, gemkin-gemkin ötersiz
Üz tutubruz ne mekane, durnalar.
(Vidadi)
yahut,
(baygın) Humar-humar bakmag göz gaydasıdır
Lale tek gızarmag üz gaydasıdır
Perişanlıg zülfün öz gaydasıdır
Ne badi-sebadan, ne şanedendir.
(Vagif)
parçalarını okuyan herkes, şüphesiz hiçbir zorluk çekmeden onların manasını anlar. Yahud, M. F. Ahundov’u getirelim. O, 19. asırda yaşamıştır. Lakin onun komedileri bu gün bile hiçbir değişikliğe uğramadan sahnemizde oynanılmaktadır. Eğer biz dilin üstkurum olması hakkında Marr teorisini esas alsak, onda gerek yalnız Oktyabr İnkılabından sonra yazıp yaratan yazarların dilini anlayalım, inkılaptan evvelki yazarların dilini ise yalnız arşivden ve “özel sözlükler” aracıyla öğrenelim.
Fakat böyle düşünmek bu müddet sürecinde, yani 18.-19. asırlardan şimdiye kadar Azerbaycan dilinde hiçbir değişiklik olmamıştır demek değildir. Aksine, dilimizin özelikle sözcük yapısında hayli değişiklik oluşmuştur. Azerbaycan’da Sovyet hakimiyetinin kurulmasından sonra Azerbaycan SSR’de devlet dili gibi kabul edilmesi, eğitim şebekelerinin geniş yayılması, orta ve yüksek okulların açılması, Azerbaycan SSR İlimler Akademesi’nin teşkili, kitap ve medeni eğitim ocaklarının genişlemesi, ilim ve faaliyetlerin gelişimi vs. şüphesiz, bu dilin gelişimine de kendi müsbet (olumlu) tesirini göstermiştir. Bütün bunların sonucu olarak;
a. Çin (doğru), ense (sıfat), sin (cehennem), nesne (şey), aydır (der) gibi birçok yıpranmış sözler dilden çıkmış;
b. Yoldaş (arkadaş), gehreman (kahraman), gızıl (kızıl), zehmet (zahmet), zerbeçi (darbeci), kendli (köylü), fehle (işçi), istismar (çalıştırma) vs. gibi bir sıra sözler kendi manasını genişleştirmiştir.
Böylelikle, üstkurum mevcut altyapının yaşadığı ve tesir gösterdiği yalnızca bir devrin ürünü olduğuna göre uzun müddet yaşamaz. Dil ise bir sıra devirlerin ürünü olduğuna göre herhangi bir altyapı ve üstkurum ile karşılaştırmaya gelmez derecede çok yaşar.
Üstkurum olmayan dil aynı zamanda sınıfsal da değildir.
N. Y. Marr ise dili hem üstkurum, hem de sınıfsal hesap etmiştir. Bu konuda o yazar: “böyle fikir demenin ne kadar mesuliyetli bir iş olduğunu tamamıyla belirterek, bu meselede kendi arkadaşlarımın çoğundan esaslı surette ayrılarak, ben ısrar ediyorum ki, sınıfsal olmayan dil yoktur, sınıfsal olmayan düşünce de yoktur.”
N. Y. Marr’a göre hatta insan kollektiflerinin hayvanlar aleminden ayrılması devrinde bile, dil “sınıfsal” olmuştur. Onun fikrince beşeriyetin (insanlığın) oluşumunun en eski devirlerinde, daha doğrusu, insan kollektifinin hayvanlar aleminden ayrıldığı devirde sınıfsal diller olmuştur. “Dil meydana geldiği anda sınıfsal olmuştur. O, benzeri devirlerdeki bütün üretim aletlerine, o sıradan sihirbazlığa –üretime sahiplenmiş sınıfın dili idi.”
Şüphe yoktur ki, N. Y. Marr’in sınıfları bu tür anlamasının Marksizm-Leninizm ile hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü üretim alet ve araçları üzerinde özel mülkiyet olmayan bir toplumda, yani ilk teşkilat toplumunda hiçbir sınıftan bahsetmek mümkün olmadığı gibi “sınıfsal” dillerden de konuşmak mümkün değildir.
Kabile dillerinden kavim dillerine, kavim dillerinden halk dillerine ve halk dillerinden milli dillere doğru gelişmenin bütün devrelerinde her yerde toplum için ortak ve tek dil olmuş, o, toplum üyelerinin toplumsal vaziyetine (durumuna) bağlı olmayarak onlara aynı derecede hizmet etmiştir.
Dilin sınıfsal olmaması onun kendi (iç) tabiatından doğar, çünkü dil toplumla birlikte yaratılır ve toplumun üyelerine eşit derecede hizmet eder. Hem de o bir sınıf tarafından değil, toplumun bütün üyeleri tarafından onlara eşit derecede hizmet etmek için yaratılır.
Dilin sınıfsallığını müdafaa edenler böyle fikirde olmuşlar ki üstkurum sınıfsal özellikte olduğu için dil de ortak halk dili değil, sınıfsal dil olmalıdır. Açıktır ki, her bir “sınıfsal dilin” de kendi “sınıfsal” grameri olmalıdır. Toplum, sınıflar ve dil hakkında bu tür anarhizm bakışının Marksizm ile hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü kapitalizm toplumu mevcut oldukça burjuva ile proletariat (sömürülen işçi sınıfı) arasında iktisadi ilişkiler de mevcut olacaktır. Fakat toplumun sınıflara bölünmesi dile az-çok tesir eder. Ancak bu, dilin sınıfsal olması demek değildir.
Dilin toplumsal niteliğinden konuşurken toplumun gelişiminde ortaya çıkan değişmeleri de dikkate almak lazımdır. Çünkü dil toplumun gelişiminin bütün sahalarını daha geniş ve etraflı aksettirmek kabiliyetine sahiptir.
Feodalizm (derebeylik) devrinde çeşitli ülkelerde üretim tarzı ufak ufak sahalara yayılır ve bu sahalarda ayrı-ayrı feodal devletleri de meydana getirir. Böyle parçalanmalar neticesinde birçok yerli lehçe ve şiveler çıkar. Bunlar da feodal toplumun dil özelliklerini aksettirirdi. Lakin kapitalizm devrinde tek pazarın doğması, milli dillerin meydana gelmesi ve edebi dilin onun (milli dilin) yapısına dahil olması ile lehçe farkları da yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlar. Bununla beraber, kapitalizm toplumunda toplumsal parçalanmalar artar ve bunun sonucunda toplumsal lehçeler ve şiveler artarak gelişir.
Hem de burjuva toplumunda milliyetçilik eğilimleri artar ve bunun sonucunda dil hakkında olan siyasette de değişmeler meydana gelir. Böyle ki, dili yabancı sözlerden temizleme eğilimlerinin artması hakim milletin dilinin hakim yer tutması, ufak milletlerin dillerinin sıkılaştırılması vs. eğilimlerini de artırır. Mesela geçmiş Çarlık Rusya’sında, İran’a vs. ülkelerde ufak milletlerin dillerinin sıkıştırılması bunu açıkça gösterir.
Dilde oluşan toplumsal bölünmeler hem onun sözlerinde ve hem de üslup sisteminde kendini gösterir.
Ayrı-ayrı ülkelerde üretimin sanayinin gelişimi ile ilgili olarak şehirlerde gelişir, bu da kendi sırasında, halkın yer değiştirmesine sebep olur. Bu süreç dile de tesir gösterir. Böyle ki ehalinin (halkın) hareketi ve karışması neticesinde geçid lehçeleri meydana gelir. Elbette, bütün bunlar edebi dilin tesir dairesinin genişlemesine, lehçe ve şivelerde konuşmaların miktarının azalmasına sebep olur.
Çok milletli devletlerin olması da dillere tesir eder, çünkü böyle bir şartta hakim milletin dili iletişim için esas getirilir. Mesela, İngiltere de İngiliz dili, Endonezya’da Endonezya dili, İran’da Fars dili vs. böyle dillerdendir.
O halde, toplum dili yaratır ve onun (dilin) insanlar arasında iletişim aracı gibi işlemesine de dikkat eder.
Dil ve Medeniyet
Dilbilimde dille medeniyeti aynılaştıranlar da vardır. Dille medeniyetin aynılaştırılması sonucunda bazı yanlışlar meydana gelmiştir. Doğrudur, dil olmadan medeniyetten konuşmak olmaz, bunlar birbiri ile ilişkiden gelişir. Lakin bu hiç de onların aynı olması demek değildir. Çünkü medeniyet üstkurum kategorisine aittir. Dil ise ona dahil değildir. Burjuvanın kendine ait medeniyeti olabildiği gibi sosyalizm toplumunun da kendine has medeniyeti vardır. Dil medeniyetin şekli olduğuna göre hem burjuva, hem de sosyalist medeniyetine eşit derecede hizmet eder.
Dille Düşüncenin İlişkisi
Felsefenin,psikolojinin olduğu gibi dilbilimin de önemli ve hem de zor problemlerinden biri dille düşüncenin ilişkisi meselesidir. Dille düşüncenin ilişkisinde her zaman düşünce sürecinde dilin rolü görevi dikkate alındığı gibi dil ve onun yapısı ile düşünce ve onun kategorilerinin ilişkisi de dikkatte tutulmalıdır. Bir düzen olarak, bunlar dilbilimin ayrı-ayrı sahalarında, semantik, morfoloji ve sentaksında öğrenilir. Halbuki bunların hepsi önemli bir meselenin -dille düşüncenin ilişkisinin- yapı parçalarıdır. Ona göre de bu özel problemler birbiri ile ilişkide önemli metodolojik bir problem etrafında –nutuk sürecinde dilin yönünden öğrenilirse daha doğru sonuçlar elde edilebilir.
İdrak (kavrama) süreci hakkında Lenin yazar: “Canlı seyirden soyut düşünceye ve bundan tecrübeye – hakikati anlamanın, objektif gerçekliği anlamanın dialektik yolu böyledir.”
Görüldüğü gibi, kavrama süreci canlı seyretme, soyut düşünce ve pratiğinin etrafını sarar.
Hissi Kavrayış: Bilindiği gibi kavramanın ilk basamağı canlı seyretmedir. Bu, hissi kavrayışın çalışan şeklidir. İnsan canlı seyretmenin yardımı ile onu (insanı) kuşatan objektif alemi his üyeleri aracıyla duyar, kavrar. Çünkü objektif alemde olan cisim ve hadise insanın his uzuvlarına tesir eder ve bunun sonucunda onda hissetmeler meydana gelir. Dış tesir sonucunda meydana gelen hissetmeler belirli organlar vasıtasıyla asıl beyine verilir.
Lenin yazar: “... duygunun, şuurun dış alemle hakikatin vasıtasıyla ilgilidir, dış hissetme enerjisinin şuur hadisesine çevrilmesidir.”
Bütün bilgilerin kaynağı duygulardır. Duygular hareket eden materiyanın his uzuvlarına tesirinden türer. Duyular objektif varlığın subjektif şeklidir; konunun özelliklerinin hislerle alınan şeklidir. Subjektif şekil eşyanın kendi değil, onların ideal şekillerinin insan beyninde – şuurunda gösterilmesi demektir. Hissetmeyi, duyguyu meydana getiren duygunun kendi değil, gerçek eşya ve hadiselerdir. O halde, eşya ve hadiseler olmadan duygu da olamaz. Hissi kavrayışın şekilleri duygular, kavrayışlar ve düşünceler şeklinde meydana çıkar. Lakin cisim ve hadiselerin vasıtalı yolla genelleştirilmiş yansıması düşünce adını alır. Düşünce de her zaman dille ilgilidir.
Mantıki Kavrayış: Düşünce yüksek materiya olan beynin çalışması sonucunda meydana gelip dış alemi anlamanın en yüksek derecesini teşkil eder. Düşünce materiya değildir, yüksek surette teşekkül toplamış materiyanın beynin çalışmasıdır.
Düşünce yüksek materiya olan beynin ürünü olduğu için onu maddi hayattan ayırmak olmaz. Buna göre de insan beyninde meydana gelen herhangi bir fikir objektif varlığın insan şuurunda yansımasından başka bir şey değildir.
İster fikrin varlığı, isterse de onun şekilleşmesi, bir insandan başkasına verilmesi dil materiallerı-sözler, söz birleşmeleri ve cümleler vasıtasıyla hayata geçirilir. O halde, ideal olan düşünce dil materialları esasında maddileşir. Buna göre de dil vasıtasıyla, fikrin gerçekliği isimlendirilir (K. Marks). Düşünce ile dil dialektik bütünlük teşkil eder. Dille düşüncenin birlikte olması onların aynı olması demek değildir. Aynı bir fikir çeşitli dil materialları ile ifade olunabilir.
Düşünce vasıtasıyla insanlar eşya ve hadiseleri inceler, fikirleşir, onların çeşitlerini birbirinden farklandırabilir. Başka bir deyişle, insanın kavrayış faaliyeti objektif varlığın anlaşılmasına yöneltilmiştir ki, bu da ancak dil yapılarında meydana çıkar. İnsan kendi emek faaliyetinde eşya ve hadiselerin işini görevini –onun insanlar için ne derece yararlı olup olmamasını öğrenir ve birbirine bilgi verirler ki, bu da ancak dilin yardımı ile mümkün olur. O halde, insan düşüncesi dil materialı olmadan mevcut olamaz.
Konuşma insan düşüncesinin faaliyet sonuçlarını, insanın kavrayış faaliyetlinin başarılarını kendinde toplayan fikir yapısıdır. O halde, konuşma düşüncenin maddi cildi, fikrin varlık şeklidir.
Düşünme sürecinin ilmi yönden öğrenilmesinin esası yüksek sinir sisteminin fizyolojisinin öğrenilmesi ile mümkün olmuştur. Bu da Akad, İ. P. Pavlov’un şartlı hissetmeler birinci ve ikinci sinyal sistemi hakkındaki eğitimi esasında belli edilmiştir. İ: P. Pavlov canlı organizmanın muhitte (yaşadığı yerde) şartlı ve şartsız hissetmelerinin eğitimini esaslandırmıştır. Mesela, eğer yemek zamanı, köpeğin ağzı sulanırsa, bunlar şartsız hissetmeler adını alır. Lakin köpeğe yemek verirken lambayı yakmak veya zili çalmak ve bu işi birkaç defa tekrarladıktan sonra sadece lamba yakıldığı ve zil çalındığı zaman köpeğin ağzının sulanması ise şartlı hissetmedir. İnsanda şartlı hissetmeler lamba veya zille değil, sözler vasıtasıyla yani sözün ses ve grafik yapılarında meydana gelir.
İ. P. Pavlov şartlı hissetmeleri incelemekle birinci ve ikinci sinyal sistemleri hakkında eğitim yaratmıştır. Şartlı hissetmeler hem hayvanlar, hem de insanlar için bir ortaklık teşkil eder ki bunları Pavlov birinci sinyal sistemi olarak isimlendirir. İkinci sinyal sistemi ise ancak insanlara has olup, durumca birinci sinyallerden farklanır. İkinci sinyal sistemi kendi vazifesine göre genelleşmiş gerçeklik olan konuşmanın anlaşılmasına hizmet eder, hem de gerçek hadiseleri vasıtalı yolla aksettirir. Eğer hayvanlarda birinci sinyal sisteminin meydana gelmesi biyolojik hadise gibi meydana çıkarsa, insanlarda ikinci sinyal sisteminin meydana gelmesi üretim sürecine bağlıdır. yani insanların birbirine bir söz demek ihtiyacından meydana gelir.
İ. P. Pavlov yazar: “Eğer bizim dış aleme olan duygu ve hayallerimiz bizim için gerçekliğin birinci sinyalleri –gerçek sinyalleri ise, konuşma, her şeyden evvel, konuşma uzuvlarından kabuğa giden özel hareketli hisler ikinci sinyallerdir, sinyallerin sinyalidir, onlar varlıktan uzaklaşmaktan ibaret olup genelleştirmeye yol verir ki bu da bizim insana mahsus ilaveli, yüksek düşünceyi teşkil eder.
İ. P. Pavlov’un birinci sinyal sistemi hakkındaki eğitimi V. İ. Lenin’in yansıma teorisinin birinci basamağı olan gözetlemeye hissi kavrayışa uygun gelip onun fizyoloji esasını teşkil ederse, ikinci sinyal sistemi hakkında olan fikri Lenin’in soyut, mantıki düşünce hakkındaki fikrine uygun olup, onun fizyoloji esasını teşkil eder. Mantıki kavrayış dil yapılarında meydana çıkar, buna göre de dille düşüncenin ilişkisi meselesi önemli metodolji önemine sahiptir. “Dil fikrin gerçekliğidir.” “Dil de şuur gibi eskidir. Dil başka adamlar için mevcut olmakla, benim için de mevcut olan pratik şuurdur. Dil de şuur gibi en gerekli ihtiyaçtan,başka insanlarla iletişimin zorunlu ihtiyacından doğmuştur.” (K. Marks).
Marksizm’in meşhur şahsiyetleri dille düşüncenin ilişkisinden konuşurken onun ayrı ayrı unsurlarını değil, genellikle dili göz önünde tutarlar ki, bunun da düşünce için çok büyük rolü vardır, çünkü düşünce süreci dil materialları ile satılır.
İnsanların sözler vasıtasıyla soyut fikirleri ifade etmesi ona göre mümkün olmuştur ki, onlar da ikinci sinyal sistemi mevcuttur. Unutmamalı ki, hayvanlarda da etraftaki varlıkları aksettirmek kabiliyeti vardır. Başka bir deyişle hayvanlar da dış alemde olan hadiseleri duymak kabiliyetine sahiptirler. Fakat bütün bunlara bakmayarak biz hiçbir zaman diyemeyiz ki hayvanlarda düşünmek, fikirleşmek kabiliyeti vardır. Bunun sebebi açıktır, çünkü insan şuuru yaratıcı role sahiptir. “İnsan şuuru objektif dünyayı aksettirir, onu yaratır da.” (V. İ. Lenin).
Buna göre de insan şuurlu surette muhite tesir eder, onu kendi ihtiyaçlarına uygun olarak değiştirir.
İnsan kendi hayat tecrübesinde olmayan şeylerin dış durumlarını açığa çıkarır. Hatta onların niteliğini, özelliklerini öğrenir ve onları dil işaretleri ile kayıt ve tespit eder. Bununla da kendi bilgilerini zenginleştirerek mükemmelleştirir. İnsan yeni bir şey hazırlıyorken önce onu düşünür, fikirleşir, yani benzeri işin planı onun şuurunda canlanır. Böyle olmazsa, insan toplumu da yaşayamaz. O halde, yalnız insan düşünebilir, fikirleşebilir. Bu ilişkiyle K. Marks yazmıştır: “Örümcek de dokuyucunun işini hatırlatan bir iş görür, bal arısı da petek üretmek ustalığı ile bazı mimarları utandırır. Lakin çok evvelden en kötü mimarla güzel bal arısı arasında bir fark vardır ki, mimar hele mumdan bina yapmadan önce bunu kendi beyninde kurup hazırlamış olur. İş sürecinin sonunda elde edilen sonuç, hele süreç başlamadan önce hayalinde, yani işçinin hayalinde mevcut olur.
