30 Kasım 2008 Pazar

ÖLMEKTE GÜZEL

ÖLMEKTE GÜZEL

Helâlin peşinde, koştuktan sonra
Yorulup, kanaat, etmekte güzel

Sağlığın, sıhhatin, olduktan sonra
Huzurla sıkıntı, çekmekte güzel

Durumun, ahvalin, her ne olursa
El açan düşküne, yetmekte güzel

Gün gelip gül benzin, solduktan sonra
Gururla mazi yad, etmekte güzel

Takdiri ilâhi, kısmet ne ise
Rızkına hep şükür, etmekte güzel

Gün gelip O vakit, dolduktan sonra
Coşkuyla can teslim, etmekte güzel

Her kula olmayan, nasip olursa
Huşuyla bir şükür, etmekte güzel

Aklı selim ile, doğru bulursa
Doğruyu hep tatbik, etmekte güzel

Eşinle, dostunla, çoluk çocukla
Bir somun ekmeği, bölmekte güzel

Mutlu bir aile, kutlu bir yaşam
Huzurla yaşlanıp, ölmekte güzel

RETOR / Refah TORLAK

HACAMIN HAYALİ

HACAMIN HAYALİ

Hocamın hayali geldi önüme
Verdiği öğütler geldi aklıma
Okuduğum Kur'anı aldım elime
Hasretim hocamı arıyorum.

Uzakdan gördüm kursun rengini
Oturmuş ağlıyor talebeleri
Çıkmaz yüreklerden hoca hasreti
Hasretim hocamı arıyorum.

Elveda hocam sana elveda
Elveda kursum sana elveda
Elveda hocam sana elveda
Elveda Mevlanam sana elveda...

YARALIYIM

YARALIYIM

DÜNYAYA DOYAMADIM
GÜL KOKUSU SOYAMADIM
BEN MEKKE'YE DOYAMADIM
YARALIYIM YARALIYIM YARALIYIM..

İNSAN ONA RABBİM DEDİ
ELLERİNE SÜMBÜL VERDİ...
DÜNYALAR BİR TARAFA
ONUN SEVGİSİ ÖBÜR TARAFA
YRALIYIM YARALIYIM YARALIYIM...

ZİKİR İLAHİSİ - YAZAN SALİH MUHAMMED

ZİKİR İLAHİSİ - YAZAN SALİH MUHAMMED

ZİKİR İLAHİSİ
hay allah hay
hay allah hay

ya resulü kihriya
laa ilahe illallah
kabebi kulü bela
laa ilahe illallah
ya muhammed mustafa
laa ilahe illallah
sallallahu vessellem
laa ilahe illallah
yamuur eh eh ehlibee
laa ilahe illallah
çeşmi nuri mustafa
laa ilahe illallah
ya batul mahtul zehra
laa ilahe illallah
ya ali mülteza
laa ilahe illallah
çellem allahu ve çee
laa ilahe illallah
ya evladı fat-ı ma
laa ilahe illallah
ya hasanı müştefa
laa ilahe illallah
ya nulü aşık ela
laa ilahe illallah
ya hüseyin kerbela
laa ilahe illallah
ye şehidi resullah
laa ilahe illallah
ye şehidi resullah
laa ilahe illallah
boheşide geylaneyy
laa ilahe illallah
abdulkadir geylaney
laa ilahe illallah
abdulkadir geylaney
laa ilahe illallah
abdulkadir geylaney
laa ilahe illallah
laa ilahe illallah
laa ilahe illallah

SALİH MUHAMMED

AMAN ÇEŞME

AMAN ÇEŞME

Aman çeşme canım çeşme
Sen Ahmed'i görmedin mi
Biraz önce abdest aldı
Şu karşı ki camiye sor Aman cami canım cami
Can Ahmed'i görmedinmi
Biraz önce namaz kıldı
Şu karşıki çarşıya sor Aman çarşı canım çarşı
Nur Ahmed'i görmedin mi
Biraz önce kefen aldı
Şu karşıki kabire sor Aman kabir canım kabir
Muhammed'i görmedin mi
Şimdiye kadar sizindi
Şimdi ise bizim oldu.

BERKAY ARAS

Medine'ye varamadım

Medine'ye varamadım

Medineye varamadım
Gül kokusun alamadım
Muhammede doyamadım
Yaralıyam yaralıyam

Kabenin örtüsü kara
Açtı yüreğimde yara
Bulunmadı derdime çare
Yaralıyam yaralıyam

Hacerül esvedin taşı
Akıttı gözümden yaşı
Bulunmaz resülün eşi
Yaralıyam yaralıyam

Aman Allah İllallah (Seher Vakti)

Aman Allah İllallah (Seher Vakti)

Seher vakti bülbüller
Nede güzel öterler
Açınca tüm çiçekler
Birlikte zikrederler

Aman Allah illallah
Dertlere derman Allah
Gönüle şifa veren
Lailahe illallah

Akşam olur giderler
Boyun büker çiçekler
Kim bilir ne söylerler
Feryad eder bülbüller

Aman Allah illallah
Dertlere derman Allah
Gönüle şifa veren
Lailahe illallah

Onlarda bütün dertler
Yine de şükrederler
Salat selam söylerler
Beytullaha giderler

Aman Allah illallah
Dertlere derman Allah
Gönüle şifa veren
Lailahe illallah

Alma Tenden Canımı

Alma Tenden Canımı

Alma tenden canımı
Aman Allahım aman
Görmeden cananımı
Aman Allahım aman

Aşıkım Muhammede
Ol Resüli emcede
Koyma bizi firkate
Aman Allahım aman

Bir kez yüzün göreyim
Payine yüz süreyim
Canım anda vereyim
Aman Allahım aman

Zareyleme işimi,
Zehreyleme aşımı
Dökme kanlı yaşımı
Aman Allahım aman

azraili seviyorum

azraili seviyorum

ve bir gün o gün gelecek
miadım vaktim dolacak
son nefesimi alacak
azraili seviyorum

cellatların padişahı
rabbimin sadık uşağı
dinlemez ah ile vahı
azraili seviyorum

zalimlerin tek kabusu
duyanın kaçar uykusu
müminin olmaz korkusu
azraili seviyorum

canım tenden ayıracak
hasretimi bitirecek
resulume götürecek
azraili seviyorum
o meleği seviyorum

KADER BÖYLEİMİŞ AĞLAMA ANNEM

KADER BÖYLEİMİŞ AĞLAMA ANNEM

Başladım destana dinle kardeşim,
Anneme babama yeter ateşim,
Kavuştum toprağa dinle kardeşim,
Kader böyleimiş ağlama annem...

Camiye gitmişim namaz kılmaya,
Meğersem gitmişim kurban olmaya,
Beni ağlamayan kimi ağlasın,
Kader böyleimiş ağlama annem...

Dere kenarında buldular beni,
Bir köpek yavrusu sandılar beni,
Beni ağlamayan kimi ağlasın,
Kader böyleimiş ağlama annem...

Dedem gördü beni düştü bayıldı,
Annem ise babam bana sarıldı,
Beni ağlamayan kimi ağlasın,
Kader böyleimiş ağlama annem...

Anneme söyleyin damda yatmasın,
Ayşem gelir diye camdaan bakmasın,
Yeşil etğine kemer takmasın,
Kader böyleimiş ağlama annem...

KIRMIZI GÜLLER

KIRMIZI GÜLLER


Benim peygamberim öyle güzelki (1)
Nuru aydınlatır bütün alemi
Onun sevdasına öter bülbüller (2)
Ona aşık olmuş kırmızı güller


Kırmızı güller kırmızı güller
muhammed aşkına boynunu bükerler


Kırmızı güller kırmızı güller
muhammed aşkına hu çekip döner

ey yocular

ey yocular

ey yolcular ey yolcular
yol muhammedin yoludur
her bahçenin gülü kokmaz
gül muhammedin gülür


hani anan hani baban
aynı yere sende giden
hak yolununu tarif eden
yol muhammedin yoludur

Ey Mevtâ!

Ey Mevtâ!

Düne kadar aboneydin harama;
Hep derdin ki: '' Sözüm geçer parama.''
Şimdi musallada, boşa arama;
Banka vezneleri yok tabutların,
Söyle, biraz avans versin putların!

Tapular bıraktın, valiz dolusu,
Vârisler şimdiden, kurdular pusu.
Niye getirmedin? Hayret doğrusu;
Gerçi, bagajları yok tabutların,
Bir taksi tutardı, sana putların...

Ahlâk felsefende, çağdaşlık maşa,
Üçbeş fâhişeyle, güreştin başa.
Haydi.. Bu gece de, kaçamak yaşa;
Gümüş şamdanları, yok tabutların,
Söyle, birkaç mum getirsin putların! .

Hep aşkta kazandın (!) , verdin kumarda,
''Dolaşmalı'' derdin, ''rakı damarda''
Biraz ayıldın mı bu son şamarda?
Amerikan barı, yok tabutların,
Söyle de cin tonik versin putların!

Nerde şimdi, beş yıldızlı oteller?
O hüzzam faslına, dem tutan teller?
Nerde, o rakseden incecik beller?
Dansözü, şantözü yok tabutların,
Zil takıp oynasın, şimdi putların! .

Yaşarken, sen de bir saplantı vardı;
Minâreler, sanki sana batardı.
Hele sabahları, tepen atardı;
Gördün ya.. Konforu yok tabutların,
Söyle de, bir döşek sersin putların! .

Ne kadar büyüktü dindara kinin.
Hacıya, hocaya uzardı dilin.
Konuşsana mevtâ! Bitti mi pilin?
Oksijen tüpleri yok tabutların,
Söyle de bir nefes versin putların.

''Uyandım'' diyorsun, lâkin boşuna;
Gördün.. Bakmıyorlar hiç göz yaşına
''Ey mevtâ! . Kaldın mı, yalnız başına ''
İmdat düğmeleri, yok tabutların,
Üzülme.. Kurtarır (!) seni putların.

Cengiz Numanoğlu

RİYA

Bir Tanım: RİYA



İş, söz ve davranışlarda gösterişe yer verme; bir iyiliği veya salih bir ameli Allah'ın rızasını kazanmak niyetiyle değil, insanların beğenisi için yapma. Bu davranışta bulunan kimseye riyakâr veya müraî denir.

Riya, insanlar arasında manevî nüfûz, şan ve şöhret, maddî çıkar sağlamak için yapılır. Dünyaya âit bu tür maddî ve manevî çıkarları elde etmek için, dinin insanlar tarafından kutsal değerlere karşı beslenen bağlılık ve hürmet duygularının âlet edilmesi, riyanın en kötü şeklidir. Bu tür davranışlar, hilekârlık ve yalancılıktır. İnsan şeref ve haysiyetine hakarettir.

Riyakâr kişinin söz ve davranışlarındaki samimiyetsizlikleri, diğer insanlar tarafından kısa zamanda anlaşılır. Bunlara kimse güvenmez.

Riyanın her çeşidi ahlaksızlık olduğu halde, ibadetlerde riyakâr olmak çok daha büyük bir ahlâksızlıktır. Rasûlüllah Efendimiz; Muhakkak ki, sizin için en çok korktuğum şey, küçük şirk, yani riyadır, " (Tirmizi, Hudut, 24) buyurmuştur. İbadet, Allah için yapılır. Allah'ın rızası dışında bir amaçla; gösteriş olarak ibadet yapmak, Allah rızasını ortadan kaldırır. Gösteriş için ve bir çıkar düşüncesiyle Kur'ân okumak, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, sadaka vermek, ibadetleri boşa çıkarır. Allah Teâlâ;

"Ey iman edenler! Sadakalarınızı, insanlara gösteriş için malını harcayan, Allah'a ve âhiret gününe inanmayan kimse gibi başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle boşa çıkarmayın. Çünkü onun bu gösterişinin hâli, üzerinde az bir toprak bulunan bir kaya parçasının hâline benzer ki, ona şiddetli bir yağmur isabet edince üzerindeki toprağı temizleyip kendisini katı bir taş hâlinde bırakır" (el-Bakara, 2/264) buyurmuştur. Şu halde, Allah'ın emrini ve rızasını düşünerek değil de, dindar görünmek için ibadet etmek, âlim ve bilgili desinler diye ilimle uğraşmak, cömert tanınmak için zekât ve sadaka vermek, riyadan ibaret kötü bir davranışın ötesinde bir anlam ifade etmemektedir. Rasûlüllah şöyle buyurmuştur:

"Her kim duyulsun diye bir iş işlerse, Allah onun kıymetsizliğini duyurur. Her kim gösteriş olsun diye bir iş yaparsa, Allah da onun gösteriş yapmasını ve değersizliğini ortaya çıkarır" (Müslim, Zühd, 38); "Şüphesiz riya şirktir" (İbn Mace, Fiten, 16). ,


Dünyevî menfaat söz konusu olunca ameller boşa çıkar. Yine Rasûlüllah (s.a.s) şöyle buyurur: "Gösteriş için oruç tutan, namaz kılan, sadaka veren kimse Allah'a şirk koşmuştur" (et-Tergib ve'r-Terhib, I, 32). Hadis-i Kudsî'de de Cenab-ı Allah şöyle buyurur: "Ben ortakların ortaklığından en müstağnî olanıyım. Her kim bir iş yapar da, onda, benden başkasını ortak kılarsa onu da, o ortaklığını da terk ederim" (Müslim, Zühd, 46).

Riya çok değişik şekillerde yapılmakla birlikte, bunlarda ortak özellik, dindarlık veya dürüstlük görüntüsü altında, insanlar arasında çıkar sağlamak, şan ve şöhrete ulaşmak arzusudur. Sevmedikleri kişileri seviyormuş gibi görünen, onlara yağ çeken, öven ve böylece menfaat sağlamaya çalışan riyakârlara da bol bol rastlanır.

Allah'a ve insanlara karşı samimi davranarak riyadan uzak durmak mümkün olduğu kadar ibadetleri gizli yapmak, Allah rızasını insanların övgüsü, isteği, yergisi, korkusu ve çıkar düşüncesine tercih etmek müslümanın prensibidir.

Muhteşem Fırsat: Zilhicce'nin On Günü; Leyali-i Aşere

Muhteşem Fırsat: Zilhicce'nin On Günü; Leyali-i Aşere

--------------------------------------------------------------------------------

Ramazanın yarısından sonra başlayan ayrılık hüznü, Kadir Gecesi’nden sonra artar ve son teravih-son oruçla birlikte zirveye çıkar. Artık rahmet ve mağfiret ayı bitmekte, bire bin verilen geceler veda etmektedir. Maneviyata duyarlı nice mü’min gözyaşı döker, hatta bayramı buruk geçirir.

Şevval ayında tutulan altı oruç acılı yüreklerimizi bir derece teskin eder. Sanki Ramazan’ın küçük bir uzantısını yaşarız. Kurban Bayramı’ndan önceki Zilhicce’nin ilk on günü ise, Ramazandaki bol sevaplı ve çok feyizli ibadetlerden ayrılan mahzun gönüllerimize âdeta bir “teselli armağanı”dır. “Keşke Ramazan biraz uzun olsaydı…” ya da “Ah, Ramazanı hakkıyla ihya edebilseydim…” diye yanan gönüllerimize muhteşem bir fırsattır bu on gece.

Kur’an-ı Kerim’de Fecr Suresi’nin başında, “On geceye yemin olsun ki…” ifadeleriyle bahsedilen bu on gecenin ne muazzam bir hazine olduğunu ne yazık ki hakkıyla bilemiyoruz. Bazı kaynaklarda bu on gecenin Ramazan’ın son on günü veya Muharrem’in onuncu gününe (Aşure Gününe) kadar olan on gün olduğu kayıtlı olsa da genel görüş ve kabul, bu mübarek on günün Zilhicce ayının ilk on günü olduğudur. Yani her senenin Kurban Bayramından önceki ilk dokuz günü ve Kurban bayramı günü olmak üzere tam “on gün”

Zilhicce, umumi af ve bağışlanma ayıdır

Kamerî ayların 12’ncisi olan Zilhicce ayı, İslâm’ın beş esasından biri olan hac ibadetinin yerine getirildiği umumi af ve bağışlanma ayıdır. İşte bu mübarek ayın yukarıda da ifade ettiğimiz birinden onuna kadar olan zaman dilimi “leyâli-i aşere”, yani on mübarek gecedir. Onuncu gün Kurban Bayramı’nın ilk günüdür.

