8 Şubat 2009 Pazar

Meğer neymiş bu cihad!

Bankalı ilişkilere daldığımızdan beri, cihad kelimesini gündemimizden düşürmüştük. Tarihin eskimiş sayfalarında, çocuklara çizgi film üretmek için gerekli senaryoların yazılmasında kullanılan kavramlar arasına gömülmüştü cihad. Cihad ve mücahid, toplumdan uzaklaştı. Öyle uzaklaştı ki, cihaddan söz açan hatiplerin konuşması aşırı bulundu. Cihaddan söz eden âlimler, küfre karşı kıyama davet eden liderler yabana atıldı.

* Meğer neymiş bu cihad! -

O kadar uzaklaşıldı ki, en iyi 'hoca' evinde ve işinde oturmayı tavsiye eden hoca oldu. Âlimlik bir tür bürokratlık haline geldi. Kâğıt üzerinden her şeyin yürütülebileceği, cihadın zamanının geçtiği bize inandırılmaya çalışıldı. Hocalardan, davetçilerden biri cihadı gündeminde tutmuyorsa o, güçlülerin medyasında kendine yer bulabildi. Önüne mikrofonlar kondu. Ahiret için yaşayan bir ümmet olduğumuz halde dünyevileşmede, ahireti inkâr edenlerle yarışır hale geldik.

Otel odalarında görüşerek, karşılıklı diplomasi ile müminlerin dertlerinin giderileceğine, silahı ve cihadı konuşmanın geleceği tehlikeye atmak olduğuna ikna edilmeye çalışıldık.

Genelde kâfirlerin, özelde de Yahudilerin nesi değişti? Saadet asrına göre küfür daha esnek hale mi geldi? Bizim hocalarımız, davetçilerimiz, dava önderlerimiz Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemden daha nazik, daha emin mi oldular da küfür ehlini ikna edebileceklerine inandılar?

İnsanlık dünya turuna çıktığı zamandan beri, elinde sopası olmadan kimin sözü dinlendi? Gücü olmayanın sözü olur mu hiç?
Cihadın gereksiz olduğu bir dönem gelecekti de neden cihad, İslam'ın zirvesi oldu?

Elbette cihadı, silahı, Allah yolunda can ve mal fedakârlığını şu anda gerekli görmeyen müminler, bu düşüncelerini akide zafiyetlerinden dolayı dillendirmiyorlar. Onlar da Allah'ın dini için üstünlük talep ediyorlardır. Sadece bir gerçeği görmezden geliyorlar ya da zanları onlara ağır basmaktadır. O gerçek de şudur: Küfür tarafında hiçbir gevşeme yoktur. Âdem'in önünde secde etmeyen İblis'in itirazındaki mantık ne ise bugünkü küfrün mantığı aynı anlayış üzerine kuruludur. Hiçbir şey değişmemiştir. Müminler hiçbir dönemde sözle ve otel odalarında, konferans salonlarında yaptıkları faaliyetlere güvenerek dinleri için gerekeni yapmış olamazlar. O tür faaliyetler de gerekli olmakla beraber, mal ve can üzerine dayalı cihadın yerini tutması mümkün değildir. Namazın, orucun yerini tutmayacağı gibi bir hakikattir bu. Nasıl namaz kendi başına bir boşluğu dolduruyor, oruç da kendi başına başka bir boşluğu dolduruyorsa cihad ve diğer İslam'ı ayakta tutma çalışmaları da böyledir; her birinin yeri başkadır ve biri diğerinin yerine kaim olmaz.

Cihadı gündemimizden düşürdüğümüzden beri, yeryüzünün itilenleri haline geldik. Müslüman halkların başında duranlar, rucûletlerini tartışma konusu haline getirecek tavırlara mahkûm oldular.

Müslümanlar olarak yaşadığımız son olaylar, Filistin topraklarında Hamaslı kardeşlerimiz bize, unuta yazdığımız en büyük gerçekleri hatırlamaya vesile oldular. Allah onlardan razı olsun. Bir milyarın yükünü bir avuç mücahid olarak yüklendiler. Dönemimize, gelecek kuşaklara önemli dersler verdiler.

İsrail'in yıkılıp gitmesi, ona destek olan güçlerin tarihe gömülmesi değil şimdiki beklentimiz. Önce bizim, onların önünde yok olmayacağımıza inanmamız gerekiyordu. Onların aşılamaz güçlerin sahibi olmadıklarına, imanımızın bizi çaresiz bırakmayacağına imanımız tam olmalıydı. Onları olduklarından daha fazla büyüttüğümüze onlar da şaşmışlardı. Şimdi ise onlar şaştı biz uyandık. Taşlar yerinden oynadı. Öldürmekle yok edilemeyecek bir ümmet olduğumuzu bilmiş olmamız büyük bir zaferdir. Sorun bizim kendi değerimizi inkâr edişimizle başlamıştı. Bu husustaki dönüş en büyük kazancımızdır. Yoksa şehide ağlayacak kadar cahil değiliz.

