28 Nisan 2009 Salı

SİGARA BAĞIMLILIĞI

SİGARA BAĞIMLILIĞI
Tütün Ne Kadar Bağımlılık Yapar?
Bu soruya verilebilecek en kısa cevap "eroinden daha fazla"dır. Sigaradaki nikotin, ciddi bağımlılık yapan bir maddedir, insanları genellikle yetişme çağında kendisine esir etmektedir.
Nikotinin temelde bağımlılık yapma nedeni vücuttaki endorfin maddesinin salgılanamamasıdır.
Vücut endorfin adı verilen rahatlatıcı bu salgıyı bir çok konumda üretirler. Örneğin üzüldüğümüz zaman veya sevindiğimiz zaman ya da fiziksel bir zorlanma ile karşılaştığımızda bu salgı vücudumuz tarafından üretilir. Hatta gülmek bile endorfin salgılanmasına neden olmaktadır. Fakat, sigara tiryakilerinde aldıkları nikotin nedeni ile bu salgı yeterli düzeyde salgılanamaz. Tiryakilerde vücut, üzüntü, sevinç, stres gibi durumlarında biyolojik olarak bu ihtiyacı, sigara içmek sureti ile karşılar. Sigaranın temeldeki fiziksel bağımlılığı budur. Nikotin, bilindiği gibi bir uyuşturucudur, bütün bu tür uyuşturucularda olduğu gibi sinirlerdeki nöronlara yerleşirler, sinir hücrelerinin doğal endorfin üretmesi yönünde vücudu uyarmayı durdurturlar. Bu şekilde beyin yanılarak, doğal olarak ürettiği endorfin yerine, nikotinin alınması yönünde talepte bulunur. İşte, tiryakinin en çok sigara içme ihtiyacı bu şekilde kendini gösterir. Doğal endorfin üretme yerine sürekli ona benzeyen, ancak asla onun yerini tutmayan nikotin alma talebi gelir.
Nikotin içeren sigara ve benzeri maddelerin alımı ile 4.000 civarında zehir de birlikte kana karışır. Yavaş yavaş zehirlenen tiryaki, her geçen gün biraz daha fazla nikotin bağımlısı olur. Böylece, tiryaki hem streste, üzüntüsünde hem de sevincinde sigara içme ihtiyacı duyar.
Neden Başlıyorlar?
Sigara bağımlılığının çok az fiziksel yönünün yanı sıra, asıl beynimizde oluşan alışkanlık yönü vardır. Sık sık tekrar edilen her eylem zamanla, beynimizde alışkanlık yapar. Genelde alışkanlıklar hayatımızı sürdürmemiz için çok önemlidir. Yürümek, okumak, yazmak, yüzmek, araba kullanmak; tekrar yapa yapa kazandığımız faydalı alışkanlıklardır. Bir de sigara gibi kötü alışkanlıklar vardır ki; bunlar da tekrar edilerek alışkanlık kazanılır. Bu alışkanlığınızı hatırlatacak bütün nesneler ve eylemler ile otomatik olarak alışkanlığın gereğini yerine getirmeniz için, beyin emir verir. Bu otomatik şartlanmalarda, bu şartlanmanın sebebini bilirsek daha rahat karşı koyabiliriz. O nedenle size bu alışkanlığımızı körükleyecek bu şartlandıran nesne ve eylemlere "ÇIN" lamalar adını vereceğiz. Asla unutmamalısınız; "siz sigara içmek istemiyorsunuz" seçiminiz budur. Fakat uzun yıllar sürdürdüğünüz sigara içme alışkanlığınız, bulunduğunuz çevre ile bağlantılar yapmış durumdadır. Bazı eşyalar (çakmak, küllük, çay, kahve gibi) ya da durumlar (yemek sonrası, televizyon seyrederken, arkadaş sohbetleri, araba kullanırken vs.) size çağrı yapacaktır.
Neden İçmeye Devam Ediyorlar?
SİGARA TİRYAKİLERİNİN SİGARA İÇERKEN, ÇOĞU KEZ SAVUNDUKLARI YANLIŞ İNANIŞLAR :
Sinirlerimi Yatıştırıyor : Baskı altında olduğunuz ya da uymanız gereken tarihler veya yerine getirmeniz gereken sorumluluklarınız mevcut olduğu zaman bir sigara içmenin, sizi sakinleştirdiğini hissedebilirsiniz. Yani bütün bunlar, bir sigara yakmazsanız, zorlukla göğüs gerebileceğiniz olumsuzluklardır. Zorlu bir çalışma gününden sonra televizyonun karşısına geçerek ayaklarınızı uzatıp dinlenir ya da yemekten sonra, bir tane de sigara yakmanın, günün yorgunluğunu daha kolay atmanıza yardımcı olduğunu, sizi daha çok rahatlattığını düşünebilirsiniz. Eğer sigara içmiyor olsa idiniz bütün bu zorluklara iç doğal dengeleriniz ile daha kolay karşı duracaktınız. Alacağınız, derin bir nefes bile sorunuzun size baskı yapmasına engel olacaktı. Ne yazık ki şimdi tam anlamı ile soluk bile alacak temiz akciğerlere sahip değilsiniz.
Beni Canlandırıyor : Güne canlı bir şekilde başlamak için de sigara içiyor olabilirsiniz. Bir sigara yakıncaya kadar kendinizi tembel, canı hiç bir şey yapmak istemeyen ya da huzursuz biri olarak hissedebilirsiniz. Sigara içmek ayrıca sizin uyanık kalmanızı da sağlayabilir. Eğer sigara içmiyor olsa idiniz çok daha canlı ve enerjik olacaktınız. Tam anlamı ile soluk bile alacak durumda değilsiniz. Sigara ilerde refleksleriniz de azaltacaktır.
Sıkıntılarımı Gideriyor : Eğer sıkıntılı bir gün geçirmişseniz sigaranın bu sıkıntıyı giderdiğini hissedebilir ya da zaman geçirmeniz gerektiğinde, örneğin tren veya otobüs ya da bir arkadaşınızla buluşmak üzere beklerken sizi meşgul edebilir. Yine sigara, bir işi tamamladığınızda ödül ya da bir işe başlarken teşvik olarak ta içiyor olabilirsiniz. Bu tarif tam anlamıyla bir esarettir. Hayatta vakit geçirecek o kadar güzel şeyler var ki. Bir dergi gazete okumak. Bir meyve yemek vücudun gerçek enerjisini ortaya çıkarır, ağza tat veren asıl güzel ödül odur.
Düşünmeme Yardım Ediyor : Bir sorunu çözümlemeye ya da bir işi tamamlamaya çalıştığınız sırada zor anlar geçirebilirsiniz ve sigara size bu zorluğu atlatmanızda yardımcı oluyormuş gibi gözükebilir. Sigara içmenin, elinizdeki işin üzerinde konsantre olmanıza veya baskı altında bulunduğunuz sıralarda daha çabuk düşünmenize yardım edeceğini düşünebilirsiniz. Eğer tiryaki olmasaydınız işinize daha çok konsantre olabilirdiniz Unutmayın her nefes sigara yaklaşık 100.000 beyin hücrenizi öldürüyor.
Kendime Olan Güvenimi Artırıyor : Bir topluluk içerisinde bulunduğunuz ve kendinizi biraz sıkıntınızda hissettiğinizde, özellikle yeni insanlarla tanıştığınız ya da elinize yeni bir iş aldığınız zamanlarda sigara içmek, sizi rahatlatabilir. Olasılıkla kendinize pek güvenmediğiniz zamanlarda sigara içmek, güveninizi artırabilir ya da zihninizi sorunlarınızdan uzaklaştırmanızda size yardım edebilir. Ne yazık ki tiryakiler buna kendilerini inandırmışlardır.
Kilo Almama Yardım Ediyor : Sigaradaki nikotin, yemek yemenize engel olabilir. Bazı insanlar sabahları kahvaltı etmek yerine bir sigara yakmayı tercih ederler; diğerleri ise kilo almamak için, ara öğünlerin yerine sigara içerler. Sigara, kalp atışlarını dakikada 15 sayı daha artırır, jiklede bir motor gibi daha çok kalori harcarsınız. Sigarayı bıraktığınız zaman kilonuzda meydana gelen artışı düşünmeniz sizi, bu alışkanlığınızı sırf bu nedenle devam ettirmenize yetecek kadar etkileyebilir. Sigarayı bıraktığınızda aşırı yemeye kaçmadığınız süre, önceleri birkaç kilo almanız çok doğaldır. Daha sonra kazanacağınız enerji ile bu kiloyu çok rahat verebilirsiniz. Unutmayın; alacağınız bir kaç kilo belki sağlığınız için gerekli olabilir, fakat sigara sizi süratle ölüme götürür.
Sigaradan zevk alıyorum ya da sigarayı seviyorum: Tiryaki olarak bu sözleri kullanıyor olabilirsiniz. Size bir arkadaş dost gibi gözükebilir. Bir sevdiğinize söylediğinizden fazla onu sevdiğinizi söyleyebilirsiniz. Tiryakilerin en çok düştükleri tuzak; belki de bu kelimelerde yatmaktadır. "Sevgi" "zevk" "dost" bilinç altımız bu kullandığınız sözleri kaydeder ve sigarayı bırakmak istediğiniz zaman anlamını bulamadığınız kadar zorlanırsınız.
Unutmayın: Sigara zevk alınacak sevilecek bir şey asla değil. Bir insanın kuru üstelik zehirli bir otu sevmesi çok anlamlı bir davranış değildir. Sigara zevk değil olsa olsa acı verir. İnsana dost değil düşmandır.
Bütün bu yanılgıları bir tarafa bırakıp gerçeklerle yüz yüze gelin: Sigara sizin dostunuz değil, sinsi bir düşman. Size zevk değil aslında acı veriyor. Bir insanın kendini çevresindekileri, hatta çocuklarını zehirlemesinden zevk alması düşünülemez. Sevgi ancak canlılara duyulabilir, sigara gibi son 55 yılda 80 milyon insanı yok eden bir halk düşmanına değil. Olsa olsa ondan nefret edilir tiksinti duyulur. Öncelikle bunca yıldır sizi kandırdığı ve aldattığı için, sonra da dünyada her yıl bu maddeden kurtulamayıp ölüme giden 3 milyon zavallı kurban için bu pislikten nefret edin. Her fırsatta ona olan nefretinizi artırın. Sigaranın içinde tütün denilen insandan başka hiçbir canlının yemediği kurutulmuş ot vardır. Siz daha ilersini hayal edip, bu maddeyi en çok tiksindiğiniz, iğrenç bulduğunuz nesnelerle özleştirin. Örneğin tütünle birlikte hamam böceklerinin de kuruyup karıştığını, ya da kurumuş at gübresinin bunun içine karıştığını düşünün. Bu şekilde tiksintiniz daha da artacaktır.
SİGARANIN ZARARLARI
KALP VE KAN DOLAŞIMI HASTALIKLARI
Kalp Krizi
Damar Tıkanması
Kangren
SOLUNUM YOLLARI
Bronşit
Amfizem
Akciğer ve Solunum Yollarında sürekli enfeksiyon
Sonucu tahribat
Astım
KANSER
Akciğer
Yemek Borusu
Ağız içi
Burun , Boğaz
Gırtlak
Pankreas
Böbrek
Lösemi
DİĞER

Ülser (Mide ve oniki parmak bağırsağı)
Erkeklerde İktidarsızlık ve kısırlık
Kadınlarda erken menapoz ve kısırlık
Premature Doğum / Düşük
Cildin erken yaşlanması, katarakt
Tat ve koku alma duyularında zayıflama
Sosyal soyutlanma
Sigara kullamanın parasal maliyetleri

SİGARA İÇMENİN VÜCUDA ETKİLERİ
Artık herkes sigaranın ne kadar ne kadar zararlı olduğunu biliyor. Tütünün kanserojen olduğunu duymayan, bilmeyen kalmadı. Ancak, sigaranın zararları bununla bitmiyor, her türlü kalp ve akciğer hastalığına yol açıyor, damar tıkanıklığı felce kadar götürebiliyor.
İlk nefes ... ve sonrası
Sigara içtiğiniz anda, vücudunuz etkilenmeye başlar. Nabzınız yükselir, daha hızlı nefes alıp vermeye başlarsınız. Kan dolaşımınız yavaşlar. Sigara içinde yaklaşık 3.700 zehirli madde barındıran bir karışımdır. Bunların büyük bir bölümü kanserojendir. En zararları da karbon monoksit, hidrojen siyanid ve amonyaktır ve bu zehirli kimyasal maddeler, bir nefes sigarayla kan dolaşımınıza karışır. Bunun sonucunda, astım, ciğer yangısı, göğüs ağrıları başlar. Daha sık nezle, grip ve soğuk algınlığı geçirmeye başlarsınız.
İnsan vücudunda, hiçbir bölüm yoktur ki; sigarada bulunan kimyasal maddelerden etkilenmesin.
Sonuçlar
Sigaranın sağlık üzerindeki kötü etkileri araştırmalarla kanıtlanmıştır. Bu araştırmalar göre, sigara tiryakisi erkeklerin %40'ı henüz emeklilik yaşına gelmeden hayatını kaybetmektedir. Bu oran sigara kullanmayanlarda %18'dir. Sigara kullanan kadınlarda ise rahim kanseri riski çoğalmaktadır, hamile kadınların sigara içmesi ise sakat ve ölü doğumlarla sonuçlanmaktadır.
Tüm bunlara rağmen, sigarayı bıraktığınız anda vücut kendi kendini tamir etmeye başlar. On yıl içinde vücut hiç sigara içmemiş gibi olur. Ancak, sigarayı bırakmak için kanser ya da kalp hastası olmayı beklerseniz, vücudunuzun kendini tamir etmesi için pek fazla vakti olamayacaktır.
Ne yazık ki, bu hastalıklar çoğunlukla öldürücüdür. Sigarayı bırakmanız için daha iyi bir sebep olamaz. Ne Dersiniz?
SİGARA ve GENÇLİK
SİGARANIN GENÇLER ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
İnsanlar sigaraya genç yaşlarda başlar ancak yaşlandıkça onu bırakmak zorlaşır. Ergenlik döneminde sigaraya başlayan çocuklar, hayatları boyunca sigara bağımlısı olma riski taşırlar.
Gençlerin 1/3'ü sigarayı denemektir ve bunların yarısı sigara bağımlısı olma riski taşımaktadırlar. Ne yazık ki, hayatındaki ilk iki sigarasını tamamen bitiren gençlerin %85'i sigara bağımlısı olmaktadır. Kısacası bir kere başlayınca bir daha zor bırakılan bu korkunç alışkanlık, her yıl giderek artan rakamlarda can almaktadır.
Sigaranın gençler üzerinde kısa vadede yaptığı etkiler, genellikle solunum yollarında yoğunlaşmaktadır. Ergenlik çağındaki sigara bağımlılarında ortaya çıkan nefes darlığı önemli bir problemdir.
Ayrıca, sigara diğer uyuşturuculara bir basamak olmaktadır. Sigara kullanan gençlerin büyük bir kısmı içki de içmeye başlamaktadırlar. Sigara içmeyen gençlere göre sekiz kat daha fazla uyuşturucu kullanma riski taşımaktadırlar. Sigara içen gençlerde davranış bozukluğu da görülmektedir, bunlar; kavgacılık, belli bir çeteye girme yada dikkatsiz ve tedbirsiz cinsel ilişkiler olarak ortaya çıkmaktadır. Sigaraya alışan gençler, başka bir uyuşturucu kullanmasa bile, sigara bağımlısı yetişkinler haline gelmekte ve sağlıklarını tehdit eden kimyasal maddelere bir ömür boyu maruz kalmaktadırlar.
Bayanların, Sigara Bağlantılı Akciğer Kanserine Yakalanma Riski Daha Fazla...
Pittsburgh Üniversitesi araştırıcıları, akciğer kanserinin büyümesine neden olan bir protein geninin, bayanlarda, erkeklere göre daha aktif olduğunu ortaya çıkardılar. Bu sonuç, her iki cinsten alınan akciğer doku hücrelerinin incelenmesi sonucu ortaya çıktı. Genin tıbbi adı, Gastrin-Releasing Peptide Receptor veya GRPR.
Ulusal Kanser Enstitüsü Journal'inin 5 Ocak 2000 tarihli sayısında yayınlanacak olan raporda, bu bulgunun, erkeklere nazaran, bayanların neden daha sık akciğer kanserine yakalandıklarını açıklayan ilk biyolojik açıklama olduğu belirtildi.
Sigara içmeyen bayanların, sigara içmeyen erkeklere nazaran, akciğer kanserine yakalanma riskleri üç kat fazla. Etkin gene sahip kişilerde hastalığa yakalanma riski artıyor. Burada da ilginç bir durum var. Aktif gene sahip bayanlarda risk 12 katına çıkarken erkeklerde ise bu oran 2.4 kat.
Yapılan araştırmalar özetlenirse, bayanların sigara sonucu oluşan akciğer kanserine yakalanma riskinin daha fazla olduğu görülmekte
Menopoz 1-3 yıl daha erken olur. Doğum kontrol hapı kullanan kadınlar arasında sigara içenlerin, içmeyenlere göre kalp krizi geçirme şansı 10 kat fazladır.