İşte bu günlerin kıymetini anlatan Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) muhteşem müjdesi:

“Allah'a ibadet edilecek günler içinde Zilhicce'nin ilk on gününden daha sevimli günler yoktur. O günlerde tutulan her günün orucu bir senelik oruca, her gecesinde kılınan namazlar da Kadir Gecesine denktir.” (Tirmizi: Savm, 52; İbn Mace: Sıyam, 39)

Demek ki, bugünlerde tutulan bir oruç, 360 gün oruca bedel olabilir. Rabbimizin rahmet ve bereketi o kadar coşmaktadır ki, bir günlük oruca bir yıllık oruç sevabı vermektedir. Böyle güzel ve tatlı bir müjdeye ilgisiz kalmak mümkün mü? Bu gecelerin Kadir Gecesine benzetilmesi ise, ayrı bir güzelliktir. Çünkü, Kadir Gecesi bin aydan hayırlıdır ve 83 yıllık ibadete bedeldir.

Bugünlerde tesbihi, tahmidi, tehlili ve tekbiri çok söyleyin

Yine Efendimizden (s.a.v.) harika bir teşvik cümlesi:
“Allah indinde Zilhiccenin ilk on gününde yapılan amellerden daha kıymetlisi yoktur. Bugünlerde tesbihi, tahmidi, tehlili ve tekbiri çok söyleyin!” (Abd b. Humeyd, Müsned, 1/257)

Tesbih, sübhanallah; tahmid, elhamdülillah; tehlil, lâilâheillâllah; tekbir ise Allahu ekber demektir. Tesbih, tahmid ve tekbirin namazın çekirdekleri hükmünde olduğunu düşünürsek, bugünlerde nafile namazları arttırmanın ne kadar büyük sevap olduğunu anlayabiliriz.

Yukarıdaki hadisi destekleyen şöyle bir rivayet daha vardır: “Günlerden hiçbiri yoktur ki onlarda yapılan bir iş Zilhicce’nin ilk on gününde yapılan işten daha faziletli ve yüce, Allah’a daha sevimli olsun…” (Tirmizi, Savm: 52; Darimî, Savm: 52)

İbni Abbas'ın şu rivayeti ise, bugünlerdeki ibadetin cihattan bile faziletli olduğunu gösteriyor:

Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam şöyle buyurdu:
“Allah katında içinde bulunduğumuz şu günler (Zilhicce'nin ilk on günün)deki salih amelden daha sevimli (salih amelin bulunacağı) başka günler yoktur.”
Sahabeler, sordular:
“Ya Resulallah, Allah yolunda cihat da mı?”
Resulullah (s.a.v.) cevap verdi:
“Evet, Allah yolunda cihat da. Meğerki bir adam canıyla ve malıyla cihada çıkıp da kendisine ait mal ve candan hiçbir şeyi geri getiremez olursa, o başka.” (İbni Mâce, Sıyam: 39.İbni Hacer, 5:119)

Buna göre, cihada çıkıp malını feda edip kendisi de şehit olan kimsenin ameli bu on gündeki amelden daha faziletlidir.

Arefenin yeri başkadır

Bugünlerde oruç tutup, gündüzünü ve gecelerini de ibadetle geçirmek hem affa, hem de büyük sevaplar elde etmeye vesile olur.

Bu on gün içinde Arefe gününün yeri ise bambaşkadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Arefe günü tutulan oruç hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Arefe günü tutulan oruç, geçmiş bir senenin ve gelecek senenin günahlarına keffaret olur.” (Tergîb ve Terhîb Trc, 2. 457)

Hz. Ebu Bekir’in oğlu Abdurrahman, Arefe günü kardeşi Hz. Aişe’nin (r.a.) huzuruna girdi. Hz. Aişe oruçlu olduğu için hararetten dolayı üzerine su dökülüyordu. Abdurrahman ona:
“Orucunu boz” dedi. Hz. Aişe:
“Resulullahın (s.a.v.), ‘Arefe günü oruç tutmak, kendisinden önceki senenin günahlarına keffaret olur’ dediğini işittiğim halde iftar mı edeyim?” dedi. (Tergîb ve Terhîb Trc, 2. 458)

“Keffaret olur”, günahları örter, affettirir, demektir. Bizim gibi neredeyse bir günah denizinde yüzen ahir zaman Müslümanları için bundan daha büyük bir müjde olabilir mi? İşte af ve mağfiret fırsatı!

Başka bir rivayette ise Hz. Aişe şöyle demiştir:
“Arefe gününün orucu bin gün oruç tutmak gibidir.” (Tergîb ve Terhîb Trc, 2. 460)

Demek ki, bir günlük arefe orucu, üç yıllık normal günlerde tutulan oruç sevabına denktir.

Efendimiz, bugünün faziletini şöyle anlatır:
“Arefe günü gelince, Yüce Allah rahmetini saçar. Hiçbir gün o günde olduğu kadar insan cehennemden azat olunmaz. Kim Arefe günü gerek dünya ve gerekse âhiret ile ilgili olarak Allah’tan bir şey isterse, Allah onun dileğini karşılar.”

Yine konuyla ilgili bir hadis şöyledir:
“Arefe gününden daha faziletli bir gün yoktur. Allahü Teala o gün, yer ehli ile meleklere karşı övünür ve (Arafat’taki hacıları kast ederek) şöyle buyurur:
‘Kullarıma bir bakın. Saçları başları dağınık, toz toprak içinde her uzak ilden bana geldiler. Bu hâlleri ile onlar, rahmetimi ümit etmekteler, azabımdan dahi korkmaktalar. Şahit olunuz, onları bağışladım. Onların yerlerini cennet eyledim.’
Melekler derler ki:
‘Onların arasında biri var ki; yalancıktan bu işi yapar. Falan kadın da öyle.’
Allahü Teâla şöyle buyurur:
‘Onları da bağışladım.’

Arefe günü olduğu kadar, hiçbir gün cehennemden daha çok azat edilen olmaz.”
Bu arada şunu hatırlatalım: Hadislerde zikredilen Zilhicce'nin ilk on gününden maksat ilk dokuz günüdür. Çünkü Zilhicce'nin onuncu günü Kurban Bayramı’nın birinci günüdür, bugün oruçlu olmak caiz değildir; ancak o gün de ibadet günüdür. Müstehap olan oruç, Kurban Bayramı’ndan önceki ilk dokuz gündür. On geceye ise, Kurban Bayramı’nın gecesi dahildir. Çünkü geceler önce gelmektedir.
Ayrıca Zilhicce'nin sekizinci gününe “terviye günü” dokuzuncusuna “Arefe günü”; Kurban bayramı gününe (onuncu güne) “nahr=kurban günü”, ondan sonraki üç güne de “teşrik günleri” denilmiştir.

Bu günlerde kazası olmayanlar, beş vakit namaza ilaveten nafile ibadetlere de ağırlık vermelidirler. Kazası olanlar ise daha çok kaza namazları kılmalıdırlar.

Bu on günü hangi ibadetlerle değerlendirmeliyiz?

Her şeyden önce her zaman ve zeminde en vazgeçilmez ibadet olan beş vakit namazı asla ihmal etmemeliyiz. Çünkü, hiçbir nafile ibadet farzların yerini tutamaz. Namazlarda cemaate katılmak için gayret etmeli, daha bir dikkat ve huşu ile eda etmeliyiz. Mümkünse bugünlerde oruç tutup zamanımızı Kur’an, istiğfar, salavat, zikir ve dua ile geçirmeliyiz. Her zaman yapamayanlar bile hiç değilse bugünlerde kuşluk, evvabin, teheccüt gibi namazları kılmalı, affa nail olmak için çırpınmalıdır.

Hatta affa ve rızaya nail olmayı hedef kabul ederek, bu on günü sanki Ramazan’ın son on günüymüş gibi geçirmeliyiz. Buna güç yetiremeyenler, hiç değilse arefe gününü ve bir gün öncesini oruçla ve ibadetle geçirmelidirler. On gece içinde, bilhassa terviye, arefe ve bayram gecelerini ihya etmenin özel bir yeri vardır.

Arefe günü bin İhlâs Suresi okumak çok faziletlidir. Çünkü arefe, tevhidin, azamet ve kibriyanın tam hissedilip ilan edildiği gündür. Bunun için Arefe gününün sabah namazında başlayıp bayramın dördüncü gününün ikindi namazına kadar 23 vakit farzlardan sonra teşrik tekbirlerini getirmek vaciptir. Hatta bu tekbirleri on gün içinde müsait oldukça söylemek büyük sevaptır.

Bugünlerde milyonlarca mü’min haccetmek için mukaddes topraklara gitmiş, kimi Kâbe’yi tavaf ediyor, kimi ağlayarak dua ediyor, kimi Medine’de Ravza-yı Mutahhara’da gözyaşı döküyor, kimi zikir ve dua ile sa’y ediyor, kimi Makam-ı İbrahim’de gözyaşıyla namaz kılıyor, kimi Mültezem’de af için yalvarıyor… Hepsi kendileri ve mü’minler için af, mağfiret, rıza, tevfik ve hidayet istiyor. Arefe günü ise, hepsi Arafat’a gelmiş, “Lebbeyk, Allahümme Lebbeyk” sadalarıyla asumanı inletiyor, gözyaşıyla kıldıkları namaz ve ettikleri dua ile Rabbimizin rahmetine sığınıyor.

İşte kendimizi hayalen hacda hissetmek, onları izleyerek kendimizi onların içinde saymak yoluyla manevî bir hâl kazanabiliriz. İnşallah dua ve ibadetlerimizin hacıların yaptıkları ubudiyete dahil olmasını ümit ederek ibadet edelim.

Şunu da unutmayalım ki, hadislerde verilen müjdelere nail olmak için o günleri nicelik ve nitelik olarak en üst seviyede değerlendirmemiz gerekir. Böylece bambaşka bir halete bürünür, ibadetin hazzını yaşar, inşallah Kurban Bayramı’na affedilmiş olarak girebiliriz.

-“Allah indinde Zilhiccenin ilk on gününde yapılan amellerden daha kıymetlisi yoktur. Bugünlerde tesbihi, tahmidi, tehlili ve tekbiri çok söyleyin!” (Abd b. Humeyd, Müsned, 1/257)

- Kamerî ayların 12’ncisi olan Zilhicce ayı, İslâm’ın beş esasından biri olan hac ibadetinin yerine getirildiği umumi af ve bağışlanma ayıdır. Bu mübarek ayın birinden onuna kadar olan zaman dilimi “leyâli-i aşere”, yani on mübarek gecedir. Onuncu gün Kurban Bayramı’nın ilk günüdür.

- Bu on günde beş vakit namazı asla ihmal etmemeliyiz. Namazlarda cemaate katılmak için gayret etmeli, daha bir dikkat ve huşu ile eda etmeliyiz. Mümkünse bugünlerde oruç tutup zamanımızı Kur’an, istiğfar, salavat, zikir ve dua ile geçirmeliyiz. Her zaman yapamayanlar bile hiç değilse bugünlerde kuşluk, evvabin, teheccüt gibi namazları kılmalı, affa nail olmak için çırpınmalıdır.

On Günlük İhyanın Püf Noktaları

- Birçok insan bugünlerin kıymetini bildiği halde günlük işlerin ve ilişkilerin içinde tam bir ihya programı yapamıyor. Ya unutuyor ya dünya işlerine zaman ayırıyor ya da tam istifade edemiyor. Bunun için şu basit, ama etkili tavsiyelere dikkat edin:

- Her yılın Kurban Bayramı öncesi 9 günü ile Kurban Bayramı gününü yani Zilhicce’nin ilk on gününü ajandanıza veya her gün gördüğünüz bir yere not edin.

Bu on gün içinde sizi meşgul edecek misafirlik, yolculuk ve yorucu işlerden uzak durun. Bu tür programları ya öne alın veya erteleyin.

- Seçici olmadan maç, dizi, haber izlemek gibi boş ve sizi ilgilendirmeyen işlere zaman ayırmaktan her zaman kaçının; bu on günde ise daha bir titiz olun.

- Bugünlerde sağlığınıza özel bir önem verin ki, ibadet ve zikirden geri kalmayın. Ameliyat ve uzun tedavileri bugünlere denk getirmeyin.

-Eğer ev hanımı, emekli, yaşlı gibi mesaiye bağlı bir işiniz yoksa bu on günü sanki i’tikafa girmiş gibi dolu dolu geçirin.

- Öğrenci, memur, işçi gibi belirli bir uğraşınız varsa, mümkün olduğu kadar izin ya da tatil günlerinde oruç ve ibadete ağırlık verin.

- İş, okul vs. sizi mutlaka meşgul etse bile aralardaki “ölü zamanları” değerlendirin. Bunlardan kastımız, iş ve okula gidip gelirken, teneffüs, sıra bekleme gibi durumlardaki boş zamanlardır. Bu zamanları Kur’an, salavat, dua, istiğfar ve zikirle değerlendirin.

- Yanınızda sürekli küçük ebatlı bir Kur’an veya bir evrad kitabı taşıyın. Boş zamanlarda birkaç sayfa bile okusanız kârdır.

- Kur’an okumasını bilmeseniz bile, ezberinizde olan sureleri defalarca okumanız büyük sevaptır.

- Bu on gecede daha az uykuyla idare edin ve uykunuzu kaçıracak çay, kahve gibi içecekleri daha çok tüketin.

- On günün tümünde oruçlu olamadıysanız fırsat bulduğunuz gün Cuma’ya denk gelse bile yine oruç tutun. Çünkü, başka günlerde tutmaya imkanı olduğu halde Cuma günü tutmak mekruhtur. Öyle bile olsa, mekruh sevabından biraz eksilir demektir, yoksa hiç tutmayan zaten hiç sevap kazanmamış olur.

- Zaman kazanmak için bayramlık ve kurbanlık alış verişini önceden yapmaya çalışın.

Kaynak: Moral Dünyası Dergisi

Bir Ayet Bir Hadis:

Bir Ayet:

Sevdiğiniz şeylerden ALLAH yolunda harcamadıkça, gerçek iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız ALLAH onu hakkıyla bilir.
(Ali imran-92)



Bir Hadis:

Bir kul, bu dünyada başka bir kulun ayıbını örterse, kıyamet gününde Allah da onun ayıbını örter.

Müslim, Birr 72. (III, 2002

KOCAELİ İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU

Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu İzmit Sabri Yalım parkı insan hakları anıtı önünde saat 12:30 da 189. Haftasına giren "Başörtüsüne Özgürlük" eylemini gerçekleştirdi. Eyleme AGD (Anadolu Gençlik Derneği) Kocaeli Üniversitesi Gençlik Komüsyonu'da destek verdi.Eylemde platform adına basın açıklamasını AGD (Anadolu Gençlik Derneği) Kocaeli Üniversitesi Gençlik Komüsyonu Başkanı Ömer Faruk YAZICI yaptı.



KOCAELİ İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU

189.HAFTA BASIN AÇIKLAMASI


Değerli Basın mensupları öncelikle basın açıklamamıza iştiraklerinizden ve bu konuya olan duyarlılığımızdan ötürü sizlere teşekkür ediyoruz.

Çok kıymetli basın mensupları ve başörtüsü zulmünü kendisine dert edinen kıymetli kardeşlerim;

Bugün, bir takım uydurma nedenlerle başlatılmış olan ve uzun yıllardır kamu kurumlarında, öğretim kurumlarında ve sınavlarda zorbaca uygulanmaya devam eden fiili başörtüsü yasağını kınamak ve bu yasak karşısındaki dik duruşumuzu ortaya koymak için Kocaeli Üniversiteli öğrenciler olarak toplanmış bulunmaktayız.

Hepimizin çok iyi bildiği gibi aylar önce, ülkemizde fiili olarak devam eden başörtüsü yasağı uygulamasına, sadece üniversitelerde özgürlük getiren bir anayasal düzenleme yapılarak halkımızın büyük beklenti içerisinde olduğu bu meseleye kısmende olsa cevap verilmeye çalışılmıştır.