Buradan böyle sonuca gelinir ki insanın kavrayış faaliyeti hayvanlarda olan duyma kabiliyetinden esaslı surette farklanır.
Unutmamalıdır ki, kavrayışın ilk basamağı olan duygu ve kavrayışlar için eşya ve hadiselerin vasıtasıyla tesir etmesi zaruri değildir; çünkü sözlerin yardımı ile insan düşüncesi istenilen istikamete (yöne) yönetilebilir. Dilin yardımı ile insanlara eşya ve hadiseleri birbirinden farklandırmak, onları genelleştirmek ve ayırmak imkanına sahiptirler. Dilin sayesinde insan fikri bağımsız karakter alır. Bunun yardımı ile de o (insan fikri), eşya ve hadiseler arasında alan ilişkilerini öğrenir ve onları kendi maksatlarının istifadesine (yararına) yöneltebilir. İnsan düşüncesinin sonuçları dil materialarında kayıt ve tespit olunur ve nesilden nesile verilir. O halde, dil insanlar arasında iletişim aracı, fikir alış verişi aracı gibi meydana gelmiştir.
Elbette, açık konuşma olmadan –insanlar arasında iletişim aracı olan dil olmadan insanlar iş sürecinde, iş tecrübesinde kazandıkları başarıların sonuçlarını dil materialları ile kayıt ve tespit edemez, onları nesillerden nesillere veremez ve bununla da toplumsal üretim sürecini yaratamazlardı.
Çağdaş insanlar geçmiş nesillerin elde ettiği başarıları öğrenir. Zenginleştirir, mükemmelleştirir, gelecek nesillere ulaştırır ve gelecek nesiller de onları zenginleştirip mükemmelleştirerek kendilerinden sonraki nesillere verir. Bununla da tarihi gelişmenin çeşitli devirlerinde insanlar elde ettiği bilgileri tekrarlamaktan kurtulur ve yeni arayışlar için çalışırlar.
Burada, elbette yazının önemli rolü vardır. Çünkü eğer sözlü nutuk çağdaş insanların birbiri ile ilişkisine hizmet ederse, yazılı nutuk hem geçmiş nesilleri çağdaş insanlarla ve hem de çağdaş insanların gelecek nesillerle ilişkisine hizmet gösterir.
Böylelikle, Marksizm-Leninizm kavrayış teorisi öğrenir ki bizim objektif varlık hakkındaki bilgilerimiz sürekli gelişir, mükemmelleşir ilmin gelişimindeki her bir yeni basamak bize eşya ve hadiseler hakkında yeni bilgiler verir, hadiselerden konuya ve onları daha derinden kavramaya nispetle hakikatlerden mutlak hakikatlere doğru gelişir ve bunlar da dil materialları ile kayıt ve tespit olunarak dilde sağlamlaşır. İletişim sürecinde objektif gerçekliklerin kavranmasında da dilin rolünden konuşurken kaydetmek lazımdır ki, zekanın faaliyet neticelerinin dilde söz, söz birleşmeleri, cümleler şeklinde kayıt ve tespit olunması insanlar arasında fikir alışverişinin meydana gelmesi, onların birbirini anlaması hayatın tekliflerinden doğar.
Elbette, tarihi gelişim devirlerinde insanların elde ettiği yeni başarıları dilde kayıt ve tespit edip nesilden nesile vermesi için onların anladığı ortak bir dil olmalıdır. Böyle dil süreci içinde benzeri dilin fonetik, leksik ve gramatik kanunlarını bilmek ve onların manasını anlamak lazımdır. Konuşan ve dinleyen herhangi bir sözün, söz birleşmesi ve cümlenin manasını anlamak için eşya ve hadiseleri ister teklikte, isterse de grup halinde birbirinden farklandırmayı ve genelleştirmeyi becermelidir. Dilden yararlanmakla ve bunun yardımı ile insanlar mevcut hissi kavrayıştan, hayalden ortak anlayışlara – karşılaştırma ve akli neticelere, yani düşüncenin genelleştirilmesine geçebilirler.
Başka bir deyişle; dil vasıtasıyla insanlar dış alemi duygu, kavrayış ve hayallerle kavramak derecesinden mefhum, mühakime ve akli neticeler çıkarmak şeklinde soyut (abstrakt) düşünceye geçmek imkanı elde ederler. Soyut düşünce vasıtasıyla insanlar eşya ve hadiselerin önemli ve derin ilişkilerini genelleştirilmiş şekilde aksettirebilirler ki, bu da yalnız dil materialı ile mümkün olur. İnsanlar yalnız dil materialı vasıtasıyla eşya ve hadiseleri genelleştirmekle adam, emek, eşya, madde, varlık, renk vs. mefhumlar yaratabilmişler.
Hissi kavrayışlardan farklı olarak mantıki zeka maddi dünyayı daha düzgün ve daha derinden aksettirir. Mefhumlar soyut zekanın yardımı ile meydana gelir. Düşünce sürecinde eşya ve hadiseler genelleştirilir, onların esas özellikleri getirilir, esas olmayan özellikler atılır. bununla da mefhumların niteliği meydana çıkarılır. Bu ise bizi niteliğe yakınlaştırır ve kendi sonucu itibarıyla niteliğin kavranmasına doğru götürür. Mefhumlar düşüncenin şekli olsalar da kendilerinin kaynakları, kökleri itibarıyla dış dünyadan - maddi alemden ayrılamazlar. Buna göre de mefhumlar hayallerden iki esas yönden farklanır:
a. mefhumların daha çok ortaklığı.
b. Mefhumların daha çok soyut (mücerred) olması.
Eğer hayaller eşya ve hadiselerin açık şekli ise, mefhumlar cisimlerin hissi materialdan kurtularak cisim hakkındaki fikrin ve cismin fikri canıdır. Buna göre de eğer insan zekası soyutlaştırma yolu ile objektif varlıkların belirli kategorilerini genelleştirirse, dil bu genelleştirmeleri belirli sözcük türlerinde şekillendirir. Buna göre de mefhumla söz dialektik bütünlük teşkil eder, sürekli karşılıklı ilişkide tesirde olur.
İnsan zekası (tefekkürü) aynı cinsli eşya ve hadiseleri yalnız genelleştirmek kabiliyetine değil, aynı zamanda ayrı ayrı eşya ve hadiseleri birbirinden ayırmak, farklandırmak kabiliyetine de sahiptir. Eğer insan aklı eşya ve hadiseleri birbirinden farklandırmak kabiliyetine sahip olmasaydı, o zaman 200-300 bin söze sahip olan çağdaş dillerin sözlerini de öğrenmesi mümkün olmazdı.
Dilde olan herhangi bir söz belirli varlık hadiseleri ile ilişkide olduğu için de dilde eşyalık konuyu ifade eden isimler taşı, ağaç, ev, kalem vs. eşyanın durumunu bildiren sıfatlar kırmızı, ak, kara, onların miktarını bildiren sayılar (1, 2, 5, 50, 100 vs.) hal-hareket bildiren fiiller almak, bilmek, kaçmak, gitmek vs. meydana gelir.
O halde sözün manası hem de onun sözlük manasına sahip olan sözde hem özelleşmiş hem de genelleşmiş manalar ifade olunur. Mesela elma, ağaç, at, ev, kent, kalem vs. gibi adları tek dediğimiz de benzeri eşyalardan birinin adını bildirdiği gibi, aynı gruba ait olan elma, ağaç, at, ev, kent, kalem vs. şeylerin genelleşmiş adını da bildirir. İnsan adları da böyledir. Mesela Veli, Ali, Güllü, Fatma, Frengiz vs. özel adlar belirli teklikleri bildirdikleri gibi, benzer adlar gruba dahil olan çokluğu da ifade eder. O halde sözler mefhumların özelleştirilmiş adları olsalar da, netice itibarıyla genelleri ifade eder.
Bununla ilgili olarak V. İ. Lenin yazar “Genel yalnız ayrıca da, ayrıcanın vasıtasıyla mevcuttur. Her bir ayrıca (bu veya başka tarzla) – geneldir. Her bir genel – ayrıcanın (bölümü veya tarafı, yahut niteliği)dir. Her bir genel bütün ayrı-ayrı konuları yalnız yaklaşık olarak kuşatır. Her bir ayrıca genele yarım dahil olur ve i. a ve i. a”.
O halde soyut düşünce eşya ve hadiseleri mevcut değil, genelleşmiş şekilde aksettirir. O da açıktır ki, eğer hissi kavrayışlar eşyayı verirse, akıl, zeka, düşünce onun adını verir. Hissi-açık kavrayışta olanlar zekada ancak onun değerinin adına göre mevcuttur.
Elbette, buradan soyut düşüncenin objektif gerçekliğe, maddi varlığa bağlı olmaması sonucunu çıkarmak olmaz çünkü soyut düşüncenin niteliği sonuç itibarıyla objektif gerçekliğin,maddi varlığın yansıması demektir ki, bu da dil materialları şeklinde meydana gelir ve kavrayan subje ile kavranan obje arasında ilişki yaratılmasına hizmet eder.
O halde, dil ancak soyut düşünceyle ilişkide meydana gelmiştir, dilde ancak geneler vardır. Buna göre de mefhumlardan farklı olarak hissi-açık şekil ve hayaller dil (söz) vasıtasıyla ifade olunamaz, çünkü onlar sözün tabiatı ile bağlanamaz. Hem de dilde tasavvur (hayal), fikir, hayal, zeka, akıl, kanun, değer, emtee (mal), sebep, sonuç, güzellik, kötülük vs. gibi birçok sözler vardır ki, onların ifadesinde hiçbir hissi-açık şekiller getirilemez.
Buna göre de Lenin yazar: “Dil de yalnız genel vardır”, “Artık her tür söz genelleştirilir”, “Hisler gerçekliği gösterir; fikir ve söz ise genelliği”.
Elbette, dil olmasaydı genelleştirme süreci de mümkün olmazdı. İnsanlar kendi hayat tecrübelerinde, iş sürecinde eşya ve hadiseleri öğrenir, onları birbirinden farklandırarak sözlerle adlandırırlar. Bu sözler de benzeri eşya ve hadiselerin genelinin adı olur. Buna göre de dilin yapısına dahil olan herhangi bir söz leksik mana kazanır ve dil hadisesine çevrilir. Unutmamalı ki düşünce her zaman dil şekillerinde meydana gelir. O halde, insan her zaman belli dil kuşatmasında olup, onun vasıtasıyla başka insanlarla iletişim sağlar, fikirlerini birbirine söyler ve birbirini anlamak gayesine ulaşırlar.
İletişim sürecinde insan kavradığı eşya ve hadiselerle (gerçek hadiselerin objektif ve subjektif) ilgilenir.
Unutmamalı ki, sözle eşya ve hadiselerin ilişkisinde aracılık rolünü insan düşüncesi yerine getirir. Bir sözün manasını o zaman anlarız ki, onun (sözün) hangi eşya ve hadiseyi ifade ettiğini anlarız; bir sözü (elmayı) başka bir sözden (ayvadan) farklandırır. Böyle ilişkiyi kavradığımızda ise onun (sözün) manasını da anlarız. Buna göre de söz işaret sistemi gibi de dilde işletilir.
Dilde meydana gelen mananın niteliği dilin vazifesinden doğar. Bu da onun iki görevinin farklandırılmasından kavrama ve iletişim vasıtası olmasından meydana gelir. Bildiğimiz gibi, dil bir taraftan fikri şekillendiren alet, diğer taraftan ise onun ifade vasıtasıdır. Uzun zaman bu iki mesele – düşüncenin şekillenmesi ve anlama sürecinde dilin ortaklığı ile iletişim sürecinde fikrin ifadesi birbiriyle karıştırılır. Elbette, toplumsal hadise olan dil insanlar arasında iletişim aracı olmak görevini yerine getiremezse, fikrin ifadesi de mümkün olmaz.
Fikir kavranmadan insanlar arasında iletişim de meydana gelemez. Manalı konuşma birleşiminin meydana gelmesinde iletişim vasıtası olan dilin rolünden konuşurken kaydetmek lazımdır ki, her bir konuşma sürecinde belli konu ifade olunur (Mesela kar yağar, rüzgar eser, ders başlandı, kardeşim geldi vs.). elbette böyle bir sürecin meydana gelmesinde konuşan için ilk önce düşünce ve onun ardında konuşma süreci meydana gelir. Böyle, bir fikri takip etme sonucunda konuşma süreci meydana gelirse, dinleyici de bunun tersi, yani ilk önce konuşma süreci ve onun peşince düşünce anlaşılması süreci gelir. Her iki süreçte konuşan ve dinleyen olmalıdır. Böyle bir süreç olmazsa, dilden de konuşmak olmaz.
Düşüncenin varlık yapısı ve onun ifade şekli olan dil aynı zamanda düşüncenin şekilleşmesinde de önemli rol oynar. Akseden şey olmadan, yansıma meydana gelemediği gibi, dilsiz de fikrin gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Dil fikrin mevcut olması için esas şart olduğu gibi, onun şekilleşmesi için de bir vasıtadır.
Fikir kendi niteliğinde maddi-material çok idealdir, çünkü onu (fikri) ne görmek, ne işitmek, ne tatmak, ne çekmek olur. Hem de dille düşüncenin ilişkisinden konuşurken bazı meseleleri açıklamak gerekir, çünkü bu konuda yazılı edebiyatta birbirine zıt iki fikir vardır. Bunlardan biri dille düşünceyi aynılaştıranların biri ise onları birbirinden ayıranların fikridir. Hele eski zamanlarda Yunanlılar dil hakkında düşünürken eşya ile onun adı arasında bir uygunluk olduğunu iddia etmişler. Eski Yunan filozoflarından Platon, Aristo dil kategorilerini felsefi mantıki kategorilerle aynılaştırmışlar.
19. asır Alman idealist filozof dilbilimcisi V. Humboldt: “Dili halk ruhunun ürünü”, “Fikri şekillendiren organ” adlandırdığı gibi, “Fikrin çalışmasını da ruhu” adlandırmıştır.”
Göründüğü gibi, Humboldt dil ve onun çalışmasını objektif alemden dışarıda düşünür, hem de onun fikrince, dil bütünlükle insanla ona tesir eden dış alem arasında arada bir yer tutar. Yukarıda kaydettiğimiz gibi, dil fikrin gerçekliği olduğu için onsuz düşüncenin çalışma sonuçlarını kayıt ve tespit etmek de mümkün değildir.
İnsanın kavrayış çalışması objektif varlıkların kavranmasına yöneltilmiştir ki, bu da ancak dil materialları vasıtasıyla hayata geçirilebilir. O halde, insan her zaman dile sahip olmalı ve onun vasıtasıyla da başkaları ile iletişim sağlamalıdır. Elbette dünyada böyle diller yoktur. Onlar toplumla birlikte daima gelişmekte ve kuralarını mükemmelleştirmektedir. Bu değişmelerin sebebi nedir, bunlar nasıl anlaşılır? Materyalizm anlayışına göre dil insan zekasının objektif gerçeklikle olan ilişkisi neticesi ile gelişirse, idealizme göre dil “halk ruhunun meydana çıkması” olduğu için “halkın dili onun ruhu, halkın ruhu da onun dilidir”, “halkın ruhunun gücü hayatıdır, müstakildir (bağımsızdır), dil ise ona bağlıdır.
O halde Humboldt’un fikrince, dil objektif gerçekliğin kavranmasına yöneltilen insan kavrayışının çalışması ile değil, halk ruhunun kanunları ile gelişir. V. Humboldt’un bu idealist fikirlerini savunanlardan G. Şuhard, K. Fossler, L. Baysgerber, Sepir, Vorf vs. gösterilebilir. L. Baysgerber dili “idrakın (kavrayışın) toplumsal şekli” diye adlandırdığı gibi, V. Humboldt’un “dil ruhun yardımı ile dünyanın yeniden kurulması vasıtasıdır” fikrini de savunmuştur. Başka bir deyişle, düşünce ile hayatın yeniden kurulmasını dilin yardımında görür.
Sepir ve Vorf’un fikrince, dil insan zekasını ve onun dünya görüşünü de belirleştirir. Buna göre de batı medeniyetinin şekli ve konusu dilin karakteri ile belirtilerek esaslandırılır”.
O halde, onların fikrince, düşünce ve medeniyet dilin yardımı ile gelişir. Elbette, insanların dünya görüşünün dilin karakterine, onun tabiatına bağlı olması teorisi dialektik materyalizm ve Marksist dilbilimi tarafından reddolunur. Bunun sebebi açıktır. Çünkü Vorf dili insan hayatının çeşitli sahalarının ortak bir hal ve kanunu gibi kabul eder. Doğrudur, çok büyük kuvvete sahip olan dilden yararlanmakla insanların terbiyesine, şuuruna tesir edilir. Lakin dil hiçbir zaman düşünceyi ifade edemez ve onun gelişimi için yol da gösteremez. Dil ancak belirli aracılık görevini yerine getirebilir. Çünkü onun yardımı olmadan insanın kavrayış faaliyetinin sonuçlarını kayıt ve tespit etmek mümkün olmaz ve düşüncenin süreci de hayata geçirilemez.
Dil düşüncenin çalışmasının sonucunu ve onun gelişimini açık bir şekilde gösterir. O halde, dil halkın ruhunun yardımı ile değil, insan zekası ve objektif gerçekliğin: “Ne fikir, ne de dil kendi niteliğinde özel bir alem teşkil etmez, onlar ancak gerçek hayatın görüntüleridir.” O halde, ister dil, isterse de insan şuuru için esas, en önemli yön objektif gerçekliktir. İnsan kavrayış faaliyetinin yardımı ile objektif gerçekliğin kanunlarına sebep olur, yeni hadiseleri öğrenir, inceler, onların arasında olan yeni ilişkileri meydana çıkarır ve böylelikle, hayat kanunlarına yakınlaşır. Bunlar da dil materialları ile hayata geçirilir. Dil materialları olmadan insanın kavrayış faaliyetinin başarıları da kayıt ve tespit olunamaz. Buna göre de dille düşünce bütünlük teşkil eder. Çünkü ister dil, isterse de şuur gerçek hakikatlerden türemedir. Dil netice itibarıyla gerçek hakikatlerden türeme olsa da, gerçek toplumsal hadise olup, kendinin özel şekillerine ve gelişme özelliklerine sahiptir. Dil toplumla bağlıdır, o, toplumda meydana gelir, onunla birlikte gelişir. Toplumun dışında dil yoktur.
İnsan düşüncesi çeşitli dil şekilleri ile ifade olunsa da bu şekillerle çeşitli sonuçlar elde edilmez, çünkü insan çeşitli dil şekilleri ile aynı tür düşünebilir. Mesela Telebe müellimden ders öğrenir (öğrenci öğretmenden ders öğrenir), Müellim telebeye ders deyir (öğretmen öğrenciye ders öğretir) veyahut Benna ev tikir (Benna ev diker), Ev Benna tarafından tikilir (Ev Benna tarafından dikilir). Bina institut terefinden tikdirilir (Bina enstitü tarafından diktirilir) vs. Bütün bunlar aynı fikrin çeşitli dil şekilleri ile ifadesi demektir.