Kuşatmayı da ilk defa gören bir ümmet değiliz. Sevgili Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz de kuşatıldı. Aylarca Şib'a vadisinde muhasara gördü. Aynı vadiye muzaffer ordularıyla döndüğü yıllarda, kuşatma kararını verip, uygulayanların çoğu cehenneme yuvarlanmışlardı. Kuşatılmış olmak kaybetmek değildir. Allah'ın lütfüyle nice kuşatılanlar galipler olarak kuşatıldıkları vadilerden çıkmışlardır.

Yahudi zulmüne maruz kalan ve şanlı bir direnişle ayakta kalan kardeşlerimizden çok şey öğrendik:
Bir:

Sıkıntılarımızın nedenleri üzerine düşünmeye sevk ettiler bizi. Hızlanarak devam eden dünyevileşme, hadisteki ifadesiyle ölümden nefret ve dünya sevgisi sonucu başımıza gelen çerçöp haline gelme nedenlerimizi tahlil etmeye başladık.

Nereye doğru sürüklendiğimizi düşünecek fırsat bulamıyorduk. Ebedi kalınacak bir dünya oluşturacakmışçasına madde âlemi bizi kuşatmış durumdaydı. Başımızı ve sonumuzu düşünme fırsatı bulduk. Şehadetin lezzetini tadanlara imrendik. Küçük bebeklerin, büyük adamların yerine hedef alındığını görmek, katılaşan kalplerimizi yumuşattı. Erkekleşmiş kadınlarımızla onur duyduk. Ümmetimizin hâlâ cihad ruhunu kaybetmediğini görmek bizim için güzel bir teşvik oldu.

Aylarca kuşatılmış bir toprak parçasında, açlık sınırında bir hayat yaşadıkları halde, teneke parçalarından dev teknolojilere karşı silah üretebilen kardeşlerimizle iftihar ettik. Çanakkale ruhu gözlerimizde canlandı. Mümin için 'olmaz'ın olmayacağını idrak ettik. Erkekleşen kadınlar, devleşen çocuklar umudumuz oldu, iftihar vesilemiz oldu.

Kalplerimize muhteşem sinyaller gönderdiler. O sinyallerle dua meclisleri kurduk, camilerde toplandık. Meydanlara doluştuk.
İki:

Kardeşlerimiz bize ümmetimizin tek bir ümmet olduğunu hatırlattı. Başkalarının cetvellerle çizdiği sınırlar yüzünden ayrı kalmamızın yanlışlığını anlattı. Bir avuç kardeşimiz için bir buçuk milyarımız tek yürek olduk. Mezheplerimiz, cemaatlerimiz, ülkelerimiz, coğrafyalarımız, yönetim farklılıklarımıza rağmen mesafeler kalktı. Kimi malıyla, kimi bedeniyle, kimi duasıyla, kimi gözyaşıyla desteğe koştu. Kardeşlerimizin şanlı direnişi sayesinde aramızdaki ihtilafları unuttuk. Kâ'be'nin bizi etrafında döndürdüğünü hatırladık.

Yahudilerin ifsatçı ve katliamcı kimlikleri sayesinde sadece Müslümanlar olarak biz değil, İslam'la ilgisi bulunmayan milletler bile, şerrin merkezini tanımaya yakın oldular.

Cihad sayesinde küçük dertlerimizi bir kenara bırakma denemeleri yaptık. En azından asıl derdin ve asıl çarenin örneğini gördük. Fiilen katılmadığımız halde cihad heyecanı kuşattı bize. Evlerimizin hali, mobilyalarımız bizi düşündürdü.
Üç:

Bu mücahid kardeşlerimiz, içimizdeki münafıkları tanımamıza vesile oldular. Ekonomik ve siyasi endişelerinden dolayı kenarda kalmayı tercih eden, fırsat buldukça küfür tarafının gücünü şişirenleri tanıma fırsatı bulduk. Kiminle yola çıkılıp kiminle çıkılmayacağını tanıdık. Mü'min kimliğimizle bulunmaması gerektiği halde bizde bulunan açıkları tespit edebileceğimiz fırsatlar önümüze geldi.
Dört:

'Güç' mefhumunun gözümüzde nasıl tahrif edildiğini gördük. Allah'a imanın önünde setlerin dayanamayacağını gözlerimizle gördük. Sabreden kardeşlerimiz destanlar yazdılar. Büyük diye öne çıkarılanların büyüklüklerinin izafi olduğuna şahit olduk. 'Bir saatte bitirecekleri işlerini' bir ayda bile bitiremediklerini, aslında iddia edildikleri gibi olmadıklarını gördük. Tankın içinden çıkamayan zırhlı askerler onların yüz karası oldu. Müminlerin aylarca süren kuşatmaya rağmen konserveyle beslenip, kutularını da silaha dönüştürdüklerini görmek içimizi açtı. Mutlu olduk. Güç ve kuvvetin Allah'ta olduğunu, O'nun yardımını hak edenlerin asla zarar etmeyeceğini anladık.
Beş:

Küfür ehlinin barıştan ne anladığını öğrendik. Onlar için anlaşmanın, imzanın hiçbir değeri olmadığını, iman ehline karşı tek vücut olduklarını bir kere daha müşahede ettik. Yeri geldiğinde zulümlerini insanlık, ifsatlarını hizmet, hırsızlıklarını yatırım, sömürülerini destek olarak sunabildiklerini açıkça gösterdiler bize.