Esasen başörtüsüyle ilgili bir yasak, anayasa mahkemesi kararıyla konamayacağı gibi, anayasa ve kanunlarla da temellendirilemez.Zira, kişilerin dilediği kutsala inanma hakkı olduğu gibi, bu dinin gerekliliklerini de yerine getirme hakkı ve özgürlüğü vardır.Ve bu haklar evrensel insan hakları olarak kabul edilmiştir.Bu çerçevede özellikle başörtüsü ALLAH'IN bir emri olup Müslüman bir bayan için namaz, oruç gibi bir dini vecibedir.

İşte bu sebeptendir ki; bu temel hakkın, akla mantığa sığmayan gerekçelerle ve dayatmalarla ihlal edilemez, asıl sorgulanması, yargılanması ve yasaklanması gereken bu uygulamalardır.

Kamusal alan özel alan ayırımlarıyla veya idarenin tarafsızlığı argümanlarıyla da bu yasağa, hukuka dayanan bir zemin temin edilemez.Güya laikliği koruma adına uygulanan bu yasak esasında laikliğe de aykırıdır.Kendisini demokratik olarak lanse eden bir ülkenin böylesi bir hakka sınırlama getirmesi iste düşünülemez.

Bu haksız uygulama beraberinde başka ihlallere de kapı açmıştır.Bu dayatmalara maruz kalan bir kısım başörtülü ülke evladı yurt dışında eğitim görmek zorunda kalırken, yine bir kısım hanım kardeşlerimiz de bu uygulamalar neticesinde eğitim öğretimini yarıda bırakmaya itilmiş, eğitim hakkından mahrum bırakılmışlardır.Dolayısıyla bu uygulama, insani değerlerden çok uzak bir davranışın ve apaçık bir zulmün göstergesidir.

SAYIN BASIN MENSUPLARI

Bugün adını hürmetle andığımız milli mücadele şehitlerimizi hatırlayın.O aziz şehitler adına bu toprağın bağrına düşmüşlerdi.Hani ciğer paresinin başını kınalayıp oğul, seni ALLAH' a kurban adıyorum eğer geri dönersen sütüm sana helal değildir diyen anaları haturlayın.Onlar başörtülü değiller miydi? Edebiyat kürsülerinde adına nutuklar dizdiğimiz kahraman annemiz Nene Hatun, hangi mana için zulme karşı kıyam etmişti.600 yıl dünyaya adalet ve nizam getirmiş olan Osmanlının evlatları olarak bizler, İslam'ın öz vatanında, batıya yaranmak adına gayri Müslimlere bile inançlarını yaşamaları serbest bırakılırken İslam'ın garip bırakılışını ve Müslüman halka yapılan bu zulümleri içimize sindiremiyoruz.



Değerli basın mensupları, ve başörtüsüne gönül vermiş kardeşlerim…

Ancak bizler, ekonomik buhranların, sosyal bunalımların, zulmün ve gözyaşının güngeçtikçe ülkemiz ve dünyayı kuşattığı böyle bir tarihi süreç içerisinde; temelinde adil bir paylaşımın, huzurun, adaletin yer alacağı, Yaşanabilir bir TÜRKİYE' yi, Yeniden Büyük Türkiye'yi ve Yeni bir Dünyayı kurmak üzere çalışan yeni saadet sarayının inşasında görev alan ve de bütün bunları gerçekleştirecek ruha, potansiyele, mayaya, lidere ve inanca sahip olan Anadolu Gençliği olarak,

Yapılan hiçbir zulme hiçbir zaman kayıtsız kalmadık ve bundan sonrada kalmayacağız.

Son olarak en başından beri vurguladığımız şeyi bir kez daha tekrarlıyoruz.Başörtüsü her alanda hiçbir şart ileri sürülmeden bu zamana kadar yaşanan mağduriyetler de giderilerek serbest bırakılmalıdır.

Bizleri güdülemeye hazır koyunlar olarak görenler karşılarında susan ve statükoya teslim olmuş Müslümanlar bulacağını zannedenler, bilsinler ki sadece Türkiye' de değil bütün dünyada hiçbir zulüm kalmayıncaya ve yeniden ADİL BİR DÜZEN kuruluncaya kadar bütün insanlık için çalışacağız ve inşallah sonunda da mutlak zafere ulaşacağız. Biz Üniversite öğrenciler olarak söz veriyoruz, söz veriyoruz, söz veriyoruz…

Bu duygu ve düşüncelerimizi, tüm kamuoyuna siz basın mensupları aracılığıyla bir kez daha haykırıyor, katılımınız için hepinize teşekkür ediyoruz.





KOCAELİ İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ PLATFORMU ADINA

Anadolu Gençlik

Derneği

Kocaeli Şubesi

Üniversite Başkanı

Ömer.Faruk YAZICI

Namazın Faziletlerinden

Namazın Faziletlerinden


1. Namaz, amellerin en üstünü, çekirdek bir ibâdettir: Nasıl Fâtiha Kur'an'a fihristedir, namaz da ibâdetlere fihristedir.
Mesela; namaz esnasında yiyip içmemekle oruç, her gün bize verilen yirmi dört saatten bir saatini namaza ayırmakla vakte ve bedene ait zekât, kıbleye yönelerek Kâbe'yi karşımıza almakla hac ibâdetinin numûnesini içerir. Bunun beraberinde meleklerin, hayvanların ve bitkilerin ibâdetlerini de temsil eden bir ibâdet olmasıyla secdede, rükûda, kıyamda Allah'ı zikretmekte olan meleklerin ibâdetlerini, hem taş ve ağaç ve hayvanların o ibâdetlere benzeyen durumlarını andırır.
Namaz kılan insan, yeryüzünü büyük bir mescit tasavvur eder. Namazında, meâlen, "Yalnız sana ibâdet eder ve yalnız senden yardım dileriz" diyerek, yeryüzündeki bütün mü'minler namına, bütün varlıklar hesabına ve vücudundaki bütün zerre ve hücreler adına Rabbine ibâdet eder ve duâ eder.
İşte insanı insan kılan ve diğer mahlûklardan ayırarak eşref-i mahlukat yapan bu hususiyetidir. Yani kendi ibâdetiyle beraber sair mahlukatın da ibâdetlerinin farkına varması ve bu şuur ile bütün ibâdetleri Allah'a takdim etmesidir. Bu küllî vazifeyi de namaz ile yapar. Yani insan namaz ile yerlerin ve göklerin ilâhı olan Allah'a sevgili olduğu gibi, yeryüzüne halife ve sultan ve hayvanâta reis ve komutan olur ve bütün mahlukâtın üstüne çıkar.
Resûlullah (asm) şöyle buyurmuştur: "Şunu bilin ki, en hayırlı ameliniz namazdır." (İbnu Mâce)

2. Namaz, âdetleri ibâdete çevirir: Namaz, diğer mubah dünyevi amelleri güzel bir niyet ile ibâdet hükmüne geçirir.
Namaz kılanın oturması, yatması, yemek pişirmesi ve çalışması gibi dünyevî ve sıradan işleri basitlikten çıkar ibâdet hükmüne geçer. Gün içinde toplam bir saatini namaza ayırmakla diğer yirmi üç saati hayat bulur. Âhirete güzel ve kârlı bir yatırım yapar. Hatta yapılan iyiliklerin ancak namazla hayat bulduğunu şu iki hadîs-i şerif ikaz eder.

3. Namaz Berekete sebeptir:
Namaz, çalışanın kazancında berekete vesîle olur. Geçim derdine dalarak namazın terk edilmesi ve ardından "çalışmak da ibâdettir" sözleri vicdanı susturma çabasından başka bir şey değildir. Çünkü çalışmak ancak namaz kılmakla ibâdet olur. Kur'an'da Rabbimiz:"Ehline namaz kılmalarını emret. Kendin de onda devamlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz. Sana rızık veren biziz." (Taha, 132) buyurarak insanın asıl vazifesini hatırlatmaktadır.
4. Namaz, cisme sıhhat, ruha, kalbe ve akla huzur verir:
Namaz kılan insan; fıtratın gâyesi ibâdet olduğu için, vazifesini yerine getirmiş olmanın rahatlığını duyar.Rabbine itaat etme lezzetini hisseder. Namaz, cisme hiçbir şekilde külfet olmayıp harekatıyla bedenin şifasına vesile olduğu gibi, ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatını sağlar. Huzeyfe, "Efendimiz (saa)'ı herhangi bir şey üzecek olursa namaz kılardı" demiştir. Namaz kılmayan insana yerlerin ve göklerin yaratıcısı olan Allah'ın tekrar tekrar emrettiği namaza karşı yaptığı tembellik, elbette manevî, büyük bir azap ve sıkıntı verir. Bu azap insanın küçük bir vazifesizlikle küçük bir âmirinden aldığı ikaz sıkıntısından elbette çok daha ağırdır. Namazı terk etme cezası olarak hem kalbî, hem ruhî sıkıntılar çeken namazsız insan o sıkıntı ve huzursuzluktan kurtulmak için kendini eğlenceye sevkeder. Sefih eğlenceler de ahlâkını bozar. Böylece dünyası ve âhiretine dair ümitsiz bir hayat geçirmek suretiyle acı bir zarara uğrar.
5. Namaz, îmanı artırır, şirk ve küfürden uzaklaştırır:
Namazın hakkıyla edâ edilmesi, îmanı ziyadeleştirir, kuvvetli ve sâbit kılar ve kulu Allah'a yakınlaştırır. Günde beş vakit huzura çıkmakla kalplere ve akıllara Allah'ın büyüklüğünü idrak ettirir ve ilâhî kanuna itaate sevk eder. Allah'ın rızâsını kazandıracak sair ibâdetlere de şevk verir. Namaz günahlara ve kötülüklere karşı sakınma ve nefret hissi uyandırırken, namazsızlık günaha cesaret verir. Efendimiz (saa) şu hadis-i şerifleriyle, ümmetine namazla îmanlarını muhafaza etmelerini ikaz etmiştir:
"Kişi ile şirk ve küfür arasında namazın terki vardır." (Müslim)
"Temizliğini tam yapıp beş vakit namazı sürekli vakitlerinde kılanın namazları kıyamet günü kendisi için nur ve delil olur." (İmam Ahmed, İbni Hıbban)
"Bir namazı kasıtlı olarak terk eden kişi Muhammed (asm)'ın ümmetinden uzaklaşmış olur." (İmam Ahmed, Beyhaki)
6. Namaz kötülüklerden alıkoyar:
"Îman eden kullarıma söyle, namazı dosdoğru kılsınlar"(İbrahim, 31) âyetinden anlaşılıyor ki iman namazı netice verir. "(Ey Resülüm!) Kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı hakkıyla eda et! Şüphe yok ki namaz, çirkin işlerden ve kötülüklerden (insanı) alıkoyar. (Namaz kılarak) Allah'ı zikretmek ise, elbette (her şeyden ) en büyük olandır. Ve Allah ne yaparsanız bilir." (Ankebut 45) âyetinden anlaşılan ise namazın hakkıyla eda edildiğinin alâmeti, kötülüklerden alıkoymasıdır. Demek ki, kâmil bir îmandan dosdoğru bir namaz, dosdoğru bir namazdan ise güzel ahlak ortaya çıkacaktır.
"Sahih ve doğru bir şekilde namaza devam edildikçe iyilik artar. Resulullah (saa)'dan rivâyet olunmuştur ki: 'Kim bir namaz kılar da, o namaz kendisini açık ve gizli kötülüklerden alıkoymazsa o namazla Allah'tan uzaklaşmaktan başka bir şey artırmış olmaz' buyurmuştur. Onun için İbnü Mes'ud Hazretleri demiştir ki: 'Namazını gereği gibi yerine getirmeyen Allah Teâlâ'dan uzaklığı artırmaktan başka bir şey yapamaz.' Bunun sebebi, çünkü namaza itaat, onun sınırlarını gözeterek hakkıyla kılmaktır. Onun sınırında ise açık ve gizli bütün kötülüklerden men ve alıkoyma vardır."(Elmalı)
7. Namaz, günahlara kefârettir:
"Gündüzün iki tarafında (öğle ve ikindi vakitlerinde) ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde (akşam, yatsı ve sabah vakitlerinde) ise namazı hakkıyla eda et! Muhakkak ki iyilikler, (büyük günahlardan kaçınmak şartıyla) kötülükleri giderir. Bu, ibret alanlara bir nasihattir." (Hud 114)
"Hâsılı işte bu beş vakit namazı ikame et. Zira şurası kesindir ki, iyilikler kötülükleri giderir. Yani her namaz bir hasenedir, beş vakit ise hasenattır. Hasenata devam edildikçe seyyiat, yani kötülükler silinir gider, işte bu muhakkaktır. Binaenaleyh beş vakit namaza devam edildikçe arada beşeriyet icabı işlenen bazı seyyiat da silinir gider. Beş vakit namaz, arada meydana gelebilecek küçük günahlara keffaret olur."(Elmalı)
Efendimiz (saa) bu mevzu hakkında şöyle buyurmuşlardır: "Namazlar büyük günahlardan kaçınıldığı sürece aralarındaki küçük günahlar için birer kefarettir." (Müslim)
"Namaz insanın kapısının önünden akan tatlı ve tertemiz bir ırmağa benzer. Günde beş defa o nehre girip yıkanan bir kişinin üzerinde kir namına bir şey kalır mı dersiniz?" (İmam Ahmed, İmam Malik, Nesai, Huzeyme)

Ebu Musa el-Eş'arî (ra) ise şunları söylemiştir:

"Bizler günah yüklerimizi gitgide ağırlaştırıyoruz. Ancak kıldığımız farz namazlar kendisinden önceki günahların kefareti olur. Ama daha sonra günah yükümüzü bir daha çoğaltırız. Ondan sonra kılacağımız namaz da onun için kefaret olacaktır. (Kenz)

29 Kasım 2008 Cumartesi

Milli Edebiyat Dönemi Önemli Temsilcileri

Milli Edebiyat Dönemi Önemli Temsilcileri

ÖMER SEYFETTİN (1884-1920): Milli Edebiyat hareketinin önderlerinden olan sanatçı daha çok hikayeleriyle tanınmıştır. “Yeni Lisan” makalesinde ortaya koyduğu görüşlerini, hikayelerinde uygulamaya çalışmış ve başarılı olmuştur. Dilimizin sadeleşmesinde önemli yeri olan Ömer Seyfettin, anılarından, tarihteki kahramanlıklardan ve günlük yaşayışlardan yararlanarak, gücünü çekici anlatımından, olaylardan alan, çoğunlukla beklenmedik sonuçlarla biten hikayeleriyle edebiyatımızda önemli bir yer tutar.

Hikayeleri: İlk Düşen Ak, Yüksek Ökçeler, Bomba, Gizli Mabet, Asılzadeler, Bahar ve Kelebekler, Beyaz Lale….adı verilen kitaplarda toplanmıştır.


ZİYA GÖKALP (1876-1924): Şiiri, düşüncelerini halka yaymak için bir araç olarak kabul eden sanatçı, bu türde sanatsal yönden güçlü ürünler vermemiştir. Daha çok Türkçülük düşüncesini sistemleştiren bir düşünür ve sosyolog olarak tanınmıştır. Önceleri, bütün dünya Türklerini bir bayrak altında toplamayı amaçlayan “Turancılık ”görüşüne bağlıyken, sonraları “Türkiye Türkçülüğü” düşüncesine yönelir. Günlük konuşma diliyle yazı dilinin birleştirilmesi gerektiğine inanan sanatçı eserlerinde bunu başarıyla uygular. Şiirlerinde hece ölçüsünü kullanan Ziya Gökalp (Turan adlı şiiri hariç), konu olarak daha çok eski Türk tarihine, İslameyiet önçesi dönemlere yönelir. Ayyrıca yurt, millet, ahlak, din ve uygarlık gibi konuları da eğitici bir yaklaşımla ele alır.