Bütün bunları dilde meydana getiren insan düşüncesi ve onun ifadecisi olan dil materiallarıdır. Dil kendi niteliğinde bunları yapamaz, çünkü onun çalışma şekli, düşüncenin kendi demek değildir.
Bunlara göre de dille düşünce ne kadar bütünlükte olsalar da onları aynılaştırmak olmaz. Çünkü eşya ve hadiselerin tabiatı ile onları ifade eden sözün arasında aynılık işareti koymak olmaz. Çünkü dilin leksik birliği olan söz bir ad olmak itibarıyla eşya ve hadiselerin önemli belirtilerini, niteliğini vasıtasıyla aksettirmeyerek, ancak onlarla ilişkide eşya ve hadiselerin adlarını ifade eder. Buna göre K. Marks yazar: “hiçbir şeyin adı onun tabiatı ile asla ilgili değildir.”
Gerçekten de, eğer nesnelerin ortaya çıkış şekilleri ile onların tabiatı aynı olsaydı o zaman dünyada hiçbir ilim de olmazdı. Eğer böyle olsaydı, o zaman objektif alemin gelişme kanunlarını açmak için yalnız görmek, hissetmek, işitmek, dokunmak, duymak yeterli olurdu.
Sözlerin ses yapısı ile onların ifade ettiği eşya ve hadiselerin tabiatı, niteliği aynı olsaydı, o zaman dünyada çeşitli diller değil, bir dil olurdu.
Eşya ve hadiselerin tabiatı ile sözlerin aynı olmamasını bildiren özelliklerden biri de sözlerin manasızlığı ve dilde eşanlamlı, sesteş sözlerin meydana çıkmasıdır.
Bütün bunlara göre de dille düşünce dialektik bütünlükte olsalar da, onları aynılaştırmak olmaz.
















2. BÖLÜM
DİLBİLİMİN TARİHİ, BAŞKA İLİMLERLE İLİŞKİSİ VE BÖLÜMLERİ
A. Dilbilimin Tarihi Hakkında Bazı Notlar
Dilin toplumsal niteliği ve görevi birbiriyle bağlı meseleler olsa da, onun insan toplumundaki rolünü ve toplumsal görevini daha güzel anlatmak için niteliğini açıklamak lazımdır. Bu meseleleri daha yakından tanımak için birinci sırada, dilbilimin tarihine dolayısıyla da olsa göz atmak lazımdır. Bunun sebebi açıktır, çünkü dil nedir, onun toplumsal niteliği ve görevi neden ibarettir? Sorusuna dilbilim tarihinde çeşitli cevaplar ve tarifler verilmiştir. Böyle ki, bazı dilbilimciler dil kategorilerini mantıki kategorilerle, bazıları onu canlı organizma ile aynılaştırmış, bazıları dili konuşmadan ayırıp onu (dili) toplumsal, konuşmayı ise ferdi hadise hesap edip psikolojik, sosyolojik yönden, bazıları da dil hadiselerine, onun unsurları arasında olan ilişkilere temiz ilişkiler bakımından yaklaşmış, manayı dikkate almamışlar.
Dilin toplumsal niteliğini öğrenmekle çok eski zamanlardan başlamış günümüze kadar dünyanın çeşitli dilbilimcileri, filozofları meşgul olmuş, dil hakkında ilim meydana getirmişler. Doğrudur, dilbilimin bir ilim gibi başlangıç devresi çok evvellerde (eskilerde) de vardır. Böyle ki Eski Hint, Eski Yunan, Orta Asır Arap alimleri dil meseleleri ile meşgul oldukları gibi, 18. asrın çeşitli alimleri de dil hakkında çok kıymetli fikirler söylemişler. Dilin niteliği ve onun meydana gelmesi, sözcük türleri ve cümle üyeleri, sözle mananın ilişkisi, mantıkla gramerin ilişkisi vs. meseleler hakkında geniş olmasa da, herhalde eskilerden, fikir söyleyenler olmuştur. Dilbilimde dillerin öğrenilmesinin iki devrinden bahsedilir:
1. Ta eski zamanlardan başlamış, 19. asrın birinci çeyreğine kadar ki devir – dilbilimde tarihi karşılaştırmalı metodun uygulanmasına kadar ki- devir.
2. 19. asrın birinci çeyreğinden başlamış, günümüze kadar ki devir.
Genellikle, dilbilim ilminin meydana gelmesini 19. asırdan hesap ederler. Doğrudur, bu devirden itibaren dilbilim bağımsız ilim gibi çok yönlü gelişmeye başlamıştır. Lakin bu hiç de dilbilimin gelişiminde olan önceki devirlerin dikkate alınmaması demek değildir çünkü hiçbir ilim birden – bire tesadüfen meydana gelmez, o çeşitli tarihi gelişme devreleri geçirerek gelir, bugünkü gelişme aşamalarına ulaşır.
Dilbilimin gelişiminin önceki devirlerini ilim dışı adlandırmak doğru olmaz, çünkü bu devirlerde onun çok önemli meseleleri ile – dilin meydana gelmesi ve niteliği, sözcük türleri ve cümle üyeleri, fonetik, leksik, söz ve eşya, bunların ilişkisi vs. gibi meselelerle ciddi meşgul olanlar da olmuştur. Mesela Eski Yunanlar’da Platon ve Demokritos, Hintliler’de Panini, Araplar’da Siboveyhi, Kaşgarlı Mahmud’u ve başkalarını göstermek olur.
Dilbilimde tarihi – mukayeseli metodun uygulaması Eski Hint, Klasik Yunan ve Arap dilbiliminin gelişimi esasında meydana gelmiştir. Bunlardan her biri, genellikle, dilbilim ilminin gelişiminde belirli rol oynamıştır. Buna göre de dilbilim tarihini öğrenmek için Eski Hint, Klasik Yunan ve Arap dilbiliminden başlamak daha doğru olur.
Birinci devirde dilleri öğrenmek işinde iki tipli gramer olmuştur: Filoloji gramer ve pasional veya genel gramer. Filoloji gramer Hintliler’de ve Yunanlar’da meydana gelmiştir.
Tarihten bilindiği gibi, Hint dili kendi gelişiminde üç devir geçirmiştir: Eski, orta ve yeni devir, Eski Hint dillerine – Veda ve Sanskirit: Orta Hint dillerine – Prakrit ve Pali; Yeni dillere ise Hindu, Urdu ve Bengal dilleri dahildir.
Devrimizden dört asır önce Hind alimi Panini Hint dilinin gramerini yazmıştır. Bu eserde Eski Hint – Sanskrit dilinin morfolojisi ve seslerin yapısı hakkında bilgi verilmiştir. Panini benzeri eserinde Veda dili ile Sanskriti karşılaştırdığına göre Akad A. P. Barannıkov, Panini’nin gramer kitabında karşılaştırmalı usulün unsurlarının olduğunu kaydeder. Elbette, bu karşılaştırma tesadüfi karakter taşıdığı için orada tarihi gelişim hakkında anlayış olamazdı. Panini kendi gramer kitabında ancak yazısı olan dillerden bahsetmiştir. Buna göre de bu eser filoloji gramer adını alır.
Eski Yunan Klasik Dilbiliminde olan filoloji gramer Eski Hintliler’in filoloji gramerinden farklanır. Bu da Yunanlarda dil hadiselerinin, gramer kategorilerinin incelenmesine mantıki kategori gibi yaklaşılmasından ileri gelir. Bu mesele, yani dil hadiselerinin incelenmesine mantıki bakış açısından yaklaşılması İskenderiye dilbilim mektebinin meydana gelmesine kadar devam etmiştir.
Eski Yunan dilbiliminde eşya ile onun adı arasında uygunluğun olup olmaması meselesi bir problem halini almıştı. Bu o zaman bir sonuç vermese de, herhalde dilbilimin gelişimi için önemli olmuştur. Bu meselede Yunan dilbilimcilerini ikiye bölmüştür.
Yunan dilinin gramerinde devrimizden 1-2 asır önce Hintliler’de olduğu gibi, ancak yazılı olan diller üzerinde inceleme yapılmış, yazılı olmayan diller ise hadiselerini mantıki bakış açısından inceledikleri için onların gramerine nispeten Hintliler’in grameri dil hadiselerini incelemek işinde daha çok art arda olmuştur.
Devrimizden bir asır önce Yunanlar’ın grameri esasında Latin dilinin grameri hazırlanır. Bu eserin yazarı Roma alimi Vorran’dur. Çağımızın dördüncü asrında Donat tarafından hazırlanmış Latin dilinin gramerinden okullarda bir ders kitabı gibi yararlanılmaya başlanır. Böylelikle, bu devirden başlayarak filoloji grameri Latin dilinin okul grameri ile karşılık olunur.
Tarihten bilindiği gibi, Halifelik devrinde (7-12. asırlar) Arap dilbilimi hızla gelişir. Hintliler’de olduğu gibi; Araplarda da dilbilim ilminin meydana gelmesi ve gelişimine dini kitapların dili ile bütün halk dili arasındaki farkların çok büyük tesiri olmuştur. Arap dilbiliminin gelişiminde Arap (Basra, Kufe) alimleri ile yan yana İran, Türk ve başka halkların alimlerinin de rolü az olmamıştır. Böyle ki, ünlü Arap dilbilim alimi Basralı Siboveyhi (793, yılda vefat etmiştir) Aristoteles’in mantıki ve Hint grameri prensipleri esasında Arap dilinin gramerini yazmıştır. Bu gramer “El kitap” gelecek bütün gramerler için temel olmuştur. Siboveyhi’nin kitabının değeri bir de ondan ibaret olmuştur ki, bu zaman Basra mektebi ile Kufe dilbilim mektepleri arasında ciddi münakaşaların olmasına bakmayarak Kufe alimleri de bu kitabı hürmetle kabul etmişler*. Arap dili ile meşgul olan alimler bu dilin seslerinin oluştuğu yeri, sözcük türlerinin bölümü, ünlü dillere has olan söz kökünün 3 ünsüzden ibaret olması, dahili Fleksiya (kelimenin kökündeki seslerin değiştirilmesi) feksikoloji vs. hakkında çok büyük emek harcamışlar.
İlgi çeken burasıdır ki, Arap dilbilimcileri aynı zamanda başka dilleri de, mesela Türk, Mongol, İran vs. öğrenmekle meşgul olmuştur. Meşhur dilbilimci Kaşgarlı Mahmud Arap dilinde Türk dillerinin divanı “Divan-ı Lügati’t Türk”, 1073-1074) adlı çok ciltli kitabını yazmıştır.
11. asır Türkologu Kaşgarlı Mahmud Türk dillerinin bölmesi hakkında çok değerli fikir söylemiştir. Kaşgarlı Mahmud tarihi metottan yararlanmasa da, kendi eserinde Kıpçak, Oğuz ve başka Türk dillerinin materiallarını Türk dili ve Hakan Türkleri adı verilen Uygur dilinin materialı ile karşılaştırma yolu ile mukayese eder (karşılaştırır). Benzeri eserinde Oğuz, Kıpçak, Kırgız, Tohsi, Yağma, Çiğil, İğrat, Copug dillerinin birbiri ile daha çok yakın olduğunu ve bunlardan bir kadar farklanan Bulgar, Suvar, Peçenek dillerinin olduğunu da kayıt eder: Oğuzlar’ın dilini Tohsi ve Yağmaların dillerini düzgün (edebi dile yakın) ve Uygurların dilini ise edebi dil adlandırır. Kaşgarlı Mahmud kendi eserinde Türk dilli kavimleri coğrafi yerlerine göre teker teker saydığı gibi, bu dillerin, fonetik ve gramer özellikleri hakkında da geniş bilgi verir.
O, oğuz ve Kıpçak dillerini başka Türk dillerinden farklandıran bir sıra fonetik, leksik ve gramer özelliklerin olduğunu göstermiştir. Burada benzeri farkların bazılarını kaydetmekle yetineceğiz.
a. Türklerde söz başında işlenen y sesi (yinçü) karşılığına Oğuz ve Kıpçaklar’da c (cüncü) işlenir.
b. Söz başında t sesi (tağ) karşılığına Oğuzlar’da d (dağ) işlenir.
c. Türk dillerinde söz ortasında z, d sesi (azak, adak) karşılığına Oğuzlarda y (ayak) işlenir.
d. Söz başında m sesi (men) karşılığına Oğuzlar’da b (ben) işlenir. Söz sonunda y sesi (koy) karşılığına oğuzlarda n (goyun) işlenir.
e. Türkler söz ortasında g sesi (tamgak) işlendiği halde. Oğuz ve Kıpçaklarda g sesi (tamak) düşer.
Kaşgarlı Mahmud’un gösterdiği bu farklı yönlerin hepsi dosdoğru olmasa da her halde ispat eder ki, dilleri karşılaştırırken o, bu veya başka bir dil materialını sadece tek tek saymakla yetinmemiş, onları karşılaştırmış ve birbiri ile kıyaslamıştır. Buna göre de Kaşgarlı Mahmud Türk dillerinde karşılaştırma metodunun sahibi hesap olunmalıdır.
Bizce, dilbilimde tarihi mukayeseli metoddan konuşurken, Kaşgarlı Mahmud’un mukayeseli metodundan başlamak gerekir.
İkinci tipli gramer, pasional veya genel gramer adını alır. Genel gramerin meydana gelmesinde Aristo’nun teorisi az rol oynamamıştır.
Genel (pasional) gramer Fransa’da Por-Royal Manastırlığında (1660) meydana gelmiştir. Bunun yazarları Lansla ve Arna’dur. Arno aynı zamanda mantık kitabının yazarıdır. Onların fikrince, gramer kategorileri mantık kategorilerinden başka bir şey değildir. Buna göre de genel gramercilerin fikrince, ayrı-ayrı diller için gramer olmalıdır. Elbette, genel gramerin prensiplerinin ilimle hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü bu gramerde aynı fikrin çeşitli dillerde çeşitli tarzda ifade olunduğu inkar edildiği gibi, dillerin tarihi gelişimi de dikkate alınmıyordu.
Bilindiği gibi 17-18. asırlarda çeşitli dillere ait çoklu material toplanılmıştır. Merkez ve Güneyde Amerika halklarının, Türk, İran, Japon ve başka halkların dilleri hakkında toplanılan materiallar dilbilim ilminin gelişiminde önemli adım olmuştur. Hem de Eski Hint dilinin (Sanskrit’in) öğrenilmesi ve bu dilin Yunan, Latin dilleri ile yakınlığının belirlenmesi gelecekte tarihi – mukayeseli dilbilimin meydana gelmesi için büyük bir zemin yaratmıştır. Bütün bunlar onu ispat eder ki, Hint-Avrupa dilleri üzerinde yapılan tarihi – mukayeseli metod tarihi gelişimin belirli devrinde meydana gelmiştir. Bu 19. asrın ilk çeyreğine tesadüf eder. Bu metod dilbilim ilminde bir çok zor ve karışık meseleleri halletmeye şart yaratır. Özelikle dillerin akrabalığını, onların gelişme basamaklarını belirlemeye yardım eder. Tarihi mukayeseli metotdan konuşurken bütün sözlerin karşılaştırılmasını değil, aynı kökten ibaret olup, tarihen dilin esas sözcük yapısında, sağlamlaşmış sözlerin, dillerin fonetik ve gramer özelliklerinin karşılaştırmasını göz önünde tutmak gerekir.
19. asır dilbiliminde tarihi-karşılaştırmalı metodun uygulanması F. Bopp, R. Rask, Y. Grimm ve A. H. Vostokov’un adı ile bağlıdır.
19. asır dilbilimcilerinin en büyük temsilcilerinden biri Frans Bopp’dur (1781-1867). O 1816 yılında kendinin “Sanskrit Dilinin Sınıflandırma Sisteminin Yunan, Latin, İran Ve Alman Dillerinin Sınıflandırma Sistemi İle Karşılaştırılması” eserini yayınlamıştır.
F. Bopp benzeri eserinde Hint-Avrupa dillerinin aynı yapıya sahip olduğunu ve onların aynı kökten meydana geldiğini belirtmiştir. Bu zamandan da tarihi – karşılaştırmalı metodun temeli koyulmuştur. 19. asırda ister F. Bopp isterse de bir grup başka dilbilimciler kendi incelemelerini bu metodla yapmıştır. F. Bopp 1833-1852. yıllarda kendinin 3 ciltten ibaret olan “Zend, Sanskrit, Ermeni, Yunan, Latin, Litva, Eski Slav, Got ve Alman Dillerinin Karşılaştırmalı Grameri”ni yazmıştır.
Tarihi – karşılaştırmalı metodu uygulayan ünlü alimlerden biri de Yakov Grimm (1785-1863) olmuştur. O “Alman Dilinin Grameri” (1819), “Alman Dilinin Tarihi” (1848) adlı eserlerin yazarıdır.
Ünlü Rus dilbilimcisi A. H. Vostokov da (1781-1864) tarihi – karşılaştırmalı metodun kurucularındandır. O 1820. yılda kendinin “Slav Dili Hakkında Düşünceler”ini yazmıştır. Bu eserinde Eski Slav dilinin Eski Rus, Polyak ve Sarb dilleri ile olan ilgisini belirtmiştir. Danimarka alimi Rasmus Rask (1787-1832) “Eski Kuzey yahud İsland Dilinin Meydana Gelmesinin İncelenmesi” adlı eserinde İsland dili ile Got ve Frakiya dillerini karşılaştırarak İskandinav dilleri ile Alman dillerinin akraba olduğu sonucuna gelir. Eski Hint edebi dilinin, yani Sanskrit dilinin ve bu dilin Yunan, Latin ve başka birçok dillerle yakınlığının karşılaştırma metodu ile öğrenilmesinin dilbilim ilminin gelecekteki gelişiminde büyük rolü olmuştur.
19. asrın ortalarından başlayarak alman dilbilimcisi August Şleyher (1821-1868) kendinin naturalist teorisi ile çıkış yapar.
A. Şleyher’in bu fikri onun V. Humboldt’u (1767-1835) anlamamasından ileri gelir. Humboldt dile daima, sürekli değişme sistemi gibi ve yahud değişen canlı organizma gibi bakmış ve bununla o, dili bir yerde dayanmış ölü bir varlık gibi değil, onun daima harekette, daima gelişme ve değişmede olduğunu göstermek istemiştir. Elbette, Humboldt’un bu fikri doğrudur, çünkü dilin daima gelişme ve değişmede olması onun toplumsal niteliği ile bağlıdır. ancak Şleyher organizma sözünü felsefi değil, biyolojik manada anlamış ve öyle de açıklamıştır.
Çarlz Darvin’in “Türlerin ve Doğal seçimlerin Doğuşu” (1859) adlı eseri yayınlandıktan sonra Şleyher’in dile naturalist bakışları bir kadar genişler.