SİGARA İLE İLGİLİ İSTATİSTİKLER
SİGARA ÜLKEMİZİN 1 NUMARALI SORUNUDUR
Türkiye'de Sigaradan Ölümler
Peki sigaradan daha öncelikli sorun var mı? Bir toplumsal sorunu neye göre sıralamalıyız. Şüphesiz ölçümüz insan hayatı ve sağlığına verdiği zarar ölçü olarak alındığında: Hiçbir şey, sigara kadar ülkemizde insanlarımıza zarar vermemektedir. Ölçümüz insan hayatıdır.
Her yıl ülkemizde 100.000 insanımızı erken yaşlarda sigaraya kurban vermekteyiz eğer önlem alınmazsa önümüzdeki 20 yılda bu sayı 250.000'e çıkacak.
Her yıl ülkemizde 100 bin kişinin ölmesi karşısında kılı kıpırdamayanlar var. Her yıl 100 bin kişi ne anlama geliyor?
• Her gün 1 uçak düşüyor ve 300 kişi ölüyor.
• Her yıl yüz bin nüfuslu bir şehrimize bir atom bombası atılıyor
• Her gün içi dolu 6 otobüs uçuruma yuvarlanıyor kimse sağ kalmıyor.

Sigarayı Daha Başka Nasıl Tanıyabiliriz.
Ülkemizde en çok ölüme sebep veren diğer toplumsal sorunlarla karşılaştıracak olursak, sigarayı daha iyi tanıyabiliriz. Ülkemizde sonucu ölüm olan toplumsal belli başlı diğer sorunlarla karşılaştırılacak olunursa :
• Bilinen terör yılda 2-3 bin insanımızın
• Trafik terörü yılda 6-7 bin insanımızın
• Sigara terörü yılda 100 bin insanımızın hayatına mal olmaktadır.
Sigaranın yol açtığı ölümler; trafik, terör, iş kazaları vb. tüm ölümlerin toplamından beş kat daha fazladır.
SİGARA SADECE ÜLKEMİZİN SORUNU DEĞİLDİR
Dünyada Sigaradan Ölümler
• Dünya Sağlık Örgütü (WHO) dünyada en büyük sağlık sorunun sigara olduğunu ilan etmiştir.
• Dünyada her yıl 4 milyon insan sigaradan hayatını kaybediyor. Eğer, gerekli önlemler alınmazsa bu sayı, önümüzdeki 20 yılda 10 milyona çıkacak.
Patlama Yapan Sigara Tüketimi
• 1993 yılında yıllık tüketim 4.7 milyar paket / 22 Trilyon TL
• 1994 yılında yıllık tüketim 5.4 milyar paket / 61 Trilyon TL
• 1995 yılında yıllık tüketim 5.7 milyar paket / 95 Trilyon TL

Sosyal Sonuçlar
• 5 yılda (11-19 yaş arası) 5 milyon genç sigaraya başladı.
• Sigara içme yaşı 11’lere indi.
• Sigara, son derece prestij kazandı, bilinç altlarına yerleşti.
• Sigara içmek doğal bir davranış oldu. Hiçbir kapalı yerde, sigara içen hiçbir kimseyi uyaramazdınız.
• Savaşılması imkansız görünen sosyal ve ekonomik bir dev imajı oluşturuldu.


SİGARA TÜKETİMİNİ KÖRÜKLEYEN REKLAM ve TAKTİKLER PROMOSYON ve TEŞVİKLER
a)Sigara firması veya ajansına bağlı elemanlar, çeşitli yerleri dolaşıp, anket yapıp bedelsiz sigara dağıtmaktadır.
b) Sigara dağıtıcıları çeşitli askeri birliklere gitmek sureti ile bütün askerlere bedava sigara dağıtmaktadır.
c) Bayilere aylık olarak bedelsiz olarak verilen sigara kartonları da yasaktır.
d) Üzerlerinde sigara adı ve arması olan çeşitli giysiler, kül tablaları benzeri eşyalar eşantiyon olarak bayilere, basın mensuplarına dağıtılmaktadır.
e) Son zamanlarda başka bir tütün ürünü olan "puro" üreticileri de bu yasakları delmeye başlamışlardır. Çeşitli şekillerde hediye ve eşantiyon olarak puro dağıtmaktadırlar
f) Özellikle otomobil yarışmalarında pist kenarlarına sigara reklam panoları koymaktadırlar.
g) Sigara firmaları doğrudan sigara reklamı yada kendi markaları ile özdeş aktivitelerin tanıtımını dağıttıkları afiş, takvim, broşür vs ile reklam yapmaktadırlar.
h) Sigara firmalarının çeşitli açık hava mekanlarına, brandadan, büyük şemsiyeler dağıttıkları görülmektedir. Mallboro sigarasının renkleri ile kırmızı beyaz, Camel sigarasının renkleri ile sarı lacivert, şemsiyelerde reklam ve promosyon kapsamına girmektedir.
i) Posta yolu ile sigara reklamı içeren broşürler dağıtılmaktadır.
SİGARAYI BIRAKMAK MI İSTİYORSUNUZ?
SİGARAYI BIRAKMANIN YİRMİ KOLAY YOLU
1. Kendinize inanın ve güvenin. Sigarayı bırakabileceğinize inanın. Hayatınızda daha önce başardığınız zor işleri düşünün. Sigarayı da bırakabileceğiniz düşünün.
2. Bu listeyi okuduktan sonra, önerileri kendinize uyarlayın ve sigarayı bırakmak için kendi planınızı yapın.
3. Sigarayı bırakma sebeplerinizi ve bırakmakla kazanacaklarınızı yazın:
Örnek: daha uzun yaşamak, kendinizi daha iyi hissetmek, para biriktirmek, daha iyi kokmak. Sigara içen herkes bunun zararlarını bilir ve bırakmak ister, siz bunu yazılı hale getirin ve her gün okuyun.
4. Ailenizden ve arkadaşlarınızdan sigarayı bırakma kararınızı desteklemelerini isteyin. Size yardımcı olmalarını ama kesinlikle sizi suçlamamaları gerektiğini söyleyin. Sigarayı bıraktığınız ilk günlerde zorlanacağınızı ve size anlayış göstermelerini rica edin.
5. Sigarayı bırakmak için bir gün belirleyin. Bugünün yeni hayatınız için bir başlangıç olduğunu düşünün.
6. Sigarayı bırakmak için bir doktora danışabilirsiniz ve onun yardım ve önerileriniz alabilirisiniz.
7. Kendinize bir egzersiz programı belirleyin. Spor yaparken sigara içmek aklına gelmeyecektir, üstelik sigara verimli egzersiz yapmanızı engelleyecektir. Spor yapmak stresinizi azaltacak ve sigaranın vücudunuz yıllarca yaptığı zararı tamir etmesine yardımcı olacaktır. Haftada 3-4 kere, 30-40 dakika spor yapın.
8. Hergün 3-5 dakika nefes egzersizi yapın. Gözlerinizi kapatın. Burnunuzdan derin nefes alın, nefesinizi birkaç saniye tutun ve çok yavaş bir şekilde ağzınızdan verin. Nefes egzersizini yaparken, her seferinde daha temiz ve daha rahat nefes aldığınızı göreceksiniz.
9. Birisi size sigara ikram ederse reddedin, kullanmıyorum diyin. Bu sizin kendinize olan güveninizi artıracaktır.
10. Sigarayı tamamen bırakacağınız güne yaklaştıkça, sigara miktarını azaltın. Her gün kaç adet sigara içeceğinizi planlayın, bu rakamı her gün bir tane azaltın. Her gün başka bir marka sigara alın, bir önceki günden kalan paketi çöpe atın. Sigara paketinizi bir başkasına verin, böylece her sigara içmek istediğinizden ondan istemek zorunda kalacaksınız.
11. Pek çok sigara tiryakisi, sigarayı yavaş yavaş bırakamayacağını ancak bir seferde bırakabileceğini düşünür. Hangi metodun size daha uygun olduğuna karar verin.
12. Sigarayı bırakmayan isteyen bir arkadaşınız daha varsa bunu yapmak daha kolay olacaktır. Birbirinizi teşvik edici konuşmalar yapın.
13. Dişlerinizi temizletin ve her zaman temiz tutun.
14. Sigarayı bıraktıktan sonra kendinize bir ödül verin.
15. Çok fazla su için. Su her anlamda vücudunuz için faydalıdır. Ne yazık ki, pek çok kişi yeterince su içmez. Vücudunuzdan nikotinin ve diğer zararlı kimyasal maddelerin atılmasına yardımcı olacaktır. Sigaranın verdiği zararları düzeltecektir. Ayrıca, yemek yeme isteğinizi de azaltacaktır.
16. Sigarayı en çok ne zaman istediğinizi düşünün, canınız sıkkın olduğunda, yemekten sonra, işten eve gelince, içki içerken vb. Sigara içmek yerine hoşunuza giden başka bir şey yapın.
17. Elinizdeki ve ağzınızdaki boşluk hissini gidermek için bir şey bulun, örneğin: su için, sakız çiğneyin, leblebi yiyin vb.
18. Sigarayı bırakma konusunda düşüncelerinizi yazın. Bunu her gün okuyun.
19. Yanınızda sizin için çok önemli birisinin resmini taşıyın, bir kağıda sigarayı bırakacağıma söz veriyorum diye yazın, canınız her sigara istediğinde bu resme ve nota bakın.
20. Canınız sigara istediğinde, bir sigara yakmak yerine hislerinizi bir günlüğe yazın. Bu günlüğü her zaman yanınızda taşıyın.

Başarılar!

SİGARAYI BIRAKMA İSTEĞİNİZİ GELİŞTİRİN
“Sigarayı o kadar seviyorum ki, bırakma isteği duyamıyorum” diyebilirsiniz. Ama bunu yapmanın bazı kolay yolları var:
1. Sigaranın size sağladığı yararları bir liste haline getirin. Aklınıza gelen tüm faydalarını yazın.
2. Sigarayı bırakmazsanız karşılaşacağınız ve şu ana kadar sigara bağımlılığınız yüzünden başınıza gelen kötü şeylerin bir listesini yapın.
3. Sigara bırakmak istemenizi sağlayan sebepleri bir liste haline getirin. En başa “Daha uzun yaşamak için” diye yazın. Diğer sebepler ise, “çocuklarıma iyi örnek olabilmek için”, “para biriktirmek için” vb. olabilir. Herkesin hayatında bir değişiklik yaparken kuvvetli bir motivasyona ihtiyacı vardır. Eğer sigarayı neden bırakmak istediğinizi, kesinleştirirseniz, başarmanız daha kolay olacaktır.
*Yaptığınız bu üç listeyi her gün okuyun. Bu listeler motivasyonunuzu güçlendirecektir.
4. Bir doktordan randevu alın ve size sigaranın sağlınıza yaptığı tüm yıkıcı etkileri ayrıntılı bir şekilde anlatmasını isteyin. Eğer mümkünse, sigara içen bir kişinin ciğerlerinin resmine bakın. Ayrıca, doktorunuzdan size, sigarayı bırakarak kazanacağınız şeyleri anlatmasını da isteyin. Bunları bir doktordan duymak üstünüzde çok etkili olacaktır. Unutmayın, doktorlar kendilerini insan vücudunu tanımaya, onu korumaya ve olası hastalıkları iyileştirmeye adamış kişilerdir. Sigara alışkanlığının tüm gerçeklerini en iyi onlar bilir!
“FAYDALARI” DEĞERLENDİRİN
Daha önce yazmış olduğunuz, sigaranın faydaları listenize bir bakın. Çok tarafsız bir şekilde listenizi yeniden gözden geçirin. Listedeki her madde, sizin için geçerli mi diye tek tek düşünün. Eğer listenizde “rahatlamak için içiyorum” maddesi varsa, kendi kendinize sormanız gereken en önemli soru “sigara içmeyenler, rahatlamak için ne yapıyorlar?” olmalıdır. Eğer “can sıkıntısından içiyorum” diyorsanız ve sigara geçici olarak sizi oyalıyorsa, bu kötü alışkanlık için bir sürü para harcayacağınıza, kendinize daha faydalı bir hobi geliştirebilirsiniz.
Şimdi listenizi yeniden, sigara içmeyen bir kişi gözüyle değerlendirin. Sigara içmeyen biri, listeniz hakkında ne yorum yapardı? Sigara içmeyen bir kişi, sigarasız bir dünyayla ilgili ne düşünürdü? Siz de onunla aynı şeyleri düşünüyor musunuz?
Burada unutmamanız gereken nokta şudur:
SİGARANIN SİZE SAĞLADIĞI ŞEYLER GEÇİCİDİR-Rahatlama, can sıkıntısı dağıtma, nikotin isteğini yok etme vb.
UZUN VADEDE İSE SİGARA SİZE HER ANLAMDA ZARARLIDIR!
SEVGİNİZİ TİKSİNTİYE DÖNÜŞTÜRÜN
Eğer sigarayı hâlâ seviyorsanız, onu kötülemeye ve kendinizi ondan soğutmaya başlayın.
En sevmediğiniz marka sigarayı için.
Bitmiş bir sigarayı, bir kase su içine atın ve koklayın, ıslak sigara ne kadar tiksindirici kokuyor öyle değil mi? Bu size vücudunuzun ne halde olduğu hakkında bir fikir verecektir.
Sigara içerken, aynada kendinize bakın. Ne kötü görünüyor değil mi? Dünyadaki hiçbir canlı, en ilkel yaratık bile, durup dururken içine duman çekmez. Siz niye yapıyorsunuz?
Ellerinize ve dişleriniz bakın, ne kadar kirli ve bakımsız görünüyorlar, öyle değil mi? Dişlerinize bakan bir kişi, sizinle ilgili hiç de iyi şeyler düşünmeyecektir.
Kendi kokunuzu hissedin. Ne kadar kötü kokuyorsunuz! Böyle kokmaya devam edecek misiniz?
Sigara fabrikalarına yılda en az ne kadar para ödüyorsunuz? Siz sağlığınızı kaybederken, onlar zengin oluyor. Hiç düşündünüz mü?
Arabanızda, evinizde iğrenç kokuyor. Ne kadar havalandırsanız da fayda etmiyor.
Sigara içmeyenlerin yanında sigara yaktığınız zaman, sizden nefret ediyorlar. Hiç kimse sizin yüzünüzden rahatsız olmak zorunda değil, hele de çocuklar.
ARTIK ANLADINIZ!
ŞİMDİ KARAR VERİN VE BAŞLAYIN
Bunları okuyup harekete geçme ya da geçmeme kararı tamamen size ait. Hayatta ne yazık ki, hiçbir şey mucizevi bir şekilde olmuyor. Sigarayı bırakmak için kendi mucizenizi yaratmak elinizde. BAŞLAYIN! VAZGEÇMEYİN! BAŞARIN!
SİGARAYI ASLA BIRAKMAMANIN BEŞ YOLU
Sürekli “sigarayı bırak!” cümlesini duyuyorsunuz. Ama umurunuzda değil. Ölene kadar sigara içeceksiniz.
Değil mi? Sizi sigarayı bırakmaya zorlayan herkese ve her şeye karşı savaş açın!
Bunun için, ilk olarak asla ve hiçbir şekilde sigarayı bırakabileceğinize inanmayın. Zaten kimse sigarayı bırakamıyor diye düşünün. Bir nefes çektiğinizde yaşadığınızı hissedin. Yanınızda birisi sigara yakar yakmaz, siz de bir tane yakın. Hiç beklemeyin. Zaten eğer sigarayı bırakacağınız düşünürseniz belki siz de o korkunç sigara düşmanlarından biri olursunuz. Hiç kimseye inanmayın, her ne kadar içinizden bir ses sigarayı bırakabilirsin dese de aldırmayın, nasıl olsa bırakamazsınız!
İkinci olarak, sakın sigarayı bırakmak için bir tarih belirlemeyin. Hayatta en başarılı insanlar, plansız yaşayanlardır. Onlar şanslıdır. Onlara gökten zembille para iner. Her istedikleri kendiliğinden olur. Hayatta kaybedenler, düzenli ve planlı yaşayanlardır. Amaç belirlemek, plan yapmak, plan yapmak, plan yapmak. Siz sakın yapmayın. Vaktinizi boşa harcamak olur. Hayatınızı yönlendireceksiniz de ne olacak, her şey nasıl olsa olacağına varacak! Sakın sigarayı bırakmak için bir gün belirlemeyin. Böylece son sigaranızı ne zaman içeceğinizi asla bilemeyeceksiniz. Böylece, birbiri ardına sigara içebilirsiniz ve asla onsuz bir hayat düşünmek zorunda kalmazsınız.
Üçüncü yolu, doktorunuzla görüşmemektir. Doktorlar zaten her şeyi bildiklerini zannederler. Sürekli aynı şeyleri söylerler. Neymiş, sigara hasta edermiş, bünyeyi zayıflatırmış, cinsel gücü düşürürmüş, kalp ve akciğer hastalıklarına neden olurmuş, kanser yaparmış, yok daha neler. Sigaradan kime ne zarar gelmiş ki? Bir doktora gittin mi, işin bitti zaten, hemen sigarayı bırak der. Bir de bırakmak için önerilerde bulunur. Bunlar zaten yıllarca okuyup, sonra insanların her işine karışırlar. Sanki sigara içmeyen doktor yok. Zaten sigarayı kim bırakmış ki?
Dördüncü öneri ; kesinlikle egzersiz yapmayın. Spor çok yorucudur. Sonra kalori yakarsınız. Ne gerek var? Hem zaten kaslarınızın çalışması için, haftada üç dört gün disiplinli spor yapmak lazım. Düşünsenize, 30 dakika boyunca televizyon seyredemeyeceksiniz. Hayatta olmaz!
Koltuğunuzda oturun ve bir paket daha sigara için. Ya da iki...
Herkes spor yapmanın iyi olduğunu söylüyor, strese iyi geliyormuş. Ama sizin zaten sigaranız var, tüm stresinizi alıyor. Öyle değil mi?
Kim ister sağlıklı bir vücut, güzel kaslar? Uzmanlar eğer spor yaparsanız, kendinizi daha iyi hissedersiniz, vücudunuz şekil alınca kendinize güveniniz artar, sigarayı bırakıp, kendinize iyi bakarsanız daha sağlıklı bir ömür sürersiniz gibi şeyler söyleyebilirler. Hiç umursamayın. Siz canınızın istediğiniz yapın, televizyonun karşısında sigara içmeye devam edin.
Son olarak sigarayı bırakmanızı engelleyecek beşinci yol, kesinlikle sigarayı bırakmaya çabalamamaktır. Buna hiç lüzum yoktur. Mutlaka daha önce sigarayı bırakmaya çalıştınız, ama yapamadınız. O zaman artık boş verin.
Sigaraya köle olmaya devam edin.
Beş on yıl daha fazla yaşamanın ne önemi var. Zaten bırakmanız mümkün değil, sakın sigarayı bırakma planı yapmayın, bu konuda hiçbir şey okumayın, doktorunuzla konuşmayın, sakın derin nefes almayın o zaman akciğerlerinizin ne halde olduğunu hissedersiniz. Sakın fazla su içmeyin. Kesinlikle spor yapmayın ve sağlıklı beslenmeyin. Kül tablalarını kesinlikle boşaltmayın, arabanızda, evinizde, iş yerinizde, her yerde sigara için.
Sigara içmeyenlerle görüşmeyin!
Kabul edin, siz bir sigara tiryakisisiniz ve sigara içmeyi her şeyden çok seviyorsunuz. Boğazınızda gıcık olması ve öksürük krizleri çok hoşunuza gidiyor. Her sigara yaktığınızda, etrafınızdaki sigara içmeyenlerin rahatsız olması ve size kötü kötü bakması umurunuzda değil. Sevgili alışkanlığınızdan dolayı her yıl harcadığınız milyonlarca lira sizi mutlu ediyor. Kötü kokmaktan, ya da nefesinizden hiç de rahatsız olmuyorsunuz. Hastanede geçireceğiniz aylar umurunuzda bile değil.
Gördüğünüz gibi sigara tiryakiliğine devam etmek çok kolay. Sakın vazgeçmeyin, sigarayı bırakmayı aklınıza bile getirmeyin, hastalıkmış, kansermiş, hastaneymiş, sağlıkmış, onlar da ne?
Gökhan YENİTÜRK