Eserleri: Şiir: Kızıl Elma, Altın Işık, Yeni Hayat

Nesir: “Türkçülüğün Esasları”, “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak”; “Türk Medeniyeti Tarihi”, “Malta Mektupları”.
REFİK HALİT KARAY (1888-1965): Milli Edebiyat ve Cumhuriyet döneminin en ünlü öykü ve roman yazarlarındandır. Önce Fecr-i Ati edebiyatına 1917’den sonra ise Milli Edebiyata katılır. Kurtuluş Savaşı’na karşı yazılarından dolayı tutklanacağı zaman Halep’e kaçar. Çıkarılan bir af üzerine 1938’de Türkiye’ye döner. Anadolu gerçeğinin ilk olarak Refik Halit Karay ‘ın “Memleket Hikayeleri” adlı yapıtıyla edebiyata girdiği kabul ediler. Güçlü bir gözlemci olan yazar, betimlemelerinde de nesneldir. Realist bir anlayışa sahip olan yazarın sade bir dili ve yalın bir anlatımı vardır. Mizah ve eleştiri onun yapıtlarının ayrılmaz unsurlarıdır. Öykü ve romandan başka, anı, deneme, fıkra ve tiyatro türlerinde de eserler vermiştir.

Eserleri: Öykü: Memleket Hikayeleri , Gurbet Hikayeleri

Roman: Sürgün , Hilgün, Bugünün Saraylısı, İstanbul’un bir Yüzü, Kirpinin dedikleri (Mizah yazıları).


HALİDE EDİP ADIVAR (1884-1964): Daha çok İngiliz edebiyatındaki romanlardın etkilenen sanatçının eserlerini üç grupta inceleyebiliriz. Kadın psikolojisine eğildi romanları (Seviye Talip, Raik’in Annesi, Handan), Kurtuluş Savaşı’nı anlattığı romanları (Vurun Kahpeye, Ateşten Gömlek), toplumsal konuları ele aldığı töre romanları (Sinekli Bakkal, Tatarcık, Sonsuz Panayır….)

Dilbilgisi kurallarına ve anlatıma pek özen göstermeyen sanatçının diğer önemli eserleri şunlardır:

Yeni Turan, Kalp Ağrısı, Zeyno’nun Oğlu (Roman); Türk’ün Ateşle imtihanı, Mor salkımlı Ev (Anı); Harap mabetler, Dağü Çıkan Kurt, Kubbede Kalan Hoş Sada (Hikaye) Ayrıca sanatçının birçok araştırma yazısı ve çevirisi vardır.


REŞAT NURİ GÜNTEKİN (1889-1956): Realist bir analyışa sahip olan yazar Milli Eğitim müfettişliği görevi ile Anadolu’yu dolaşmış, buradaki yaşamı gözlemlemiş, bu gözlemlerini yalın bir dil ve anlatımla eserlerinde dile getirmiştir.

Reşat Nuri Güntekin, romanlarında yoğun bir Anadolu atmosferi vardır. Bu atmosfer içinde yurt ve toplam gerçeklerini, töreden kaynaklanan doğru ya da yanlış inanışları ele alır. Bu konular, öykülerinde, mizah unsuruyla da berleştirilerek verilir. Yazar, ilk ününü, duygulsal bir aşkı dile getirdiği ve birçok yönleriyle Anodul’yu anlattığı “Çalıkuşu” romanıyla sağlamıştır. Sanatçının önemli eserleri şunlardır:

Roman: Çalıkuşu, Damga, Yeşil Gece, Yaprak Dökümü, Bir Kadın Düşmanı, Miskinler Tekkesi, Kan Davası…

Öyküler: Tanrı Misafiri, Leyla ile Mecnun, Olağan İşler…

Oyunları: Hançer, Hülleci, Tanrı Dağı Ziyafeti…


MEHMET FUAT KÖPRÜLÜ (1890-1966): Türk Edebiyatı araştırmalarını sistemleştiren ve edebiyat tarihçişi olarak ün kazanan sanatçının eserleri de bu yoldadır. Bugün bilinen birçok şair Mehmet Fuat Köprülü ‘nün arıştırmaları sonucunda ortaya çıkarılmıştır.

Eserleri: Türk Edebiyatı Tarihi, Türk Edebiyatında ilk Mutasavvuflar, Divan Edebiyatı Antolojisi, Türk Saz Şairleri Antolojisi.


YAKUP KARDİ KARAOSMANOGLU (1889-1974): Yakup Kadri Karaosmanoğlu , romanlarında kusursuz bir anlatım ve sağlam tekniği ile dikkat çeken sanatçı, tarihi ve sosyal olaylardan her birini bir romanına konu edinerek, Tanzimat dönemiyle AtaTürk Türkiyesi arasındaki dönem ve kuşakların geçirdikleri sosyal değişiklik ve bunalımları yaşayış ve görüş ayrılıklarını işlemiş: düşünce ve teze dayalı özlü yapıtlar vermiştir. Eserlerini ve içereklerini şöyle inceleyebiliriz:

“Hep o şarkı ” da Abdülaziz döneminin yaşamı, “Bir Sürgün ”de II. Abdülhamit’in baskılı yönetimiyle savaşmak için Fransa’ya kaçan Jön Türkler, “Kiralik Konak”ta Tanzimat’tan I. Dünya Savaşı’na kadar yetişen üç kaşaktaki görüş ayrılığı, “Hüküm Gecesi” nde Meşrutiyet devrinindeki Bektaşi tekkelerinin durumu, “Sodom ve Gomore” de mütareke döneminde, işgal altındaki İstanbul’da ortaya çıkan ahlaki çöküntü, “Yaban”da Kurtuluş Savaşı yıllanrındaki bir Anadolu köyü, “Ankara” da yeni başkentin üç dönemi, “Panorama I, II” de Cumhuriyet döneminin 1952’ye kadarki durumunu bir bir ele almıştır.

Diğer eserleri:

Anı: Zoraki Diplomat, Politikada 45 yıl,Vatan Yolunda, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları….

Monografi: Ahmet Haşim, AtaTürk

Mensur şiirleri: Erenlerin Bağından, Okun Ucundan

Hikayeleri: Bir Serencam, Rahmet, Milli Savaş Hikayeleri

Tiyatro eserleri: Nirvana, Veda, Sağanak, Mağara

Önemli Makaleleri: İzmir’den Bursa’ya, Ergenekon, Kadınlık ve Kadınlarımız….

YAHYA KEMAL BEYATLI (1884-1958): Milli Edebiyat hareketini makaleleri ve konferanslarıyla destekleyen Yahya Kemal in, esasen , kendine özgü Milli Edebiyat’ınkinden farklı bir anlayışı vardır. İstanbul şairi olarak tanınır. Omanlı İmparatorluğunun geçmişteki parlak günlerine büyük bir özlem duyar. Başlıca konuları: İstanbul, tarih, yurt sevgisi, aşk, ölüm ve sonsuzluktur. Divan şiirinin özünü kakalama çabası içinde olan sanatçı, eski şiirin ölçü, uyak ve ahenk unsurunu ön planda tutmuştur. Onun eserlerinde malzeme eski, şiir ise yenidir. Örneğin, Divan Edebiyatında aşkı terrennüm eden gazel biçimiyle kahramanlık şiirleri ve Istanbul’a duyduğu sevgiyi dile getiren şiirler yazmıştır.

Şiir kitapları: kendi Gök Kubbemiz, Eski Şiirin Rüzgarıyla, Rübailer,

Nesir Kitapları: Aziz İstanbul, Eğil Dağlar, Siyasi ve Edebi Portreler, Siyasi Hikayeler, Edebiyat Dair.

Milli Edebiyat Dönemi Gelişmeleri

(Milli Edebiyat)

Milli Edebiyat Dönemi Gelişmeleri

1911 yılında Selanik’te çıkan “Genç Kalemler” dergisinde Ömer Seyfettin’in “Yeni Lisan” adlı makalesinin yayımlanmasıyla başlar. Milli Edebiyat hareketi öncelikle bir dil hareketidir. Sade Türkçe’nin bir dava olarak ele alınması ilk kez bu dergide ortaya konulmuştur. “Milli Edebiyat” terimi de ilk defa bu dergide kullanılmıştır.

Bu dönem sanatçılarının şiir anlayışıyla, Fecr-i Ati topluluğunun şiir anlayışı birbirinden pek farklı değildir. “Şiir vicdani bir keyfiyettir” düşüncesinde olan şairleri bireysel konuları işlerler. Daha sonra 1917 yılında yaptıkları bir toplantıda, hece ölçüsünü kullanma, günlük konuşma diliyle yazma noktasında birleşen şairlerin, içerik konusunda her birinin ayrı bir yaklaşımda olduğu gözlenir. Bu dönem sanatçıları Divan edebiyatını, Doğu edebiyatının, sonrasını ise Batı edebiyatının taklitçisi olmakla suçlarlar.



Şiirde daha çok bireysel konulara yönelen bu dönem sanatçıları, roman ve öyküde sosyal meselelere eğilmişler; milliyetçilik düşüncesi, Kurtuluş savaşı gibi konuları ele almışlardır. Konuların İstanbul dışına çıkarılması da bu dönemin belirgin özelliklerindendir. Ayrıca “aşk” bu dönem roman ve hikayesinin en önemli temasi olarak dikkat çeker. Bu eserlerde dil günlük konuşma dilidir.
Modern Türk Edebiyatını yaratma amacıyla kurulan Tanzimat, Servet-i Fünun ve Fecr-i Âtî toplulukları büyük hamleler yapmakla beraber ruhta büyük ölçüde Fransız sanatına bağlı, dil ve üslûpta Osmanlıcayı sürdüren, millî kimlik ve kişiliğe ulaşamamış bir edebiyat vücuda getirmişlerdir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılışı sırasında, Türk aydınlarının büyük bir bölümü, ümmete bağlı Osmanlıcılığın terk edilerek milliyetçiliğin benimsenmesinin, memleketin geleceği için gerekli olduğuna inanıyorlardı. Bu inanç sonucunda Türkçülük ve Milliyetçilik akımları doğmuş, her sahada millî kimlik arayışları başlamıştır.

Türk dili, Türk vezni, Türk zevki ve kültürü ile millî konuları, millî ülküleri işleyen Türk edebiyatı ihtiyacı ve özlemi sonucunda 1911-1923 yılları arasında Millî Edebiyat akımı var olmuştur. Türk milletine mensup olma şuuru, tarih içinde devamlılık düşüncesi, olduğu gibi kalarak batılılaşma inancı, 1911-1923 yılları arasındaki akımın temelleridir. Bu dönemin bariz özelliği, Türk romantizminin edebî tezahürlerini göstermesidir.

Cumhuriyet’in kuruluşunu hazirlayan milliyetçilik ideolojisi içinde dogan Milli Edebiyat akimi Cumhuriyet’in ilk yıllarında en olgun eserlerini verdi. Cumhuriyet rejimi ve bu devirde meydana getirilen sosyal ve iktisadî müesseseler üstünde başlarında büyük Türk sosyoloğu ve düşünürü Ziya Gökalp’in bulunduğu Türkçü ve Milliyetçi münevver zümre etkili oldu. Gökalp’in Türkiye ve Türkler için şekillendirdiği düşünceler başta AtaTürk olmak üzere, Cumhuriyeti kuran birinci neslin dünya görüşünün kaynağını teşkil etti. Halka ulaşabilmek ve onunla bütünleşebilmek için onun dilini kullanmak gerektiğine inanan bu nesil yazarları, eserlerinde konuşma dilini kullandılar. Halk dilini kullanırken gençlik yıllarında hayran oldukları Edebiyat-ı Cedide (Yeni Edebiyat) yazarlarının ince zevkini günlük dile aktardılar.

1911 yılında Selânik’te çıkarılmaya başlanan Genç Kalemler dergisinde başladı bu çalışmalar. Bir kısmı daha sonra Cumhuriyet dönemi yazar ve şairleri arasında da yer alan bu edebiyatın temsilcilerinin en önemlileri, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin (öncü), Mehmet Emin Yurdakul, Ali Canip (öncü), Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz Çamlıbel, Enis Behiç Koryürek, Kemalettin Kamu, Aka Gündüz, Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri, Halide Edik Adıvar, Hamdullah Suphi, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Necip Fazıl Kısakürek, Fuat Köprülü, Halide Nusret Zorlutuna, Şükûfe Nihal, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar’dır.

Milli Edebiyat akımının özellikleri, Cumhuriyet’in ilk on yılının da bir özeti olmaktadır. Bu çerçeve içerisinde, Milli Edebiyat akımının ilkeleri de şu şekilde belirtilebilir:

Milli Edebiyat Dönemi Genel Özellikleri

1) Dilde yalınlık (en mühim prensip),
2) Türkçe karşılığı olan Arapca ve Farsça kelimelerin atılması. Yalın (süssüz, sanatsız, özentisiz) bir dille yazma; İstanbul Türkçesini kullanma.
3) Halk edebiyatı şiir biçimlerinden yararlanma
4) Hece ölçüsü
5) Konu seçiminde yerlilik
6) Konularını hayattan, ülke şartlarından seçme
7) Millî kaynaklara yönelme

İslâmcı, Osmanlıcı, gelenekçi görüşlere sahip yazarlardan bireysel eğilimli yazarlara kadar tüm edebiyatçılara açık bir bütünlük mevcuttur. Çünkü artık söz konusu olan Millî Edebiyat akımı kavramı değil, Millî Edebiyat dönemidir. Bu akım dilde ve duyuşta 1911-1915 dönemi milliyetçilik fikirlerinin ön plânda olduğu roman, hikâye, tiyatro eseri ve şiirler verilmesini sağlamıştır.

Başlangıçta Fecr-i Âtî roman ve hikâyecisi olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Refik Halit Karay, gerçek kişiliklerini Millî Edebiyat akımı içerisinde göstermişlerdir. Fecr-i Âtî topluluğu dışında kalan, İstiklâl Marşı şairi Mehmet Âkif Ersoy ve Yahya Kemal Beyatlı, kendi şiir anlayışlarına göre eserler veren ve daha sonra Millî Edebiyat akımına katılan şairlerdir. Gerek Mehmet Âkif Ersoy gerekse Yahya Kemal Beyatlı, şiir dili ile konuşma dili arasındaki uzlaşmayı sağlamışlar, Türk diline zor uyan aruzun engellerini ortadan kaldırıp, yaşayan Türkçe ile başarılı şiirler yazmışlardır.

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİNİN DİL ANLAYIŞI

1) Yabancı dilbilgisi kuralları, Arapca, Farsça ad ve sıfat tamlamaları bırakılmalıdır.
2) Yabancı sözcükler, kendi dillerinde dilbilgisi bakımından hangi türden olursa olsun, Türkçede ne olarak kullanılıyorsa, dilbilgisi yönünden o türden sayılmalıdır.
3) Arapca ve Farsça’dan gelen sözcüklerden, konuşma diline kadar girip yaygınlaşmış olanlar Türkçeleşmiş sayılmalı ve kullanılmalıdır.
4) İstanbul hanımlarının günlük konuşma dili esas alınmalıdır.
5) Terimler bilimle ilgili oldukları için aynen kullanılmalıdır.
6) Türkiye Türkçesine diğer Türk lehçelerinden sözcük alınmamalıdır.

Fecr-i Ati Dönemi Gelişmeleri

Fecr-i Ati Dönemi Gelişmeleri

1901’de, Servet-i Fünun mecmuası etrafında, kendilerine Fecr-i Âtî adını veren yeni bir nesil toplanmıştır. Servet-i Fünun topluluğu dağıldıktan sonra 1909 yılında Yakup Kadri, Ahmet Haşim, Refik Halit, Fuat Köprülü, Ali Canip, Şehabettin Süleyman, Celâl Sahir, Tahsin Nihat, Emin Bülent gibi isimler bir araya gelerek yeni bir topluluk oluştururlar. Topluluk, sanat hayatına bir bildiriyle başlar. Sanatın saygıdeğer ve şahsi olduğu anlayışını benimserler. Onlar Servet-i Fünun’u batılı edebiyatı tam olarak oluşturamamakla suçlarlar. Fransız edebiyatını örnek alırlar. Dilleri süslü, sanatlı, ağdalı ve ağırdır.