Odur ki, o, “Darwin Teorisi ve Dilbilim” (1863) adlı eserini yazar, dili canlı organizma ile tam aynılaştırır ve bu teoriyi mekanik olarak dil hadiselerine geçirir. Benzeri teoriye göre, dil ve onun niteliğini toplumun kendinde değil, tabiat kanunlarında aramak gerekir. Odur ki, o, dilbilimin inceleme metodunu tabiatın öğrenilmesi metodu ile aynılaştırırdı. A. Şleyher’in fikrince, tabiatta olan canlılar kendi yaşayışları uğruna mücadele ettiği gibi, dil de kendi varlığı uğruna mücadele yapmalıdır. A. Şleyher’e göre, dil de başka canlılar gibi (hayvan, bitki organizmi gibi) doğar, türer, gelişir ve nihayet yaşlanarak ölür.buna göre de o, dili başka, yani hayvan ve bitki organizmaları ile aynılaştırırdı. Hem de Şleyher dilin gelişiminde iki devir olduğunu kaydeder:
1. Tarihe kadar ki devir – dilin geliştiği devir.
2. Tarihi devir – dillerin geriye gittiği devir.
Şleyher bunu Hegel’in mutlak idea teorisi ile bağlıyor.
A. Şleyher’in fikrince, insan toplumuna kadar ki devirde ruh dille ilişkide olduğu için o (dil) gelişir, insan toplumunda ise ruh dilden ayrıldığı için diller de gelişmeden kalır, gerilemeye doğru gider.
Şleyher’e göre, dil tabiata ait olduğu için onun tarih ilmi ile hiçbir ilgisi yoktur.
Şleyher dil deyince, onu fikrin seslerle ifadesi gibi anlamıyor. Odur ki, o, “dil fikrin seslerle ifadesidir” (“ancak dil vasıtasıyla fikirleşmek olur”) der. Elbette, dil hadiselerine böyle yaklaşmak dilin toplumsal niteliğini – insanlar arasında iletişim aracı olmasını inkar etmek demektir. Fikrimizi açıklamak için böyle zannederiz ki annesinden yeni doğmuş bir çocuğu insan toplumundan tamamıyla ayırıp, hayvanların arasına bırakırlar. Eğer çocuk burada yaşıyorsa, o zaman o, emeklemeyi, kaçmayı, atlamayı vs. öğrenebilir. Lakin konuşamaz, çünkü onunla hiç kimse iletişim sağlamamıştır.
Yahud annesinden yeni doğmuş iki çocuğu başka-başka dillerde konuşan toplum içerisinde büyüttüğümüzü farz edelim. Mesela, diyelim ki, Azerbaycan’lı çocuğu Arap halkı içerisinde ve Arap çocuğu Azerbaycan halkı içerisinde terbiye edilir. Doğrudur, bu çocukların dış görünüşlerinde fark olacaktır, lakin her halde Azerbaycanlı çocuğu Arap dilinde ve Arap çocuğu ise Azerbaycan dilinde konuşacak ve bunların hiçbiri kendi ana dilini bilmeyecek.
O halde dil şuurun gelişimi toplumla bağlıdır, onun ırkla hiçbir ilgisi yoktur. Mesela, Kafkas’tan olan; Gürcüler, Azerbaycanlılar, Ermeniler, Talışlar, Tatarlar da tamamıyla başka başka dillerde (İtalyan, Türk, Yunan, Alman, Serb, Fransız, İspan vs. dillerde) konuşurlar.
Yahud Amerika birleşik Devletleri’nde yaşayan halkın çeşitli milletlerden (İngiliz, Fransız, Alman, İspan, Çin, Türk, Arap, Zenci vs) olmalarına bakmayarak onlar aynı bir dilde – İngiliz dilinde konuşurlar.
Bütün bunlar onu ispat eder ki, dilin ırk ve tabiat organizma ile hiçbir ilgisi yoktur.
Buna göre de, 19. asrın sonlarından başlayarak, birçok alimler mesela, psikoloji cereyanın temsilcilerinden Almanya’da Heyman Şteyntal (1823-1899), Rusya’da A. A. Potebnya (1835-1891), vb. dilin biyolojik hadise olması teorisine karşı çıkarlar. Psikoloji cereyanını savunanların fikrince, dil ferdi insan ruhi durumunun ürünüdür. Buna göre de, dili ve onun tabiatını öğrenmek için birinci planda konuşan ferdi öğrenmek gerekir, çünkü halk ruhu “insanların ferdi “şuurundan” doğar”. Buradan da dilin kaynağı ve niteliği hakkında subjektif idealizm teorisi meydana çıkar. H. Şteyntal kendi fikirlerini, esasen Alman idealist filozof ve dilbilimcisi Wilhelm Foh Humboldt’un tesiri altında geliştirirdi. Rusya’da A. A. Potebnya, V. Humboldt’un teorisini savunmakla düşüncenin sözlerinin dışında mevcut olmasını da savunurdu. O, dilin meydana gelmesi ve onun niteliğini toplumda değil, ayrı-ayrı şahısların çalışmasında arardı.
19. asrın ikinci yarısında (70-80. yıllarda) dilbilimde psikoloji cereyanının içerisinden genç gramerciler adını alan akım ayrılır. Bu akımın temsilcilerinden Almanya’da İohan Smidt (1848-1901), German Osthof (1847-1909), Karl Brugman (1849-1919), Bertold Delbrug (1842-1922), German Payl (1846-1921), Rusya’da F. F. Fortunatov (1848-1914) A. A. Şahmatov (1864-1920), Danimarka’da Karl Verner (1846-1916), İtalya’da G. Askoli ve başkaları idi.
Genç gramerciler dile toplumsal hadise gibi değil, ferdi psikolojik bakış açısından yaklaşırlardı. Onların fikrince, dil topluma değil, ferdi insanlara mahsus olduğu için her bir ferdin ruhi durumu ve dili de olmalıdır. Buna göre de dilbilim ilmi ayrı-ayrı fertlerin dilini incelemelidir.
19. asrın sonları ve 20. asrın başlarında ferdiyetçilik akımı ile birlikte sosyoloji akımı da meydana çıkar. Bunun esas temsilcileri Karl Fassler (Abstriya, 1872-1949) ve başkalarıdır.
Sosyoloji teorisinin taraftarları dilin iletişim aracı görevini değil, onun ferdi fikrin ifade vasıtası görevini dikkate alırlar.
K. Fossler’e göre, dil insanlar arasında iletişim aracı, fikir alışverişi vasıtası olmayıp “insanın manevi ifadesi” dir, “manevi yaratıcılığı”dır. Elbette, bununla da o, fertleri göz önünde tutardı. K. Fossler’e göre, dilin her bir ifadesi kendi niteliği itibariyle ferdi manevi yaratıcılıktır.
Sonra K. Fossler dilin iletişim aracı olmasını açıklayarak yazmıştır ki eğer insanlar birbirini anlıyorsa, bunun esasını dil alışkanlıklarının ve dil materialının, cümle yapısının aynı olması değil, söz kabiliyetinin ortaklığı teşkil eder.
Genellikle, hakikatte dil kollektifleri, şiveler vs. mevcut değildir. Eskiler çeşitli dil kollektiflerine mensup olan ve dil alışkanlıkları hiç de aynı olmayan birkaç ferdi bir yerde saklasalar, kısa müddetten sonra onlar birbirini anlamaya başlayacaklar... Dili öğretmek olmaz, Wilhelm Foh Humboldt’un dediği gibi, dili uyandırmak olur.
Elbette, K. Fossler dilin niteliğini anlamadığı için açıklayamamıştır ki, eğer insanlar birbirini anlıyorsa bu sözlerin ortaklığında değil, yalnız bu veya başka gramer kaideleri, kanunları esasında meydana gelir. Bunsuz hiçbir dili hayal etmek mümkün değildir.
Genç gramercilerin ünlü temsilcilerinden biri de German Payl’dur. O, dilbilimi onun tarihi yönden öğrenilmesinde anlattı.
Boduen’de Kurtene ve Ferdinand’da Sössür Payl’un bu fikrine karşı çıkarak gösterirler ki, dili ilmi yönden öğrenmek için ona yalnız tarihi bakış açısından yaklaşılmamalı, aynı zamanda onun sisteminin çağdaş vaziyeti (durumu) de öğrenilmelidir. Kazan dilbilim mektebinin ünlü temsilcilerinden biri olan Boduen de Kurten’e (1845-1929) dilbilimde en ünlü psikolog idi. O kaydederdi ki, insan dili kendi niteliği itibarıyla psikolojik olduğu için onun varlığı ve gelişimi de ancak psikolojik kanunlara dayanmıştır. Hem de o, dili toplumsal hadise hesap ederek yazardı.
“Dil ancak insan toplumuna has olduğu için onu psikolojik hadise hesap ettiğimiz gibi, toplumsal hadise de hesap etmeliyiz”. Boduen, sözün tam manasıyla demek olur ki, dilbilimde psikolojik sosyoloji ideasını yayanlardan biri idi.
Böylelikle, dilbilimde psikolojik-sosyolojik akım da meydana gelir. Bu akım, demek oluyor ki, yabancı dilbilimde daha çok yayılmıştır. Benzeri akımın en ünlü temsilcilerinden İsveç dilbilimcisi Ferdinand ve Sössürü (1857-1913), Fransa dilbiliminin önderi Antuan Meyeni (1866-1936), Şarl Ballini (1865-1947), A. Şeşee ve başkalarını gösterebiliriz.
F. De Sössür’ün ölümünden sonra onun talebeleri (öğrencileri) Ş. Balli ve A. Şeşee tarafından hazırlanıp yayınlanmış “Genel Dilbilim Dersi” (1916) demek oluyor ki, dilbilim tarihinde çok büyük dönüm olmuştur. Hem de Sössür’ün bu eseri dilbilimde yeni cereyan olan strukturalizmin temel taşını teşkil eder. F. De Sössür’ün dilbilim görüşlerinin esasını dille konuşmayı farklandırmak, dili işaretler sistemi olarak adlandırmak, sinhronik (aynı zaman diliminde) ve diahronik (tasviri) dilbilim ve bunların karşılıklı ilişkisi meselesi teşkil eder.
Dilbilimde önemli ve zor problemlerden biri de dille konuşmanın ilişkisi, onların birbirine karşı koyulması meselesidir. V. Humboldt, F. Furtunatov, H, Şteyntal, A. Potebnya, İ. Boduen’de Kurtene vs. kendi eserlerinde dil ve nutuktan konuşsalar da onların farkından bahsetmemişler. Lakin bu meselenin “teori esaslarını” şuurlu şekilde İsveç dilbilimcisi F. De Sössör kendi eserinde ileri sürmüştür.
O, “Genel Dilbilim” adlı eserinde dil ve nutuktan konuşurken dilin çalışmasının öğrenilmesini ikiye böler; bunlardan birincisini ve hem de esasını ayrı-ayrı fertlere bağlı olmayan dili toplumsal hadise hesap eder. İkincisini, ikinci dereceli olanını – nutuk faaliyetini öğrenen nutuğun kendini getirir ve buraya konuşmayı da dahil eder. Sössür dili insanın bütün faaliyetinin kuralı olarak adlandırır. Onun fikrince, dil anlayışı konuşma faaliyeti anlayışına uygun gelmez. Dil konuşma faaliyetinin bir parçasını teşkil eder. O bir taraftan konuşma becerisinin toplumsal ürünüyse, diğer taraftan ise toplumsal kollektif tarafından elde edilmiş, öğrenilmiş bu becerinin ayrı-ayrı fertler tarafından hayata geçirilmesinin şartıdır.
“Konuşmanın anlaşılması ve bu sürecin meydana gelmesi için dil lazım olduğu gibi, dilin meydana gelmesi ve şekillenmesi için de konuşma lazımdır; tarihen konuşma süreci her zaman dilden öncedir.”
Sonra Sössür yazar: “Dil ancak kütlede kollektifte mevcuttur... Dille konuşmayı birbirinden ayırmakla biz:
1. Toplumu fertten.
2. Esası yardımcıdan, tesadüfen; önemli olanı önemli olmayandan az veya çok derecede ayırmış oluruz. Dil genellikle, toplumla bağlıdır, o konuşma faaliyetinin unsurudur. Ferd dili ne yaratabilir ne de değiştirebilir.”
Göründüğü gibi, F. De Sössür toplumsal ve ferdi diye, dille konuşmayı birbirinden ayırır ki, bununla da çok büyük yanlışa yol verir. Çünkü dille konuşmayı birbirinden ayırmak dialektiğin kanunlarına karşı çıkmaktan başka bir şey değildir: Çünkü konuşmada ne varsa onlar kaynakça dille bağlıdır.
Malum olduğu üzere, toplum fertlersiz ve fertler de toplumsuz mevcut olamaz, yaşayamaz. Çünkü teklerle geneller dialektik bütündür. Buna göre de, insanlar arasında önemli iletişim arası olan dili konuşmaya karşı ve aksine, konuşmayı dile karşı koymak yanlıştan başka bir şey değildir.
Hiç şüphe yoktur ki, dille konuşmayı birbirinden ayırmak ideası dille konuşmayı birbirinden ayırmak ideası dilde objektif olarak mevcut olan genel ve gerçek hallerin olmasından –yani insanların dilden gerçek şekilde yararlanmasından ileri gelir. F.de Sössür burada büyük yanlışa yol vermiştir. Çünkü o, dili bir taraftan konuşma faaliyetinin bir parçası hesap eder, diğer taraftan kaydeder ki, konuşma faaliyetinin bir parçası hesap eder, diğer taraftan kaydeder ki, konuşmanın özü ancak “ferdidir”, “anidir”, onda (konuşmada) “hiçbir kollektiflik, genellik” yoktur. Sössür’ün dediklerinden böyle bir sonuca gelmek olur ki, eğer dil konuşmanın birleşim parçası ise, o zaman konuşmanın özünde de toplumsallık, genellik olmalıdır. Gerçekten de,eğer konuşmada genellik, kollektiflik yok ise o zaman dil ne kadar toplumsal hadise adlanabilir?
Bütün bu zıtlıkları incelerken böyle bir sonuca gelmek olur ki, dili konuşmaya ve konuşmayı dile karşı koymak, tekleri genele ve geneli teklere karşı koymaktan başka bir şey değildi. Unutmamalı ki, ayrı ayrı şahıslar – fertler iletişim sürecinde aynı dil kanunlarından (fonemler, sözler, söz birleşmeleri, cümlelerden) yararlanarak kendi his heyecanlarını, istek ve arzularını birbirilerine söyleyebilirler. Konuşmanın ifadesi de belirli kaide – kanunlar esasında meydana gelir. İster sözleri meydana getiren sesler, ister söz birleşmelerinin çeşitli şekillerini meydana getiren söz ve söz birleşmeleri belirli sistem halinde birbiriyle ilgilenmiştir. O halde insanlar arasında iletişimin meydana gelmesi için belirli şart lazımdır. Bunlarsız iletişimden konuşmak da olmaz. Bunun için aynı dilde konuşan, ondan yararlanan kollektif uzuvları olmalı. Dilin kollektif uzuvları tarafından anlaşılması için onun belirli sistem özellikleri, kuralları olmalıdır, dili karşılıklı şekilde anlamak için benzeri dilden yararlananların tarihen meydana gelmiş toplumsal hayat birliği, genel an’ane, genel arazi birliği olmalıdır ki, bu süreçte eşya ve hadiseler hakkında benzeri kollektifin uzuvları arasında genel anlayış meydana gelir. Daha açık olmak için aşağıdaki cümleyi gözden geçirelim:
“Baharın ılık nefesi insana hoş gelir” cümlesini işiten onun manasını anlar, çünkü benzeri sözleri işiten, dinleyen şahıs objektif alemde olan eşya ve hadiselerle, onların manası ile önceden tanışıktır. Odur ki, dinleyen şahıs bahar, ılık, nefes, insan, hoş, gelmek sözlerinin manasını ve onların hangi dilin kanun-kaideleri ile cümle halinde birleştiğini önceden bilir. Buna göre de konuşan ve dinleyen arasında iletişim meydana gelebilir. Bütün bunlar belirli dil kanunlarından yararlanmakla konuşma sürecinde meydana gelir. O halde, bir konuşma süreci belirli şarta bağlıdır. Buna göre de konuşan kendi fikrini ifade etmek için belirli dil kanunlarından sözlerin mana özelliklerinden (çok anlamlı, anonim (sesteş), sinonim (eşanlamlı) vs.) yerli-yerinde yararlanmayı da becermelidir. Göründüğü gibi, dil birleşimleri konuşanın gerçek fikrine bağlı olmayarak kollektifte mevcuttur. Eğer dil birleşimleri belirli gerçek fikre, şahsa ait olsaydı, o zaman dil insanlar arasında genel iletişim aracı da olamazdı. Bunun sebebi açıktır, çünkü ortak dil materialları olmadan ne dil ne de onun süreci olan konuşma meydana gelebilir. İnsanlar arasında ortak iletişim aracı olan dil (genel) ve onun realizasiyası olan konuşma (ferdi) birbiriyle dialektik bütünlük teşkil eder.

Lakin bu bütünlük onların aynı olması demek değildir. Çünkü insanlar arasında genellikle iletişim meydana getiren vasıta dil adını alırsa, onun realizasiyası konuşma adını alır. Özel, ferdi olan konuşma genelin (dilin) mevcut şekillerinden biri olduğu için dille konuşmayı birbirinden farklandırdığı gibi, dilbilimi de ikiye ayırmıştır. Onun fikrince, dilbilim iki şekilde sinhronik (aynı zaman diliminde) ve diahronik şekillerde mevcuttur. Sinhronik dilbilimi o dilin vaziyetini (durumunu) öğrenen bir saha, statik (durgun) dilbilimi ise dilin gelişimini inceleyen tekamül (gelişme) dilbilimi gibi anlardı.
Göründüğü gibi, F. De Sössür sinhronik dilbilimin objesi gibi belirli bir sistem teşkil eden dili, diohronik dilbilimin objesi gibi ise konuşmayı getirir. Böylelikle, o dil ile konuşmayı birbirinden ayırdığı gibi, dilbilimin özünü de onların inceleme objelerine bağlı olarak ikiye ayırmıştır. Hem de o, dilin tarihi gelişimde öğrenilmesini bir kenara atar, onu ancak durgun vaziyette öğrenmeyi tavsiye eder. Buna göre de o yazar ki, dilbilim daha çok tarihiliğe fikir vermiştir. Şimdi o (dilbilim), dili durgun vaziyette öğrenmeye hazırlamalıdır. Başka bir yerde o yazar, biz “tarihi gramerin” mümkün olmasını inkar ederiz. “Bu ad altında adlanan grameri biz diahronik dilbilim diye adlandırırız.”
Elbette dilbilimi sinhronik ve diahronik diye ikiye bölmenin ve onları birbirine karşı koymanın hiçbir ilmi esası yoktur, çünkü dilbilimi ilmi yönden öğrenmek hem de ona tarihilik bakımından yaklaşmak demektir. Tarihi hadiselerin yardımı olmadan hiçbir tasviri dilbilim sisteminden konuşmak da olmaz. Buna göre de, dil hadiselerinin ilmi yönden öğrenilmesinde onların hem çağdaş vaziyeti, hem de tarihi gelişimi dikkate alınmalıdır. Böylelikle, Sössür dilin konuşmadan aşağıdaki özelliklerle farklandığını kaydeder.
a. Dil toplumsaldır, konuşma ise ferdidir.
b. Dilde sistem olduğu halde, konuşmada sistem yoktur.
c. Dil potansiyeldir, konuşma ise gerçektir.
d. Dil sinhroniktirse, konuşma diahroniktir.
e. Dil nitelikdirse, konuşma hadisedir.