Stres Atmanın Yolları

Stres Atmanın Yolları
Yosun Banyosu
Ilık yağlarla yapılan sıcak yosun banyosu ve masajlar, Hintlilerin stres atmak için kullandıkları çok önemli bir yöntem. .
Melatonin
Amerika'da üretilmiş olan mucize hormon hapları da strese karşı etkili oluyor.
Avokado
E vitamini bombası olarak nitelenen avokadonun sakinleştirici etkisi var.
Sallanan İskemle
Bu tür iskemlelerde veya hamaklarda geçirilen yarım saatin strese iyi geldiği biliniyor.
Hayvanlar
Hayvan sevgisi, özellikle hayvanları okşamak stresi azaltıyor.
Yoga
Nefes alıp vermenin de ayarlandığı Yoga çalışmaları stres atmada çok etkilidir.
Öpüşmek
Duygusal yaklaşımların hepsi gibi öpüşmek de insanlardaki mutluluk hormonlarının üretimini arttırıyor.
Zamanı Planlamak
Planlı yaşamak stresi bir ölçüde de olsa ortadan kaldırıyor.
Müzik
Armonik tonların yatıştırıcı etkisi yadsınamıyor. Tempo hızlandıkça kalp atışları hızlanıyor.
Öğle Uykusu
15-20 dakikalık öğle uykuları günün yorgunluğunu almaya yeterli olabiliyor.
Yeşil
Bu rengin insanı sakinleştirdiği ortaya konmuş durumdadır.
Muz
Yüksek oranda serotonin içeren muz, beyindeki mutluluk hormonları çözerek stresi azaltıyor.
Balık Tutmak
Bu işler sırasındaki sessiz bekleyişin haftalık yorgunluk ve streslere iyi geldiği gözlemleniyor.
Çamur Banyosu
Kan dolaşımını hızlandırmak kaydıyla stresten kurtarıyor.
Ağlamak
Gözyaşları vücuttaki toksinlerin atılmasına büyük ölçüde yardımcı oluyorlar.
Dans Etmek
Haftada üç kez dans eden insanlarda kalp krizi riski %64 oranında düşüyor.
Güneş Banyosu
On dakikadan uzun sürmemek kaydıyla kalbi ve dolaşım sistemini güçlendiriyor.
Gülmek
Kasları gevşetiyor.
Hipnoz
Uyku ile uyanıklık arasındaki bu özel durum, bilinçaltının sıkıntılarından kurtulmasını sağlıyor.
Hayır Diyebilmek
Sıkıntı çekmek yerine hayır demesini öğrenmek, stresleri bir hayli azaltıp engelliyor.
Çikolata
Özellikle beklenen stresler öncesinde sahneye çıkmak ya da toplum önünde konuşma yapmak gibi rahatlatıcı etki yaptığı biliniyor.

SINAVLARDA BAŞARILI OLMA İPUÇLARI

SINAVLARDA BAŞARILI OLMA İPUÇLARI
1. ERTELEMEYİNİZ.
Ertelemek sıkışıklığa ve bu da zayıf ezberlemeye yol açar. Ezberiniz iyi değilse sınav stresi altında her şeyi unutacaksınız.
2. TEKRAR EDİNİZ.
Herhangi bir sınav materyalini en az 2 kere gözden geçirmelisiniz. (Önemli bir sınav için en az 3 kere) Tekrar etmek, belleği güçlendirir, yetersiz olduğunuz alanları keşfetmenizi sağlar, materyalleri daha iyi anlamanızı sağlar. Tekrar, çalışmak için daha çok zaman ayırmanızı gerektirir. Sınavdan iyi sonuç alanlar, sadece parlak zekalarıyla bunu başaramazlar.
3. KENDİNİZİ ZAMANLAYIN.
Sınırlandırılmış bir zaman içinde performansınızın nasıl değiştiğine şaşıp kalacaksınız. Tüm deneme sınavlarını gerçek sınavlar gibi zamanlayın. Çalışma oturumları da zamanlandırılmalıdır. Bir konuyu çalışmak için 2 saatlik bir zaman ayırmalısınız. Sonra 10-15 dakika dinleniniz. Diğer bir konuyu da çalışmak için 2 saat ayırınız. Sabah saatleri genellikle ezber için mükemmeldir. Öğleden sonraları da problem çözmek için uygundur.
4. SINIFTA TUTTUĞUNUZ NOTLARA ÖNEM VERİNİZ.
Sınıfta ayrıntılı notlar alınız. Ders notlarınızın öz olmasına ve öğretmenin öğrettiği her şeyi kapsamasına önem veriniz. Sınıfta çözülen problemler tekrar gözden geçirilmelidir.
5. DERS MALZEMELERİNİZİ AMAÇLI KULLANINIZ.
Yetersiz olduğunuz alanları takviye etmek ve mevcut problemleri çözmek için kullanınız. Özetleri bir kereden fazla okuyunuz.
6. HABERLEŞİNİZ.
Sınıf arkadaşlarınız ve öğretmeninizle konuşunuz. Anlamadıklarınızı anında sorun, sonra kavramları takviye için yeterli zaman bırakın. Tek başınıza çalışınız. Grupla çalışma zaman israfı olduğu için sadece başınız dertteyse grupla çalışınız.
7. ERKEN BAŞLAYINIZ.
Sınava çalışmak için erken başlayınız. Peşin hükümlü olmayınız.
8.ÇALIŞMA MALZEMELERİNİZİ GÖZDEN GEÇİRİNİZ.
Birkaç kitap satın alınız. Diğerlerini kütüphaneden alınız.
9. KAVRAMLARI VE YABANCI KELİMELERİN ANLAMLARINI ÖĞRENİNİZ.
Yabancı dildeki kelimeleri ezberlemek için:
a)Yabancı dildeki yayınları okuyunuz. Anlamını bilmediğiniz kelimeler için sözlüğe bakınız.
b)Her gün zaman ayırarak bir haftada en az 20 kelime ezberleyiniz.
c)Ezberlediğiniz kelimeleri tekrarlayınız. Her hafta öğrendiğiniz yeni 20 kelimeyi ve eski 20 kelimeyi her hafta gözden geçiriniz.
d)Her hafta sonu kelime alıştırmalarını yapınız.
e)Bu program hayati bir sınav için en az 6-8 ay sürmelidir.
Sıkı çalışma=Yüksek puan=İyi bir gelecek olduğunu unutmayınız.
f)Sınav günü dinlenmiş olarak sınava giriniz.
10. ÖZET:
Sınavda başarılı olmak için hazırlanmaya erken başlayın, tekrarlayın ve alıştırmalar yapın.

ÖGRENMEYI KOLAYLASTIRAN 24 KURAL

ÖGRENMEYI KOLAYLASTIRAN 24 KURAL
(AILELERE ÖNERILER )
1. Planlarınızı Paylaşın:
Düzenli olarak yaptığınız aile toplantılarında, çocuğunuza model rolünde bir ebeveyn olarak kendi planlarınızdan bahsedin. Planlı olunduğu aktiviteler planlaması için yardımcı olun ve ders çalışma programının aralarına aile toplantıları koyun.
2. Kitap Okuma Saatlerinin Kaydını Tutun:
Yatay eksende haftanın günlerinin yazılı olduğu bur grafik tutarak çocuğumuzu okuma konusunda motive edebilirsiniz. Çocuğunuzun en sevdiği kitaptan her akşam kaç sayfa okuyacağı konusunda hedef belirlenmesini sağlayın ve grafiği nasıl işaretlemesinin gerektiğini öğretin. Bu şekilde her gün okuduğu sayfa sayısının arttığın göreceksiniz ve daha da önemlisi çocuğunuza bu ilerlemesinden dolayı övdüğünüz zaman yüzündeki ışıltıyı sizde fark edeceksiniz.
3. Problemlerine Yardımcı Olun (Sorunlarıyla İlgilenin):
Çocuğunuzun okulda sürekli tekrar eden bir problemi olduğunda, çocuğunuzun öğretmeniyle konuşun ve problemi çözmek için planlar yapın. Buna rağmen sorun hâlâ devam ediyorsa, çözülmemişse ilerlemesine engel olan belirli bir öğrenme problemi olup olmadığını anlamak için bir test uygulayın.
4. Dinlenme Metotlarını Öğretin:
Eğer çocuğunuz sınav olurken panikliyorsa, ona küçük bir dinlenme, rahatlama tekniği öğretin. Önce, karnından yavaş ve rahat nefes almasını söyleyin. Daha sonra, nefesini verirken fısıltıyla D-İ-N-L-E-N demesini söyleyin. Çocuğunuza gerginliği ve vesveseleri arttığında bu yeni metodu uygulaması için cesaretlendirin. Bunu aynı zamanda siz de uygulayabilirsiniz.
5. Sınavlarda Kendime Güvenmesi Gerektiğinin Tahşidatını Yapın:
Bazı çocuklar herhangi bir sınava tam olarak hazır olduklarını hissetmek için aşırı çalışma ihtiyacı duyarlar. Eğer sizin çocuğunuzda bu kategorideki çocuklardan biriyse, sınav gününden günlerce önce tekrar etmesini sağlayan, makul bir ders planı hazırlamasına yardımcı olun. Çocuğunuzun kendine güvenini kuvvetlendirecek uygulama sınavlarına girmesini sağlayın.
6. "Araştır, Sor, Oku, Anlat, Tekrar et" Metodunu Çalışma Aracı Olarak Kullanın:
Sayısal sözel veya herhangi bir ders ile alakalı bir konuya çalışmaya başlamadan önce, çocuğunuza önce o konunun genel olarak ne hakkında olduğunu anlaması için araştırması gerektiğini, daha sonra konudaki başlıklar hakkında kendi kendine sorular üretmesi gerektiğini, bir sonraki aşmada bu sorunlara verilen cevapları okumasını, daha sonra verilen bu cevapları kendi kendine anlatmasını ve en son olarak da bütün öğrendiklerini tekrar etmesi gerektiğini öğretin veya sağlayın.
7. Televizyon İzleme Vaktini Sınırlayın:
Çocuğunuzun her hafta kaç saatini TV önünde geçireceğine karar verin. TV rehberinden, programları ve showları çocuğunuzun önceden seçmesini sağlayın. Uygun zamanlarda tekrar izletmek için özel programlar kaydedin.
8. Aile Olarak Yılda TV'den Uzak Kalmayı Planlayınız:
Yılda bir hafta TV izlemeyin. Bu süre daha zevkli işlerin yapılmasına ve yeni şeylerin öğrenilmesine vesile olabilir.
9. Çocuğunuzla Beraber TV İzleyin:
Programın içeriğini çocuğunuza açıklayın. Çocukların gerçek ve hayali ayırt etmelerine yardımcı olun. Reklamları tartışın ki çocuğunuz bilinçli bir tüketici olabilsin.
10. Beraber Okuyun:
Bütün ailenin aynı anda katılabileceği bir okuma saati ayarlayın. Çocuklar, anne-babalarını okurken görmeye ihtiyaç duyarlar. "Söylediğimi yap", ifadesinin "Yaptığımı yap" kadar etkili olmadığını unutmayın. Okuma kelime dağarcını arttıracaktır ve sohbetleri zevkli hale getirecektir.
11. Öğretici Oyunlar Oynayın:
Bekleme zamanlarında ve diğer boş vakitlerde, çocuğunuzun düşünmesini harekete geçirmek için aklınızda bir oyun hazır olsun. Twenty Question (20 soru), Categories (sınıflar) ve I Spy (casusluk yaparım) sınıflandırma becerilerini ve yöntemini öğretir. En erken yaşlardan başlayarak, çocuğunuzun aletlerin çalışma şeklini, kavramları ve çevresindeki nesnelerin özelliklerini anlamasının nasıl geliştiğini gözlemleyin.
12. Mantıklı Hedefler Belirleyin:
Bir çocuk için C'den A'ya derece atlamak imkansız gibi görünür. Her seferinde çocuğunuzun her gece çalışması için destekleyin ve gösterdiği çaba için her gün onu tebrik edin. Gelişmeyi göreceksiniz.
13. Soruları Cevaplayın:
Öğrenme, saat 3'te bitmez. Soruları öğrenme deneyimine çevirin. Eğer çocuğunuzun sorunlarının cevabını bilmiyorsanız bir kaynak kitaba baş vurun. Bir gezi planladığınızda önce biraz ev ödevi yapın. Beraber gideceğiniz yerin tarihini araştırın. Görülmeye değer yerlerin listesini yapın ve bu yerin neden önemli olduğunu bulun.
14. Matematiği Gerçekçi Yapın:
Çocuğunuz, gerçek yaşam durumları yansıtan kelime problemine sahip olduğunda, gerçek araçları kullanın. Oturma odanızı adımla ölçün. Belli bir hızla gidilirse, büyükannenin odasına gitmenin ne kadar süreceğini hesaplayın. Matematiği gerçek hayatta ilişkilendirmek, çocuğunuzun öğrenme için ilkeleri ve sebepleri anlamasını kolaylaştırır.
15. İyi Bir Dinleyici Olun:
Çocuğunuzun, size her gün okumasını sağlayın. Onu sadece yanlış okuduğu kelimeleri düzeltmek için dinlemeyin. Biriyle bağlantılı kavramlar hakkında o durumda karakterlerin başka neler yapmış olabileceği hakkında, daha sonra ne olabileceği hakkında konuşun. Çocuğunuzun, benzer temalarda okumuş olduğu hikayeleri hatırlamasını ve onları karşılaştırmasını sağlayın.
16. Birlikte Sesli Okuyun:
Çocuğunuz okumaya başladıktan sonra ona kitap okumayı sürdürün. Şiir ve klasiklere de yer verin ve çocuğunuza okutturun. Sizin çocuğunuza okuduğunuz kitapların çoğu daha sonraları en sevilen ve tekrar tekrar okunan kitaplar arasında yer alır.
17. Okul İşlerinde İstekli Olun:
Çocuğunun gittiği okulun faaliyetlerini destekleyen velilerden olun. Özel durumlarda okulda bulunacak telefon konuşmalarında bulunarak okula yardımcı olun. Çocuklar anne ve babalarını okulda görmekten çok hoşlanır. Ayrıca okulun sizin yardımınıza ihtiyacı var.
18. Öğretmenlerle Konuşun:
Çocuğunuzun öğretmeniyle görüşmek için bir sorun çıkmasını beklemeyin. Diyalogu ilk günlerden başlatın ve devam ettirin. Okulun ve öğretmenlerin yaptığını takdir etmek, bunu onlara hissettirmek çok önemlidir. Ufak bir teşekkür pek çok yol aldırır. Öğretmenlerin de olumlu tepkilere ihtiyacı vardır.
19. Konuşmayı Genişletin:
Küçük çocuklar konuşmaya başladığı zaman onlara baş sallayarak yada tek kelimelik cevap vermeyin. Çocuğunuzun kelime dağarcığını genişletin ve onları düşünmeye sevk edecek cevaplar verin. Sonraları, çocuğunuzun uzun cümleler kurmasına ve düşüncelerini detaylarıyla açıklamasına yardımcı olun.
20. Çok Pratik Yaptırın:
Mükemmellik amaç değildir. Büyüklerle kurulan en küçük bir diyalog, oyunlarda rol alma gibi faaliyetlere çocuğunuzun pratik yapmasını sağlayacaktır.
21. Her gün Matematikle Uğraşın:
Çatalları saydırarak, kurabiyeleri toplatarak, malzemelerin ölçülerini verdirerek, termostatı ayarlayarak vb. çocuğunuza matematiğin önemini sezdirin.
22. Okul Takip Çizelgesi Tutun:
Çocuğunuzun her yıl çalışmasını gösteren bir çizelge belirleyin ve böylece onun neleri öğretmekte olduğunu anlayabilirsiniz. Bu şekilde sık sık tekrarladığı hataları ya da dikkatsizlikleri saptayarak gerektiği zaman bu çizelgenin size yardımcı olmasını sağlayabilirsiniz.
23. Okul Çalışmalarını Sağlayın:
Çocuğunuz okulda olamadığında ev ödevlerini gözardı etmeyin. Çocuğunuzun ödevlerini düzenlemesinin önemli bir yeri vardır. Bu çocuğunuzun çalışmalarını saklı tutmasına ve her gün sınıfta olanların önemli olduğunun sizin tarafınızdan bilinmesine yardımcı olacaktır.
24. Ev Ödevi Planı Yapın:
Çocuğunuza ödevlerini yapması için iyi bir ışık ve aydınlatma sağlayın. Düzenli bir zaman ayarlayın. Çocuğunuzun yaptığı ödevleri zamanında ve doğru biçimde övün.