Aşk, ve tabiatı konu olarak işlemişlerdir. Aşk genellikle hissi ve romantiktir. Tabiat tasvirleri ise gerçekçi değil, Haşim’de olduğu gibi şahsîdir. Kısa ömürlü olan bu topluluk, Servet-i Fünunculardan daha sade bir dil kullanmış sembolizm, empresyonizm ve romantizm gibi akımları eserlerine uygulamışlar, Avrupaî edebiyat ile Milli edebiyat arasında bağ oluşturmuşlardır.

Aruzla şiir yazan Fecr-i Âtî şairlerinin en tanınmış ve en orijinali Ahmet Haşim’dir. Şiire herhangi bir yenilik getirmemişler, Servet-i Fünun’un devamı olmaktan öteye gidememişlerdir. Sanat anlayışlarında birlik ve bütünlük olmadığı için 1912’de dağılmışlar, ferdî olarak değişik alanlarda eserler vermişlerdir.
Fecr-i Ati bir Türk edebi akımıdır.Akımın temelinde eskiyi yıkmak ve yerine yeniyi yani o günkü anlamıyla batılı düşünce sisteminden kaynaklanan felsefi edebiyata uygulamayı amaç edinmişlerdir. Fecr-i ati’nin kelime anlamı “geleceğin aydınlığı” demektir.



Fecr-i Ati‘nin Edebiyat-ı Cedide’ye tepki olarak doğan bir akım olduğunu savlamıştır. Fecr-i Ati batıdaki benzerlerinde olduğu gibi belli ilkeler çevresinde birleşen bir yazın topluluğu biçiminde ortaya çıkmıştır.



Sanat anlayışları

Babıali’deki Hilal basımevinin bir odasında ilk toplantısını yapan ve Faik Ali’nin bulduğu Fecr-i Ati adını benimseyen topluluğun sanat anlayışı.. yayımladıkları bildiride yer alan şu düşüncede odaklaşır:



“Sanat şahsi ve muhteremdir.”



Örnek olarak da şiirde simgeciler, öykü ve romanda Maupassant, tiyatroda İbsen alınır.

Sonuçlar

Ama Fecr-i Aticiler, kurumlaşmak isterken gözettikleri, yazının ve toplumsal bilimlerin ilerlemesine çalışmak, sanatçılar arasında birlik ve dayanışmayı sağlamak gibi amaçları yaşama geçiremediler. Edebiyat-ı Cedide’ye karşı olmakla birlikte ne tepkilerini açık seçik ortaya koyabildiler, ne de özellikle dil açısından ondan kopabildiler. Üstelik her fırsatta tersini belirtmelerine karşın Edebiyat-ı Cedide’nin süreği sayıldılar. Bir dergi çıkaramamaları ve başlangıçta Servet’i-Fünun dergisi çevresinde toplanmaları da buna yol açtı.



Meşrutiyet’le gelen görece özgürlük ortamından yararlanarak çıkarılmış değişik eğilimlerdeki dergilerde yazmaları ise dağınıklık getirdi. Ayrıca, “sanat şahsi ve muhteremdir” ilkesini, herkesin ayrı ayrı görüşlere sahip olması, sanatı değişik biçimlerde anlaması olarak yorumlamaları bu dağınıklığı çabuklaştırdı. Belli bir sanat anlayışında, belli değer ölçülerinde birleşmeyi değil, bireysel özgürlüğü ve bunun sonucu olarak da çeşitliliği savunuyorlardı. Her biri yalnız kendi duyuşuna, kendi beğenisine göre bir güzellik yaratma çabası içindeydi.



Bu durumun, Fecr-i Ati’nin bir yazın akımı değil, birbirlerine arkadaşlık duygularıyla bağlı genç sanatçıların oluşturduğu bir topluluk olduğunu gösterdiği savlanır. Nitekim, her biri sanatını bir başka yolda geliştirecek, değişen toplum koşullarında değişik sanat anlayışlarına varacaktır.

Fecr-i Ati Döneminin Önemli Sanatçıları

…Türk Edebiyatının Dönemleri…
(Fecr-i Ati)

Fecr-i Ati Döneminin Önemli Sanatçıları

Dönemin belli başlı temsilcileri şunlardır: Ahmet Samim, , Ahmet Haşim, , Emin Bülent Serdaroğlu, , Emin Lami, , Tahsin Nahit, , Celal Sahir, , Cemil Süleyman, , Hamdullah Suphi Tanrıöver, , Refik Halit Karay, , Şahabettin Süleyman, , Abdülhak Hayri, , İzzet Melih Devrim, , Ali Canip Yöntem, , Ali Süha Delilbaşı, , Faik Ali Ozansoy, , Fazıl Ahmet Aykaç, , Mehmet Behçet Yazar, , Mehmet Rüştü, , Fuat Köprülü, , Müfit Ratip, , İbrahim Alaettin Gövsa

Ahmet Haşim (1884-1933): Fecr-i Âtî şiirinin en önemli ismidir. Sanat için sanat yapmıştır. Sembolizmin en önemli temsilcisidir. İşlediği başlıca temalar tabiat ve aşktır. Şiirlerinde hayalle birlikte musikiye önem vermiştir. Lirik bir şairdir.

Tamamen aruzu kullanmıştır. Dili süslü ve sanatlıdır. En çok serbest müstezadı kullanmıştır. Ona göre şiir anlaşılmak için yazılmaz, şiirde anlam aranmaz; şair bir hakikat habercisi, şiir dili de bir açıklama vasıtası değildir. Şiir duyulmak için yazılır ve okunur; şair tabiatın kendine hissettirdiklerini sembollerle şiirine yansıtır, okuyan da kendi hayal dünyasına uygun olarak algılar; şiir dili de telkin görevindedir.Şirin dili musiki ile söz arsında ve sözden ziyade musikiye yakındır. Şiirde musiki anlamdan daha önemlidir. Haşim’e göre şiirin kaynagi şuuraltidir. Şiirlerinde diş dünyayi, kişinin iç dünyasinda, ruhunda aldigi şekillerle yansitmaya çalişir. Diş dünyaya ait izlenimleri kendi dünyasinda şekillendirerek ve renklendirerek ortaya çikarir. Şiirlerindeki tabiatla ilgili kavramlar, akşam, gurup, şafak, gece, mehtap, yildizlar, göller, ormanlardir. Şairin şahsinda var olan içe dönüklük, şiirlerinde realiteden kaçiş olarak ortaya çikar.Şiirlerini Piyaleb ve Göl Saatleri adli eserlerinde toplamiştir.
Nesirleri: Gurabahane-i Laklakan, Bize Göre, Frankfurt Seyahatnamesi.

Fecr-i Ati topluluğunun en başarılı santçısı olan Ahmet Haşim topluluk dağıldıktan sonra çalışmalarına bireysel olarak devam eder. Şairin yaşamı santını derinden etkiler. Bu nedenle şiirlerinde çocukluk anıları, aşk ve doğa konularında yoğunlaşır. Karamsar yaklaşımı onun belirgin özelliğidir. Şiirlerinde ağır ve süslü bir dil kullanmasına rağmen nesirlerinde daha açık ve nispeten yalın bir dil vardır.

Piyale adlı şiir kitabının önsözünde şiir anlayışını şöyle açıklar: ‘Şiirin asıl özelliği ‘duyulmak’tır. Şiirin dili musiki ile söz arasında ve sözden ziyade musikiye yakındır. Yani bu dil, bir açıklama vasıtası olmaktan ziyade bir telkin vasıtasıdır ve şiirde musiki anlamdan önce gelir. Bu bakımdan kelimeler, şiire, anlam değerlerinden çok musiki değerleriyle girerler. Şiirin anlam bakımından açık olması zaruri değildir. Şiirin doğduğu yer şuuraltıdır. Konu ise sadece terennüm için bir vesiledir’.



Şiirde musikiyi ön plana alan, anlam açıklığını ikinci plana atan, mısralarda geniş ve akıcı bir telkin yeteneği arayan ve şiirin kaynağını bilinçaltında bulan bu anlayış ile sembolizmin şiir anlayışı arasında yakınlıklar vardır. Ancak sembolist şiirin asıl unsur olan sembol, Haşim’in şiirlerinde yoktur. Onun, anlamı anlaşılmayan veya değişik yorumlara elverişli bulunan şiirleri pek azdır. Bu bakımdan Haşim’i sembolist bir şair olarak kabul etmek pek güçtür. Haşim’in şiirine en uygun anlayış tarzının, empresyonizm olduğu kabul edilebilir. Gerçekten şiirlerinde dış dünyaya ait gözlemlerinin kendi iç dünyasında yarattıığı izlenimleri aksettirmesi bu anlayışın en açık göstergesidir.



Göl Saatleri’nin küçücük ve manzun ‘Mukkadime’si de empresyonizmin özlü bir ifadesinden başka bir şey değildir.



Şiirleri: Göl Saatleri, Piyâle



Nesirleri: Gurebâ-hane-i Lâklâkan, Bize Göre



Gezi Notları: Frankfurt Seyahatnamesi







Refik Halit Karay (1888-1965): Fecr-i Âtî’den sonra Millî edebiyat hareketine katılmıştır. Eserlerini de bağımsız bir şahsiyet olarak vermiştir. Edebî hayatı köşe yazarlığı ile başlamıştır. Sonra da sırayla hikâyeciliği ve romancılığı gelir. İlk yazılarında günlük hayatı ele almış, sosyal hayattaki çarpıklıkları, zekî ve nükteli bir üslûpla dile getirmiştir. Hayatın gülünç yanlarını karikatürize etmiştir. Sade ve temiz bir dille yazdığı Memleket Hikâyeleri’nde Anadolu insanının hayatını bütün canlılığı ile yansıtmıştır. Gözlem yeteneğinin üstünlüğü dikkat çeker. Eserlerinde kişilerin ruh tahlillerine fazla değinmez.İnsanların dürüst olmayan, kurnazlık ve menfaatçilikle ilgili yönlerini ortaya kor. Bunu mizah ve eleştiri ile yapar. Hiciv, eserlerinde önemli bir unsurdur. Şahısları kendi sosyal çevreleri ile birlikte anlatır. Konuşma dilinin bütün canlılığını ve tabiiliğini ortaya kor.

Romanları: İstanbul’un İç Yüzü, Çete, Sürgün, Nilgün, Bugünün Saraylısı, Kadınlar Tekkesi, Anahtar

Hikâyeleri: Memlekete Hikâyeleri, Gurbet Hikâyeleri (Hatay’da sürgünde yazdığı eseridir).

Hiciv ve Mizah Yazıları: Kirpinin Dedikleri, Deli, Sakın Aldanma İnanma Kanma, Tanıdıklarım.

Servet-i Fünün ve Fecr-i Ati Edebiyatı (Testler - Sorular)

Servet-i Fünün ve Fecr-i Ati Edebiyatı
(Testler - Sorular)

(Yanıtlar, soruların bitimindedir…)

1. Aşağıdakilerden hangisi Servet-i Fünun edebiyatının özellikleri arasında yer almaz?

A) Bu dönemde aruz vezni bırakılmış, hece vezni kullanılmaya başlanmıştır.
B) Daha çok bireysel konular işlenmiştir.
C) Beyit hakimiyeti kırılmış anlam bütüne yayılmıştır.
D) Süslü ve söz sanatlarıyla dolu bir anlatım görülür.
E) Batı-dan sone ve terza-rima gibi nazım biçimleri alınmıştır.


2. I. Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerle yüklü ağır bir dil kullanılmıştır.
II. Romantizm ve klasisizmin etkisinde kalmışlardır.
III. Bu dönem sanatçıları tiyatroyu toplumu eğitmek amacıyla kullanmışlardır.
IV. Romanda kişiler ve olaylar çoğunlukla İstanbul-dan seçilmiştir.
V. Yazarlar, romanlarına kişiliklerini yansıtmamışlardır.

Bu özelliklerden hangi ikisi Servet-i Fünun edebiyatı için söylenemez?

A) I. ve II. B) II. ve III. C) III. ve IV.

D) IV. ve V. E) II. ve V.


3. Aşağıdaki sanatçılardan hangisi Fecr-i Ati edebiyatının temsilcilerinden biridir?

A) Ahmet Haşim
B) Namık Kemal
C) Tevfik Fikret
D) Ziya Paşa
E) Faruk Nafiz Çamlıbel



4. Aşağıdaki yazar- eser eşleştirmelerinden hangisi yanlıştır?

A) Halit Ziya Uşaklıgil - Aşk-ı Memnu
B) Hüseyin Rahmi Gürpınar - Mürebbiye
C) Mehmet Rauf - Eylül
D) Ahmet Haşim - Hac Yolunda
E) Ömer Seyfettin - Efruz Bey


5. Yazar, bu romanında herkesçe tanınmış bir şair olmak isteyen Ahmet Cemil-in hayallerini, iç çatışmalarını, hayatın gerçekleriyle yüzleşmesini, Arkadaşı Hüseyin Nazmi-nin kız kardeşi Lamia-ya olan aşkını başarıyla anlatır.

Bu paragrafta sözü edilen yazar ve eseri aşağıdakilerin hangisinde bir arada verilmiştir?

A) Reşat Nuri Güntekin - Çalıkuşu
B) Yakup Kadri Karaosmanoğlu - Yaban
C) Halit Ziya Uşaklıgil - Mai ve Siyah
D) Halide Edip Adıvar - Sinekli Bakkal
E) Peyami Safa - Sözde Kızlar
6. Servet- Fünun edebiyatının en büyük şairidir. Önceleri daha çok bireysel konularda yazan şair, 1896-dan sonra toplumsal konulara yönelmeye başlar. -Balıkçılar- -Seza- -Verin Zavallılara- adlı şiirleri toplumsal içerikli şiirleridir. Oğlu Haluk-un üzerine yazdığı şiirlerde onu Türk gençliğinin gelecekteki temsilcisi olarak görmüştür. Şiirlerinde aruz ölçüsünü kullanır. Çocuklar için yazdığı -Şermin- de ise hece ölçüsünü tercih eder.

Bu paragrafta sözü edilen sanatçı aşağıdakilerden hangisidir?

A) Cenap Şahabettin
B) Ahmet Haşim
C) Tevfik Fikret
D) Yahya Kemal Beyatlı
E) Cahit Sıtkı Tarancı





7. Aşağıdakilerin hangisinde ilk psikolojik romanımızın adı ve yazarı bir arada verilmiştir?

A) Eylül - Mehmet Rauf
B) Vurun Kahpeye - Halide Edip Adıvar
C) Hüküm Gecesi - Yakup Kadri Karaosmanoğlu
D) Küçük Ağa - Tarık Buğra
E) Huzur - Ahmet Hamdi Tanpınar






8. I. Tanzimat edebiyatına tepki olarak doğmuştur.
II. Sanat şahsi ve muhteremdir görüşüne bağlıdırlar.
III. Arapça, Farsça kelimelerle ve tamlamalarla yüklü bir dil kullanmışlardır.
IV. Belli bir sanat anlayışında birleşemedikleri için kısa sürede dağılmışlardır.
V. Edebiyatımızdaki ilk edebi bildiriyi yayınlayan topluluktur.

Yukarıdaki özelliklerden hangisi, Fecr-i Ati edebiyatının özelliklerinden biri değildir?

A) I B) II C) III D) IV E) V





9. Aşağıdakilerin hangisinde sanatçı, eser ve bağlı bulunduğu akım yanlış eşleştirilmiştir?

A) H. Ziya Uşaklıgil Kırık Hayatlar Realizm
B) Namık Kemal Cezmi Realizm
C) Ahmet Haşim Piyale Sembolizm
D) Mehmet Rauf Eylül Realizm
E) Yahya Kemal Eğil Dağlar Parnasizm





10. Aşağıdakilerden hangisi Servet-i Fünun sanatçılarından biri değildir?

A) Mehmet Rauf
B) Tevfik Fikret
C) Halit Ziya Uşaklıgil
D) Ahmet Mithat Efendi
E) Cenap Şahabettin






11. Aşağıdakilerden hangisi Servet-i Fünun sanatçılarının Türk şiirine getirdiği yenilikler arasında yer almaz?

A) Divan edebiyatındaki beyit hakimiyetini yıkmışlar, anlamı şiirin bütününe yaymışlardır.
B) Divan edebiyatına ait olan müstezatı, serbest müstezat haline getirmişlerdir.
C) Edebiyatımıza ilk kez sone nazım şeklini sokmuşlardır.
D) Aruz vezinlerini ilk kez müzikalite bakımından değerlendirmişlerdir.
E) Türk şiirinde ilk kez onlar vatan, hürriyet, hak, adalet kavramını işlemişlerdir.