Kâfirlerle nihai barışı düşünmenin saflık olacağını, onlarla uyumun mümkün olmadığını, tek bir mümin hayatta kaldığı sürece onların şer planından vazgeçmeyeceğini gördük. Gördüğümüze yer gök şahit oldu. Onlara meyletmenin sonunun esaret olacağını idrak ettik.

Birleşmiş milletler, şu veya bu, onlara ait ne kadar kurum varsa, onların hizmetini görmek için kurulmuşlar, insanlara sundukları hakların onlardan artan haklar olduğunu öyle bir anladık ki, biiznillah bize yetecektir. Müminlerin eliyle kurulup, yürütülmeyen hiçbir kurumun mümin için yarar sağlamayacağını öyle bir anladık ki!

Küfrün bir cephe, imanın bir cephe olduğu bundan daha iyi nasıl anlatılabilirdi?
Altı:

Bize ait kavramlardan olan, yardımlaşmayı, sadakayı ihya etmemize neden oldular. Zenginlerimiz bir yana, ahırında iki ineğinden başka bir şeyi bulunmayan müminler dahi yardım seferberliğine katıldı. Çeyizler, takılar gönderildi. Sadakanın ihya edilişi onlara da umut oldu.

Bir zamanlar Anadolu işgal edildiğinde, kadınlarının küpelerini, takılarını toplayıp yardım olarak gönderen Hindistanlı Müslüman kardeşlerimizin duygularını yaşadık. Meğer ne güzel bir şeymiş kardeşinle ilgilenmek. Kardeş için fedakârlık ne büyük mutlulukmuş! Malını, evini ikiye bölen ashap ne derin hazlar yaşamışlar da biz ondan mahrum kalmışız!

Cihada katkı sağlamak, evdeki sofradan alıp, cihadda babası ölen yetimin sofrasına koymak bu imiş meğer. Cihadda kullanılan bir merminin bedelini ödemiş olmak ne büyük isabet, ne hoş bir duyguymuş meğerki!

Allah kardeşlerimizden razı olsun. Nerdeyse unutacağımız şeyleri bize hatırlattılar. Bize düşmanımızı, dostumuzu gösterdiler. Dalıp gittiğimiz gafletimizden uyandırdılar bizi. Onlar intifada (silkinme) içinde oldu, biz silkindik, uyandık. Allah yolunda harcamak, cihada infak etmek, mücahidin arkasında durmak anlatılmayıp yaşanır şeylermiş; yaşandı da!
Yedi:

Neredeyse, küfre karşı ayakta durmaya çalışan her mümin için kullandıkları 'terörist' kelimesine biz de inanacaktık. Bu cihad sayesinde gördük ki onlar, önlerinde eğilmeye yanaşmayan, verdikleri bahşişleri kabul etmeyen, dinini esas aldığı bir hayat yaşamak isteyen herkesi terörist olarak tanıtıyorlar. Onların düzeneğine takılanlar ılımlı, uyumlu; sebat edenler radikal, aşırı! Sen neymişsin be cihad, bize neler öğrettin!
Sekiz:

Bu cihad, Müslümanların başında yönetici vasfıyla tutulanları, bir daha gizlenemeyecekleri şekilde ifşa etmiştir. Kızılhaç yetiklisi kadar bile tepki veremeyişlerinin nedenini bütün Müslümanlar çok iyi anladılar.
Dokuz:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ümmetinin ayakta kalan kadrosunun sürekli bulunacağını, aykırı davrananların onları yıldırmayacağını, kıyamet vakti gelinceye kadar bu durumun böyle devam edeceğini haber vermişti. İnşallah kardeşlerimiz bu haber verilenlerden olmayı başarmışlardır.
On:

Kulaklarımıza küpe olacak bir hakikati mücahid kardeşlerimiz bize hatırlatmış oldular. Hadis kitaplarında kalan bir uyarıyı önümüze getirdiler:

'Müminin şeref ve namusunun çiğnendiği bir yerde onu yalnız bırakanı Allah, yardıma muhtaç olduğu bir günde yardımsız bırakacaktır!' Müsned-i Ahmed, 16081

Makamlarını ve banka hesaplarını kolladıkları için mümin kardeşlerinin ezilmesine, yok edilmesine ses çıkaramayan sözde yöneticiler, Allah'ın onları rezil edeceği, kimseden yardım alamaz halde bırakacağı güne koşmaktadırlar.

Hüküm Allah'ındır, galip O'dur.

Hiç yorum yok:

reklam izle kazan

SPONSOR REKLAMLAR