26 Nisan 2009 Pazar

İlköğretim derslerine kısmi iptal

İlköğretim derslerine kısmi iptal

Danıştay 8. Dairesi, Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Talim ve Terbiye Kurulunun, ilköğretim Türkçe dersi programının değiştirilmesine ilişkin 115 sayılı kararının 1, 2, 4 ve 5. sını flara yönelik kısmı ile ilköğretim Hayat Bilgisi dersi programının değiştirilmesine ilişkin 116 sayılı kararını iptal etti.

Alınan bilgiye göre, bir öğrenci velisi, Talim ve Terbiye Kurulunun (TTK) ilköğretim Türkçe, Matematik, Sosyal Bilimler, Fen ve Teknoloji ile Hayat Bilgisi dersleri öğretim programlarını değiştiren 12 Temmuz 2004 tarihli 114, 115, 116, 117 ve 118 sayılı kararlarının iptali istemiyle Danıştay'da dava açmıştı.

Davayı görüşen Danıştay 8. Dairesi, TTK'nın ilköğretim Türkçe dersi programının değiştirilmesine ilişkin 115 sayılı kararının 1, 2, 4 ve 5. sınıflara yönelik kısmı ile ilköğretim Hayat Bilgisi dersi programının değiştirilmesine ilişkin 116 sayılı kararını iptal etti. Daire, TTK'nın 115 sayılı karar ının Türkçe 3. sınıflara ilişkin kısmı ile ilköğretim Matematik, Sosyal Bilgiler ve Fen ve Teknoloji dersi öğretim programlarının değiştirilmesine ilişkin 114, 117 ve 118 sayılı kararlarının iptali istemlerini ise reddetti.

Kitapların incelenmesi için bilirkişi heyeti oluşturulmasına karar veren Daire, ders programlarının ancak bu şekilde Anayasa ve yasalara uygun olup olmadığının anlaşılacağına işaret etti.

Bilirkişi düzenlediği raporda, Sosyal Bilgiler 4 ve 5. sınıf ders kitaplarıyla, Fen ve Teknoloji 4 ve 5. sınıf ders kitaplarının Anayasaya, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu, Atatürk ilke ve inkılaplarına, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına aykırılıklarının bulunmadığı görüşü bildirildi.

Raporda "Hayat bilgisi 1, 2 ve 3. sınıf ders kitaplarının vatan sevgisi ve demokrasi kültürü yönünden zayıf ve yeni ilköğretim programının geliştirilmeye muhtaç olduğu sonucuna ulaşıldığı" belirtildi. Raporda, Türkçe, 1 ve 2. sınıf ders kitaplarının "önerilemeyeceği", 4. sınıf ders kitabının "uygun nitelikte metinlerle değiştirilmesi ve kitapta tesbit olunan yanlışların düzeltilmesi, eksikliklerin giderilmesi halinde ders kitabı olarak önerilebileceği", 5. sınıf Türkçe ders kitabının "yanlışlıklarının düzeltilmesi ve eksikliklerinin giderilmesi koşuluyla ders kitabı olarak önerilebileceği" görüşüne yer verildi.

Bilirkişi, 3. sınıf Türkçe ders kitabının ise önerilebilecek ders kitabı olduğuna işaret etti. Kararda, 2005-2006 eğitim-öğretim yılından itibaren uygulanmak için kabul edilen ilköğretim Türkçe dersi öğretim programının 1, 2, 4 ve 5. sınıflarla ilgili kısmında ve ilköğretim Hayat Bilgisi dersi öğretim programında hukuka uyarlık bulunmamaktadır" denildi. MEB'in iptal kararını temyiz etmesi halinde dosya Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nda görüşülecek.

24 Nisan 2009 Cuma

YAYGIN GELİŞİMSEL BOZUKLUKLAR; OTİZM

YAYGIN GELİŞİMSEL BOZUKLUKLAR; OTİZM
Dr. Tümer TÜRKBAY, Prof.Dr. Teoman SÖHMEN
Arkadaşına


Yaygın gelişimsel bozukluklar; erken çocukluk döneminde başlayan sosyal beceri, dil gelişimi ve davranış alanında uygun gelişmeme veya kaybın olduğu bir grup psikiyatrik bozukluktur. Genel olarak bu bozukluklar gelişimin bir çok alanını etkilerler ve süreğen işlev bozukluklarına yol açarlar.

Bu bozuklukların en iyi bilineni otistik bozukluk (infantil otizm olarak da bilinir) olup; karşılıklı sosyal etkileşimde, sözel iletişimde bozukluklar ve basmakalıp stereotipik davranış örüntüsü ile karakterizedir. İnfantil otizm kavramını ilk kez Leo Kanner tarafından 1943 yılında tıp literatürüne kazandırılmış ve 1980'e kadar bu terim kullanılmıştır. 1980 öncesinde Amerikan Psikiyatri Birliğinin sınıflandırmasında yaygın gelişimsel bozukluklar çocukluk şizofrenisinin bir alt tipi olarak sınıflandırılmaktaydı. Amerikan Psikiyatri Birliği, 1994 yılında yaygın gelişimsel bozuklukları 5 bozukluktan oluşan bir grup olarak sınıflandırmıştır. Bunlar:

1. Otistik Bozukluk
2. Rett Bozukluğu
3. Çocukluğun Dezintegratif Bozukluğu
4. Asperger Bozukluğu
5. Başka türlü adlandırılmayan yaygın gelişimsel bozukluk’dur

OTİSTİK BOZUKLUK
EPİDEMİYOLOJİ
Yaygınlık: 12 yaşın altındaki çocuklarda görülme oranı 10.000'de 2-5'dir.

Cinsiyet dağılımı: Erkeklerde kızlardan daha sık olarak gözlenir. Erkek çocuklarda kız çocuklarına oranla 3-5 kez daha fazladır.

Sosyoekonomik durum: İlk çalışmalarda yüksek sosyoekonomik ailelerde daha sık olduğu söylenmekteydi. Ancak son çalışmalarda bir farkın olmadığı, bunun düşük sosyoekonomik ailelerin çocuklarına tanı koymakta gecikildiği belirtilmektedir.

TANI VE KLİNİK ÖZELLİKLERİ
Günümüzde, otizmin prenatal başlangıçlı olduğu kabul edilse de tanı konabilmesi ancak 30-36.’ncı aylarda olabilmektedir. Erken tanı koymakla ilgili güçlüklerin, ilk sağlık hizmeti verenlerin, sık rastlanmayan bu bozukluk hakkında yeterince bilgilendirilmemesinden kaynaklanabileceği bildirilmektedir. Araştırmacı ve klinisyenler, otizme özgü anormal gelişimin bazı göstergelerinin 30 ay öncesi başladığı görüşünde uzlaşmaktadır. Bir çok otistik çocuğun anne ve babası gelişim basamakları açısından çocuklarında iki yaş hatta daha öncesinde anormallikler veya gecikmeler tanımlamaktadır. 0-2 yaşı kapsayan bebeklik dönemi ve daha sonra otizmin en belirginleştiği 2-5 yaş dönemine ait otizmin klinik özellikleri ayrı ayrı aşağıda ele alınmıştır. Ancak anlatılacak olan klinik özelliklerin, otizmin yaygın özellikleri olduğu, her çocuğun kendine özsü özellikleri olabileceği unutulmamalıdır.

BEBEKLİK DÖNEMİ
Otistik özellikler gösteren bebeklerin iki tip davranış biçimi gösterdiği gözlenmiştir. Bunlardan birincisi; sürekli ağlayan, huysuz olarak adlandırılan bebeklerdir. İkincisi ise, sakin, uslu bütün gününü yatakta geçiren bebeklerdir. Acıktıklarında bile ağlamamaları nedeniyle bakımlarının kolay olmasına rağmen, anneden hiçbir ilgi beklememeleri, çevrelerine karşı ilgisizlikleri anne babaları endişelendiren özellikleridir.

1. Fiziksel özellikler: Bu dönemlerde otistik çocukların fiziksel gelişimleri yaşıtlarından farklı değildir. Yaygın uyku ve beslenme problemlerine rağmen hemen hepsi sağlıklı bebeklerdir. Fiziksel olarak bir çok beceriyi olağan yaşlarında kazanmaya hazırdırlar; ancak bazı otistik bebeklerin çevrelerine karşı ilgisizlikleri nedeniyle daha geç yaşlarda oturdukları ve yürüdükleri gözlenmektedir.

2. Sosyal duygusal özellikleri: Normal bir bebek yaşamın ilk 3 ayında, annesine bakar; annesi onunla konuşurken gülümser, agular. Daha ileri aylarda ise her fırsatta kucağa alınmak için kollarını kaldırır, hazırlanır. Tanıdığı kişileri görünce heyecanlanır. İnsanlarla ilişki kurmaktan hoşlanır. Yalnız bırakılınca ağlar, sinirlenir. Oysa otistik bebeklerde bunların tam aksine, kucağa alınmaya karşı isteksizlik gösterme, kucağa alınınca huzursuzluk gösterme veya uygun beden duruşu göstermeme en belirgin özelliklerdir. Otistik bebekler, genellikle çevreleri ile ilişki kurmaz. İnsanların konuşmalarına tepki vermezler. İnsanlar ile göz kontağı kurmaz, çok uzun süre boş bakışlarla oturabilirler.

3. Zihinsel Özellikler: Otistik bebek, etrafındaki insanlara olduğu gibi cisimlere karşı da ilgisizdir; uzanıp onları almak ya da yakalamak istemez. Çevresindeki seslere, cisimlere, hayvanlara ilgi göstermez. Otistik bebeklerdeki bu ilgisizlik ve meraksızlık karşısında, anne babalar, zaman zaman çocukta zihinsel bir problem olduğunu düşünürler.

4. Konuşma özellikleri: Normal bebekler genellikle 1 yaş civarında ilk kelimelerini söylerler. Yaşamın birinci yılında sesler çıkarır, çıkardıkları sesleri farklılaştırır, bu şekilde duygularını, isteklerini ifade ederler. Normal bebeklerde görülen badıldamaların (Ba-ba, ba sesleri, ….) otistik bebeklerde görülmediği belirlenmiştir. Ayrıca diğer kişilerin kendileriyle konuşmasına ya da seslenmesine karşı tepkisiz kaldıkları gözlenmiştir. Bazı otistik çocuklar 0-2 yaş döneminde, tamamen sessiz kalabilir; bazıları ise yaşıtları gibi birkaç kelime öğrenebilir.

Otistik çocuklarda beslenme problemleri yaygın olarak gözlenir. Bunlardan çoğunun ilk aylarda emmesi zayıftır, altıncı aydan sonra beslenme problemleri artar. Birçok bebek, süt dışında tüm yiyecekleri veya katı gıdaları reddeder; bazıları ise normalin üstünde ve hemen her şeyi yiyebilir.

2-5 YAŞ DÖNEMİ

Bebeklik döneminde anlatılan birçok özellikler 2-5 yaş döneminde devam etmektedir. Ancak bu özellikler çocukların gelişimlerine bağlı olarak çeşitlenmiş, farklılıklar ortaya çıkmıştır. 2-5 yaş dönemi, otistik özelliklerin en belirginleştiği, tanı için oldukça önemli bir dönemdir.

1. Fiziksel özellikler: Fiziksel gelişimleri oldukça normal, güzel ve çekici çocuklardır. Motor becerileri genellikle iyidir. Kağıt kesme, boncukları kutuya tek tek koyma veya ipe düzme gibi küçük kas becerilerinin oldukça zayıf olduğu gözlenir. Ancak birçok otistik çocuk mekanik, takmalı-sökmeli oyuncakları kolaylıkla takıp sökebilir.

2. Sosyal-Duygusal Özellikleri: Bebeklik döneminde gözlenen çevreye ilgisizlik daha belirgin hale gelmiştir. Çevresindeki kişilerin ve anne-babanın yüzüne bakmama, hemen hemen her otistik çocuğun özelliğidir. İnsanların gözlerine bakmamaları veya anlık denebilecek kadar kısa bakışlardan sonra hemen gözlerini kaçırmaları dikkati çeker. Tamamen kendilerine ait bir dünyada yaşıyor gibi görünen bu çocuklar, çevrelerinde olup bitenlere karşı çok kayıtsızdırlar. Çağrıldıklarında tepki vermez, konuşurken dinlemez gibi görünürler. Bebekliklerindeki gibi fiziksel temastan kaçınırlar.

3. Zihinsel Özellikleri: Otizmin ilk tanımlandığı yıllarda, otistik özellikteki çocukların çok zeki olduklarına, ancak bu zekanın, problem davranışlarla maskelendiğine inanılıyordu. Otistik çocukların zihinsel gelişmeleri üzerinde yapılan ayrıntılı çalışmalar, en az iki grup otistik çocuk olduğu düşündürmektedir. Birinci grubu normal ya da zihinsel becerileri olanlar, diğer grubu ise zihinsel yönden yetersiz olanlar oluşturmaktadır. Otistik çocukların yaklaşık %40'ı 40-55, %30'u 50-70 ve %30'u 70 ve daha fazla IQ skoruna sahiptir. Otistik çocukların yaklaşık 1/5'inin zekası normaldir.

4. Duyusal Uyarılara Tepkileri:

a. İşitsel Uyarılara (seslere) Tepkileri: Bu dönemde seslere karşı çok değişik tepkiler görülmektedir. Çocukların seslere hiç bir tepki vermemesi bir çok anne-babayı, işitme problemi endişesi ile doktorlara gitmeye yöneltmektedir. Yapılan testler çocukların işitmelerinde organik olarak bir sorunun olmadığını göstermektedir. Gerçekten de bazen seslere hiç tepki vermedikleri, bazen en ufak seslere aşırı tepki gösterdikleri bazı seslere de çok duyarlı oldukları gözlenmektedir.

b. Görsel Uyarılara Tepkileri: Bu dönemde görsel uyarıcılara karşı normal dışı tepkiler yaygın olarak görülebilir. İnsan yüzlerine ve çevrelerindeki birçok nesneye bakmamalarına karşın, hareket eden, dönen ya da parlak olan bazı cisimlere çok uzun süre bakabilirler.

c. Acı, Sıcak, Soğuğa Karşı Tepkiler: Bu tepkiler, bazı çocuklarda acıyı, sıcağı ve soğuğu fark etmeme şeklinde ortaya çıkarken bazılarında ise soğuk suyla ellerini yıkarken ağlama, eline bir toplu iğne battığı zaman çığlıklar atma şeklinde görülebilir.

d. Dokunulmaya Karşı Tepkileri: Herhangi bir kimse tarafından dokunulmak, kucağa alınmak istendiği zaman, o kimseyi itmek, ondan kaçmak yaygın olarak gözlenen tepkilerdir.

Bu dönemde de beslenme ve uyku problemleri yoğun bir şekilde gözlenmektedir. Beslenme ile ilgili olarak, katı yiyecekleri reddettikleri, bazılarını sürekli püre edilmiş yiyecekler yedikleri, bu yüzden de çiğneme kaslarını kontrol etmekte güçlük çektikleri görülür. Aileler, çocuklarının garip yemek yeme alışkanlıkları olduğunu, yiyecek seçimi yaptıklarını sıklıkla anlatırlar. Belli bir süre hep aynı yiyeceği isteme, diğer yiyecekleri reddetme, sık sık tercih edilen yiyeceğin değişmesi de gözlenen özelliklerdendir.

5. Konuşma Özellikleri: Otistik çocukların konuşma özellikleri, dil gelişimleri, yaşıtları olan normal çocuklardan farklı tablo çizmektedir. Konuşmaya başlama çok farklı yaşlarda gerçekleşir; ancak genellikle ilk kelimeleri 5 yaş civarında söylerler. Bazı otistik çocukların konuşmaya normal yaşıtlarıyla aynı zamanda başladıkları, ancak daha sonraları, bildikleri kelimeleri kullanmadıkları gözlenmiştir.