B. GÜNÜMÜZ YABANCI DİLBİLİMDEKİ EN ÖNEMLİ CEREYANLAR
Çağdaş devirde yabancı dilbilimde dilin incelenmesinde yararlanılan metodlara göre bir sıra cereyanlar (akımlar) meydana gelmiştir. Şimdiki zamanda bu akımların çeşitli ülkelerde dil hadiselerinin öğrenilmesinde kendi özel inceleme metodları vardır. Onlar belirli tarihi gelişim, mükemmelleşme devrine sahiptir ki, bunlardan bazıları hakkında genel bilgi vermek lazımdır.
Tasviri Dilbilim
Günümüz yabancı dilbilimde nispeten geniş yayılmış bu akım Amerikan dilbilimcilerinin adı ile bağlıdır. Dilbilimin bu yeni sahası daha çok pratik istekten ileri gelmiştir. Tasviri dilbilimi, her zaman, ünlü dilbilimci ve antropolog Frans Baas’ın (1858-1942) adı ile bağlarlar. Tasviri dilbilim sonraları L. Blumfid tarafından esaslandırılmış ve şimdiki zamanda B. Blok’un, Treyeer’in ve Z. Herris’in eserlerinde geliştirilir.
Tasviri dilbilimin esas niteliği bundan ibarettir ki, benzeri akımın temsilcileri kendi incelemelerinde dil yapısının dış, şekli unsurlarını esas getirirler. Bunlar, birinci sırada, yapısala, yani dil unsurlarının aynı ve aynı olmayan kuşatmalara ilgisi durumuna dayanırlar.
Etnik Dilbilim
Bu yeni inceleme usulü de Amerikan dilbilimine aiddir. Benzeri akım E. Sepir’in eserleri esasında şekillenmiştir. Dilin incelenmesinde medeniyet tarihine özel dikkat getirmesi ile farklanan dilbilim akımıdır. Şimdiki zamanda Amerikan dilbilimcilerinden C. Grinberg, G. Hoger, S. Fogelin, f. Launsbern, A. Krober ve özellikle B. Vorf dilbilimin bu yeni sahası ile meşgul oluyorlar. Etnik dilbiminin esas niteliği, onun dili, “insan ahlakının modellerinin” herhangi şekilleri ile ilgili incelenmesindedir.
Semantik (Yapımsal) Dilbilim
Bu, çağdaş strukturalizmin Danimarka kolu hesap olunur. Benzeri akımın önderleri V. Brandal ve L. Yelmslev’dir. Glosse Yunan sözü olup “dil” manasını bildirir. Danimarka strukturalistleri benzeri terimi an’anevi dilbilim ve struktur metod arasında prensibel fark koymak maksadı ile işlediler.
Bir dilbilim metodu almak itibarıyla semantik dilbilim dili temiz yapı hesap eder. Benzeri akımın ünlü temsilcisi yazar: “Dile karşılıklı ilişkilerin programı gibi yaklaşmayı ilim sahasında her zaman kendimin esas görevi hesap etmişim ve ederim.” L. Yelmslev’in semantik dilbilimi dilin mantıki teorisi (Vaytheda, Rossel, Karnap) ile ilgilidir.
Fonksiyonel Dilbilim
Yabancı dilbilimde kendini gösteren struktur dilbilim akımı Praga dilbilim derneğinin üyelerinin adı ile bağlıdır. benzeri derneğin ünlü temsilcileri V. matizius, 8. Gauranek, 8. Trnka, V. Skaliçka, S. Karseuski, N. Trubetskay, R. Yakabson olmuştur. Bu dernek 1929 yıldan 1930. yıla kadar “Praga Dilbilim Derneği’nin Eserleri” mecmuasını yayınlamıştır. Fonksiyonel dilbilimin kıymetli örneği gibi fonolojinin en iyi eseri olan “Fonolojinin Esasları” (Yazarı M. Trubetskay’dur) kitabını gösterebiliriz. Strukturalizmin bu akımı, adından da anlaşıldığı gibi, dil hadiselerine onların görevi, bakış açısından yaklaşır.
C. DİLBİLİMİN BAŞKA İLİMLERLE İLİŞKİSİ
Dilbilim ilmi kendi incelenmesinde birçok ilim sahaları ile ilgilidir. Dilbilimin bir sıra ilim sahaları ile ilişkisi bizim zamanımızda daha da genişlemiştir. Dilin çok karmaşık bir toplumsal hadise, zengin bir yapıya sahip olması ve işlenme sahasının genişliği onun başka ilim sahaları ile çok yönlü ve sağlam ilişkide olması için zemin yaratır.
1. Dilbilim, her şeyden önce edebiyatçılığa bağlıdır. edebiyatçılık ilminin genel meseleleri ile tanışmadan dil hadiseleri hakkında asıl ilmi fikir söylemek zordur. Bunun için 16. asır Azerbaycan edebi dilinin en büyük temsilcisi olan Fuzuli’nin “Leyla ve Mecnun” manzum hikayesinde Leyla’nın dili ile söylenmiş aşağıdaki mısraları gözden geçirelim.
Men gövherem, özgeler hiridar
Mende deyil ihtiyari – bazar
Dövran ki, meni mezade saldı
Bilmem kim idi satan, kim aldı?
Paetik kanunlar, şiir, kafiye, vezin vs. hakkında düşünceye sahip olmadan bu şiiri tahlil etsek, benzeri devrin edebi dili, benzeri dilin morfoloji ve sintatik yapısı hakkında yanlış fikirler söylemiş oluruz. Aynı sözleri günümüz edebi eserlerinin dili hakkında söylemek olur. Bilindiği gibi, her şeklin kendi fikrine uygun ifade tarzı – dili vardır. Bununla ilgili olarak, yazar kendi eserinde çağdaş ruhlu şekillerle beraber, geçmiş dünya görüşlü ve böylelikle çok tabii olarak eskimiş söz ve ifadeli konuşmaya sahip şekilde de yaratır. Benzeri şekillerin dilinden alınma ve eski ölü kelimelere geniş yer verilir. O halde, yazar dili, dialoğu, tiplerin dili gibi genel edebiyatçılık meselelerini bilmeden çağdaş edebi dil hakkında da doğru ilmi fikir söyleyemez.
Böylelikle,bu örneklerden bir daha açık olur ki, dilbilim ilmi kendi ilmi tezlerini ileri sürerken birçok meselelerde edebiyatçılık problemlerinden yararlanmalıdır.
2. Dilbilim ilminin psikoloji ilmi ile de yakın ilgisi vardır. Sadece bunu göstermek lazımdır ki, konuşma psikolojisi dahili bir ilim sahası olarak uzmanlar tarafından geniş surette geliştirilir. Şimdiki zamanda dışarıda psiholingvistika özel bir dilbilim akımı gibi faaliyet gösterir.
Genellikle, dilbilimin demek oluyor ki, bütün tarihi sahalarında dil hadiseleri ve psikolojik hadiseler arasındaki bütünlük kaydolunmuş, hatta psikolojik hadiselere üstünlük vermekle ifrata (sınıra) varılmıştır.
3. Dilbilim ilmi mantık ve felsefe ile de çok yakından bağlıdır. dilbilim ve mantık arasındaki ilişki tamamıyla tabii ve kendi kendine açık olan bir meseledir. Bilindiği gibi, dilbilim, sözün geniş manasında dilin, mantık ise düşüncenin kanunlarından bahseder. Böylelikle de, dille düşüncenin sağlam bütünlüğü dilbilim ilmi ile mantık ilmi arasındaki ilişkiyi şartlandırır. Buna göredir ki, dilbilim ilminin gelişimi de birçok meselelerde mantığın gelişimi ile belirli olunur. Mantığın kendi incelemesinde matematiğe bağlı metotlardan yararlanması ve böylelikle, matematiğe bağlı mantığın meydana gelmesi ile ilgili olarak, dilbilim de kendi incelemesinde matematiğe bağlı metodlardan yararlanır ve kendi sırasında, dilbilimin bir kolu olan matematiğe bağlı dilbilim sahası meydana gelmiş olur. Göründüğü gibi, tamamıyla düz mütenasiblik (uygunluk) meydana gelir, eğer an’anevi dilbilim an’anevi mantıkla sağlam ilişkidedirse, matematiğe bağlı dilbilim de matematiğe bağlı mantıkla sağlam şekilde bağlıdır.
Dilbilim ilminin felsefe ile ilişkisine geldiğimizde ise burada da çok sağlam bir ilişkinin mevcut olduğunu görürüz.
Şüphesiz, dil ve idrak (kavrayış) süreci meseleleri dilbilim ilmi tarafından felsefenin yardımı olmadan öğrenilemez. Dil ve toplum problemi, dilin toplumsal bir hadise gibi esaslı meseleler, hatta fonem ve onun varyantları, sözcük türleri vs. gibi özel dilbilim meseleleri de her zaman bu veya diğer felsefi konsepsiya (asıl fikir) ile bağlı olmuştur. Tesadüfi değil ki, felsefi esasla bağlı olarak iki tür dilbilim; idealist burjuva dilbilimi ve materyalist dilbilim mevcuttur ve onların arasında ciddi ideolojik mücadele gelir. O halde, felsefeyi bilmeden ona dayanmadan dilbilim meseleleri hakkında düzgün fikirler söylenebileceğini inanmak saflık olurdu.
4. Dilbilim çeşitli toplumsal ilimlerle birlikte olarak, tabiat ilimleri ile de bağlıdır. Bu yönden fizyoloji ilmi dikkati özellikle dikkat çeker.
Bilindiği gibi, insan nutku konuşma uzuvları vasıtasıyla meydana gelir. O halde insan nutkunu, nutuk ve yahut konuşma seslerini öğrenmeye konuşma uzuvlarını ve ikinci sinyal sistemini öğrenmekle başlamak gerekir. Nutuk cihazının parçalarını, yani konuşma uzuvlarını – bir sözle, konuşma seslerinin fizyolojik esaslarını öğrenmeden, onların hakkında açık fikir almak mümkün olmaz.
5. Şüphesiz, konuşma seslerini tam manası ile öğrenmek için onların yalnız fizyolojisini bilmek azdır. Çünkü, bilindiği gibi konuşma sesleri hava dalgalarının çeşitli hareketlerinden ibaret akustik hadiseler olup, aynı zamanda özel bir ilim sahası olan fiziğin inceleme objesidir. O halde, dilbilim konuşma seslerinin akustikasından, onların yüksekliğinden, gücünden, ses tonundan konuşmak için mutlaka fiziğe dayanmalıdır. Şimdiki zamanda dilbilimin geniş yayılmış tecrübi fonetik sahası kendi ilmi denemelerinde fiziki cihazlardan, osillograflardan, spektrograflardan geniş şekilde yararlanır. Fiziğin, özellikle onun akustik sahasının genel meseleleri ile tanınmadan, dilbilimci dilin yapısı ile sözün asıl manasında ne kadar meşgul olabilir? Dilbilim ilminin çağdaş basamağında onun matematik ilmi ile bağlılığı özellikle dikkat çeker.
Matematiğin çokluklar ve fonksiyonlar,bilgi, ihtimaller teorisi bir sıra dil hadiselerinin sistemleştirilmesinde çok büyük öneme sahiptir. Özelikle matematiğe bağlı sayımlama dil hadiselerinin genelleştirilmesinde ciddi rol oynar.
6. Son zamanlar makine tercümesi ve bilgi makinelerinin hazırlanması ile ilgili olarak, dilbilim ilminin tıbbın bir bilim türü ile ilgisi de esas meselelerden biri gibi karşıda durur.
7. Dilbilim medeniyet tarihi ile sık ilişkidedir. Bir sıra dil tarihi hadiselerinin öğrenilmesini medeniyet tarihinden dışarıda düşünmek olmaz.
Dilbilim tarih ilmi ile de ilişkidedir. Çünkü dil mensup olduğu halkın tarihi ile bağlıdır. herhangi bir halkın tarihinde oluşan tarihi hadiseler, dilbilimin ve dil hadiseleri, tarihi hadiselerin açıklanmasında birbirine yardım edebilir. Özellikle herhangi bir dilin tarihi sözcük bilimini başka dillerden gelen sözlerin geçme tarihini, bunları doğuran toplumsal, siyasi, iktisadi sebepleri açıklamakta arkeoloji ile dilbilimin çok sağlam ilişkisi vardır.
Dilin esas görevi ve onun kanuna uygun gelişimini etraflı anlamak için dilin yapısını ve bu yapıyı meydana getiren ayrı-ayrı unsurları inceleyip öğrenmek lazımdır.
D. DİLBİLİMİN BÖLÜMLERİ
Dilin insanlar arasında önemli iletişim vasıtası olmak görevini başarıyla yerine getirebilmesi için onun belirli sistem yapısı olmalıdır. Dilin yapısı dediğimizde birinci sırada onu meydana getiren yapı parçaları göz önünde tutulur. Dilin bu yapı parçaları birbiriyle ilgilenerek bütün, şekillenmiş bir yapı meydana getirir. O halde dil için karekterik yön onun yapısını meydana getiren ayrı ayrı unsurların birbiriyle ilişkisi ve bunun sonucunda insanlar arasında iletişim vasıtasının meydana gelmesidir. Bu unsurlar sesler, sözler, söz birleşmeleri ve cümlelerden ibarettir. Dilin yapısını meydana getiren unsurları öğrenen dilbilim bölümleri aşağıdakilerdir:
1. Fonetik
İnsan konuşmasını meydana getiren konuşma seslerini veya fonemlerini, onların yapısını öğrenen dilbilim bölümüne fonetik denir. Konuşma sesleri veya fonemler dilin maddi işaretleridir. Böyle sesler olmadan dil insanlar arasında iletişim vasıtası olmak görevini de yerine getiremez. Buradan da, dil ve onun varlığı için fonetik yapının ne kadar büyük önemi olması açıklanır. Unutmamalı ki biz dil deyince, birinci sırada, sesli dili anlarız. Odur ki, maddi esası olan seslerden dışarıda dil de yoktur. Dilin fonetik yapısı sadece sesli dil için değil, aynı zamanda yazılı dil için de esas sebeplerden biridir.
Çünkü yazının kendi de benzeri seslerin grafik işaretleri esasında oluşur. Hem de kaydetmeliyiz ki, dilin iç yapısı onun en küçük birliği olan fonemlerden, onların birleşmesinden meydana gelir. Fonemler olmadan ne dil, ne dil birlikleri ve ne de, genellikle, dilin kendi meydana gelebilir. Fonetik dildeki konuşma seslerinin meydana gelmesini, gelişimini, değişmesini, birleşimini ve onların özelliklerini öğrenir. Dildeki konuşma seslerinin iki esas görevi vardır:
1. İdrak objekti – anlama.
2. Söz ve morfemleri birbirinden farklandırmaktır. Mesela Azerbaycan dilinde dol, dal, dil, dul, al, ol l, l sözlerini birbirinden farklandıran o, a, ö, i, u, , e fonemleridir. Öylece de Rus dilindeki poçt, tot, not, rot, stol, stal, stul vs. sözleri birbirinden farklandıran o, a, u, p, t, n, r fonemleridir.
Bu örneklerden fonemlerin dil için ne kadar önemli olması daha açık olur.
2. Leksikoloji
Dilin sözcük yapısını, sözcük yapısının gelişimini, onun değişmesini bunların sebebini, sözlerin mana gruplarını vs. öğrenen dilbilim bölümüne leksikoloji denir. Leksikoloji sözün dilin sözcük birliği olması, onun niteliği, sözle düşüncenin ilişkisi, bu konuda olan fikirler incelenerek öğrenilir. Sözler vasıtasıyla eşya ve hadiselere, genellikle, dilde olan anlayışlar adlandırılabilir. Mesela taş, demir, ağaç, toprak, adam, ak, kara, kırmızı, bir, iki, beş, almak, gitmek, gelmek, fikir, hayal, arzu, üzüm-lük, ot-luk, balık-çı, ekin-ci, yaz-ı, yazı-cı, vs. dilin sözcük yapısı daima gelişmede ve değişmededir. Bu da toplumun gelişimi ile bağlıdır.
3. Morfoloji
Gramerin bir bölümü olan morfoloji de mevcut sözleri, dikkate almadan, genellikle, dilde sözlerin değişmesi, oluşturulması kaideleri hakkında kanunlar verilir. Morfolojide sözlerin yapısının öğrenilmesinin çok büyük ilmi önemi vardır. Çünkü dünya dillerinin çoğunda gramatik yönden sözlerin yapısı kök ve eklere ayrılır. Sözün kökü ile esasen eşyalık konu ifade olunursa, ekler vasıtasıyla çeşitli leksik ve gramatik manalar oluşturulur.
Mesela, leksik manaların yaratılmasında esasen yapım eki eklerinden yararlanılırsa dil-ci, mekteb-li (okul-lu), gabag-cıl (uyanık) vs. (Azerbaycan dilinde), yazıkoved (dilbilimci), sholnik (öğrenci), peredovik (öncü), pisateli (yazar) vs.) (us dilinde), gramatik manaların oluşturulmasında zaman eklerinden, şahıs eklerinden (son ek), ismin hal eklerinden, mensubiyet kategorilerinin eklerinden vs. yararlanılır. Mesela Azerbaycan dilinde ismin hallerini bildirmek için –ın, -a, -ı, -da, -dan eklerinden mensubiyet (iyelik) anlayışını bildirmek için -ım, -ın, -ı, -ımız, -ları eklerinden yararlanılırsa, fiilin görülen geçmiş zamanını ifade etmek için -dı, -di, -du, -dü şimdiki zamanını ifade etmek için ise -ır, -ir, -ur, -ür zaman eklerinden ve şahıs eklerinden yararlanılır. Rus dilimde geçmiş zamanı bildirmek için fiil köküne (kişi cinsinde) her üç şahısta 1 ek olunur (çital), şimdiki zamanı bildirmek için –u, -es, et eklerinden (piş-u, piş-eş, pis-et) yararlanılır.
4. Sentaks (Cümle Bilgisi)
Dilde sözlerin birleşmesi, fikrin maddi dil şekline dönüşmesi ve onun ifade olunması için cümlede sözlerin, söz birleşmelerinin hem şekil hem de konuca birleşmelerinin hem şekil hem de konuca birleşmesi gerekir. Buna göre de gramerde (sentaksta) mevcut sözleri, mevcut cümle üyelerini dikkate almadan sözlerin her tür birleşmeleri, cümlelerin oluşturulması hakkında kaide, kanunlar verilir. Cümle bu veya başka bir dilin kanunları esasında şekillenen ton yönünden nispetle bitmiş fikri ifade eden dil birliğidir. O halde, cümleye has olan özelliklerden biri de onda yüklemin ve telaffuz özelliğinin olmasıdır. Dilin insanlar arasında iletişim aracı olması için bu veya başka bir dilin cümlelerinden yararlanılır. Cümleler tek yapılı (ışıklaşır, seherdir. Yangın! Seni çok incitirler?, şairdir vs.) olabildiği gibi çift yapılı da (Hasan fikre gitti, Dilara dinlemedi vs.) olabilir.