12. Fecr-i Ati topuluğunun en önemli temsilcisidir. Sembolizm akımdan etkilenmiştir.Kendine özgü uyumlu bir şiir dili, alımlı bir şiir dünyası vardır. Şiirlerinde bir ressam gibi doğayı yansıtan şair, Fransız sembolistlerin etkisi altındadır. O, şiirlerinde renk ve simgeyi başarıyla kullanmış , bütün şiirlerini aruzla yazmıştır.

Bu paragrafta sözü edilen sanatçı aşağıdakilerden hangisidir?

A) Ahmet Haşim
B) Halit Ziya Uşaklıgil
C) Mehmet Rauf
D) Tevfik Fikret
E) Ziya Gökalp





13. Aşağıdakilerden hangisinde Servet-i Fünun sanatçıları bir arada verilmiştir?

A) Tevfik Fikret - Namık Kemal - Yakup Kadri Karaosmanoğlu
B) Cahit Külebi - Orhan Kemal - Cenap Şahabettin
C) Haldun Taner - Halit Ziya Uşaklıgil - Mehmet Rauf
D) Halit Ziya Uşaklıgil - Mehmet Rauf - Tevfik Fikret
E) Ziya Paşa - Hüseyin Cahit Yalçın - Cenap Şahabettin





14. Aşağıda verilen sanatçı - dönem eşleştirmelerinden hangisi yanlıştır?

A) Ahmet Mithat Efendi - Tanzimat
B) Halit Ziya Uşaklıgil - Servet - i Fünun
C) Mehmet Rauf - Tanzimat
D) Tevfik Fikret - Servet-i Fünun
E) Ahmet Haşim - Fecr-i Ati

15. Aşağıdaki açıklamalardan hangisi doğru değildir?

A) Servet- i Fünun sanatçıları eserlerinde Tanzimat sanatçılarına göre daha fazla yabancı kelime kullanmışlardır.
B) Servet-i Fünun sanatçıları dönemin şartları gereği toplum sorunlarına fazlaca yer vermemişler, hayale ve tabiata sığınmışlardır.
C) Servet- i Fünun roman ve hikayelerinde konu genellikle İstanbul dışında geçer.
D) Tanzimat sanatçıları roman ve hikayelerde kendi kişiliklerini gizlemezken, Servet-i Fünun sanatçıları kendi kişiliklerini gizler.
E) Servet-i Fünun sanatçıları da Tanzimat sanatçıları gibi aruz ölçüsünü kullanırlar.

16. Aşağıdaki eserlerden hangisi Tevfik Fikret-e aittir?

A) Rubab-ı Şikeste
B) Bir Ölünün Defteri
C) Nadide
D) Evrak-ı Eyyam
E) TamaT

17. Edebiyatımızdaki ilk kusursuz romanları o yazmıştır. Türk edebiyatındaki realizmin en büyük temsilcisidir. Romanlarında konularını aydın çevreden seçerken hikayelerinde sıradan insanların hayatını konu edinir. Roman ve hikaye tekniği çok sağlamdır.Diğer Servet-i Fünun sanatçıları gibi onun da dili oldukça ağırdır.

Bu paragrafta sözü edilen sanatçı aşağıdakilerden hangisidir?

A) Tevfik Fikret
B) Namık Kemal
C) Ömer Seyfettin
D) Hüseyin Cahit Yalçın
E) Halit Ziya Uşaklıgil


18. Aşağıdakilerden hangisi Fecr-i Ati topluluğunun özellikleri arasında yer almaz?

A) Edebiyatımızdaki ilk edebi topluluktur.
B) İlk edebi beyannameyi bu topluluk yayımlamıştır.
C) “Sanat şahsi ve muhteremdir” görüşüne bağlıdırlar.
D) Tanzimat edebiyatına bir tepki olarak doğmuştur.
E) Arapça ve Farsça kelime ve terkipleri çokça kullanmışlardır.

...CEVAPLAR…
1) A
2) B
3) A
4) D
5) C
6) C
7) A
8) A
9) B
10) D
11) E
12) A
13) D
14) C
15) C
16) A
17) E
18) D

Fecr-i Ati Döneminin Genel Özellikleri

Türk Edebiyatının Dönemleri…
(Fecr-i Ati)

Fecr-i Ati Döneminin Genel Özellikleri

1. 20 Mart 1909′da Hilal Matbaası’nda toplanan Şahabettin Süleyman,Yakup Kadri, Refik Halit, Cemil Süleyman, Köprülüzade Mehmet Faut, Tahsin Nahit, Emin Bülent, Ali Süha, Faik Ali ve Müfit Ratib gibi yeni bir hareket başlatmayı planlar. Ahmet Haşim de bu harekete katılır. Böylece Fecr-i Ati Encümen-i Edebisi Beyannamesi, 24 Şubat 1910′da yayımlanır. Fecr-i Ati edebiyatı, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Servet-i Fünûn dergisinde yayımlanan bir bildiriyle başlar.
2. Edebiyatımızda ilk edebi bildiriyi (beyannameyi) yayımlayan topluluktur.
3. Edebiyatımızda ilk edebî topluluktur.
4. Servet-i Fünûn edebiyatına tepki olarak doğmuştur.
5. ‘Sanat şahsi ve muhteremdir.’ (Sanat kişisel ve saygıya değerdir) görüşüne bağlıdırlar.
6. ‘Edebiyat ciddi ve önemli bir iştir, bunun halka anlatılması lazımdır.’ görüşüne sahiptirler
7. Batıdaki benzerleri gibi dil, edebiyat ve sanatın gelişmesine, ilerlemesine hizmet etmek; gençleri bir araya getirmek; seviyeli fikir münakaşalarıyla halkı aydınlatmak; değerli ve önemli yabancı eserleri Türkçeye kazandırmak; Batıdaki benzer topuluklarla temas kurmak, böylece Türk edebiyatını Batı edebiyatına yaklaştırmak, Batı edebiyatını Türk edebiyatına tanıtmak amacındadırlar.
8. Servet-i Fünûn’a bir tepki olarak ortaya çıkmasına rağmen, şiir sahasında bu edebiyatın özelliklerini sürdürürler.
9. Şiirlerinde işledikleri başlıca temalar tabiat ve aşktır.
10. Tabiat tasvirleri gerçekten uzak ve subjektiftir.
11. Dil bakımından Servet-i Fünûn’un devamıdır. Arapca ve Farsça kelime ve tamlamalarla dolu, günlük dilden uzak ve kapalı bir şiir dili oluşturmuşlardır.
12. Aruz veznini kullanarak serbest müstezat türünü daha da geliştirmişlerdir.
13. Fecr-i Aticiler tiyatro ile yakından ilgilenmişlerdir.
14. Şiirde özellikle Sembolizmin etkisi söz konusudur. Hikâyede Maupassant, tiyatroda ise Henrich Ibsen örnek alınır.

15. Belli bir sanat anlayışında, belli değer ölçüleri etrafında birleşmeyi değil, ferdi hürriyeti ve bunun sonucu olarak da çeşitliliği savundukları için kısa sürede dağılmışlardır. Dağılmalarında özellikle Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp‘in çıkardıkları Genç Kalemler dergisi etkilidir. Yani Milli Edebiyat hareketinin başlaması Fecr-i Ati‘yi bitirir.
16. Fecr-i Ati Edebiyat-ı Cedide ile Milli Edebiyat arasında bir köprü görevi görür.
17. Fecr-i Ati‘nin en önemli temsilcisi Ahmet Haşim’dir.
18. Fecr-i Ati Beyannamesine imza atanlar: Ahmet Haşim, Ahmet Samim, Emin Bülent (Serdaroğlu), Emin Lami, Tahsin Nahit, Celal Sahir (Erozan), Doktor Cemil Süleyman, Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Refik Halit (Karay), Şahabettin Süleyman, Abdülhak Hayri, İzzet Melih (Devrim), Ali Canip (Yöntem), Ali Süha (Delibaşı), Faik Ali (Ozansoy), Fazıl Ahmet (Aykaç), Mehmet Behçet (Yazar), Mehmet Rüştü, Mehmet Fuat (Köprülü), Müfit Ratib, Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), İbrahim Alaattin.
19. Milli Edebiyat‘ın başlamasıyla Hamdullah Suphi, Ali Canib ve Celal Sahir’in bu harekete katılmalarıyla topluluk 1912′de dağılmıştır. Yalnızca Ahmet Haşim Fecr-i Ati edebiyatının temel ilkelerine bağlı kalmış ve Milli edebiyat hareketine katılmamıştır.
20. Fecri Ati’nin görüşlerini, Yakup Kadri, Celal Sahir, Ahmet HAşim, Müfit Ratip, Mehmet Fuat ve Ali Canib Resimli Kitap adlı dergide; Mehmet Rauf, Hüseyin Suat ve Raf Necdet de eleştirilere Servet-i Fünûn’da cevap verdiler.

INSAN HAKLARI KAVRAMI ve ÖNEMI

INSAN HAKLARI
INSAN HAKLARI KAVRAMI ve ÖNEMI
1. Insan Haklari Kavrami
Insan haklari kavrami, 2. Dünya Savasi sonunda, 1945 yilinda Birlesmis
Milletler ’in kurulmasiyla önem kazandi. Bütün ülkelerde tartisilir ve üzerinde
düsünülür hale geldi.
Insan haklari, bireylerin dogrudan insan olmakla kazandiklari haklardir. Insanlarin baski, sömürü, zarar ve her türlü güç karsisinda korunmasini esas alir. Insanlarin temel hak ve özgürlüklerini düzenler. Insan haklari bireylerin toplum içindeki hak ve hürriyetleriyle birlikte huzur ve güven içinde yasamalarini saglar.
Insan haklari asagidaki maddeleri içine alir:
Insan haklari karsisinda devletin gücünü sinirlar
Devlet, insan haklarini korumak için yasal ve ahlâki düzenlemeleri yapmak zorundadir.
Insan haklari, genel ve evrensel niteliklidir.
Insan haklari, bütün insanlarin sahip olmalari gereken haklardir.

2. Etik Bir Varlik Olarak Insan
Insanlarin eylemlerini ve yöneldikleri degerleri inceleyen felsefeye ahlâk
felsefesi ya da etik adi verilir. Bunlar içine baskalarinin hakkini almamak,
insanlara yardim etmek, saygili olmak ve yalan söylememek gibi her gün
tekrarladigimiz eylemler ahlâki eylemlerdir. Ahlâki davranis hayvanlarla insanlar arasindaki en büyük farki olusturur.
3. Insan Haklarinin Etik Temelleri
Insanlar, zaman içinde degisik asamalardan geçti ve yeni toplumsal kurallar dogup ahlâk kurallari olustu.
J.J. Rousseau, toplumsal sözlesmesinin ilk bölümünde “Insan özgür dogdu ama her yerde zincire vurulmus bir durumda.” cümlesiyle insan haklariyla ilgili çok önemli bir gerçegi ifade etmistir.

Insanlar 21.YY girmek üzere oldugumuz bu günlerde bile pek çok yerde baski altindadir. Insan haklarini elde edebilmek için düsünmek ve çareler üretmekten hiçbir sekilde vazgeçilmemelidir. Insan haklarinin birinci temeli Özgürlüktür. Özgürlük baskalarina zarar vermeden her seyi yapabilmektir.
Dünyada özgürlük, mutluluk ve barisi saglamak için tüm insanlarin esit olmasi ve devredilemez haklarini taninmasi gerekir.
Insan Haklarinin Evrenselligi
Insan haklari dünyanin bazi bölgeleri için degil, tamami için geçerlidir.
Fakat insan haklarinin dünyanin pek çok yerinde esit uygulanmadigini görmekteyiz. Bu yüzden insan haklarinin uluslar arasi düzeyde taninip islerlilik kazanmasi için ...

İnsan Hakları Nedir?

İnsan Hakları Nedir?

İnsan hakları herkesin onurlu, eşit ve özgür olarak güvende yaşama hakkına sahip olması anlamına gelmektedir. İnsan haklarını korumak için uluslararası hukuk ve standartlar bulunmaktadır. Uluslararası Af Örgütü'nün hükümetlere ve muhalif gruplara sunduğu talepler bu hukuk ve standartlara dayanmaktadır.

İnsan hakları herkesin onur ve saygı ile muamele görmeyi hak ettiği anlamına gelmektedir. Herkes güvende olmayı hak eder. Herkes sağlıklı gıda, konut ve su gibi temel ihtiyaçlarını karşılama imkanlarına sahip olmayı hak eder.

İnsan hakları 'bölünmezdir'. Parçalara ayrılamaz. İnsanların onurlu yaşayabilmek için özgürlük, güvenlik ve düzgün yaşam standardı hakları bulunmaktadır: Her birey; medeni, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel hakların tümüne sahiptir.

İnsanın yaşamına ve onuruna saygı gibi insan haklarının temelinde bulunan ana ilkeler çoğu din, felsefe ve inanç sisteminde bulunmaktadır. İnsan haklarının gelişmesi dünyanın her yerinde sürdürülen özgürlük ve eşitlik mücadelesi ile gerçekleşmektedir.

İnsanlar temel haklarını korumak için, hükümetlere uluslararası insan hakları standartlarını kabul etmeleri ve bu hakları kendi ülkelerinin hukukuna dahil etmeleri yönünde taleplerde bulunmuştur.

Bugün, uluslararası insan hakları standartları Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi dahil birçok belgede tarif edilmektedir. Uluslararası Medeni Ve Siyasi Haklar Sözleşmesi gibi anlaşmalar ise bu ilkeleri hukuki kılmaktadır.