Beş yaş sonrasında, otistik çocuk yeni kelimeler öğrenir, isteklerini kelimelerle ifade etmeye başlarlar, hatta bir iki kelimelik cümleler kurabilir. Bununla birlikte, konuşmayı bir iletişim aracı olarak kullanmadıkları gözlenmektedir.

Otistik Çocukların Konuşma Problemleri:

a. Konuşulanları Anlamada Güçlük: Otistik çocuklarla yapılan çalışmalar, konuşulanı anlama kapasitesinin oldukça sınırlı olduğunu göstermiştir. Anlama, yaşla birlikte artar; kendilerinden istenilenleri anlayabilir, ancak istekleri yerine getiremezler. Tek kelimeleri anlayabilirken, kelimeler soyutlaştıkça, cümleler karmaşıklaştıkça anlamaları da güçleşir.

b. Ekolali: Ekolali, çocuğun duyduğu kelimeleri, cümleleri konuşmacının hemen arkasından veya daha sonra taklit etmesidir. Normalde çocuklar, konuşmaya, duydukları kelimeleri taklit etmeyle başlarlar. Ancak bu taklit dönemi, 2,5 yaş civarında sona erer. Otistik çocukla da ilk kelimelerini, anlamlarına dikkat etmeden papağan gibi taklit ederek öğrenirler. Bazen kelimeleri, bazen de cümleleri olduğu gibi tekrar ederler. Kelimeleri, taklit ettikleri konuşmacının aksanı ve vurgulamalarıyla söylerler. Normal çocuklar bu dönemden sonra, taklit ettikleri kelimeleri uygun yerlerde kullanmaya başladıkları halde, otistik çocuklar bu dönemde oldukça uzun zaman kalır, öğrendikleri kelimeleri gerektiği zaman kullanmazlar.

c. Gramer Bozuklukları: Konuşabilen otistik çocuklarda gramer bozuklukları da yaygın olarak görülür. Cümlelerdeki fiil eklerini söylememek yaygındır. “Okula gidelim” yerine “okul git” demek ya da “yemekten sonra şeker ver” yerine “şeker, yemek yer” demek gibi gramer yanlışlıkları yaparlar. Çocuğun ilerleyen yaşıyla birlikte konuşma becerisi de arttıkça, gramer bozukluklarında bazı düzelmeler görülebilir.

d. Zamirlerin Yer Değiştirmesi: Konuşmadaki en belirgin özelliklerden birisi de şahıs zamirlerinin yerlerinin değiştirilmesidir. Birinci tekil şahıs “ben” yerine, “sen” veya “o” kullanırlar. Özellikle “ben” zamirini kullanma çok az görülür. (“Giderim” yerine “gider, gidersin” kelimelerini kullanmak gibi).

e. “Evet-Hayır” Kelimelerini Kullanmada Güçlük: Otistik çocuklar yaşıtları gibi “hayır” kelimesini “evet” kelimesinden önce öğrenirler. Otistik çocukların “evet” kelimesini öğrenmeleri genellikle 8-9, bazen de daha ileri yaşlarda olabilir.

Konuşma becerileri ne kadar gelişmiş olursa olsun, konuşmayı, iletişim aracı olarak kullanmak istemezler, yalnızca zorda kaldıkları zaman, bir isteklerini belirtmek için konuşurlar.

6. Davranış Problemleri: Otistik çocuklarda görülen problem davranışlar, çocuğun bebeklik döneminden çıkmasıyla belirginleşir.

Öfke Nöbetleri ve Bağırmalar: Bir çok otistik çocukta, öfke nöbetleri olarak adlandırılan, öfke nöbetleri olarak adlandırılan, kendini yere atma, tekmeleme, tepinme, ısırma ve şiddetli ağlama gibi davranışlar sıklıkla görülür. Öfke nöbetleri 2-5 yaşları arasında belirginleşir.

Çevresine Zarar Veren Davranışlar: Evdeki duvar kağıtlarının, koltukların yırtılması, her tarafa su dökme, gibi davranışlar olabilir.

Kendine Zarar Veren Davranışlar: Kendi saçlarını çekme, ellerini ısırma, yüzünü tırmalama, kanatma gibi davranışlar bu gruba girmektedir.

Tek Tip Vücut Hareketleri: Kendi etrafında dönme, öne arkaya sallanma, parmaklarıyla havada bir takım şekiller çizme gibi.

7. Duygusal Tepkiler:.

Özel Korkular: Elini küvetteki sıcak suya sokarak yaktığı için küvette yıkanmadan korkan küçük kız, bir ayakkabı ayağını sıktığı için ayakkabı giymeyi reddeden çocuk, özel korkuları olan çocuklara örnektir.

Tehlikelerin Farkında Olma: Otistik çocukların genellikle çevrelerindeki tehlikelerin farkında olmamaları, anne babalarını en çok endişelendiren özelliklerdendir.

Nedensiz Gülme ve Ağlamalar: Duruma uygun olmayan duygusal tepkiler nedensiz olarak ortaya çıkabilir. Çocuğun kendisi veya bir başkası cezalandırıldığı zaman gösterdiği gülme, aniden bağırma, ağlama gibi davranışların, bulundukları ortamı ve durumu değerlendirememelerine bağlı olarak ortaya çıktığı düşünülmektedir.

Değişikliklere Tepki Gösterme: Eve bir misafirin gelmesi, odasının farklı bir düzene sokulması, sürekli kullandığı çarşafın değiştirilmesi gibi durumlar, otistik özellikteki çocuğun huzursuz olmasına, saatlerce ağlamasına, öfke nöbetleri geçirmesine neden olabilir. Bu konuda çalışan uzmanlar, çocuğun yapılan her değişiklikten ötürü kendisini güvensiz hissettiği, ancak çevresindeki aynılığı koruyarak rahatladığı görüşünü paylaşmaktadırlar.

8. Hayal Gücünün Eksikliği:

Oyun Oynama Becerisinin Olmaması: Otistik özellikteki çocuklarda hayal gücünün yetersizliğine bağlı olarak yaratıcı oyun oynama becerisinin bulunmaması yaygın olarak gözlenir. Bir oyuncakla amacına uygun olarak oynamaz, oyuncak bir arabayla oynarken onun gerçek bir arabanın modeli olduğunu, kendilerinin de arabanın şoförü rolünü oynayabileceklerini fark etmezler. Bazen yalnız arabanın tekerlekleri, bazen de çıkardığı ses ile ilgilenirler; dakikalarca arabayı ileri geri sürerler. Bu alanda genellikle çeşitli nesnelerin, oyuncakların elle tutulduğu, oyuncağın gerçek amacına uygun olarak oynanmadığı gibi bebeklik dönemi özellikleri gözlenir.

Ayrıntılara Dikkat Etme: Çevrelerindeki nesnelerin, kişilerin tamamı yerine, ayrıntılarına küçük parçalarına dikkat ederler. Annelerinin yalnızca küpesi, oyuncak arabanın yalnızca tekerlekleri çocuğun dikkatini çekebilir. Anneyi ya da oyuncağı, o anda bulundukları çevre içinde tümüyle algılamalarının, hayal gücünün eksikliği nedeniyle ortaya çıktığı kabul edilmektedir.

9. Özel Beceriler: Otistik çocukların en şaşırtıcı özellikleri, bir çok alanda sınırlı becerileri olmasına karşın, bazı alanlarda sahip oldukları özel becerilerdir. Bir çok otistik çocuğun, konuşmadan önce şarkı söylediği görülür; bazıları ise bir enstrümanı iyi çalabilirler. Bazı anne babalar da, çocuklarında müzik becerisinin yanı sıra kuvvetli bir hafıza olduğunu belirtmektedirler. Çocuğun yıllarca önce gittiği bir yeri, o yerdeki özel bir eşyayı unutmadığını, çok uzun şiirleri ezberleyebildiğini, televizyonda dinlediği çok uzun bir konuşmayı olduğu gibi tekrar edebildiğini sıklıkla anlatmaktadırlar.

Otistik çocukların diğer bir özel becerisi de sayılar ve sayısal ilişkiler üzerinedir. Bazıları sayıları çok çabuk öğrenirler ve çok güç işlemleri akıldan yapabilirler. Ayrıca, gördüğü resimleri çok iyi kopya eden, güzel boyayan, mekanik oyuncakları söküp takabilen, karmaşık bul-yapları kolayca tamamlayabilen çocuklara da rastlanmaktadır.

DSM-IV'de otistik bozukluğun tanı ölçütleri şunlardır:

A. En az birisi (1)'inci maddeden ve birer tanesi (2) ve (3)’üncü maddelerden olmak üzere (1), (2) ve (3)'üncü maddelerden toplam 6 (ya da daha fazla) maddenin bulunması:

(1) Aşağıdakilerden en az ikisinin varlığı ile kendini gösteren toplumsal (sosyal) etkileşimde niteliksel bozulma:

(a) Toplumsal etkileşim sağlamak için yapılan el-kol hareketleri, alınan vücut konumu, takınılan yüz ifadesi, göz göze gelme gibi bir çok sözel olmayan davranışta belirgin bir bozulmanın olması.

(b) Yaşıtlarıyla gelişimsel düzeyine uygun ilişkiler geliştirememe.

(c) Diğer insanlarla eğlenme, ilgilerini ya da başarılarını kendiliğinden paylaşma arayışı içinde olmama (örneğin, ilgilendiği nesneleri göstermeme, getirmeme ya da belirtmeme).

(d) Toplumsal ya da duygusal karşılıklar vermeme.

(2) Aşağıdakilerden en az birinin varlığı ile kendini gösteren iletişimde niteliksel bozulma:

(a) Konuşulan dilin gelişiminde gecikme olması ya da hiç gelişmemiş olması (el, kol ya da yüz hareketleri gibi iletişim yolları ile bunun yerini tutma girişimi eşlik etmemektedir).

(b) Konuşması yeterli olan kişilerde, başkaları ile söyleşiyi başlatma ya da sürdürmede belirgin bir bozukluğun olması.

(c) Basmakalıp ya da yineleyici ya da özel bir dil kullanma.

(d) Gelişim düzeyine uygun çeşitli imgesel ya da toplumsal taklitlere dayalı oyunları kendiliğinden oynamama.

(3) Aşağıdakilerden en az birinin varlığı ile kendini gösteren davranış, ilgi ve etkinliklerde sınırlı, basmakalıp ve yineleyici örüntülerin olması:

(a) İlgilenme düzeyi ya da üzerinde odaklanma açısından olağan dışı bir ya da birden fazla basmakalıp ya da sınırlı ilgi örüntüsü çerçevesinde kapanıp kalma.

(b) Özgül, işlevsel olmayan, alışageldiği üzere yapılan gündelik işlere ya da törensel davranış biçimlerine hiç esneklik göstermeksizin sıkı sıkıya uyma.

(c) Basmakalıp ve yineleyici motor mannerizmler (örneğin, parmak şaklatma, el çırpma ya da burma ya da karmaşık tüm vücut hareketleri).

(d) Eşyaların parçaları ile sürekli uğraşıp durma.

(B) Aşağıdaki alanların en az birinde, 3 yaşından önce gecikmelerin ya da olağan dışı bir işlevselliğin olması:

(1) Toplumsal etkileşim.

(2) Toplumsal iletişimde kullanılan dil.

(3) Sembolik ya da imgesel oyun.

(C) Bu bozukluk Rett bozukluğu ya da çocukluğun dezintegratif bozukluğu ile daha iyi açıklanamaz.

Fiziksel Özellikler:

Görünüş: 2-7 yaş arasında otistik çocuklar normal populasyona oranla daha kısa boylu olmaya meyillidir.

Taraf tercihi: normal çocuklarda serebral dominans oluştuğunda, otistiklerde ambidekstroz olarak kalır. Otistik çocuklarda anormal dermatoglifiks (örneğin, parmak izi) yüksek insidansdadır. Bu durum nöroektodermal gelişimsel anomaliye işaret edebilir.

Diğer fiziksel hastalıklar: otistik çocuklarda, normal kontrollere oranla daha yüksek insidansda ÜSYE, geğirme, febril konvulziyon, konstipasyona rastlanmaktadır. Otistik çocuklarda enfeksiyonda ateş yükselmesinin olmayabileceği veya ağrılarını gösteremedikleri belirtilmektedir.

Etyoloji ve Patogenez:

Psikodinamik ve ailesel faktörler: Kanner'in otistik çocukların anne ve babalarının çocuklarına karşı yeterince ilgili olmadığı ve çocuğun bu nedenle kendi dünyasında yaşadığı varsayımı yapılan çalışmalarda gösterilememiştir. Son çalışmalarda otistik çocuğa ve normal çocuğa sahip anneler karşılaştırılmış; çocuklarını yetiştirme becerileri yönünden anlamlı fark bulunmamıştır.

Organik-nörolojik-biyolojik anormallikler: Nörolojik lezyonları olanlarda, özellikle Konjenital Rubella, fenilketonuri, tuberosklerozis ve Rett bozukluğunda otistik bozukluk ve otistik semptomlar gözlenebilmektedir.

Otistik çocuklar, normal çocuklarla karşılaştırıldıklarında daha fazla perinatal komplikasyonlar yaşadıkları gösterilmiştir. Otistik çocuklar, kardeşlerine ve normal çocuklara oranla anlamlı derecede daha fazla minör doğumsal fiziksel anormallik göstermektedir. Bu bize ilk trimesterde oluşan gebelik komplikasyonlarını düşündürmektedir.

Özgün bir EEG anormalliği olmamasına rağmen, otistik çocukların %10-83'ü çeşitli EEG anormallikleri gösterirler. Otistik çocukların %4-32'si yaşamlarının bir döneminde grand mal konvulziyonlar geçirmektedir. Otistik kişilerin yaklaşık %20-25'inde BBT'de ventrikül genişlemesi olduğu gösterilmektedir. Son yıllarda yapılan bir beyin MRI çalışmasında bazı otistik hastalarda, serebellar vermal lobul VI ve VII'de hipoplazi olduğu gösterilmiştir. Yapılan başka bir beyin MRI çalışmasında kortikal anormalliklerin özellikle polimikrogria şeklinde olduğu gösterilmiştir. Bu anormalliklerin gebeliğin ilk 6 ayında anormal hücre göçüyle ilgili olabileceği düşünülmektedir. Bir otopsi çalışmasında azalmış Purkinje hücre sayısı gösterilmiş ve başka bir çalışmada da PET'de artmış diffüz kortikal metabolizma olduğu belirtilmektedir.

Genetik Faktörler: Bir kaç araştırmada otistik çocukların kardeşlerinin %2-4'ü otistik bozukluk göstermiştir, otistik çocukların kardeşlerinin otizm olma olasılığı, normal populasyona göre 50 kat daha yüksektir. İkizlerle yapılan bir çalışmada otistik bozukluğun konkordans (birlikte görülme) oranı monozigot ikizlerde %92, buna karşın dizigot ikizlerde %10 olarak bulunmuştur. Bir genetik hastalık olan Frajil-X sendromunda otistik bozukluk gözlenebilmektedir.

İmmunolojik Faktörler: Anne ile embriyo veya fetus arasında immunolojik uyuşmazlığın otizme sebep olabileceği ileri sürülmüştür. Bazı otistik çocukların lenfositleri anne antikorları ile reaksiyon vermekte ve bunun sonucunda gebelikte embriyonik nöral veya ekstra embriyonik dokularda hasar oluşabileceği ileri sürülmektedir.

Perinatal faktörler: Otistik çocuklarda perinatal komplikasyonlar yüksek olarak bildirilmesine karşın, direkt olarak sebep olduğu gösterilememektedir. Gebelikte ilk trimesterde kanama olması ve amniyonda mekonyum bulunması otistik çocuklarda normal populasyona göre çok daha sıktır. Neonatal periyotda otistik çocuklar yüksek insidansta respiratuvar distress sendromu ve neonatal anemi göstermektedir. Otistik çocukların annelerinin gebelik sırasında ilaç kullanımının yüksek insidansda olduğuna dair bazı kanıtlar vardır.

Nöroanatomik bulgular: Otistik bozuklukta anormallik için kritik beyin bölümünün temporal lob olabileceği ileri sürülmektedir. Bu varsayım, temporal lob hasarı olan bazı kişilerde otizm benzeri bir sendrom gözlendiğine dayanmaktadır. Hayvanlarda temporal bölgede hasar oluşturulduğunda, beklenen sosyal davranışlarda kayıp, huzursuzluk, tekrarlanan motor davranışlar ve basmakalıp davranış örnekleri gözlenmektedir. Otistik bozukluk diğer bulgu; serebellumda Purkinje hücrelerindeki azalmadır. Bu durum potansiyel olarak dikkat, uyanıklık ve duyusal defektlere yol açmaktadır.

Biyokimyasal Bulgular: Otistik bozukluğu olan hastaların en az 1/3'ü plazma yüksek serotonin seviyesine sahiptir. Bu durum otistik bozukluk için spesifik değildir, çünkü otizmi olmayan mental retardasyonlu kişilerde de aynı bulguya rastlanmaktadır. Mental retardasyonu olmayan otistik bozuklukta hiperserotonemia insidansı yüksektir.

Bir kısım otistik çocuklarda artmış BOS homovalinik seviyesi (major dopamin metaboliti), artmış çekilme davranışları ve stereotipilerle ilişkili bulunmuştur. Eğer BOS 5-HIAA / BOS HVA oranı artarsa semptom şiddetinin azaldığına dair bazı kanıtlar vardır.