Böylelikle, dili meydana getirmek için dilbilimde olan bütün unsurlar (sesler, sözler, söz birleşmeleri, cümleler) belirli gramer kanunları ile birbiriyle birleşmelidir.
Dilin sahalarından her birinin (seslerin, sözlerin, gramer yapının) kendine mahsus sistem karakteri vardır.
Elbette sistem anlayışı ile eşyaların yabancı mekanik yığılmasını karıştırmak olmaz, çünkü sistem dediğimizde dilde olan aynı cinsli unsurların birinin diğeri için şart olması, birinin diğerini tamamlaması göz önünde tutulur.
F. De Sössür’ün fikrince, dil ideayı ifade eden işaretler sistemidir. O, dilin sistem karakterinden bahsederken onun tarihi gelişimini değil, çağdaş durumunu dikkate alırdı. Dilin niteliğinden konuşurken, onun her zaman gelişmekte, kendi kaidelerini mükemmelleştirmekte, doğrulamakta olduğunu, Sössür’ün ise bu gelişimi reddettiğini kaydetmiştik. Unutmamalı ki, dilin varlığı onun gelişimindedir.
Buna göre dilin niteliği de onun yapı unsurlarının gelişimindedir. Günümüz dilin yapısından bahsederken onun gerçek unsurlarının birbiriyle ilişkisinden, birinin diğeri için şart olmasından değil, “temiz ilişkilerden” (Lui Yelmslev vs.) konuşurlar, gerçek unsurların ilişkisini ise ikinci dereceli hesap ederler. Halbuki, dilin yapısı onun gerçek unsurlarının durumu, onların karşılıklı ilişkisini teşkil eder. O da malumdur ki, dil hadiseleri kendi başına değil, dilde mevcut olan gerçek unsurlar arasında kanuna uygun şekilde meydana gelir.* Bu manada dilin gerçek unsurları arasında “temiz ilişkilerden” bahsetmek idealizmden başka bir şey değildir.











3. BÖLÜM
FONETİK
FONETİĞİN KONUSU VE GÖREVLERİ
Dilin yapısı onun fonetik, morfolojik, sentaktik ve leksik sistemlerinin bütünü, tamamıdır. Başka bir deyişle, dilin birlikleri olan fonemler, morfemler (morfolojik vasıtalar), sitagmlar (sentaktik birleşmeler) ve nihayet leksik vasıtalar birbiriyle sağlam ilişkide olup, birbirleriyle olan ilişkilerine göre mevcutturlar.
Bilindiği gibi, ister sözler, isterse de çeşitli gramatik vasıtalar her şeyden önce, kanuna uygun çeşitli ses kompleksleri şeklinde faaliyet gösterir. O halde, bu ses komplekslerini ve onları teşkil eden ayrı ayrı sesleri öğrenmeden benzeri seslerde mevcut olan leksik ve gramatik vasıtaları öğrenmek mümkün değildir. Böylece de, her bir gramatik vasıta, özellikle ekler, çeşitli kelime içinde mevcuttur. Benzeri kelime veya kelime kökü dikkate alınmadan bu veya diğer gramatik vasıtanın asıl niteliğini ve gramer görevini belli etmek olmuyor. Mesela, Azerbaycan dilinde, -dır, -dir, -dur, -dür eki çeşitli gramatik niteliğe sahip olan kelimelerin üzerine getirilebilir. Mesela adam-dır, kal-dır, yaz-dır. Burada birinci sözün isim olmasına, yani geniş manada eşya bildirmesine bağlı olarak -dır, eki haber kategorisinin belirtisi, ikinci kelime edilgen fiil olduğuna göre, fiilin çatı kategorisinin, nihayet, üçüncü söz etken fiil olduğu için -dır eki fiilin haber icbar (emir) türünün morfoloji belirtisi gibi çıkar. O halde her bir halde -dır, -dir, -dur, -dür eklerinin morfoloji konusu ve niteliği onun eklendiği kelimenin gramatik tabiatı ile belirlenir. Böylelikle, sözcük yapısı ile gramer arasında da sağlam ilişkinin varlığı kendi kendine açıklanır.
Yukarıda kaydolunduğu gibi, dilin birbiriyle sağlam ilişkide olan çeşitli birliklerinin incelenmesi ile dilbilimin çeşitli bölümleri meşgul olur.
İnsanlar arasında en zaruri iletişim aracı olan dil kendi vazifesini iletişim aracı rolünü her şeyden önce konuşma sesleri vasıtasıyla yerine getirir. Yalnızca bu durum dilin varlığı ve faaliyet göstermesi için fonetik yapının ne kadar büyük öneme sahip olduğunu açıkça gösterir. Doğrudur, dilin iletişim aracı olmak görevi iki şekilde sesli dil ve yazılı dil vasıtasıyla meydana gelir.
Bununla ilgili olarak itiraz edilebilir ki, fonetik yapının önemi kaydolunduğu kadar da geniş değil, sınırlıdır. Başka bir deyişle, fonetik yapının dil sisteminde yeri, diyelim ki, gramer ve sözcük bilim kadar önemli değildir.
Elbette, böyle bir fikre rıza göstermek olmaz. Her şeyden önce biz canlı, faaliyet gösteren dil dediğimizde, sesli dili göz önünde tutarız. Daha doğrusu, kendi maddi esası olan seslerin dışında dil yoktur veyahut ölüdür. Mesela, Latin, Het, Sümer, Elam vs. diller ona göre ölü diller hesap olunur ki, onlar iletişim vasıtası olması itibarıyla sesli dil şeklinde mevcut değildir. Diğer taraftan, yazılı dil kendi de fonetik yapının dışında, konuşma seslerinin dil karşılığı olan fonemlerin dışında mevcut değildir. Yazılı dil konuşma seslerinin, daha doğrusu, fonemlerin yazıda işareti olan harfler –grafemler sisteminden ibarettir. O halde, fonetik yapı sadece sesli dil için değil, yazılı dilin varlığı için de esas şartlardan biridir. Başka tür de olamaz. Dilin esas özelliklerinden biri veyahut diyebiliriz ki, esas belirtisi onun sesleri vasıtasıyla meydana çıkmasıdır. Dünyada yegane (tek) düzgün ilmi metodolojinin kurucuları olan K. Marks ve F. Engels kendilerinin meşhur “Alman İdeolojisi” adlı eserinde dili “seslerde hareket eden hava dalgaları” olarak adlandırmışlardır.
M. T. Matuseviç fonetiğin teorik öneminden bahsederek yazar: “Fonetiğin teorik önemi açık şekilde böyle bir hadiseden ileri gelir ki, o, dilin dış yapısı olan ses yönünü öğrenir ki, bu dış yapıda da onun konusu ifade olunur ve dil kendi esas görevini – iletişim vasıtası olmak görevini hayata geçirir. Dili onun seslerinden dışarıda öğrenmek mümkün değildir, çünkü bu, birlikte bir bütün olan konuyla yapıyı ayırmak demek olurdu.”
Dilin fonetik yapısının dilin esas görevinin yerine getirilmesinde karşılıksız önemini kaydettikten sonra, onun dil sisteminde tuttuğu yeri belirlemek lüzumu meydana çıkar ki, bu da kendi sırasında fonetik yapının dilin grametik ve leksik yapısı ile, bunun gibi fonetiğin gramer ve sözcük bilimi ile ilgisini belirlemek ister.
Bilindiği gibi dilin bütün iç yapısı ve bu yapıya dahil olan fonetik olmayan birlikler onun en küçük birliği olan fonemlerden teşkil olunur. Fonemler dil dokumasının en önemli hücreleridir. Onlar olmadan ne dil, ne dil birlikleri, tabii ki, ne dilin yapısı, ne de dil sistemi olabilir.
Buna göredir ki, kelimenin asıl manasında fonem teorisi olmadığı, fonetiğin şimdiki kadar büyük başarılar kazanmadığı bir devirde ünlü Rus dilbilimcilerinden F.F. Fortunatov kendinin eski Slav dilinin fonetiği üzerine okuduğu derslerinde diyordu: “... hangi dil olursa – olsun, onun ilmi şekilde öğrenilmesine fonetikten başlanmalıdır.”
Ünlü Rus dilbilimcisi benzeri sözleri bugünkü dilbilim için daha kuvvetle söyler. Günümüz Sovyet fonetistleri içerisinde Moskova ekolünün en tanınmış temsilcilerinden biri olan R. İ. Avanesov yazar: “Ses sistemi dil yapısının tek ve önemli unsurudur, hem de öyle bir unsurdur ki, onu öğrenmeden gramatik yapının ve sözcük yapısının öğrenilmesi mümkün değildir. Bilindiği gibi, dilin yapısının öğrenilmesi dilbilimin önemli görevidir. Bu o demektir ki, bu önemli görevin yapısına aynı zamanda dilin ses sisteminin öğrenilmesi dahil olur.”
Rus dilinin fonetiği ve genellikle, fonolojiye ait birçok değerli eserlerin yazarı olan R. İ. Avanesov vasıtasıyla dilin yapısında fonetik sistemin yeri meselesinden bahsederek kendi fikrini daha da kesinleştirerek, tahminen f. F. Fortunatov gibi yazar: “Gerçekten de, dilin fonetik sistemi ile tanışmadan onun teorik veya pratik şekilde öğrenilmesi mümkün değildir.”
Fonetiğin ve onun inceleme objesi olan fonetik yapının dil yapısındaki yerini göstermekle beraber, aynı zamanda fonetik sistemin doğrudan başka unsurları ile olan ilişkisinin öğrenilmesini de önemli bir görev gibi kaydetmek lazımdır. Nihayet, fonetik yapının dil sisteminde tuttuğu yerden bahsederken onun incelemesinin, başka bir deyişle, dilbilimin fonetik bölümünün teorik ve pratik öneminden konuşmak gerekir.
Fonetik yapının öğrenilmesinin teorik önemi, her şeyden önce, benzeri yapının dilin varlığı için ne kadar büyük önem elde etmesi ile tayin olunur.
Bilinen meseledir ki, fonetik yapı dilin çeşitli sahalarını inceleyen dilbilimin bütün sahaları ile sağlam şekilde bağlıdır. fonetik sadece dilin ses yönünde objektif şekilde mevcut olan ilişkileri öğrenip, belirlemez, o ayrıca gramerin, özellikle morfolojinin belirli derecede sentaksının, böyle leksikolojinin bir sıra zor meselelerinin açıklanması için karşılıksız material verir.
Dilin fonetik yapısını öğrenmeden, benzeri dile dahil olan lehçe ve şivelerin ilmi incelemesi mümkün değildir. Fonetik dil tarihinin meydana gelmesinin temel taşlarının önemli bir kısmını teşkil eder. Fonetik olmadan etimoloji (köken bilimi) denilen ilim sahasının mevcut olması mümkün değildir.
Fonetiğin büyük pratik önemi de vardır. Açıktır ki, yazılı olmayan diller için alfabe oluşturmak, ebedi dilin telaffuz kurallarını – doğru telaffuz kurallarını belirlemek için fonetiğin rolü eşsizdir. Bilindiği gibi yazım kuralları, kaidelerinin düzenleme prensipleri içerisinde en demokratik ve kütlesel prensip olan fonetik prensip çok önemli yer tutar. Birçok dillerin, özellikle eklemeli dillerin, o sıradan Türk dillerinin yazım kuralları, birinci sırada, fonetik prensip esasında düzenlenir.
Dilin ses yapısını öğrenen ilmin pratik önemi yalnız dilbilimle sınırlanıp kalmaz. Fonepediya ve logopediya için – telaffuz eksikliklerinin tedavisi ile meşgul olan hekimlerin sahaları için onun büyük önemi vardır. Bilindiği gibi, pedagojinin bir dalı, yani sağır ve dilsizlerin tahsili meselesi ilk sırada fonetik fikirlere dayanır ve onun üzerinde yükselir.
Son zamanlar usullerin hızlı gelişimi ile ilgili olarak, sözlü konuşmayla idare olunan makinelerin, sözlü tercüme cihazlarının meydana gelmesi ile fonetiğin tekniği ilimler için önemi özellikle artmıştır.
Bütün bu yönler fonetik yapıyla meşgul olan ilmin ne kadar büyük teorik ve pratik önemi olduğunu gösterir.
Fonetik dilbilimin vasıtasıyla tecrübi, daha doğrusu, sırf laboratuarda hazırlanmış materiallardan yararlanan henüz tek sahasıdır ki, o, toplumsal ve tabiat ilimlerinin inceleme usullerinden bir bütün halinde yaralanır. A. S. Çikobavo yazar: “Dilbilim fonetiğin sayesinde daha çok düzgün toplumsal ilimlerden biri olmuş değildir, hiç de mübalağa olmaz.”



FONETİĞİN ÇEŞİTLERİ
Dilin ses yapısını öğrenen dilbilim bölümüne fonetik denir. Fonetik Yunan sözü olup, ses hakkında ilim manasına gelir.
Fonetik dilin ses yapısını çeşitli bakış açısından öğrenir. Mesela, dilimizde olan sesleri meydana gelme, seslenme, dilde tuttuğu yer vs. yönlerden öğrenmektir. Bununla ilgili olarak, fonetiğin çeşitli şekilleri vardır. Bunlar aşağıdakilerden ibarettir:
1. Akustik Fonetik
Konuşma seslerinin fiziki hadiselerden, onların seslenmesinden, tonundan, ses tonundan vs. bahseder.
Akustik fonetik konuşma seslerinin incelenmesinde osillogramlardan, spektrogramlardan (özel fiziki cihazlar vasıtasıyla çekilmiş eklerden) vs. yararlanılır.
2. Fizyolojik Fonetik
Seslerin meydana gelmesinden oluşan uzuvları, bu veya diğer sesin telaffuzu zamanı onların aldığı durumu vs. öğrenir. Fizyolojik fonetik seslerin incelenmesinde bir sıra vasıtalardan –rentgenogramlardan (ağız uzuvlarının, röntgen cihazında çekilmiş şekillerinden), polatogramlardan (özel suni damak vasıtasıyla dilin durumunu gösteren şekillerden), bunun gibi görünen konuşma uzuvlarının fotoğraflarından yararlanılır.
3. Sosyolojik Fonetik
Sosyolojik fonetik veyahut fonoloji konuşma seslerinin toplumsal niteliğinden onların görevinden, insanlar arasında iletişim aracı olmasından vs. bahseder.
Fonetiğin bu üç türü birbiriyle ilgili şekilde dilin ses yapısını – fonetik yapısını, özellikle fonemler sistemini öğrenir.
Fonetiğin bu türleri aslında, fonetiğin inceleme yönlerini teşkil eder.
İşlendiği sahaya ve inceleme usulüne göre de fonetiğin çeşitli türleri vardır. Onlardan genel fonetik, tasviri fonetik, tarihi fonetik, karşılaştırmalı fonetik, tecrübi fonetik, işaretle ifade edilen fonetik, sentaks fonetik türlerini özellikle kaydeder.

Genel fonetik, adından da anlaşıldığı gibi fonetiğin genel meselelerinden,konuşma cihazının ses imkanlarından ve çeşitli dillerde ses yapısının çeşitli meydana çıkış şekillerinden bahseder. “Dilbilime Giriş” ders kitabındaki fonetik genel fonetiğe aittir.
Tasviri fonetik ayrı ayrı dillerin eş zaman planında öğrenilmesi ile meşgul olur. “bu veya diğer mevcut bir dilin çağdaş seviyede sahip olduğu ses yapısını, ses kanunlarını ve belirli şarta bağlı olan fonetik değişmelerin ilişkilerini açıklamak, tespit etmek ve bunlardan pratik sonuç çıkarmak tasviri fonetiğin konusunu ve maksadını teşkil eder.”
Tarihi fonetik dilin ses yapısını gelişimini ve sabitleşmesini inceler. E. Demircizade’ye göre, “Gelişme tarihi boyunca belirli dilin ses yapısında, fonetik kanun ve kaidelerinde oluşmuş değişmeleri öğrenip, benzeri dilin fonetik sisteminin gelişim tarihini belirlemek tarihi fonetiğin konu ve maksadını teşkil eder.”
Fonetiğin türleri içerisinde karşılaştırmalı fonetik özel yer tutar. Fonetiğin bu türü çeşitli dillerin (akraba ve akraba olmayan) fonetik yapılarını karşılaştırma, karşı karşıya koyma yolu ile öğrenir. Karşılaştırmalı fonetik, esasen, iki maksat taşır. Akraba dillerin ses yapısını öğrenen karşılaştırmalı fonetik, benzeri dillerin tarihi fonetiğine akraba olmayan dillerin ses yapısını öğrenen karşılaştırmalı fonetik ise benzeri dillerin öğretimi yollarına hizmet eder.
İlmin ve tekniğin hızlı gelişimi ile ilgili olarak meydana gelen ve son zamanlar büyük gelişme gösteren tecrübi fonetik fonetiğin pratik ve teorik önem kazanan türlerinden biridir. Tecrübi fonetik herhangi bir dilin ses yapısını cihazlar vasıtasıyla öğrenir. V. A. Artyomov gösterir ki, “tecrübi metotların uygulanması fonetiğe dil hakkındaki ilimlerin genel sisteminde en doğru ilimlerden biri olmaya imkan vermiştir. Bu metotlar bir sıra dillerin ses yapısını, belirli derecede tonlamanın, itibarlı tasvirine getirip çıkarmıştır.”
Fonetiğin o kadar da geniş yayılmamış türlerinden olan remzi (işaretle ifade edilen) fonetik dilbilimden daha çok poetika sahasına ait olup konuşma seslerinin anomapoetik* (ses taklidi) istifadesini göz önünde tutar.
Sintagmatik (sentaks) fonetik aslında tasviri fonetiğin ikinci esas bölümü sayılabilir. Sintagmatik fonetik konuşmayı, onun sitagmlara (kelimelere) parçalanmasını, konuşanın kendi konuşmasına uygunluğunun fonetik imkanlarını öğrenir.
Sintagmatik fonetik gramerin bir bölümü olan sentaksa sağlam şekilde bağlıdır.
SESLERİN AKUSTİĞİ
Herhangi bir ses esnek cismin titremesi ve hava dalgalarının akımı neticesinde meydana gelir. Bu dalgalar havada birbirinin ardınca hareket eder ve işitme organı vasıtasıyla işitilir. Dalgaların şekil ve karakterine göre sesler üçe ayrılır:
1. Ses darbeleri
2. Gürültüler
3. Musikili sesler veya tonlar.
Ses darbeleri herhangi bir ateş, parlayış ve herhangi ağır cismin darbesinden çıkan seslerdir. Gürültüler devamlı olmayan ve çabuk çabuk oluşan zayıf darbelerden ibarettir. Ağaç yapraklarında rüzgarın hışıltısı, herhangi bir metalin çıngıltısı vs. sesler buna örnek olabilir. Musikili sesler veya tonlar ise hava akımının devamlı olarak ahenkli şekilde titremesi sonucunda meydana gelir. Musiki aletlerinin, şarkıcıların vs. çıkardığı sesler buna örnek olabilir.