Uluslararası insan hakları hukuku ve ilkeleri devletlerin kendi topraklarında halkları için yapmaları ve yapmamaları gerekenleri tarif etmektedir. Bir hükümet ya da muhalif grup bu standartlara aykırı hareket ettiğinde, ya da onlara saygıyı sağlamadığında, bir insan hakları ihlali işlemektedir. Devletler kendi hukukunu uluslararası insan hakları hukukuna dayandırma ve insan haklarını koruma mecburiyetindedir. Uluslararası Af Örgütü'nün hükümetlere ve muhalif gruplara olan talepleri işte bu uluslararası standartlara ve hukuka dayalıdır.
Last Updated ( Sunday, 02 December 2007 09:07 )

İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ VE İLKÖĞRETİMDEKİ ÖNEMİ

295
Ege Akademik Bakış / Ege Academic Review
7(1) 2007: 295–310
İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ VE İLKÖĞRETİMDEKİ
ÖNEMİ
HUMAN RIGHTS EDUCATION AND IMPORTANCE IN SCHOOLS
Yrd. Doç. Dr. R. Bahar ÜSTE, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir Meslek
Yüksekokulu, rabia.uste@deu.edu.tr
ÖZET
İnsan hakları konusunun önemi, insanın başlı başına bir değer olmasından
kaynaklanmaktadır. Kişinin doğumu ile başlayan ve ölümü ile sonlanan “insan
hakları” her yaştaki, her gelir grubundaki, her eğitim aralığındaki, her meslekteki
bireyi yakından ilgilendirmektedir.
Çalışmada, insan haklarının önemi ve demokrasi ile nasıl bir ayrılmaz bütün
olduğu ele alınmaya çalışılmıştır. Ayrıca, siyasal anlamda ve evrensellik
boyutunda insan hakları açıklanmıştır. Özellikle, temel eğitimin verildiği
ilköğretim sıralarındaki insan hakları eğitiminin nasıl olması gerektiği ve nelere
dikkat edilmesi ile ilgili konular işlenmiştir. Alan çalışması yapılarak, siyasal
anlamda görüşleri oluşum aşamasında bulunan beşinci sınıf öğrencileri ile anket
yapılmıştır. Anket sonuçları çalışma içinde değerlendirilmiştir. Öğrencilerin insan
hakları konusunda görüşleri alınmış ve ilköğretimde insan hakları konusunun
okullarda ele alınış biçiminin boyutları üzerinde durulmuştur.
Anahtar Kelimeler: İnsan Hakları, Demokrasi, Eğitim.
ABSTRACT
Human rights is an important subject because it is related with human beings.
Starting from his birth till his death human rights is a concern of all people of all
ages, all income groups, alleducation levels, and all occupations.
In this study, after reviewing the importance of human rights, its relations and
unity with democracy will be reviewed.Besides, human rights will be defined in
political and global aspects. Espicially, in this study why and which subjects of
human rights should be thought in primary school education are considered.
With this purpose a survey study is also conducted with the 5th grade primary
school students who are in the age of develpoment stage of political views. The
296
results of this survey have been used to determine the dimensions of teaching
human rights to them.
Key words: Human Rights, Democracy, Education.
1. GİRİŞ
Eğitimli bir toplumun geleceğe güvenle bakacağı kaçınılmazdır. Her konuda
eğitim, bilginin, yeteneğin ve deneyimlerin gelişimini sağlayacaktır. İlköğretimde
verilen temel eğitim, bilgi ile birlikte öğrencilerin davranışlarını etkilemektedir.
Okul öncesi eğitimin öneminin arttığı günümüzde, bunun ilköğretim ile
pekiştirilmesi toplumun ileri gitmesinde rol oynayacaktır. İnsana, insan
olmasından dolayı değer vermek ilköğretim aşamasında, sosyalleşme ile birlikte
ortaya çıkmaktadır. İlköğretim, insan ilişkilerinin gelişmesinde temel bir süreci
oluşturmaktadır. Uzlaşmacı, hoşgörülü, eşitlikçi ve barışçı gençlerin
yetiştirilebilmesi için “insan hakları” ile ilgili kavramların ilköğretim sırasında
benimsetilmesi gerekmektedir. Toplumsal uzlaşma, karşılıklı sevgi ve saygı için
özellikle ilköğretimde “insan hakları eğitiminin” yoğun bir biçimde öğrencilere
verilmesi önem taşımaktadır.
Çalışmada, ilköğretim beşinci sınıf öğrencileri ile İzmir ve Aydın illerinde anket
yapılmıştır. Beşinci sınıf öğrencilerinin seçilme nedeni, anket sorularında yer
alan kavramları bilmeleri ve bunlarla ilgili değerlendirme yapabilecek düzeyde
oldukları kabul edildiğindendir. İzmir ve Aydın ilinin seçilme nedeni ise, Ege
Bölgesi’nde birbirine yakın iki il olması ayrıca, aynı bölgede ve yakın olmalarına
rağmen öğrencilerin aynı sorulara nasıl cevap vereceklerinin belirlenmesidir.
392 öğrenci arasında yapılan anket çalışmasının verileri ve sonuçları çalışma
içerisinde aktarılmıştır.
1.1. İnsan Hakları
İnsan hakları ya da kamu özgürlükleri genel olarak, insan onurunu korumayı,
maddi ve manevi gelişmesini sağlamayı amaçlayan haklardır. İnsan hakları
bireylerin yalnızca insan olmaktan dolayı kazandıkları haklar olarak karşımıza
çıkar. Öncelikle insan hakları, kanuni eşitlik, kişi güvenliği, bireysel özgürlük,
düşünce ve inanç özgürlüğü, siyasal haklar ve mülkiyet hakkını içine alır. İkinci
olarak, çalışma, adil ücret, sosyal güvenlik, sendika ve grev, sağlık ve eğitim
haklarını belirtir. Üçüncü olarak, ortak ve evrensel haklardır. Bu açıklamalara
göre “Ben insan haklarına daha çok layığım” hiç kimse diyemez. Buna göre
geniş anlamda insan hakları, “insanın tek tek kişilerle ve iktidarla ilişkileri içinde
kendi malı olarak elinde bulundurduğu, kurallarla yönetilen ayrıcalıklardır”
(http//yayim.meb.gov.tr/yayimlar/sayi34/dogan.htm:1).
İnsan hakları ile demokrasi arasındaki kesin tamamlayıcılık bağı bulunmaktadır.
Eğer insan hakları bireyin eksiksiz gelişmesi için gerekli bir koşulsa demokratik
297
toplumdan, bireyin gelişimi için gerekli çerçeveyi oluşturması istenilir.
Demokratik bir toplum bireylerin topluluğun yaşaması için gönüllü olarak verdiği
desteğe dayandığından insan hakları böyle bir toplumun ön koşuludur
(http//www.canaktan.org/ekonomi/Avrupa-birligi/insan-haklar.htm:1).
Demokrasilerde, kişi-toplum ilişkilerinin belirlenmesi sürecine halkın tamamı ile
katılması, azınlık haklarının saygılı bir çoğunluk yönetimi ile sağlanması, kişiye
ait hak ve özgürlüklerin korunması, toplumun tüm üyelerine fırsat eşitliğinin
sağlanması gibi ilkeleri içerir (Çam, 1987: 153).
Her insanın çeşitli özgürlüğünü korumak, özellikle de çoğunluğun inancına karşı
korunması, demokratik bir devletin vatandaşlarına karşı olan görevleri
arasındadır (Kongar, 1999:125). İnsan hakları kavramı ile sosyal adalet
kavramını birlikte ele almak gerekmektedir. Sosyal adalette: Haklar: Siyasal
özgürlükler ve kanun önünde eşitlik. Ödüller: Her bireyin yeteneklerinin ve
faaliyetlerinin dikkate alınması. İhtiyaçlar: Bireyin hayatını sürdürebilmesi için
gerekli olan şeyler olarak karşımıza çıkmaktadır (Akalın, 1998:97). İnsan hakları
yasalarla korunmaya çalışılır. Yasaya duyulan bu güven ve saygı nereden
kaynaklanmaktadır? Bunun temelinde, yasaların ulusal iradeyi temsil edilen
organ tarafından yapıldığı ve bu yüzden de bunların ulusal iradeyi temsil edilen
organ tarafından yapıldığı ve bu yüzden de bunların kötü, ezici ve baskıcı
olamayacağı varsayımı yatar (Tanör, 1994:179).
1.2. İnsan Haklarının Önemi
İnsan sahip olduğu davranış biçimlerini hayata geçirebildiği sürece mutlu olur.
Davranışı engellenen insan mutsuz bireydir. Mutsuz insanlardan oluşan
toplumun kendi içinde denge sağlaması olanaklı değildir. Uyumlu insan,
çevresine ve topluma karşı sorumludur. Demokrat kimlik ancak böyle gelişir ve
demokrasilerin gelişmesi de bu insanların çoğalması ile olanaklıdır. İnsan
hakları, yeteneklerin gelişmesinde başarının geniş kitlelere yayılmasında, eşitlik
ilkesinin herkesi kapsamasında ve eğitim eşitliği açısından önemlidir. Ayrıca,
zayıf ve güçsüzlerin hukuk devleti anlayışı ile korunmasını sağlarken, ahlaki
konularda da hukuki güvence sağlamaktadır
(http//yayim.meb.gov.tr/yayimlar/sayi34/dogan.htm:2).
İnsan hakları her zaman geçerli ideal özelliklere sahiptir. İnsan hakları
kurallarından vatandaşların her birinin eşit biçimde yararlanması, insanlar
arasında eşitlik anlayışını vurgular. Evrensellik özelliği nedeniyle, insan hakları
içerik, zaman, yer bakımından değişmez özelliklere ve değerlere dayalıdır.
Hakları ihlal edilmiş insan, onurundan uzak yaşamaya zorlanmış demektir
(http//yayim.meb.gov.tr/yayimlar/sayi34/ozturk.htm:1-2). Amerikan Devrimi
sonrasında insan hakları adına konuşan Lafeyette “Özgürlük adına dikilen bu
anıt zalimlere bir ders, zulmedilenler de bir örnek olsun” demiştir (Paine,
1985:67). İnsan hakları bakımından özgürlük ele alınması öncelikli konular
arasındadır. Çünkü, insan tabiatı gereği özgür doğar ve bu şekilde yaşamak
ister. Bu yüzden en doğal hakkı olan insan haklarının başında özgürlük
gelmektedir.
298
1.3. İnsan Hakları Eğitimi ve Amaçları
İnsan haklarının konusu eğer, insan ise insanın bu haklarına sahip çıkması
gerekir. Kişilerde insan haklarına ilişkin bilinç ve duyarlılıklar eğitim yoluyla
kazanılır. Sevgi, saygı, hoşgörü gibi konular eğitim yoluyla kazanılır. İnsan
haklarını bilip tanımanın en etkili yolu eğitimdir. İnsan hakları eğitiminin asıl
önemi dünya barışının sağlanması ve korunmasında göstereceği etkidir
(http//yayim.meb.gov.tr/yayimlar/sayi34/dogan.htm:3). İnsan haklarından
uzaklaşan bir toplumda kaotik bir ortamın yaşanması olasıdır.
İnsan hakları eğitiminin ulusal hukuktaki ilk dayanağı Anayasadır. Anayasanın
ikinci maddesi “insan haklarına saygı” ilkesine yer vermiştir. Ayrıca Anayasa’nın
42.maddesinde “eğitim ve öğretim hakkı ve ödevi”nden başka, Milli Eğitim
Temel Kanunu’nun 2/2 maddesinde “bireylerin hür ve bilimsel düşünme
gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, kişilik ve
teşebbüse değer veren, topluma karşı sorumluluk duyan, yapıcı, yaratıcı ve
verimli kişiler olarak yetiştirmeyi amaç edinmiştir”
http//yayim.meb.gov.tr/yayimlar/sayi34/dogan.htm:6) ifadesi bulunmaktadır.
Yetiştireceğimiz çocuklarımız ve gençlerimizin insan hakları ile ilgili donanımlı
olmaları öncelikle toplumsal dayanışmamız için gereklidir.
İnsan hakları bilgisi için, insan hakları eğitimi şarttır. Birleşmiş Milletler
Anlaşması, örgütün kuruluş amaçları arasında “herkesin insan haklarına ve
temel özgürlüklerine saygının geliştirilip güçlendirilmesinde uluslararası işbirliğini
sağlama” (Özdek, 2000:152) amacını da belirtmiştir. Örgütün kuruluşundan üç
yıl sonra, “Evrensel Bildiri” ilan edilmiştir. Evrensel Bildirge, “tüm insanlar, onur
ve haklar yönünden özgür doğarlar” demektedir. İnsan, salt insan olması insanın
kişilik ve özüne içkin bir değer olan “insan onurunu” taşıması nedeniyle insan
haklarının öznesidir. Evrensel bildirgeye yansıyan anlayışla, insan hakları
kendiliğinden kazanılır ama kendiliğinden bilinmez ve öğrenilmez. Doğuştan ve
kendiliğinden kazanılan haklar, öğrenilmedikçe yok sayılır. İnsanı haklarından
ayrı düşünmek, haklarından soyutlamak, özünde insanı yadsımaktır. İnsan,
kendi hakları kadar başka insanların da hakları bulunduğu, onlara da saygı
gösterme bilincinde olmalıdır (http//yayim.meb.gov.tr/yayimlar/sayi34
/duman.htm:2). İnsan hakları eğitimi toplumda yaşayan bireylerin birbirlerini hoş
görmelerini ve uzlaşmalarını sağlayacaktır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 4 Kasım 1950 yılında imzalanmıştır. Türkiye
ise 18 Mayıs 1954 yılında imzalanmıştır. Bu anlaşma ile “yaşama hakkı, adil
yargılanma hakkı, özgürlük ve kişi güvenliği hakkı, mülkiyet hakkı, eğitim ve
öğrenim hakkı” gibi temel haklar ele alınmıştır (Gözübüyük, 1999:415-416). AB
sürecinde de, hukuki güvenlik ile insan hakları çok yakından ilgilidir. Temel
insan hakları bunların başında gelmektedir. Gizliliğin korunması, avukatların
mesleki sır saklaması, adil yargılama hakkı, ceza hükümlerinin geriye etkili
olmaması AB içinde önemli kurallardır (Bozkurt-Köktaş, 2001:124-125). Avrupa
Birliği sürecinde önemli kılınan bu konular, her dönemde olması gereken kriterler
olarak karşımıza çıkmaktadır.
299
İnsan hakları eğitiminin amaçları, insan hakları yazılı hukukunda ve çeşitli uluslar
arası toplantılarda aşağıdaki özellikler (http//yayim.meb.gov.tr/yayimlar/sayi34
/duman.htm:3) sıklıkla yinelenmiştir:
• İnsan hakları eğitimi; karşılıklı anlayış, hoşgörü, saygı ve dayanışma
davranışlarını özendirmelidir.
• İnsan hakları eğitimi; bireye hak bilinci kazandırmanın yanı sıra,
başkasının haklarına saygı göstermesini de öğretmelidir.
• İnsan hakları eğitimi; bir insan hakkıdır ve sosyal adalet, barış,
demokrasi ve geliştirmeyi tam gerçekleştirmenin ön koşuludur.
• İnsan hakları eğitimi; insan haklarının güvenceye bağlanacağı ve
ihlallerin önleneceği sağlam bir temel oluşturur.
İnsan hakları eğitiminin en önemli amaçlarından biri de, çıkan krizlerin boyutları
büyümeden ortadan kaldırabilmektir. İstenilen, krizin meydana gelmesini
önlemektir. Krizi önlerken insan haklarını gözetmek gerekir (Aydın, 2000: 349).
Günümüzde yaşanılan krizler ve boyutları büyüktür. Toplumların krizlerden en
az zararla çıkabilmesi için, insan hakları eğitiminin yararlı olacağı kaçınılmazdır.
Hızlı değişen toplumlarda her şey birbirine karışır. Doğru ile yanlış, haklı ile
haksız, iyi ile kötü, hatta güzel ile çirkin bile, hızlı değişme dönemlerinde
çoğunlukla birbirlerinden kesin çizgilerle ayrılmaz olur. Çünkü toplumların bütün
değerleri, inançları, insan ilişkileri, kurumları değiştirmektir. İfade edilen
kavramlar, genellikle “değer yargısı” denilen ve büyük ölçüde toplumsal bilince
bağlıdır (Bahar, 1998:27). Yeni Dünya Düzeni içerisindeki oluşumları
anlayabilmek ve kötü etkilerinden korunabilmek için insan hakları eğitiminin
özellikle çocuklara verilmesinin olumlu etkilerinin olacaktır.
1.4. İnsan Hakları Eğitimi ve Okul Yönetimi
Toplumdaki diğer örgütlerin yanında en az onlar kadar hatta en ön sırada yer