Ayırıcı tanı:

Major ayırıcı tanıda:

Ø Çocukluk başlangıçlı şizofreni

Ø Davranış semptomları ile mental retardasyon

Ø Mikst alıcı/ifade edici dil bozuklukları

Ø Konjenital sağırlık veya ciddi işitme bozuklukları

Ø Seçici Konuşmazlık

Ø Psikosoyal deprivasyon (yoksunluk)

Ø Dezintegratif (regresif) psikoz

Gidiş ve prognoz

Otistik bozukluk süregen bir bozukluktur. Bazı otistik çocuklar var olan dilin tümünü veya bir kısmını kaybedebilir. Bu sıklıkla 12-24 aylar arasında olur. Kural olarak, IQ’su 70’in üzerinde olanlar ve 5-7 yaşlarında iletişim dilini kullananlarda prognoz iyidir.

TEDAVİ YAKLAŞIMLARI

Bugün yaygın gelişimsel bozuklukların tedavisinde en önemli yaklaşım özel eğitim ve davranış terapileridir, nadiren farmakoterapi gerekmektedir. Tedavi planı ve tipi, her bireyin işlevlilik derecesine göre belirlenmelidir. Yaygın gelişimsel bozukluk çoğu vaka için yaşam boyu süren bir bozukluk olması sebebiyle tedavinin tipi kişinin yaşı ve gelişimine göre değişir. Çok küçük çocuklarda konuşma, dil eğitimi ve özel eğitim üzerine odaklanılmalı, anne baba ile çalışılmalı ve yalnızca belli hedef semptomlar için psikoaktif ilaçlar kullanılmalıdır. Binişik depresyon, anksiyete, obsesif kompulsif bozukluk semptomları için psikoterapi, davranış veya bilişsel terapi ve ilaç tedavisi gerekebilir.

A. Aile eğitimi: Otistik çocukların tedavisinde koterapist olarak aile kullanılabilir. Ayrıca otistik çocukların özellikleri ve ailenin tutumları konusunda aile eğitilir.

B. Eğitimsel yaklaşımlar:

Eğitim: Burada otistik çocuklara özel eğitim programları uygulanır. Otistik çocuğun yapacağı görevler (tasks) çocuğun durumuna göre belirlenmektedir. Grup içinde grup yaşamına hazırlayıcı kurallar konur. Kişinin kendine bakım becerileri, yemek hazırlama, alışveriş gibi beceriler kazandırılması amaçlanır.

Dil ve İletişim terapisi: Dildeki gelişim sosyal etkileşimi artırması nedeniyle konuşma terapisi önemli olabilmektedir.

İletişimi artırma: Grup içine sokularak arkadaş ilişkisi ve etkileşiminin sağlanması amaçlanır.

İşitsel entegrasyon eğitimi: Burada otistik çocukların çeşitli ses frekanslarına hipo- veya hipersensitivite gösterdiği iddia edilmektedir. Buradaki amaç sese duyarlılığı azaltarak adaptif davranışlarda olumlu değişiklikler sağlamaktır.

C. Davranış/Psikososyal Yaklaşımlar:

Davranışın değiştirilmesi: Davranışın değiştirilmesi hem bazı davranışları artırma hem de bazı davranışları azaltma yaklaşımlarını içerir. İstediğimiz davranışları artırma yaklaşımlarında ödüllendirmelerden faydalanılır. Burada önemli olan uygun ödülün seçilmesi, zamanlama, sıklık ve süredir. Davranışları azaltmada yaklaşımlar: ceza verme ve dikkatini kaydırmadır.

Sosyal beceri kazandırma eğitimleri

Kişisel psikoterapi: Kısıtlı uygulanımı vardır.

Kurumda yatırarak tedavi

D. Biyolojik yaklaşımlar ( Farmakoterapi):

Psikoaktif ilaçlarla tedavide amaçlanan hedef semptomlar şunlardır: hiperaktivite, öfke patlamaları, irritabilite, çekilme, stereotipler, saldırganlık, kendine zarar verici davranışlar, depresyon ve obsesif kompulsif davranışlardır. Hedef semptomları tedavi yaş gruplarına göre farklılık gösterebilir. Erken çocuklukta hiperaktivite, irritabilite ve öfke nöbetleri belirgin olabilirken, daha ileri çocukluk dönemlerinde agresyon ve kendine zarar verme davranışları karakterize olabilmektedir. Ergen ve erişkinlerde özellikle yüksek fonksiyonlu olanlarda depresyon veya obsesif kompulsif gelişebilir ve işlevselliği etkileyebilir. Klinik deneyimler göstermiştir ki; psikoaktif ilaçların kullanımı bu çocuklarda özel eğitim almayı ve verileni almalarını kolaylaştırmaktadır.

Nöroleptikler: Bu grup ilaçlardan bir kaç tanesi, özellikle haloperidol sistematik olarak çalışılmıştır. Geniş klinik populasyonda yapılan çalışılmalarda otistik çocukların haloperidol'den faydalandıkları gösterilmiştir. Haloperidol'un IQ üzerine veya öğrenme üzerine ters etkisi olmadığı gösterilmiştir. Haloperidol vermek sadece agresyon, koopere olamaması, aşırı hareketlilik gibi semptomları azaltmakla kalmaz aynı zamanda otizme ait spesifik semptomları da anlamlı derecede azalttığı gözlenmiştir. Haloperidol'un terapötik dozları kişiye göre ayarlanır, 2.3-8 yaş arasındaki çocuklarda doz aralığı 0.25-4 mg/gün’dür (0.016-0.184 mg/kg, ortalama 0.05 mg/kg/gün). Haloperidol tedavisinin en önemli dezavantajı: tardif diskinezileridir. Son yıllarda otizmde hedef semptomların tedavisinde risperidon ve olanzapin gibi atipik nöroleptikler kullanılmaya başlanmıştır. Bu yeni kuşak nöroleptiklerde tardif diskinezi riski çok azdır.

Fenfluramin: Edward Ritvo ve arkadaşlarının bir çalışması (1983, 1986): otizmde fenfluramin kullanımına büyük bir ilgi oluşturmuştu. Bu bulgular sonradan teyit edilmediği gibi, öğrenme üzerine retarde edici etkileri olduğu bulunmuştur.

Naltrekson: Naltrekson, potent opiat antogonisti olup, otizm ve kendine zarar verici davranışların tedavisinde etkili olduğu belirlenmiştir. Hiperaktiviteyi ve kendine zarar verici davranışları azaltmasına rağmen öğrenme üzerine etkisi gözlenmemiştir.

Klomipramin ve SSRI’lar: Bir seratonin re-uptake inhibitörü, trisiklik antidepresandaır. Son zamanlarda otizm tedavisinde araştırılmaktadır. Klomipraminin obsesif kompulsif bozuklukta etkinliği ve obsesyonsuz repetetif davranışları tedavide etkinliği, acaba otizmde sıklıkla gözlenen ritualistik davranışlara da etkili olabilir mi düşüncesini araştırmaya yöneltmiştir. 6-18 yaş 24 otistik ile yapılan çift kör bir çalışmada; klomipramin ortalama günlük 152 mg (4.3 mg/kg) kullanıldığında streotipler, kompulsiyonlar, ritualize davranışlar ve kızgınlığın azalmasında plaseboya üstün bulunmuştur. Flouksetin ve flovuksamin gibi SSRI’lar ile yapılan çalışmalarda özellikle erişkin otistiklerde repetetif davranışları azalttığı saptanmıştır.

Campbell M, Schopler E, Cueva JE, Hallin A: Treatment of Autistic Disorder. J. Am. Acad. Child Adolesc. Psychiatry 35 (2):134-143, 1996.

Sucuoğlu B, Akıncı A, Gümüşçü Ş, Pişkin Ü: Otistik Çocuklar ve Eğitimleri. Ankara, 1988.

İsmi söylendiğinde tepki vermeyen bebek otistik olabilir

İsmi söylendiğinde tepki vermeyen bebek otistik olabilir!
1 yaşında ismi söylendiğinde tepki vermeyen bebeklerde otistik spektrum bozukluğu olabilir!

Yeni bir araştırma 1 yaşında yapılan rutin kontrolde ismi söylendiğinde tepki vermeyen bebeklerin gelişimsel açıdan kapsamlı değerlendirmelere tabi tutulması gerektiğini ortaya koydu.

Kaliforniya Üniversitesi Davis MIND (Nörogelişimsel Hastalıklar Tıbbi Araştırma) Enstitüsü'nden Dr. Aparna S. Nadig ve arkadaşları araştırma kapsamında kardeşlerinin otistik olması nedeniyle otizm açısından risk taşıyan 6 aylık 55 bebeği ve 1 yaşındaki 101 bebeği incelediler. Ayrıca otizm açısından risk grubunda yer almayan 6 aylık 43 ve 1 yaşında 46 bebeği de kontrol grubu olarak incelediler.

İsim söyleme testi
Bebeklere basit bir test yapıldı. Bebekler, bebek koltuğuna oturtuldu veya annesinin kucağında durdu. Bebekler bir oyuncakla oynarken çocuğun arkasında duran bir araştırmacı normal bir ses tonu ile çocuğa adını söyleyerek seslendi. Çocuğun oyuncakla oynamaya ara vererek arkasını dönmemesi ve kendisine seslenen yabancı kişi ile göz teması kurmaması durumunda araştırmacı çocuğun adını yeniden söyledi. Her çocuğa cevap vermesi için 3 şans tanındı.

6 aylık bebeklerde kontrol grubundaki bebeklerin %82'si ilk veya ikinci denemede cevap verdi. 1 yaşındaki kontrol grubu çocukların ise tamamı ilk ya da ikinci denemede cevap verdi.

Otizm açısından risk taşıyan grupta yer alan bebeklerin ise 6 aylık olanların sadece %66'sı, 1 yaşındakilerin ise %86'sı ilk ya da ikinci kez ismi söylendiğinde tepki verdi.

İsim testinde tepki vermeyen bebeklerin 12 tanesi 2 yaşında yeniden kontrol edildi ve bu bebeklerin beş tanesinde otistik yelpaze bozukluğu teşhis edilirken, dört tanesinde de çeşitli gelişim gerilikleri olduğu saptandı.

Sonuç olarak 1 yaşındayken isim testine tepki vermeyen her dört bebekten üçünde 2 yaşına geldiklerinde gelişimsel sorunlar olduğu saptandı.

Amaç otizmin mümkün olan en erken dönemde tespit edilmesi
Araştırmayı gerçekleştiren uzmanlar ismi söylendiğinde tepki veren tüm çocukların normal olarak gelişmeyebileceğini veya tepki vermeyen tüm çocuklarda otizm olduğu anlamına gelmediğini, ancak bu testin otizmin mümkün olduğunca erken teşhis edilmesi açısından önemli katkı sağlayabileceğini belirttiler.

Araştırmacılar bu testin tek başına bir tarama testi olarak kullanılamayacağını; ancak yaşamın ikinci altı aylık döneminde olması beklenen taklit etme, hece tekrarları ile iletişim kurma çabası gösterme, göz teması kurma ve ismi söylendiğinde tepki verme gibi bir dizi davranışsal göstergelerin belirlenebileceğini ve bu davranışların olmamasının çocukta otizm olabileceğine dair güçlü bir erken veri sağlayacağını belirttiler.

Dr. Nadig araştırma kapsamındaki tüm çocuklar 36 aylık olduktan sonra sonuçların yeniden değerlendirileceğini ve erken dönemlerde koyulan teşhisin devamlılığını ve isim testi ile 36 aylıktan önce klinik belirti vermeyebilen Asperger sendromu arasında da bağlantı olup olmadığını görmek üzere çocukları okul dönemine kadar izlemeyi planladıklarını da belirtti.

Aynı uzmanlar bebeklerin beyinlerinin konuşma veya sosyal etkileşim gibi çeşitli uyaranlara nasıl tepki verdiğini belirlemek üzere bir EEG ölçümü üzerinde de çalıştıklarını belirttiler. Başka uzmanlar da otizmle bağlantılı olması olası genetik etmenler üzerinde çalışmalara devam ediyorlar.

Erken müdahale edilmesi büyük önem taşıyor
Çocukların iletişim ve ilişki kurma yeteneklerini ciddi biçimde etkileyen otizmde erken teşhis ve erken müdahale büyük farklar yaratabiliyor. Uzmanlar erken müdahalenin hastalığın derecesini önemli ölçüde hafifletebildiğini ve beyin sistemlerinin henüz gelişmekte olduğu bebeklik döneminde girişimlere çok daha iyi yanıt alınabileceğini belirtiyorlar.

Dr. Nadig ve arkadaşlarının gerçekleştirdiği araştırma konusunda bir değerlendirme yazısı yazan Washington Otizm Merkezi Direktörü Dr. Geraldine Dawson tüm bu araştırmalar sonucunda otizm riski taşıyan çocukların çok erken dönemde belirlenebileceğini ve böylece otizmin en ağır derecesi ile gelişmesinin önlenebileceğini vurguladı. Ayrıca kendilerinin de 12 aylık bebeklerde uygulanabilecek girişimlerin belirlenmesine yönelik bir çalışmayı yakında tamamlayacaklarını belirtti.

Gülümsemeyen bebekte görme özrü riski

Gülümsemeyen bebekte görme özrü riski
''Aile Eğitim Rehberi''nde anne-babanın yüzüne bakamayan ve gülümsemeyen 6-8 haftalık bebeklerde görme özründen şüphelenilmesi gerektiği bildirildi.
02 Nisan 2009 / 10:54
Reklam
Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı tarafından hazırlanan ''Aile Eğitim Rehberi''nde anne-babanın yüzüne bakamayan ve gülümsemeyen 6-8 haftalık bebeklerde görme özründen şüphelenilmesi gerektiği bildirildi.
Rehberde, göz ve görme işlevleri, ailenin görme özürlü bireye karşı tutum ve davranışları, karşılaştıkları sorunlarla baş etme yolları, özürlü bireyin eğitimi, hakları ve ulaşabilecekleri kaynaklar konularında bilgiler veriliyor.
Bütün çocukların doğumda görme düzeyinin düşük olduğu belirtilen rehberde, görmenin doğumdan sonra gelişimini sürdürdüğü, 6 yaşında olgun görme seviyesine ulaşıldığı anlatılıyor.
Görme işlevinin insan bilgi ve öğrenmesinin yüzde 80'ini sağladığı anlatılan rehberde, göz organının gelişmesini doğumdan sonra 3 yaşında tamamladığı, bebeklerin hareketli, parlak sarı renkli ve çizgili resimleri takip edebildiği ifade ediliyor.
Rehberde, bebeklerin görerek ve bakarak görmeyi öğrendiği ve temel göz kullanımının öğrenilen bir gelişme olduğu vurgulanırken, beyin dokumuzun yüzde 40'ının görme bilgilerinin birleştirilmesi için kullanılmasının görmenin çok temel bir duyu olduğunu ispatladığı belirtiliyor.

-ÇOCUKTA GÖRME ÖZRÜNÜN ALGILANMASI-

Çocuğun görmesinin gelişmesinin doğum sonrası devam ettiği, kullanılabilir düzeye gelmesi için de sürekli ve kaliteli uyarılmaya ihtiyacı olduğu ifade edilen rehberde, görme için algılama yeteneklerinin de gelişmesi ve görüntülerin beyinde anlamlandırılmasının gerektiği kaydediliyor.
Rehberde, ''Yeni doğan bebeğin göz bebeklerinin siyah olması gerekirken beyaz olması, gözün alışılmışın dışında küçük, çok büyük veya gelişmemiş olması, çocuğun yüzünü ışık kaynağına dönmemesi ve 6-8 haftalık bebeğin anne-babasının yüzüne bakamaması ve gülümsememesi'' gibi durumlarda çocuklarda görme özründen şüphelenilmesi gerektiğine dikkat çekiliyor.

-NORMAL VE ÖZÜRLÜ ÇOCUKLARDA GÖRME DUYUSUNUN GELİŞİMİ-

Görme duyusunun gelişim aşamalarının da sıralandığı rehberde, şu bilgiler veriliyor:
''Normal çocuklarda 0-1 ayda başını ve gözünü ışık kaynağına döndürme; 6-8 haftada gözün içine bakış ''Sosyal Gülüşme'', 3-6 ayda kendi ellerini seyretme, ileri uzanma; 1-2 yaşında ise yüz ifadeleri ve vücut dili, sesli uyaranlara bağlanma, olayların akışına bağlantı kurma gibi bazı davranışların sergilenmesi gerekir. Görme özürlü çocuklarda ise 0-3 ayda göz bebeğinin titreşmesi; 3-6 ayda şaşılık, göz tembelliği, başını tutamama, emekleyememe; 7-12 ayda görsel takip yapamama; 1-2 yaşında ise görsel haberleşme eksikliği gibi bazı durumlar gözlenebilir.''
Rehberde, çocuğun görme özrünün birçok sebebi olabileceği, ülkemizde genetik-kalıtım ve akraba evliliğinin göz hastalıklarının temel sebebi olduğu, bilgisi verilirken, göz hastalıklarının erken teşhis edilerek tedavisine ve rehabilitasyonuna başlanması gerektiği belirtiliyor.

İşte O ( s.a.v.)

İşte O ( s.a.v.)
2009-04-21 09:57:42
0; arz üstünde insanlığın ilk gününden bugüne yapılmış ve bundan sonra da kıyamete değin yapılacak inkılabat içinde kendisine bütün cephesi ile -İNKILAB- denilecek inkılabın organizatörü ve tek komutanı.