Herhangi bir cisim seslenirse, hava dalgaları titrer, onun titremesi ise yakındaki hava parçalarına verilir. Bunlar da titremeye geçip kendi titremelerini komşu parçalara vs. götürür ki, bunun sonucunda da havada ses dalgaları meydana gelir ve yayılır. Ses yere yayılarak kaynaktan uzaklaştıkça zayıflar.
Konuşma sesleri, genellikle, çeşitli seslerden ibarettir. Bu seslerin kaynağını da ses tellerinin titremesi teşkil eder. Konuşma seslerinin akustik özellikleri onların yüksekliği, becerisi, uzunluğu ve ses tonundan ibarettir.
1. Konuşma Sesinin Yüksekliği
Sesin yüksekliği belirli zaman birliğinde titremenin sayısı ile düz uygun olan akustik birliktir. Sesin yüksekliği, bir kaide olarak, hers (hiddetle)* ölçülür. Mesela 200 hs titreme çabukluğuna sahip olan ses 150 hs titreme çabukluğuna malik (sahip) olan sesten iki defa güçlü olur.
Sesin yüceliği aynı zamanda ses veren cismin kütlesi ve esnekliği ile bağlıdır. Böyle ki, kütle ve esneklik çok oldukça sesin yüceliği azalır. O halde sesin yüceliği cismin kütlesi ve esnekliğinin az olması ile ters uygunluktur.
2. Konuşma Sesinin Gücü
Sesin gücü veya verimliliği bir saniye karşısında dalgasına dikey olan 1cm² sahadan geçen enerjinin miktarı ile belli olunur.
Sesin gücü birinci sırada amplitudaya* (titremenin ölçüsü) bağlıdır. Başka bir deyişle, titremenin ölçüsünün karesi ne kadar büyük olursa, sesin gücü de bir o kadar çok olur.
Şüphesiz, sesin gücüne atmosfer tazyikinin, rutubet derecesinin, bunun gibi hava sıcaklığının da tesiri vardır.
3. Konuşma Sesinin Uzunluğu
Sesin uzunluğu onun meydana gelmesine sarf olunan (harcanan) zamana göre belli olunur. Bilindiği gibi, her bir sesin kendine has uzunluğu ve yahut devamlılığı mevcuttur ki, bu da benzeri sesin yüceliğine, gücüne vs. bağlı değildir.
4. Konuşma Sesinin Ses Tonu
Bu, sesin öyle bir durumudur ki, onun vasıtasıyla seslerin yüceliğine, gücüne, uzunluğuna bağlı olmayarak, onları birbirinden farklandırırlar. Mesela a ve ı seslerini aynı yücelikte, aynı güçte ve aynı uzunlukta telaffuz etmek olur. Lakin onlar yine de birbirinden farklanacaklar. Sesin bu durumuna veya onun kendine has renkliliğine sesin ses tonu denilir. Sesin bu karmaşıklığındaki en alçak ton esas ton adını alır.
Esas tona ne kadar çok ilave ton karışırsa, bu ilave tonların her birinin gücüne bağlı olarak sesin ses tonu da bir o kadar dolgun, ahenkli ve çeşitli olur. Şarkıcıların, tarın (telli musiki aletinin), çeşitli müzik aletlerinin sesleri ilave tonlarla dolgundur.
Sesin ses tonu da onun işitilmesine imkan yaratan ilaveli tonun hareketine bağlıdır. Bu da ayrı ayrı sesleri birbirinden farklandırmaya imkan yaratır.
KONUŞMA SESLERİNİN FİZYOLOJİSİ
Her bir konuşma sesi, bilindiği gibi, birinci sırada konuşma uzuvlarının ürünüdür.
O halde dilimizin konuşma seslerini öğrenmek için birinci sırada, konuşma uzuvlarını öğrenmek gerekir. Konuşma uzuvları aşağıdakilerdir.
1. Akciğerler
2. Bronşlar
3. Nefes borusu
4. Gırtlak
5. Ses telleri
6. Damak
7. Yutaklar
8. Dil
9. Dil arkası
10. Dil ortası
11. Dil önü
12. Dişler
13. Dudaklar
14. Sinir Sistemi
Kaydetmek lazımdır ki, bu konuşma uzuvlarının görevi hiç de aynı değildir. Böyle ki, akciğerler, bronşlar, nefes borusu, sinir sistemi konuşma seslerinin meydana gelmesi ile ilgili değildir. Konuşma sesleri, esasen gırtlaktaki ses telleri ve ağız uzuvları vasıtasıyla şekillenir. Esas altı konuşma uzuv vardır ki, bunlardan da ikisi (damak ve dil) kendi sırasında üçe ayrılır. Bu konuşma uzuvları seslerin meydana gelmesinde çok önemli ve zorunlu rol oynar.
Konuşma uzuvları ikiye bölünür. Faal konuşma uzuvları, faal olmayan konuşma uzuvları.
Hareket eden konuşma uzuvlarına faal (çalışan) konuşma uzuvları denilir. Bunlara dudaklar, dil, küçük dille birlikte, yumuşak damak ve yutak boşluğunun arka duvarı dahildir. Bunlara dişler, sert damak ve yutaklar dahildir.
Bizim konuşmamız konuşma uzuvları vasıtasıyla mevcut olur ve insan fikrinin ifadesine çevrilir. Kaydetmek lazımdır ki, konuşma seslerinin meydana gelmesinde konuşma üyeleri çeşitli durumlarda olur. Başka bir deyişle, her bir konuşma sesinin kendine has işi vardır. Lakin bu veya diğer konuşma sesinin meydana gelmesi zamanı konuşma üyelerinin hareketinde bir ortaklık kendini gösterir. Bu ondan ibarettir ki, bu veya diğer sesin, özellikle ünsüzlerin telaffuzunda 3 aşama göze çarpar:
1. Bu veya diğer sesi telaffuz etmek için konuşma üyeleri harekete başlar. Buna başlangıç ve araştırma gezisi denilir.
2. Benzeri sesi telaffuz etmek için konuşma üyeleri bir an hareketsiz kalır ki buna fasile (ara) veya pauza (ara verme) denilir.
3. Bu ses telaffuz edildikten sonra konuşma üyeleri kendi önceki durumunu almaya başlar ki, buna son ek veya rekursiya denilir.
Dilin iletişim aracı olması için bu azdır. Bu veya diğer fikri kendinde seslendiren konuşmayı anlamak ve anlatmak kendi sırasında çok büyük öneme sahip olan meselelerden biridir. İnsanlar konuşmayı, her zaman, kulakları vasıtasıyla işitir ve kavrarlar. Kulak esasen 3 bölümden ibaret olur. Dış kulak, orta kulak, iç kulak.
Dış kulakla orta kulak arasında kulak perdesi yerleşir ki, her zaman, ses dalgaları, her şeyden önce, onları titretir. Kulak perdesinden sonraki parçanın hacmi 1 cm olan uzunca pencereyi hatırlatan parçada çekiç, örs, üzengi tipli kemikler yerleşmiştir. Bu kemikler demir gibi işleyen oynak kemiklerdir. Kulakta hissetmeye çok hassas olan sinir uçlarının olduğu parça endolimf denilen madde ile doludur. Burada esas membran denilen parça yerleşir. Benzeri membran birbiriyle zayıf bağlanmış tahminen 20.000 liften ibarettir. Bu liflerin hareketi ile biz çeşitli sesleri işitebiliriz. İnsan kulağı, her zaman, 16 ile 20.000 hs arasındaki tezliğe sahip olan sesleri işitir.
KONUŞMA SESLERİNİN SINIFLANDIRILMASI
Her bir dilde lingvistik görevli konuşma sesleri – fonemler üç gruba bölünür: Ünlüler (vokaller), yumuşak ünsüzler ve ünsüzler (konsonantlar). Fonemleri belirli bakış açısıyla ilgili olarak ikiye de ayırmak olur: Sonantlar (musikili tona sahip olan konuşma sesleri) ve konsonantlar (karışık sesli konuşma sesleri). Ayrı ayrılıkta bu tasniflerin (sınıflandırılmaların) ikisi de doğrudur.
Lakin birbiriyle karşılaştırdığımızda birinci daha başarılıdır. Böyle ki, ikinci sınıflandırmada yalnız akustik yön dikkatte tutulduğu halde, birincide hem akustik, hem de fizyolojik sebeplere dayanılmıştır.
Ünlü ve ünsüzler ses yapısını iki kutbunu teşkil eder ve bütün yönlerden karşı-karşıya koyulur. Yumuşak ünsüzler ise ünlü ve ünsüzler arasında ortak bir yer tutar. Onlar musikili tona sahip olduklarına göre ünlülere benzerler. Birçok dillerde (mesela İngiliz dilinde) yumuşak ünsüzler hece de meydana getirir ki, bu da birinci sırada ünlülere has olan bir yöndür. Lakin yumuşak ünsüzlerin ünsüzlere benzeyen özellikleri de vardır. Yumuşak ünsüzlerle ünsüzlerin arasındaki aynı yön onların telaffuz zamanı ağız boşluğunda belirli zorluklara rast gelmesidir. Bu fizyolojik sebep yumuşak ünsüzlerin ünsüzler sırasına dahil olması zorunluluğunu ileri sürer.
Böylelikle dildeki konuşma sesleri iki büyük gruba ayrılır: Ünlüler ve ünsüzler.
ÜNLÜLERİN SINIFLANDIRILMASI
Orta okul ders kitaplarından başlayarak, ünlülere böyle bir tarif verilir. Telaffuz zamanı ağız boşluğunda hiçbir engele rast gelmeden telaffuz olunan seslere ünlü denir. Bu tarif ünlülere has olan yalnız bir yönü göz önünde tuttuğundan onların zaruri (zorunlu) farklı yönlerinin hepsini aksettiremez. Mesela, bilindiği gibi ağız boşluğunda hiçbir engele rast gelmeyen seslere h ünsüzü de dahildir. Başka bir deyişle, benzeri ünsüz telaffuz olunurken ağız boşluğundan ünlüler gibi tamamıyla serbest çıkar.
O halde, yukarıdaki “ağız boşluğunda engel” fizyolik sebebine dayanılsa, h ünsüzünü ünlü hesap etmek gerekir. Halbuki, ileride göreceğimiz gibi kaydolunan ünsüzü hiçbir yönden ünlüler sırasına dahil etmek olmaz. Böylelikle, ünlüler hiç de yalnız ağız boşluğunda hiçbir engele rast gelmeden telaffuz olunan sesler değildir; onlar aynı zamanda musikili tona sahip olan seslerdir ki benzeri özelliği biz h ünsüzünde görmüyoruz. Bazen böyle zannederler ki, musikili tona sahip olmak çınlamalı olmakla aynıdır. Lakin mesele burasındadır ki, çınlamalı olmak, sesli ünlü için son sınır değildir. Çünkü çınlamalılık durumuna göre karşılaştırılmak ünsüzlere de has olan bir özelliktir. O halde, ünlülerin çınlamalı olmalarını tasdik etmekle (onaylamakla) beraber, onların musikili tona sahip olmaları ünlü fonemlerin karakteristik özelliklerinden biridir. Lakin konuşma sesi olmak itibarıyla ünlülerin kalın türleri de vardır.
Mesela böyle türler Lezgi ve Koreya dillerinde ünlü fonem tonları gibi kendi fonetik yerine bağlı olarak, kalın ve çınlamalı olabilir ve telaffuz zamanı ağız boşluğunda hiçbir engele rast gelmez. h ünsüzünü ünlülere has olan bir yönünü daha kaydetmek gerekir. O da bundan ibarettir ki, ünlüler yalnız ağız boşluğunda değil, aynı zamanda boğaz boşluğunda da hiçbir engele rast gelmeden telaffuz olunan seslerdir. Bütün yukarıda denilenleri topladıktan sonra ünlülere böyle bir tarif verilir; telaffuz zamanı boğaz ve ağız boşluğunda hiçbir engele rast gelmeden telaffuz olunan, musikili tona sahip konuşma seslerine ünlüler denilir.
Bilindiği gibi, ünlüler için önemli şart hava akımının olmasıdır. Başka bir deyişle,hava akımı olmadan hiçbir ünlüyü telaffuz etmek mümkün değildir. Bu hava akımının ünlüye çevrilmesi yani çeşitli ses tonuna sahip konuşma sesleri gibi çıkması ise konuşma uzuvları ile ilgili olan bir meseledir. Böylelikle, konuşma uzuvlarının katılımına ve durumuna göre ünlüler çeşitli şekilde sınıflandırılır.
Dünya dillerinde ünlülerin miktarı çeşitlidir. Bazı dillerde bunların miktarı çok, bazılarında ise azdır. Mesela Azerbaycan dilinde (o sıradan  ünlüsü olan başka Türk dillerinde) g (a, ı, o, u, , e, i, ö, ü), Türk dilinde 8 (a, ı, o, u, e, i, ö, ü), Rus dilinde 6 (a, ı, e, i, o, u), Fars dilinde 6 (bunların üçü –i, u, a, uzun üçü ise e, o,  kısadır), Gürcü dilinde 5 vs.
Ünlülerin sınıflandırması aşağıdaki prensipler üzere yapılır:
1. Dilin ufki durumuna göre.
2. Dilin düşey durumuna göre.
3. Dudakların durumuna göre.
4. Sayıya göre.
5. Yumuşak damağın durumuna göre.
6. Gerginliğe göre.
7. Çalışma sabitliğine göre.
Birinci prensip esasında ünlüler üçe bölünür, ön sıra, orta ve arka sıra ünlüleri.
Ön sıra ünlülerinin telaffuzu zamanı dilin orta kısmı sert damağa doğru kalkıp ağız boşluğunu iki bölüme ayırır ve benzeri ünlüler iki parçaya bölünmüş ağız boşluğunun ön parçasında meydana gelir.
Aşağıdaki ön sıra ünlüleri dünya dillerinde geniş yayılmıştır: i:i, ü, ö:, ö; a:a
Orta sıra ünlüleri telaffuz edilirken dilin ön ve orta kısmı sert damağa doğru kalkar. Bu durumda telaffuz olunan ünlülere orta sıra veyahut karışık sıra ünlüler denilir. İngiliz dilindeki , : Azerbaycan dilindeki e, e: ünlüleri dil ortası veyahut karışık sıra ünlüler hesap olunur.
Arka sıra ünlülerinin telaffuzunda ise geri çekilmiş dilin arka kısmı yumuşak damağa doğru kalkar. Geniş yayılmış arka sıra ünlüler bunlardır: a, a: o, u,ı.
Birinci prensibe, yan idilin ufki durumuna göre ünlülerin sınıflandırmasını böyle bir cetvelle gösterebiliriz:
Dilin ufki durumuna göre Dil önü Dil arkası Dil arkası
Ünlüler İ;, i, ü, ö: ö,a E,e:, *, * I,u:, u,o, o*:, a,a:
* İngiliz diline aittir.
Kaydetmek gerekir ki, seslenme bakımından birbirine yakın olan ünlüler çeşitli dillerde, meydana gelme yerine göre çeşitli gruplara dahil olur. Mesela, ı Azerbaycan dilinde dil arkası ünlüsü olduğu halde, Rus dilinde o, dil ortası ünlüler grubuna dahildir.
İkinci prensibe göre, yani düşey durumuna göre ünlüler dört yere bölünür. Bu bölgüye esas ayar ölçüsü dilin kalkma derecesidir. Dil çok yukarı kalkmış durumda olurken dar, nispeten yukarı durumda olurken yarımdar ünlüler meydana gelir. Dil nispeten aşağı durumda olurken yarım geniş, çok aşağı durumda olurken ise geniş ünlüler meydana gelir. Böylelikle, kaydolunan prensip esasında ünlüler aşağıdaki gibi sınıflandırılır:
1. Dar ünlüler. i, i:, ü, ı, u
2. Geniş ünlüler: , :, ö, ö:, o, a, a:
3. Yarımdar ünlü: e:
4. Yarım geniş ünlü: e, ö*, o*
(* Rus diline aittir).
İkinci prensip dilim düşey durumuna dayandığı gibi, bazen alt çenenin durumuna da dayanır. Bu zaman ünlülerin sınıflandırılması aşağıdaki gibi olur. Kapalı, yarım kapalı, yarım açık, açık ünlüler.
Kapalı ünlülerin telaffuzu zamanı alt çene üst çeneye çok yakın olur. Hatta bazen alt çenedeki dişler üst çenedeki dişlere dokunur. Kapalı ünlüler dar ünlülerle aynı olup i, i:, ü, ı, u ünlülerini kuşatır.
Yarım kapalı ünlülerin telaffuzunda alt çene, tahminen, yarım kapalı ünlünün telaffuzu zamanı indiği kadar aşağı düşer. Mesela Azerbaycan dilindeki e, Rus dilindeki ö, o ünlülerinin telaffuzu zamanı böyle durum alınır. Bu ünlüler yarım geniş ünlülerle uygunluk teşkil eder.
Nihayet, açık ünlülerin telaffuzu, zamanı alt çene tamamıyla aşağı inmiş durumda olur. Dilin düşey durumuna göre geniş olan :, , ö:, ö, a, a: ünlüleri açık ünlüler hesap olunur.
Görüldüğü gibi, nitelikçe dar, yarım dar, yarım geniş, geniş ünlülerle kapalı, yarım kapalı, yarım açık, açık ünlüler arasında benzerlik vardır. İkinci prensibe göre ünlülerin sınıflandırmasını aşağıdaki cetvelde gösterebiliriz.
Dilin düşey durumuna göre Ünlüler Alt çenenin durumuna göre
Dar i:, i, ü, i, u:, u Kapalı
Yarım dar e: Yarım kapalı
Yarım geniş e Yarım açık
Geniş :, , ö: ö, o, a: a Açık

Üçüncü prensip ünlülerin telaffuzunda dudakların katılımını göz önünde tutar. Benzeri prensibe göre ünlüler iki büyük gruba bölünür: Dudaklar vasıtasıyla telaffuz edilen ünlüler, dudaklar vasıtasıyla telaffuz edilmeyen ünlüler.
Dudaklar vasıtasıyla telaffuz edilen ünlülerin telaffuzu zamanı dudaklar ileri verilir ve yuvarlaklaşır. Böylelikle, dudaklarda yuvarlaklık meydana gelir. Benzeri yuvarlaklığın büyüklüğü ve küçüklüğü ünlünün diğer fizyolojik durumlarına bağlı olur.
Böyle ki, dil önü dudakların vasıtasıyla telaffuz edilen ünlülere nispeten dil arkası dudaklar vasıtasıyla telaffuz edilen ünlülerin telaffuzu zamanı benzeri yuvarlaklığın ölçüsü büyük olur. Dudaklar vasıtasıyla telaffuz edilen dil önü ünlülere geldiğimizde ise yuvarlaklığın ölçüsü ünlünün kapalı veya açık olmasına bağlıdır. başka bir deyişle, yuvarlaklık dudaklar vasıtasıyla telaffuz edilen kapalı ünlülerde küçük, dudaklar vasıtasıyla telaffuz edilen açık ünlülerde ise nispeten büyük olur. Dudaklar vasıtasıyla telaffuz edilen ünlüler, demek oluyor ki, bütün dillerde vardır. Azerbaycan dilindeki dokuz ünlüden dördü dudaklar vasıtasıyla telaffuz edilir: ü, ö, u, o.