Son yüzyılda bir inkılab furyasıdır kopuyor, ancak biz inkılab kelimesinin anlamına bütünü ile vakıf olmadığımızdan, birçok kavramda olduğu gibi, inkılab kavramında da kargaşadan kurtulamadık.

0; yaptığı inkılabla, çok kısa bir zaman içinde çölün en vahşi bedevî insanını, insanlığa efendi etti. Hem de bu vahşiler cemaatten cemaata ona koşuşarak...



O kendinden evvel gelen bütün semavi kitapların tasdiki ile Enbiyanın işareti ile bundan öte, kendi zamanında Alayilliyyinde sancak açmış en sadık sıddık dosttan, Esfelesafilinde taht kurmuş Ebu Cehil'e kadar, tüm insanlar tarafından -Emin- sıfatına hak kazanmış ve kıyamete kadar da tüm insanlar onu bu sıfatla yad edecekler.



İşte 0 -Emin-: MUHAMMED'ÜR RESULULLAH



0 nasıl anlatılabilir ki, her lahzada zemin, Kelime-i Tayyibe ile beraber Onu zikretmekle ihtizaza geliyor. Nasıl mı? Çok basit; Onun izinden gitmekle en yüce şerefliler listesine geçen Bediüzzaman'ı dinleyelim: "İhtilafı metali" (güneşin doğuş saatlerinin ayrılığı sebebiyle zemin yüzünde ezansız bir zaman yoktur."



Şimdi anlaşıldı mı onun zaman ve mekan üstünlüğü?



İşte 0: MUHAMMED'ÜR RESÜLULLAH



Yine Üstad Bediüzzaman'ın tabiri ile: "Evet mademki, 0, dost ve düşmanın ittifakı ile iyi ahlakın en yüksek bir makamındadır.



Ve madem yine ittifak ile insanlık içinde en meşhur ve mümtaz bir şahsiyettir.



Ve madem yine binlerce mucizenin işareti ile ve meydana getirdiği İslam aleminin mükemmel halinin şahitliği ile ve açıklayıp tercümanı olduğu Kur'an-ı Hakim'in hakikatlerinin tasdiki ile en mükemmel bir insanı kamil ve mükemmel bir mürşittir.



Ve madem Ona uymanın semeresi ile milyonlarca kamil insan bu mükemmellik mertebelerinde yükselip iki dünya saadetine ermişler.



Elbette 0 zatın sünneti, hareketleri, uyulacak en güzel örneklerdir. Ve tatbik edilecek en sağlam rehberlerdir. Ve düstur kabul edilecek en güçlü kanunlardır."



Yukarıda yazılanların tümünün sahibi 0:



MUHAMMED'ÜR RESULULLAH



Nihayet deriz ki, Onu Kur'an haricinde övmeye çalışan tüm övgüler eksiktir. Bizim yaptığımıza gelince; İmam-ı Rabbani'nin deyimi ile "Ben Onu övemem ki, asıl övgüye ulaşan Onu methettiğim için sözlerimdir."



Yukarda anlatılan manadadır sözlerimiz böyle biline...



En nihayet Onun için, Şairin deyimi İle diyoruz:



"Müjdecim, kurtarıcım, efendim, peygamberim

Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim
Menzil.Net - Asr-ı Saadet

15 Nisan 2009 Çarşamba

1928-1938 Döneminde Dil Çalışmaları

1928-1938 Döneminde Dil Çalışmaları
Harf inkılâbı dilde yapılması gerekli olan değişikliğin ilk adımı olmuştur. Gerçi «harf inkılâbı» yapılmadan önce halk ağzından kelimeler derlenmiş, özellikle Büyük Millet Mec­lisinde konu ile ilgili görüşmeler olmuş, meclis kürsüsünden di­limizin sadeleşmesine ve kendi benliğine dönmesine dair ateşli konuşmalar yapılmıştı. Daha, vatan içten ve dıştan ateş çemberi içindeyken 9 Mayıs 1920'de (Yani Büyük Millet Meclisi ku­rulduktan on yedi gün soma) Besim ATALAY Meclis kür­süsünden:
«... herhangi bir kelime ve terkip bizim lisanımız içine girdi mi kendi hususiyetini (özelliğini), kendi kavaidini (ku­rallarını) muhafaza eder durur, aldırılmaz.Avam (halk) lisanı arasında kendi kelimelerimiz kay­bolup gidiyor. Biz avam lisanı arasında istimal edilen (kul­lanılan) kelimeleri toplayarak millî bir kamus (sözlük) teşkil edersek, hiç şüphesiz ki medenî ve asri bir millet olduğumuzu göstermiş oluruz... zamanımızda kendisi büyük telakki edilen maarif erbabından (irfan sahiplerinden) ilim erbabından sayılan zevatın (kimselerin) millî lisanımıza karşı yabancı ve kayıtsız kalmaları kat'iyyen muvafık (uygun) değildir...» diyordu('6).
İlk mecliste Tunalı Hilmi Bey, Türkçenin ateşli sa-vunucularındandır. Tarihimizde, Türkçe kanun teklifini ilk defa meclise sunan odur. Teklif geri çevrilir ama, o da kürsüye çı­karak aşağıdaki sözlerle içini döker:
«... Ben kendim bile, askerlikte okuyup yazma öğrenmiş bir babanın dizinde ilk mektebi, Türkçe ile geliştirerek idadiye geçtikten sonra, kalemimin züppeleşmeye başladığını gördüm. Benim o ana diliyle başladığım Türk kalemim büsbütün başka oldu, melez oldu, uydurma oldu. Fakat bir zaman geldi, mil­leti uyandırmak icap etti. Milleti uyandırmak için icap eden aşk ve seda ruhumu tutuşturdu ve benim ana dilime doğru götürdü. Her şey aslına döner akıbet; döndüm arkadaşlar. Gördük ki lisanımızda Arapça, Acemce kaideler; ya­bancıdır, fazladır, Türkçe değildir. ... Yemin ettim. Bir yi­ğidin sözü, özü gibi olmalıdır. O gün bugün yirmi seneyi ge­çiyor, benim kalemim Arapça ve Acemceyi kullanmıyor... Ben bu düşüncelerimi bu Büyük Millet Meclisinde kabul et­tirmeye muvaffak olursam, kürsüden inerken düşsem ölsem gözlerim arkada kalmaz. Ana dili olmayınca bir şey olmaz...»(17).
Tunalı Hilmi'nin kanun teklifi dilcilik tarihinde bir hatıra olarak kalmıştır.
Bütün bu uğraşmalar daha ilk meclis döneminde dil ko­nusunda ne kadar duyarlı davranıldığının delilleridir.
Harf inkılâbından sonra, pek çok Arapça kelime yazıdan gelen desteklerini kaybettikleri için yazı dilinde canlılıklarını kaybetmişti. Bu bakımdan yazı dili konuşma diline hızla yak­laşmıştı.
Türkçenin sadeleşme ve öz benliğine dönme konusunda 1 Eylül 1929 tarihinden sonra okullardan Arapça ve Farsça ders­lerinin kaldırılmasının da faydası olmuştur.
Harf inkılâbının gerçekleşmesinde, Dil Heyeti adı verilen bir komisyonun çalışmalarının büyük katkısı olmuştu. Bu komisyon inkılâbın gerçekleşmesinden soma dağılmamıştı. Bu komisyona Türkçenin sınırlarının çizilmesi, kelime hazinesinin meydana çıkarılması, dilimize ve yeni yazımıza uymayan ya­bancı kelimelerin yerine Türkçelerinin bulunması konularında görevler verilmişti. Ancak komisyon bütün bu sayılan işlerin üstesinden gelecek güçte değildi. Komisyon üyelerinin hemen hepsi «vazife duygusu ve dil sevgisi ile işe katılmış olan idealist şair ve ediplerdi»(l!i). Üyeler arasında dilin nasıl anlaşılması ge­rektiği konusunda da bir birlik yoktu. Fosilleşerek halka mal olmuş kelimelerin bırakılmasını istemeyenler olduğu gibi ça­lışmalarda dil estetiğinin ön plânda tutulması gerektiğini sa­vunanlar da vardı. Komisyon derlemenin dışında bir çalışma ya­pamadığı için Temmuz 1931'de dağıldı.
Bu arada Sadri Maksudi ARSAL 1930'da Türk Dili İçin adlı bir eser yayınladı. Yazar, bu kitapta dili düzeltme ko­nusunda türlü sebepler yüzünden aydınlarca kullanılmayan terk edilmiş kelimeleri; toplamak, düzenlemek ve bu kelimelere «edebî» ve «bilimsel» eserlerde yer vermek gerektiğini; dilin yapısına uygun, yeni kültür dilinin yaratılması ve yeni terimler yapılarak bunların yabancı terimlerin yerine kullanılması ge­rektiğini, bu şekilde dilin düzeltilmesinin yerinde olacağını be­lirtti.
Atatürk bu kitabı beğenmiş, kitap ve dil hakkındaki gö­rüşünü kitabın ön sayfasına yazmıştı. «Ülkesini ve yüksek is­tiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dil­ler boyunduruğundan kurtarmalıdır.» cümlesiyle biten bu görüş daha sonraki dil tartışmaları içinde değişik açılardan yo­rumlanacaktır.
Atatürk, Batılı tarihçilerin Türk tarihi hakkındaki olumsuz ve horlayıcı tarih görüşlerine karşı, Türk tarih tezini ortaya attı. Batılı tarihçiler Türkleri barbar bir kavim olarak ni­telendirmişlerdir. Onların bilim dışı, sakat ve çarpık görüşlerine dayanarak Sevr Anlaşmasında Anadolu topraklan pay edilmişti.
Atatürk'ün tarih tezi kısaca şöyledir:
Türk tarihi, sanıldığı gibi yalnız Osmanlı tarihi değildir. Türklerin tarihi çok daha eskilere dayanır. Medeniyetin beşiği Orta Asya'dır ve beyaz ırkın ilk yurdu da Orta Asya'dır. Bu ba­kımdan medeniyetin yaratıcısı Türkler olmuştur. Tarih öncesi devirlerde Orta Asya'da meydana gelen uzun süren kuraklık se­bebiyle büyük göçler olmuş, insanlar yeryüzüne oradan da­ğılmışlardır. Bu bakımdan Anadolu'nun yerli (otokton) halkı Hititler Orta -Asya'dan gelmiş olup Türklerin atasıdırlar.
Bu tez, Avrupalıların kendini merkez sayan (egosantrik) tarih tezlerine bir karşı tezdi. Avrupalıların tarih tezleri em­peryalizm politikasından kaynaklanmaktaydı. Tarih tezi, Türk­leri ikinci sınıf(!) insan sayma görüşüne de karşı görüş olarak atılmıştı(19).
Türk tarih tezinin dil çalışmaları ve hareketleri içinde önemli rolü olmuştur. Türklerin yüzyıllarca küçümsenmesi dil­lerinin de küçümsenmesine sebep olmuştu. Osmanlı Devleti dö­neminde devlet «ümmet» ve «Osmanlılık» kavramlarıyla bir­likte yürütüldüğünden millî dil kurulamamıştır. Türklerin de hor görülmesi bu politika içinde tabiî idi. Cumhuriyet döneminde öncelikle milliyeti ve ana dili hor görme duygusunu ortadan kaldırmak gerekiyordu. Atatürk, tarih tezini millete, manevî kuvvet sağlamak için de ortaya attı. Tezin dil çalışmaları içinde başta moral etkisi olmuştur. Tarih tezi, zamanında romantik bir hava yaratmış, «milli rönesansımız»ın başlamasında rol oy­namıştır. Tez, toplum psikolojisi açısından topluma yön ve hedef vermiş, bu yönüyle faydalı olmuştu. Türk tarihi hak­kındaki bugünkü bilgilerimizi biraz da bu teze borçluyuz. Tezde ileri sürülen fikirlerin bugün yüzde yüz doğru olmadığı an­laşılmıştır; ancak, tez kitle psikolojisi açısmdan tarihî rolünü oynamıştır.




Atatürk, 12 Nisan 1931 yılında bugünkü adıyla Türk Tarih Kurumunu; 12 Temmuz 1932 yılında da yine bugünkü adıyla Türk Dil Kurumunu kurdurdu. Atatürk, Türk Dil Kurumunun çalışma programını 11 Temmuz gecesi yani kuruluştan bir gün önce çizmişti. Kurum, «sözlük-terim», «dil bilgisi-söz dizimi», «etimoloji», «filoloji-dil bilimi» çalışmaları yapacaktı. Ancak kurucu üyeler arasında dille ilgili bir iki kişi vardı, diğer üyeler değişik alanlardan kimselerdi. Türkçenin bütün meselelerini gö­rüşmek üzere bir kurultayın düzenlenmesi gerekiyordu. Nitekim kuruluşunun üçüncü ayı bitmeden Birinci Dil Kurultayı top­landı.
a. Birinci Dil Kurultayı
Birinci Dil Kurultayında Türk Dil Kurumunun çalışma il­keleri şöyle belirlendi; Kurum, Türkçenin kendi güzelliğini meydana çıkaracak çalışmalar yapacak; onu, dünya dilleri ara­sında değerine yaraşır yüksekliğe ulaştıracaktır(20). Bu iş için yapılacak çalışmalar şunlardı: Türkçe sözlük hazırlanacak, Türk lehçeleri sözlüğü yapılacak, terimler sözlüğü, Türk dil bilgisi hazırlanacak, Türkçenin ekleri araştırılacak; Türkçenin tarihî dil bilgisi yazılacak; Hint-Avrupa, Sümer, Hitit (Eti) dilleriyle kar­şılaştırmaları yapılacak; bunlardan başka dış ülkelerde Türkçe ile ilgili yapılan çalışmaların Türkçeye çevrilip yayınlanması gerçekleştirilecek(21).
Türk Dil Kurumu, bu yüklü programı gerçekleştirmek için iş bölümü yaparak çeşitli kollar kurdu: Bunlar, Dil Bilgisi Kolu, Terim Kolu, Yayın Kolu, Derleme Kolu, Dil Bilim ve Filoloji Koludur.
Kurum ilk iş olarak derleme çalışmalarına başladı. Bu ko­nuda devlet desteği de sağlandı. Derleme işi Bakanlar Kurulu kararıyla ülke çapına yayıldı. Bu çalışmalarda, özellikle di­limizdeki yabancı kelimelere karşılık bulma gayreti vardı.
Kurultayın temel düşüncesi, yabancı kelimelere yeni kar­şılıklar bularak, yeni bir kültür dili oluşturmaktı. Ancak ku­rultayda dilin toplumsal bir varlık olarak kendi kendine ge­lişmesi gerektiğini savunanlar da vardı. Dilde «devrim» yapılıp yapılmayacağı konusu bu kurultayda tartışıldı.

İkinci Dil Kurultayına kadar, sözlük, terim, dil bilgisi, dil bilim kollarında çatışmalar yapılmıştır. Bütünüyle Birinci Dil Kurultayı İkinci Dil Kurultayına hazırlık niteliği taşımaktadır. Kurultay programının Türkçenin Hint-Avrupa, Sami, Sümer, ve Hitit (Eti) dilleriyle karşılaştırılması dışında çizelen program maddeleri bugün de güncelliğini korumaktadır. Kurultaydan sonra ülke çapında derleme, tarama ve anket çalışmaları hız­lanmıştır.

b. İkinci Dil Kurultayı
İkinci Dil Kurultayı, 18 Ağustos 1934'te Dolmabahçe Sa­rayında başlamış ve altı gün sürmüştür. Bu Kurultaya başka ül­kelerden de Türkologlar katılmıştır.
Kurultayda terimlerin Türkçe köklerden türetilmesi ko­nusunda birleşilmiştir. Bu mümkün olmadığı takdirde, te­rimlerin doğrudan Batı dillerinden değil; bu dillerin kaynağı olan dillerden alınması ve bunların Türk dilinin ses yapısına uy­durulması teklif edilmiştir.

Bu Kurultayda alınan ve uygulanabilen kararlardan biri de Türkçeden Osmanlıcaya, Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kı­lavuzlarının hazırlanması kararıdır. Bu kılavuzların gayesi dilin özleşmesini ve sadeleşmesini pratik yolla sağlamaktı. Ni­tekim kılavuzların bu konuda pekçok faydası olmuştur. Kı­lavuzlarda yer alan şu kelimeler tutunmuştur: sayın, üye, özen, gerekmek, evren, seçim, önemli, gündem, subay, durum (va­ziyet), tepki (reaksiyon), uzman (mütehassıs), dilekçe (ar­zuhal), basın (matbuat), yayın (neşriyat), yayım (yayma, neş­retme), yarbay, albay yargıtay (Temyiz Mahkemesi), danıştay (Devlet Danışma Kurulu), eğitim (terbiye bu kelime anlam nüansı ile yaşıyor), tüzük (nizamname), sonuç, eşit, (müsavi), özet (hulasa), emekli, (mütekait), doğu, batı, anlam (mana), uysal (munis), aday (namzet), oturum (celse), konut (ikametgâh), aşama (merhale) oy (rey, görüş). Bu kelimelerin yanında tutunamayan pek çok kelime de kılavuzlarda teklif edil­miştir; görmen (şahit, müşahit), görü (istikamet), elgin (garip, hasis), uram (cadde), sorav (dava) vb... gibi. Kılavuzlarda 8.000 kadar kelimenin Türkçe karşılığı teklif edilmiştir.

Bu dönemde yabancı kelimeler konusunda o kadar ileri gi­dilmiştir ki herkes gelişigüzel kendi bulduğu kelimeleri kul­lanıyor, yazı dili kargaşanın içine sürükleniyordu. Yabancı ke­limeler konusunda o kadar disiplinsiz davranıldı ki Türkçe kelimelere bile Türkçe karşılıklar bulunmuştu. Kâmile İMER, Türk Dil Devrimi (1976,87) çalışmasında şunları yazmaktadır:
«Özellikle derleme ve tarama girişiminden elde edilen sonuçlar yazı dilinde yerleşmeye başlamış. Tarama Der­gisindeki sözcüklerle yazı yazmak bir moda olmuş, ancak bu durum kimi karışıklıklara yol açmıştır. Yabancı söz­cüklerle anlatılan bir kavramın Anadolu ağızları ve halk di­lindeki karşılığı ile çeşitli Türk lehçelerindeki kar­şılıklarının bir araya gelmesi, hangi sözcüğün seçileceği konusunda kararsızlık yaratmış, kimi zaman da bir Türkçe sözlük ayrı ayrı yabancı sözcüklerle anlatılan birden çok kavramın karşılığı olarak kullanıma sunulmuştu. Kısacası, ortaya çıkarılan geniş söz varlığı (125.000'i aşkın kelime) gerçek bir değerlendirmeden ve eleştiri süzgecinden ge­çirilmeden topluma sunulmuştu...
Bu arada Türkçe zannedilen bazı kelimeler de can­landırılmaya çalışılmıştır; hatta bunlardan bazıları tutulmuştur: kent, amaç, bitig (kitap), denk, acun, ozan, kamu (bir ül­kedeki halkın bütünü) yasa, tamu (cehennem) gibi...
c. Üçüncü Dil Kurultayı ve Dil Felsefesi
Üçüncü Dil Kurultayı 24 Ağustos 1936'da toplandı. Top­lantıya dış ülkelerden 13 Türkolog katıldı. Bunlar arasında dünya dillerinin Sümerceden çıktığını, bütün dünya dillerinin anasının Sümerce olduğunu iddia eden ve bu yolda bir teori ge­liştiren Fransız Sümerolog ve dil bilimcisi Hilaire de BA-RENTON da vardı.
Bu Kurultayın esas konusu Güneş Dil Teorisidir. Bu te­oride ileri sürülen fikirlerin inandırıcı olmadığı bugün an­laşılmıştır. Güneş Dil Teorisi Atatürk'ün tarih tezi esası üzerine kurulmuştur. Tarih tezinin hangi etmenler yüzünden ortaya atıl­dığı açıklanmaya çalışıldı. Burada teoriden hem tarihî bir değeri olduğu için, hem de son zamanlarda ileri sürüldüğü gibi, politik sebepler yüzünden ortaya atıldığı iddiasını çürütmek için kısaca bahsolunacaktır.

Bir Alman dilcisi 1922'de, ayda bir takım mistik özellikler bulurduğunu, insanların daha çok ayın etkisi altında olduklarını, bu yüzden dilin oluşmasında ayın rol oynadığını, insana ilk ke­limeyi ayın ilham ettiğini savunan bir teori geliştirdi. Bu te­orinin hiç bir bilimsel dayanağı yoktu. Tamamen mistik ve me­tafizik delillere dayanıyordu.
Dilin doğuşunu ve çeşitliliğini açıklamaya çalışan bazı te-orisyenler (glotogonistler) de güneşin bütün canlılara hayat ve-riciliğini göz önünde tutarak, dili de oluşturabileceğini ileri sür­müşlerdir. Bunlara göre güneş; ışığı, dolayısıyla varlıklarla insan arasındaki ilişkinin belirmesinde önemli rol oynamıştır. Bu rolün sonunda dilin meydana gelebileceği ileri sürülmüştür. Fiziksel bakımdan ışıksız görme olmayacağına göre eşyanın, daha doğrusu dünyanın fark edilmesinde güneşin rolü büyük ol­muştur. Atatürk, biraz sonra sözünü edeceğimiz teorilere de da­yanarak dilin güneşin rolüyle oluştuğunu, dilimizin dünya dil­lerinin kaynağı olabileceğini ileri sürmüştür.
Dilimizin eskiliği ve dünya dillerinin kaynağı olabileceği fikri, Güneş Dil Teorisi ortaya atılmadan önce de iddia edil­miştir. Feraizcizâde Mehmet ŞAKİR'in 1894 yılında Bursa'da yazdığı Persenk adlı eserde bir takım kök bilimsel yakıştırma ve zorlamalarla Türkçenin dünyanın en eski dili olduğu iddia edilmiştir^-1).
Güneş Dil Teorisi, Atatürk tarafından ortaya atılan «Türk Tarih Tezi»nin ışığı altında, Atatürk'ün geliştirdiği dilin doğuşu ve dillerin çeşitliliği ile ilgili felsefî bir açıklamadır.
Dilin doğuşu ve çeşitliliği konusunda pek çok fikir ge­liştirilmiş ve açıklamalarda bulunulmuştur. Dilin doğuşuyla ilgili açıklamalar M.Ö. VIII. yüzyıla kadar dayanır. Bu konuda genel tutum her açıklama yapanın kendi dilini dünyanın en eski dili saymasıdır. Yapılan bütün açıklamalar tahminler çizgisini aşamamaktadır.
Güneş-Dil Teorisini görmeye geçmeden önce «Teori nedir?» sorusunu cevaplamak yerinde olacaktır:
Teoriler, bilimsel açıklamalardır. Her bilim daimin kendi konularıyla ilgili olarak geliştirdiği teoriler vardır. Teorilerde ileri sürülen iddiaların geniş ölçüde pratikliği yoktur. Bunlar, düşünce alanında kalan bilgilerdir. Bir bakıma bilim elbisesi giydirilmiş iddialardır. Teorilerde iddia edilen bilgiler yüzde yüz kesinlik kazansa; yani iddialar çeşitli bilimsel metotlarla doğrulansa, teori, teori olmaktan çıkar kanun olurdu. İşte bu açıdan bakıldığında teoriler tabiî ve toplumsal bilimlerde daima yol göstericilik yapmış, bilimsel doğruların yani kesin, her du­rumda denetlenip ispatlanabilen doğruların -kanunların- bu­lunmasında yardımcı olmuştur. İspatlanması mümkün olmayan teoriler bilgi düzeyinde kalır. Teorilerin hareket noktası bilgidir; ancak bu öyle bir bilgidir ki henüz sistemleşmemiş -bilim ha­line gelmemiş- ; doğruluğu bazı bilimlerde geniş ölçüde, bazı bilimlerde dar ölçüde deneylerle, olgularla ispatlanabilen bil­gilerdir.
1935'te Viyana'da Dr. Phil Herman KİVERNİC tarafından Türk dili hakkında 40 sayfalık bir eser yazıldı. Bu eser, dil psi-kolojisiyle ilgiliydi. Türkçenin elemanlarına ünlü Psikolog Sig-murt FREUD (1856-1939)'ün psikanaliz metodundan ya­rarlanarak bakılmıştı. (Araştırmacı çalışmasının ön sözünde de «Sigmurt FREUD'ün psikanalizinden kazanılan bilgiler bu Türkoloji etüdünün temelidir.» şeklinde açıklamada bu­lunmuştur.) Bu çalışmanın bir nüshası Atatürk'e gönderilmiştir. Bu çalışma, Güneş Dil Teorisinin fikrî zeminini hazırlamıştır. KİVERGİC, bu çalışmasında Türkçenin, Moğol, Mançu, Tun­guz; Fin, Macar; Japon ve Hitit dilleriyle yakınlığını gös­termeye çalışmıştı.

Atatürk, ayrıca bütün dünya dillerinin ve soylarının Sü-merce ve Sümerler olduğunu iddia eden ve bu yolda eserler yazan Sümerolog P. Hilaire de BARENTON'in çalışmalarını da örnek almıştır.
Abdülkadir İNAN'm teorinin ortaya atıldığı yıl olan 1936da basılan Güneş Dil Teorisi Üzerine Ders Notları adlı kitapçığında teori şu şekilde açıklanmıştır:
«1. İlk insanların bütün dikkat ve ilgilerini üzerine çeken güneştir.
2. Haricî âlemi teşkil eden nesneler güneşe göre büyüklük, küçüklük; parlaklık, sönüklük veya yakınlık, uzaklık itibarıyla farklı bulunurlar.
3. İlk insanların her şeyin üstünde tanıdığı ve her şeyin üs­tünde tuttuğu ilk nesne güneş olmuştur. Güneş, onların her şeyi idi. Güneşi inceleye inceleye onun niteliklerinden önce maddî, sonra ruhsal fikrî, soyut kavramları anlamaya başladılar. Böy­lece güneşten ve onun hareket niteliklerinden aldıkları başlıca kavramlar şunlar olmuştur:
a. Güneşin kendisi; esas, sahip, Allah, efendi, yükseklik, büyüklük, çokluk, kuvvet, kudret.
b. Güneşin saçtığı ışık; aydınlık, parlaklık.
c. Güneşin verdiği sıcaklık; ateş.
ç. Güneşin sıcaklığı; zaman, yer, kara, toprak, hayat, gıda.
d. Renk, su.
e. Ses, söz.
4. İlk insanlar, bütün maddî ve fikrî varlıkları güneşe verdikleri adlarla anarlardı. Sonra kendilerini «ben-ego» kavramından çıkan bütün düşünceler ve nihayet tespit ettikleri bütün nesneleri de tapındıkları güneşin ve güneşten çıkan kav­ramların yerine koyarak bu güneş isminin anlamını ge­nişletmişlerdir.

5. İlk insanların güneşe verdikleri ad «ağ»dır. Bu ses en kolay çıkarabildikleri /a/ sesidir. Hayranlık da ifade eden bu sesin ilk kelime olması gerekir. Bu kelime /a/, /aa/, /aaa/ ün­lüsünün uzunca okunuşudur.

6. Ses cihazı geliştikçe «ağ» ın ilk söylenebilmiş olan tip­leri sırasıyla (ay, ağ, ak, ah) olmuştur. Bu «ağ» ana kökünün anlattığı bütün anlamlar köklerde birinci derecede vardır».
Güneş-Dil Teorisi, Atatürk'ün ölümünden sonra değişik şe­killerde yorumlanmıştır. Teori hakkında dilin sadeleşmesi açı­sından birbirine taban tabana zıt iki fikir ileri sürülmüştür. Bun­lardan birincisine göre, bu teori, dilimizdeki sadeleşme hareketinin çıkmaza sürüklenmesini önlemek gayesiyle ortaya atıldı. Dilin kendi benliğine dönmesi için yapılan çalışmalar, tasfiyecilik (dilin istisnasız bütün yabancı öğelerden te­mizlenmesi) hâlini almıştı; bu durum yazı dilimizi bir çıkmaza doğru sürüklüyordu... Gidişi Türkçenin geleceği açısından teh­likeli gören Atatürk, bu teoriyle Türkçenin çıkmaza gidişini ön­lemek istemiştir. Karşı görüşte olanlar ise; bu teori, dilin nasıl oluştuğunu açıklamak için ortaya atılmış bir düşüncedir, di­yorlardı. Dünyanın çeşitli dillerinde kaynağı açıklanamayan ke­limelerin Türkçe olabileceğini açıklamaya yarayabilecek bir id­diadır; yoksa, teorinin dilin sadeleşmesi hareketiyle hiç bir ilişkisi yoktur.
d.Sonuç
Atatürk döneminde yapılan dil çalışmaları Türkçemiz açı­sından çok verimli olmuştur. Özellikle harf inkılâbı dilimizin kendi benliğini kazanmasında çok önemli rol oynamıştır.
Atatürk, 12 Temmuz 1932'de Türk Dil Kurumunu kur­muştur. Bu kuruluş, bilimsel, tarihî, kültürel ve toplumsal ih­tiyaçtan doğmuştur.
Atatürk'ün sağlığında üç kurultay düzenlenmiş, bu ku­rultaylarda dilimizin güzelleşmesi, gelişmesi, milletin ve çağın ihtiyaçlarına cevap verecek duruma gelmesi, böylece dünya dil­leri arasındaki kendine yakışan yüksekliğe ve zenginliğe ulaş­ması konusunda çalışmaların yapılması, kararlaştırılmış, çeşitli bilimsel kollar kurulmuş, derleme ve yayın çalışmaları ger­çekleşmiştir. Birinci Kurultayın toplandığı tarih olan 26 Eylül 1932 tarihi Dil İnkılâbının başlangıç tarihî olarak kabul edil­miştir.
1932 yılından günümüze kadar konuşma dilimiz yazı di­limize yaklaşmıştır. Dilimiz, türetme, birleştirme, derleme, ta­rama, yollarıyla pek çok kelime kazanmıştır.
Atatürk zamanından bugüne kadar geçirilen tecrübeler gös­termiştir ki yeni türetilen kelimelerden ek ve kökleri işlek olan­ların benimsenme şansı daha fazladır. Bu konuda mutlaka bi­limsel verilerin göz önünde tutulması gereklidir. Millet tarafından benimsenen kelimelerin büyük bir çoğunluğu, dilin işlek köklerinden ve eklerinden türetilmiş kelimelerdir. Bu ke­limeler Türkçenin yapı bilgisi bölümünde teker teker gö­rülecektir. Kelimenin çağrıştırma kabiliyeti, tutunmasının en önemli sebeplerinden biridir.
Atatürk, terimler üzerinde çok durmuş, Türkçenin bilimsel ve teknik gelişmeleri ifadeye muktedir bir dil olmasını ar-zulamıştı. Kendi de bu konuda örnek bir çalışma yapmış, 1936 yılının kış aylarında güç ve soyut olan geometri gibi bir bilim dalında küçük bir eser yazmış ve bu eserde 50'ye yakın ge­ometri terimini Türkçeleştirmiştir. Atatürk'ün kendi eliyle yaz­dığı bu kitap, 1937'de basılmıştır. Geometri öğretenlere ve bu konuda kitap yazacaklara kılavuz olması amacıyla basılan bu kitapta, Atatürk, 50'ye yakın geometri terimini Türkçeleştirerek neyin nasıl yapılması gerektiği konusunda ölümsüz bir örnek vermiştir. Atatürk'ün Türkçeleştirdiği geometri terimleri şun­lardır: alan, artı, eksi, varsayı, toplam, oran, orantı, türev, gerekçe, çarpı, bölü, eksi, artı, yamuk, paralelkenar, ikiz­kenar, eşkenar, köşegen, dörtgen, beşgen, üçgen, konum, yöndeş, dikey, düşey, yatay, çekül, kırık, eğik, taban, açı, açıortay, teğet, çember, yay, kesit, yarıçap, çap, düzey, yüzey, uzay, boyut gibi... Bilim dilinde kullandığımız bu ke­limelerin hemen hemen hepsi, dilimize yerleşmiştir. Bu ke­limelerin yapı bilimi ve anlam bilimsel değerlendirilmeleri, il­gili bölümde yapılacaktır. Kelimelerin çağrışım güçleri meydandadır. Bu kelimelerden meydana getirilmiş yüzlerce terim bugün bilim dilimizde kullanılmaktadır. Aynı kitapta tek­lif edilmiş olup da tutunamayan kelimeler de vardır ki bunların sayıları azdır: katıy, ökül, t ü mey açı, büteyaçı, uzam... gibi.
Atatürk'ün dilimize katkısı değişik açılardan incelenip de­ğerlendirilebilir; dil politikası yönünden Atatürk dilimizin bi-liçli işlenmesini istemiş, bu işi millî çağdaşlaşma ideolojisinin bir gereği olarak görmüştür. Dil konularına devletin desteğini sağlamış, orduda ve okullarda Türkçe terimlerin kullanılmasını gerçekleştirmiştir. Ayrıca ülkemizde o güne kadar yapılan da­ğınık dil çalışmalarının bir kurum altında toplanmasını sağlamış ve dilimizin çağın ihtiyaçlarına, gidişine ayak uydurması için Türk Dil Kurumunu kurmuştur. Dil, Tarih-Coğrafya Fakültesini de dilimizin gelişmesini sağlamak için temelini atmıştı. Dil ko­nusunda bir teori geliştirmiş, yeni terimler türetmiştir.
Atatürk'ün ölümünden sonra dil tartışmaları günümüze kadar sürüp geldi. Atatürk'ün sağlığında da dil tartışmaları ya­pılmış, dil meselelerinin nasıl halledilmesi gerektiği konusunda daha ilk kurultayda karşı görüşler ileri sürülmüştü. Dildeki ya­bancı öğelerin kendiliğinden temizlenmesi, dile «müdahale» edilmemesi, yeni türetilen kelimelerin bilimsel verilere da­yandırılması konularında karşıt düşünceler geliştirildi.
Bugün de ülkemizde dil tartışmaları yapılmaktadır. Tar­tışmalarda ortak olan nokta şudur: Dilimizdeki terimler mutlaka Turkçeleştirilmelidir. Batı dillerinden kelime akımı ön­lenmelidir. Yazı dilimiz azamî ölçüde konuşma dilimize yak-laştırılmalıdır.
Dil tartışmaları konusu, bu kitabın boyutlarını aşacağından görülmeyecektir. Ancak tartışmaların daha çok dili anlama ve kullanma tutumlarının farklılığından kaynaklanmakta olduğunu bilmekte fayda vardır.

reklam izle kazan

SPONSOR REKLAMLAR