Gösterilen ünlülerden ü en çok, o en az dudaklar vasıtasıyla telaffuz edilen ünlüdür.
Dudaklar vasıtasıyla telaffuz edilmeyen ünlülerin telaffuzu zamanı dudaklar katılmaz, tamamıyla nötr halde olur. i, , e, ı, a dudaklar vasıtasıyla telaffuz edilmeyen ünlüler sayılır.
Ünlülerin sınıflandırılmasında yararlanılan dördüncü prensip yumuşak damağın durumuna dayanır. Böyle ki, genellikle ünlülerin telaffuzu zamanı yumuşak damak yukarı kalkarak burun boşluğunun yolunu tutar. Akciğerden gelen ve gırtlakta musikili ton kazanan hava akımı bütünlükle ağız boşluğundan çıkar. Böyle ünlülere ağız ünlüleri denir. Azerbaycan, Rus, İngiliz, Fars vs. dillerden bize malum olan ünlülerin hepsi ağız ünlüsüdür.
Bazı ünlülerin telaffuzu zamanı ise yumuşak damak aşağı inmiş durumda olur ve böylelikle, burun boşluğunun yolu açık kalır. Musikili tona sahip ses hem ağız, hem de burun boşluğundan geçer. Dünya dillerinde burun ünlüleri geniş yayılmamıştır.
Burun ünlülerinin mevcut olduğu dillere Fransız dilini örnek gösterebiliriz. Benzeri dilde dört burun ünlüsü vardır.
Azerbaycan edebi dilinde burun ünlüleri yoktur, lehçelerinde ise böyle ünlüler nispeten geniş yayılmıştır. Akad M. Şireliyev, burun ünlülerinin Şeki, Nahçıvan, Orduban lehçelerinde, bunun gibi Culfa, Şahbuz, Füzuli, Vartaşen, Ağdaş, Zagatala, Gah şivelerinde işlendiğini gösterir.
Ünlülerin sınıflandırılmasında işletilen beşinci prensip onların telaffuzunun sürekliliği özelliğine dayanır. Benzeri prensibe, daha doğrusu, duruma göre ünlüler esasen iki büyük gruba ayrılır: Uzun ünlüler, kısa ünlüler uzun ve kısa ünlülerin zamanla farkı tahminen 2:1 nispetinde olur. Lakin uzun ünlü kısa karşılığından birkaç defa uzun da olabilir. Mesela, Azerbaycan dilinde si:ma sözündeki i: ünlüsü sim sözündeki i ünlüsünden üç defa uzundur.
Uzun ünlüler kısa ünlülerden fizyolojik yönden onunla farklanır ki, birincilerin (uzun ünlülerin) telaffuzu zamanı konuşma uzuvları gergin durumda, ikincilerin yani kısa ünlülerin telaffuzu zamanı ise gevşek durumda olur. Olur ki, ünlülerin sayıya göre sınıflandırılması çok vakit ünlülerin gerginliğe göre sınıflandırılması prensibi ile uygundur.
Uzunluk çeşitli dillerde çeşitli karakter taşır. Mesela, Türk dillerinde uzunluk önceki uzanma ve sonraki uzanma adı altında ikiye ayrılır. Benzeri uzanmalar, her zaman böyle izah edilir:
“Önceki uzanma daha eski devrilere aittir. Bunun meydana gelme sebepleri dilin sonraki gelişim tarihi ile açıklanamaz. Önceki uzanmaya Türkmen veya Yakut dillerinde daha çok tesadüf edilir. Azerbaycan dilinin lehçe ve şivelerinde ise önceki uzanma çok zayıf halde bazı kelimelerde kendini gösterir.
Sonraki uzanma Türk dillerinde daha geniş yayılmıştır. Sonraki uzanma belirli ünlünün düşmesi sonucunda meydana gelir. Azerbaycan dilinin lehçe ve şivelerinde de sonraki uzanmaya daha geniş yer verilir.”
Fransız dilinde de, bilindiği gibi uzanmanın iki türünü gösterirler:
1. Ritmik uzunluk (la durée rythmique)
2. Tarihi uzunluk (la durée historique)
Uzanmanın kaydolunan türleri böyle açıklanır. “Ritmik uzunluk dilin sonraki gelişim tarihi ile ilgilidir. Günümüz Fransız dilinde ünlüler kelimede tuttuğu fonetik duruma bağlı olarak uzun ve kısa telaffuz olunur: Vurgulu durumda (p, v, z, z) ve (vr) uzanan ünlüler (consonnes, allogeantes) karşısında günümüz Fransız dilinin bütün ünlüleri, e ve  müstesna (istisna olunan) olmakla, uzun telaffuz olunur.
Tarihi uzunluk ise daha eski devirlere aittir. Belirli bir sesin düşmesi sonucunda meydana gelmiştir. Fransız dilinde tarihen uzun olan ünlüler için uzunluk onların özel işareti hesap olunur.”
Normal ve kısa olmakla da ünlüler sayıya göre ikiye bölünür. Bu bölme daha çok Mongol diline aittir. Aslında benzeri dilde ünlüler daha uzun ve daha kısa gibi karşı karşıya koyulur.
Bazı dillerde, mesela Eston dilinde ünlüler sayıya göre üçe ayrılır: 1 dereceli uzanma, 2 dereceli uzanma, 3 dereceli uzanma.
Nihayet altıncı prensip, yani çalışma sabitliğine göre ünlüler ikiye bölünür: Tek sesli ünlüler (monoftonglar), çift sesli ünlüler (diftonglar). Monoftonglar o ünlülere denilir ki, onların telaffuzunda konuşma uzuvlarının durumu, yani seslerin oluştuğu yer değişmez. Yukarıda bahsettiğimiz bütün ünlüler tek sesli ünlülerdir.
Telaffuz zamanı konuşma uzuvları bir durumdan başka duruma geçerken alınan ünlülere diftonglar denilir. Diftonglar yahut çift sesliler karışık oluşumlu ünlülerin özel bir türünü teşkil eder. Diftong bir ünlü ile başlayıp mutlak bir hece dahilinde telaffuz olunan iki ünlü birleşmesini meydana getirerek, başka bir ünlü ile biter.
Akad, L. V. Şerba’ya göre, diftongun hakiki ve yalancı denilen iki türü vardır. M. İ. Matuseviç hakiki diftongları bu tür açıklar. “Hakiki diftonglar böyle karakterlendirilir ki, onun her iki unsuru aynı derecede gergin ve hece oluşturmakla beraber ilişkili olurlar.”
Yalancı diftonglar ise aşağıdaki şekilde açıklanır. “yalancı diftonglar onunla farklanır ki, onlarda esas, yani hece oluşturan bir unsur olur ve o, hecenin zirvesinde meydana gelir. İkinci unsur birinci unsurla karşılaştırıldığında gergin değildir ve beraber ilişkili değil, tamamlayıcı gibidir.” Nihayet yalancı diftongun da iki türü vardır: İnen ve kalkan diftonglar. Diftongun bu türleri de aşağıdaki şekilde açıklanır: İnen (yahut düşen) diftonglar, o diftonglarda gerginlik birinci hecede önce güçlü olur, sonra zayıflar. Kalkan diftonglar da ise birinci unsur sesin sanki kaymasının başlangıcı olur.
ÜNSÜZLERİN SINIFLANDIRILMASI
Ünsüzlerin ünlülerden farklandırılması ve onların sınırlarının belirlenmesi meselesi bizim devrimizde de şimdilik kesin halini meydana çıkarmamıştır.
L. R. Zinder yazar: “Böyle düşünmek gerekir ki, ünlü ve ünsüzlerin farklandırılması için esas kimi seslerin kendi niteliğinde akustik – fizyolojik özellikleri değil, onların linguistik, fonematik özellikleri yani konuşmada yararlanılan özellikleri hizmet etmelidir. Elbette, böyle muhakeme etmek yanlış olur ki, bütün diller için yegane (tek) fonematik ayar ölçüsü mevcut olmalıdır. Çeşitli dillerde onlar aynı olmayabilir. Rus dilinde helledici (temel) şey ünlü ve ünsüzlerin hece meydana getirilmesindeki rolü olur. Türk dillerinde ahenk kanunu (ses kanunu) sayesinde ünlüler özelleşip ayrılırken: Sami dillerde ünsüzler sözlerin maddi manalarının değişmesine ünlüler ise gramatik yapıların ifade olunmasına hizmet eder.”
Meseleye bu yönden yanaşmadığımızda Azerbaycan dili ünsüz ve ünlülerini esas itibarıyla hece bakış açısından farklandırmak gerekir. Böyle ki, ünlülerden farklı olarak, ünsüzler Azerbaycan dilinde hece meydana getirmiyor. Doğrudur, L. R. Zinder’in kaydettiği gibi, Türk dillerinde, o sıradan Azerbaycan dilinde ünlüler ses kanununa göre sağlam sistem meydana getirir. Benzeri dillerde, gerçekten de sözler ya ince, ya kalın ünlülerden (kendi sözlerimiz göz önünde tutulur) ibaret olur. Başka bir deyişle, ince ünlüler olduğunda kalın, kalın ünlüler olduğunda ise ince ünlüler iştirak etmiyor (katılmıyor). Lakin mesele burasındadır ki, Azerbaycan dilinde ses kanunu kendini ünsüzlerde de gösterir. Ünsüzlerde kendini gösteren ses kanunu ünlülerde olduğu gibi güçlü değildir. Lakin her durumda ünlüleri ünsüzlerden yalnız ses kanununa göre farklandırmak ünsüzlerde kendini gösteren ses kanununun inkar etmek olurdu. Buna göre de hece meydana getirmek kabiliyetini (becerisini) Azerbaycan dilinin ünlüleri için daha esaslı işaret hesap etmek olur.
Kaydedildiği gibi, ünsüzler telaffuz zamanı çeşitli maneelere (engellere) rast gelen seslerdir. Bu onları birleştiren ortak yöndür. Lakin ünsüzler engelin meydana geldiği yere, onun usulüne vs. göre birbirinden farklanır. Buna göre de onları çeşitli gruplara ayırırlar:

Ünsüzler aşağıdaki prensipler esasında sınıflandırılır:
1. Faal (çalışan) konuşma uzuvlarının katılımına göre.
2. Meydana gelme yerine ve yahut gayri-faal (çalışmayan) konuşma uzvunun katılımına göre.
3. Meydana gelme usulüne göre.
4. Ses tellerinin katılımına göre.
5. Yumuşak damağın durumuna göre.
6. Sayıya göre.
Faal konuşma uzuvlarının katılımına göre ünsüzler aşağıdaki gruplara ayrılır:
1. Dudak ünsüzleri: p, b, v, f, m
2. Dil ünsüzleri. Bunlar da kendi sırasında üçe bölünür:
a. Dil önü ünsüzleri: d, t, s, z, n, l, ş, j, ç, c, r.
b. Dil ortası ünsüzleri: k, g, y:
c. Dil arkası ünsüzleri: k, g, h, ğ.
3. Yutak ünsüzü: h
İkinci prensibe göre, yani meydana gelme yerine göre ünsüzler aşağıdaki gruplara ayrılırlar:
1. Çift dudak* ünsüzleri: p, b, m
2. Dudak – diş ünsüzleri: f, v
3. Diş arası ünsüzleri: Bu ünsüzlere İngiliz dilinde th harf birleşmesi ile ifade olunan , Ô, Arap dilinde ذ (z) ve ق (k) harfleri ile işaretlenen s, z ünsüzleri örnek olabilir.
4. Diş ünsüzleri: t, d, s, z, l, n.
5. Yuvag (dişeti) ünsüzleri: k, g, y.
6. Sert damak ünsüzleri: k, g, y
7. Yumuşak damak ünsüzleri: k, g, h, ğ
8. Yutak ünsüzü: h
Üçüncü prensip yani meydana gelme usulü ünsüzlerde iki şekilde kendini gösterir. Bazı ünsüzleri telaffuz ederken, işin ikinci basamağında, yani arada tam engel meydana gelir. Başka bir deyişle, telaffuz etmek istediğimiz ünsüzü engeli aradan kaldırmadan söylemek olmaz. Böyle ünsüzlere sertleşen ünsüz denilir.
Diğer kısım ünsüzler ise engeli aradan kaldırmadan da telaffuz olunabilir. Böyle ünsüzlere yuvarlak ünsüzler denilir.
Sertleşen ünsüzler kendileri de rekursiya, yani ek derecesine göre dört türe ayrılır. Bazı sertleşen ünsüzlerin telaffuzu zamanı meydana gelmiş engel ani olarak birden aradan kaldırılır. Böyle ünsüzlere sertleşen - partlayan ünsüzler denilir. Çiftdudak p, b; dil önü –diş t, d,; dil ortası – sert damak k, g; dil arkası – yumuşak damak k, g; boğaz ünsüzleri (v)*, (k)** sertleşen – partlayan ünsüzlere örnek olabilir.
Bazı sertleşen ünsüzlerin telaffuzu zamanı meydana gelmiş engel tedricen (yavaş yavaş) aradan kaldırılır. Böyle ünsüzlerin ekskursiya ve ara basamakları sertleşen, rekursiya basamağı ise yuvarlak ünsüzlerinki gibi olur. Bu tür sertleşen ünsüzlere sertleşen yuvarlak ünsüzler denilir. Mesela, Azerbaycan dilindeki ç ve c , Rus dilindeki ç ve ts ünsüzleri sertleşen yuvarlak ünsüzlerdir. Sertleşen -yuvarlak ünsüzlere birleşik veyahut afrikat (bitişik) ünsüzler de denilir.
Sertleşen ünsüzlerin bazılarının telaffuzu zamanı ise sesin rekursiya derecesi engeli aradan kaldırmadan önce başlar. Yani faal konuşma uzvunun gayrifaal konuşma uzvunda meydana getirdiği engel aradan kalmadan biz telaffuz edilmeye başlayan sesi işitmeye başlarız. Mesela, m, n, l ünsüzlerinde olduğu gibi. Böyle sertleşen ünsüzlere sertleşen –süzülen ünsüzler denilir.
Nihayet, sertleşen ünsüzlerin dördüncü grubunu teşkil eden seslerin telaffuzu zamanı faal konuşma uzvunun yarattığı engel basamaklar üzre aradan kaldırılır. Başka bir deyişle, engelin ani olarak aradan kaldırılması ile benzeri engelin yeniden meydana gelmesi aynı olur. Bu durum çeşitli dillerde fonetik şartlara bağlı olarak kendini cürbecür (çeşitli) şekilde gösterir. Engelin aradan kaldırılıp tekrar olunması, her zaman, üç en çok dört defa olur.
Azerbaycan ve Rus dillerindeki r ünsüzü sertleşen – titrek ünsüzlere örnek olabilir.
O halde, sertleşen ünsüzlerin dünya dillerinde aşağıdaki dört türü vardır:
1. Sertleşen – partlayan
2. Sertleşen – yuvarlak
3. Sertleşen – süzülen
4. Sertleşen – titrek.
Yukarıda kaydedildiği gibi, meydana gelme usulüne göre ünsüzlerin ikinci grubunu yuvarlak ünsüzler teşkil eder. Yuvarlak ünsüzler engelin özelliğine göre üç türe ayrılır:
1. Tek geçitli yuvarlak ünsüzler
2. Çift geçitli yuvarlak ünsüzler
3. Yuvarlak titrek ünsüzler
Tek geçitli yuvarlak ünsüzler o ünsüzlere denilir ki, onların telaffuzu zamanı faal konuşma uzvunun meydana getirdiği yarım engel gayri-faal konuşma uzuvlarından birinde olsun. Mesela; f, v, s, z, y,h, ğ, h vs. ünsüzlerin telaffuzu zamanı olduğu gibi. Başka bir deyişle f ve v ünsüzlerinin telaffuzu zamanı alt dudak üst dişlerde, s ve z ünsüzlerinin telaffuzu zamanı dil önü üst dişlerde, ünsüzünün telaffuzu zamanı dil ortası sert damakta, h ve ğ ünsüzlerinin telaffuzu zamanı dil arkası yumuşak damakta, bazen ise küçük dilde, nihayet, h ünsüzünün telaffuzu zamanı dil kökü yutak boşluğunun arka duvarında yarım engel meydana getirir.





SÖZLÜK
Abstrakt : Soyut
Afrikat : Bitişik
Aheng ganunu : Ses kanunu
Amplituda : Titremenin ölçüsü
Asiman : Gökyüzü
Aydır : Der
Aynılaştırmak : Bir tutmak
Bazis : Altyapı
Beşeriyyet : İnsanlık
Cereyan : Akım
Cürbecür : Çeşit çeşit
Çin : Doğru
Diahronik : Tasviri
Ehali : Halk
Ense : Sıfat
Etimoloji : Köken bilimi
Etraflı : Geniş olarak
Evvel : Önce, eski
Faaliyet : Çalışma
Fasile : Ara
Fehle : İşçi
Feodalizm : Derebeylik
Fonetik : Ses bilgisi
Frazeoloji : Deyim bilim
Gabagcıl : Uyanık
Gehremen : Kahraman
Helledici : Temel, esas
Hers : Hiddet
Hümar : Baygın
Islahat : Reform
İcbar : Mecbur etme, emir
İdrak : Kavrayış, kavrama
İfrat : Sınır
İnkilabi : İhtilale ait
İstifade : Yarar
İstikamet : Yön
İstismar : Çalıştırma
Kendli : Köylü
Klassik : Meşhur şahsiyet
Konsepsiya : Asıl fikir
Malik : Sahip
Manee : Engel
Materializm : Maddecilik
Mektep : Okul
Muallim : Öğretmen
Muhit : Yaşanan yer
Mücerred : Soyut
Mükayese : Karşılaştırma
Müsbet : Olumlu
Müstesna : İstisna olunan
Mütenasiblik : Uygunluk
Netice : Sonuç
Anonim : Sesteş
Onomapaetik : Ses taklidi
Pasional : Genel
Pauza : Ara verme
Peredovik : Öncü
Pisateli : Yazar
Proletariat : Sömürülen işçi sınıfı
Redaktor : Kitabı onaylayan
Sarf olunmak : Harcanmak
Semantik : Anlam bilim
Sentaks : Cümle bilgisi
Sin : Cehennem
Sinhronik : Aynı zaman diliminde
Sinonim : Eş anlamlı
Sitatik : Durgun
Şholnik : Öğrenci
Tar : Azerbaycan’da kullanılan telli musiki aleti
Tasavvur : Hayal
Tasdik etmek : Onaylamak
Tasnif : Sınıflandırma
Tedricen : Yavaş yavaş
Tefekkür : Zeka
Tekamül : Gelişme
Üslubiyet : Üslup bilgisi
Vazife : Görev
Vaziyet : Durum
Yazıkoved : Dilbilimci
Yegane : Tek
Yoldaş : Arkadaş
Yuvak : Diş eti
Zaruri : Zorunlu
Zerbeçi : Darbeci

Hiç yorum yok:

reklam izle kazan

SPONSOR REKLAMLAR