alan kuruluşların başında okullar gelmektedir. İnsan hakları eğitiminde okul ve
sınıf havasının çok önemli bir etken olduğu bilinen bir gerçektir. Örgütün
tutumunda rol oynayan faktörlerin başında, öğretmen ve yöneticiler gelmektedir.
Okullarda çift yönlü bir anlayışa ve saygıya dayanan bir iletişim kurulur ise,
doğal olarak örgütün havasında iyileşmeler söz konusu olabilecektir. İnsan
haklarına saygı, başkalarını anlama, saygı gösterme ve kişiler arası çatışmaların
önlenmesi için okul bulunmaz bir yerdir. Okul yaşamı toplumun küçük bir kesitini
oluşturmaktadır. Okul kapalı bir toplum haline getirilmemeli her zaman dış
dünyaya açık olmalıdır (Kepenekçi, 2000:97-98).
Duygu, düşünce ve uygulama açısından hoşgörü; kendimize yakın veya uzak
bulduğumuz insanların her türlü duygu, düşünce ve davranışlarını anlamak ve
kabullenmek için o insanları karşılıksız sevgi, saygı ve güven duyarak kurulan
fonksiyonel bir ilişkidir (Büyükkaragöz / Kesici, 1998:72).
300
Okulda işbirliğine dayanan öğrenme ortamının oluşturulması, öğrencinin
fikirlerine değer verilmesi, haklarına ve görüşlerine saygı duyulması,
deneyimlerini ve yeni fikirler üretmeye teşvik edilmesi öğrencilere öğrenme
sürecini kontrol etme yönünde biraz sorumluluk verilmesi insan hakları
eğitiminin amacına ulaşması için gereklidir (Kepenekçi, 2000:102). Okullarda
verilen eğitim ve öğretimin insanı hayata hazırlayabilecek yeterlilikte olması
gerekmektedir. Böylesi bir durum insan hakları eğitimini vermek ve okul
ortamında bunu yaşar hale getirmek her okul yönetiminin başlıca görevi
olmalıdır.
Uzlaşmaz gibi görünen “özgürlük” ve “fırsat eşitliği” ilkelerini uyumlu hale
getirmek zorunludur. Mutlak özgürlük taraftarları bunu en büyük değer olarak
savunmaktadır. Bireysel özgürlüklerin sonsuz olarak kullanılması, zorunlu olarak
fırsat eşitliğinin yok edilmesine yol açacaktır. Ne özgürlük ne de eşitlik tek
başlarına en yüksek değerler değildir ( Ünal, 1997:72). Okullar, eşitliğin,
özgürlüğün, hoşgörünün, sevgi ve saygının olduğu ve toplumda yetiştirdikleri
öğrencilerle ışık tutabilecek konumda olmalıdırlar.
1.5. Okul Yönetimi – Öğrenci İlişkileri
John Dewey, okulun bir demokrasi modeli olması gerektiğini savunur. Ona göre,
insan hakları önce okulda korunmalı ve geliştirilmelidir. İlk günden itibaren okul,
güvenli, adil, eşitlikçi, barışçıl olduğunu göstermelidir. Okul yönetimi de bu
olguları destekleyecek davranışları sergilemelidir. Öğrencilerin, sergilenen
davranışlarla anlatılanlar arasında paralellik kurması onların bu konuda
inançlarını arttıracaktır. Otoriter bir ortamda, insan haklarını anlatmak anlamlı
olmayacaktır. Okul yönetimi ve öğrenciler arasında sürekli çatışma söz konusu
ise böyle bir ortamda insan hakları eğitiminden söz etmek olanaklı değildir. Okul
disiplinin sağlanması için belirli kurallar bulunmaktadır. Ancak, otoriter bir
ortamda insan haklarını öğretmek için çaba göstermenin çok anlamlı olmayacağı
ortadadır. Bu yüzden, okullarda iletişim engellerini kaldırmak ve hoşgörü,
işbirliği, karşılıklı güven atmosferini oluşturma öncelikli önem taşımaktadır.
Öğrencilere gerekli sorumluluklar verilmeli, gereksiz müdahaleler önlenmeli ve
öğrenciler hiçbir aşamada denetimsiz bırakılmamalıdır (Kepenekçi, 2000:98-99).
Söylemlerin ve davranışların paralellik göstermesi gerekmektedir. Yoksa
öğrenci, yaşayacağı çelişik durumu olumsuzluk olarak algılayarak istenmeyen
tavırları sergileyebilecektir.
Demokrasinin uygulandığı bir okul yönetiminde, öğrenci okul yönetimini
karşısında değil; yanında kabul eder. Demokratik değerler için; fikir
çatışmalarının demokratik yolarla çözülmesi, değişen bir toplumda barışçı bir
değişimin sağlanması, fikir çatışmasının hoşgörü perspektifinde oluşturulması,
öğretimin demokratikleştirilmesi gelmektedir (Büyükkaragöz / Kesici, 1998:79).
301
1.6. Öğretmen – Öğrenci İlişkileri
İnsan hakları eğitiminin etkinliğinde öğretmenlerin “insan hakları” konusunda
bilgi sahibi olmaları gerekmektedir. Öğretmen, öğrenci için kaçınılmaz bir
modeldir. Öğretmenler öğrenciler üzerinde üstünlük sağlamaya çalışmamalı,
fakat öğrencilerde öğretmenlerine hiçbir şekilde saygısızlık yapmamalıdır.
Öğretmenler, öğrencilerini dinlemeli ve fikirlerine değer vermelidirler. Ders
işlenirken “öğretmen her şeyi bilir” (Kepenekçi, 2000:102) imajı değil, birlikte
öğrenme teknikleri ortaya konulmalıdır. Öğretmen her konuda problem çözme
yeteneğinde olmalı ve öğrenciyi problem çözebilecek yeterliliğe getirmelidir.
Öğretmen öğrencilerine kendisini çok iyi anlatmalı ve tanıtmalıdır. Öğretmenlerin
bakışları, ses tonları ve ifadeleri öğrenciler üzerinde etkindir. Öğrencilere söz
hakkı verilmeli yanlış bile olsa fikirleri dinlenmelidir. Öğrenci böylece, değerli
olduğunu daha iyi anlayabilecektir.
Öğretmenin hoşgörü ve sabır içinde çocukların duygularını kabul etmeli,
yargılamayan bir ses tonu ile sorunları söze dökebilmeli, öğrenci olumsuz bir
tavır sergilediğinde kısa, öz, ve aşağılamayan bir tavır sergilemeli, öğrencilere
farklı öğrenme yöntemleri sunabilmeli, uyarılarını en az kelime ile yapabilmeli,
öğrencilerin uygun davranışları görülmeli ve belirtilmelidir ((Büyükkaragöz /
Kesici, 1998:781 - 82).
1.7. Öğrenciler Arası İlişkiler
Öğrenciler arasında eşitlik, kardeşlik ve özgürlük gibi kavramların yerleşmiş ve
uygulanabilir olması gerekliliği bulunmaktadır. Öğrenciler arasında dil, din, ırk,
mezhep, sosyal sınıf ve renk ayrımı yapmadan sadece insan olmaktan
kaynaklanan arkadaşlığın okul ve yönetim tarafından verilmesi gerekmektedir.
Öğrencilerin okul kurallarına uyarak, arkadaşlarına ve okulun fiziki yapısına
zarar verebilecek eylemlerini önleyici eğitimleri almış olmaları gerekmektedir.
Öğrenciler okul ortamında birbirlerinin fikirlerine saygı gösteren ve temel haklara
sahip çıkan bireyler olmalılardır. Kendi haklarını çiğnetmeyen ancak diğer
arkadaşlarının da hakkını çiğnememesi gerektiğinin farkında olan bireyler olarak
yetiştirilmeleri gerekmektedir. Öğrenciler arası iletişimin sağlıklı olması da insan
hakları eğitimine yardımcı olabilecektir.
Eğer, öğrenci – öğrenci etkileşimi olumlu ise, öğrencilerin işbirliği içerisinde ekip
çalışması yaptıkları gözlenmektedir. Öğrenciler arası çatışmaları iyi yönetmenin
getireceği yararlardan söz eden Johnson’a göre, “ben kazandım, sen kaybettin”
düşüncesini ortadan kaldırabilecektir (Kepenekçi, 2000:102). Paylaşımcılık,
öğrenci-öğrenci etkileşiminde olumlu yönlerin gelişimi açısından önem
taşımaktadır.
Sevgi ve hoşgörü birbirini tamamlayan kavramlardır. İnsanı insan olduğu için
sevebilmek, affedebilmek, sabır ve saygı göstermek gerekir. Sevgi insanları
birbirine yaklaştıran olumlu ve iyi duyguların tümüdür (Büyükkaragöz / Kesici,
302
1998:79). Öğrenciler arasında geliştirilecek bu tür duygular ile onların birbirlerine
olan güven duygularının gelişimine yardımcı olmak olanaklıdır. Okul yönetimine,
öğretmenlerine, arkadaşlarına güvenen öğrenciler daha mutlu ve daha başarılı
olabileceklerdir. Eğer güven ortamı yaratılmaz ise, öğrencilerin olumsuz
davranışlar sergilemesi olanaklıdır.
Okul çağında kıskançlık, birçok hallerde adaletsizlik ve haksızlıktan doğar. Okul
çağındaki kin, çocukta toplanmış öfke birikimidir. Okul çağında gururun oluşması
kendine fazla güvenmekten ileri gelir. Görüldüğü gibi, okul çağında sağlıklı bir
ahlaki eğitimin verilmesi aile, öğretmen ve çevreye düşmektedir (Büyükkaragöz
/ Kesici, 1998:99).
Fırsat eşitliğine sahip olmak toplumda olumlu yansımaları olacaktır. Bu konuda
fırsat eşitliğine sahip olmak gerekmektedir. Demokratik ve liberal anayasanın
olması, çoğulcu ve demokratik bir siyasal hayatın başlaması, kamuoyunun
etkisini göstermesi istenilen bir durumdur (Tanör, 1994, s.181-182).
2. İZMİR VE AYDIN İL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜNE
BAĞLI İLKÖĞRETİM OKULLARINDA YAPILAN ANKET
ÇALIŞMASI VE DEĞERLENDİRMESİ
İzmir ve Aydın illerinde, her birinde beş ayrı ilköğretim okulunda olmak üzere
toplam on ilköğretim okulunda anket yapılmıştır. Anket çalışması sadece beşinci
sınıf öğrencilerine yönelik olarak hazırlanmış ve uygulanmıştır. Anket çalışması,
Mart-Nisan- Mayıs 2006 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Her ilde okullar
seçilirken, gelir gruplarının farklılık gösterdiği semtlerde yapılmasına dikkat
edilmiştir. Her iki ilde de demografik yapıları birbirinden farklı semtlerin seçilmiş
olması o yaştaki öğrencilerin yaşadıkları sosyal çevreden de etkilenip
etkilenmediklerini ortaya koyabilmektir. Aynı zamanda, değişik sosyal
çevrelerde yetişen öğrencilerin insan haklarına bakış açılarını yakalayabilmektir.
Bu verilerin elde edilebilmesi için on sorudan oluşan ve 3’lü likert ölçeğinin
kullanıldığı bir anket formu hazırlanmıştır. Sonuçlar SPSS ortamında
değerlendirilmiştir. Anketlerin frekans dağılımları yapılarak, iki ilin karşılaştırılmalı
olarak sonuçları verilmiştir.
52,0%
48,0%
aydin
izmir
303
İzmir’de 188 beşinci sınıf öğrencisine, Aydın’da 204 beşinci sınıf öğrencisine
anket uygulanmıştır. İllerdeki anket sayılarının birbirine yakın olması sonuç
açısından önemlidir. Anket soruları ve frekans dağılımları aşağıda belirtilmiştir:
Soru:1 Okulumda kendimi güvenlikte hissediyorum.
İzmir Aydın
17.0%
8.5%
74.5%
kararsiz
katilmiyor
katiliyor
6.6%
5.3%
55.1%
32.9%
kararsiz
katilmiyor
katiliyor
Missing
İzmir’deki öğrencilerin %74.5’i okullarında kendilerini güvende hissetmektedir.
Aydın’da okulda kendilerini güvenlikte hisseden öğrenci sayısı ise %56.1’dir.
İzmir’de bu konuda kararsız olanların oranı %17, okulda kendilerini güvenlikte
hissetmeyenlerin oranı %8.5’dir. İzmir’de ankete katılan öğrenciler, okullarında
kendilerini güvenlikte hissetmektedirler. Aydın’da kararsızların oranı %6.6,
okulda güvende hissetmeyenlerin oranı %5.5’dir. Aydın’da da öğrenciler
okullarına güvenmektedirler. İki il karşılaştırıldığında İzmir’deki öğrenci,
Aydın’daki öğrenciden okulda kendisini daha güvende bulmaktadır.
Soru:2 Okulumda eşitlik ilkesi önemsenmektedir.
304
İzmir Aydın
26.1%
15.4%
56.9%
1.6%
kararsiz
katilmiyor
katiliyor
Missing
19.6%
6.6%
40.5%
33.2%
kararsiz
katilmiyor
katiliyor
Missing
İzmir’de ankete katılan %59.9 oranındaki öğrenci okulunda eşitlik ilkesinin
önemsendiğini düşünürken, Aydın’da okulunun eşitlik ilkesini önemsediğini
düşünen öğrenci sayısı %41.9’dur. İzmir’de bu konuda kararsız olduğunu
söyleyen öğrenci oranı %28.1 iken, bu fikre katılmayanların oranı %15.4’dür.
Aydın’daki kararsız oranı %19.1 iken, bu fikre katılmayanların oranı ise %6.6’dır.
İzmir ili ile Aydın ili karşılaştırıldığında, İzmir’de ankete katılan öğrencilerin,
Aydın’daki öğrencilere okullarında eşitlik ilkesinin benimsendiğini
belirtmektedirler.
Soru:3 Okulumda fikirlerimi özgürce dile getirebiliyorum.
İzmir Aydın
22.9%
16.0% 60.6%
.5%
kararsiz
katilmiyor katiliyor
Missing
10.3%
6.3%
49.8%
33.6%
kararsiz
katilmiyor
katiliyor
Missing
İzmir’de ankete katılan öğrencilerin %60.6’sı okullarında fikirlerini özgürce dile
getirebildiklerini söylemektedirler. İzmir’de bu konuda kararsız olanların oranı
%22.9, bu fikre katılmayanların oranı ise %16’dır. Aydın’da okulda fikirlerini
özgürce dile getirebiliyorum diyenlerin oranı %49.8’dir. Aydın’da kararsızların
oranı %10.3 ve katılmıyorum diyenlerin oranı ise %6.3’dür. Bu konuda İzmir’de
ankete katılan öğrenciler Aydın iline göre fikirlerini daha özgür bir biçimde dile
getirebildiklerini ifade etmektedirler.
Soru:4 Okulumda hoşgörü ortamı bulamıyorum.
305
İzmir Aydın
11.7%
61.2%
26.1%
1.1%
kararsiz
katilmiyor
katiliyor
Missing
9.0%
44.9%
13.0%
33.2%
kararsiz
katilmiyor
katiliyor
Missing
İzmir’de ankete katılan öğrencilerin %61.2’si okullarında hoşgörü ortamının
bulunduğunu bunun için soruya katılmadıklarını vurgulamışlardır. İzmir’de
hoşgörü ortamının bulunmadığını ifade edenlerin oranı %20.1, bu konuda
kararsız olduğunu söyleyenler ise %11.1’dir. Aydın’da okullarında hoşgörü
ortamını bulduğunu belirtenlerin oranı %44.9’dur. Aydın’da bu konuda olumsuz
düşünenlerin oranı %13 ve kararsızlar ise %9 olarak belirlenmiştir. İzmir’de
ankete katılan öğrenciler, Aydın’daki okullardan daha fazla oranda hoşgörü
ortamı yaratıldığı görüşündedir.
Soru:5 Okulumda çeşitli konularda uzlaşma sağlayabiliyorum.
İzmir Aydın
36.2%
14.4%
48.4%
1.1%
kararsiz
katilmiyor
katiliyor
Missing
15.6%
4.7%
47.5%
32.2%
kararsiz
katilmiyor
katiliyor
Missing
İzmir’de okullarında uzlaşma sağlayabildiklerini belirten öğrencilerin oranı
%48.4’dür. İzmir’de, bu konuya katılmayanları oranı %14.4 ve karasızlar ise
%36.2’dir. Aydın’da okulda uzlaşma sağlandığını söyleyenlerin oranı %47.5’dir.
Aydında bu konuya katılmayanların oranı %4.7, kararsız olanlar ise %15.6’dır.
İzmir ve Aydın illerinde ankete katılan öğrencilerin yaklaşık %50’si okullarında
uzlaşma sağlayabildiklerini belirtmişlerdir.
Soru:6 Öğrenciler arasındaki anlaşmazlıklar barışçıl yollarda çözümleniyor.
306
İzmir Aydın
17.6%
23.9% 56.9%
kararsiz 1.6%
katilmiyor katiliyor
Missing
15.3%
9.6%
42.9%
32.2%
kararsiz
katilmiyor
katiliyor
Missing
İzmir’de öğrenciler arasındaki anlaşmazlıkların barışçıl yolla çözümlendiğini
düşünenlerin oranı %56.9’dur. İzmir’de bu konuya katılmayanlar %23.9,
karasızlar ise %17.6’dır. Aydın’da öğrenciler arasındaki anlaşmazlıkların barışçıl
yollarla çözümlendiğini düşünenlerin oranı %42.9’dur. Aydın’da bu konuya
katılmayanlar %9.6, karasız olanlar ise %15.3’dür. İki il karşılaştırıldığında
İzmir’deki öğrenciler barışçıl çözümlerin okullarında olduğuna Aydın’daki
öğrenciden daha fazla inanmaktadır.
Soru:7 Öğretmenlerimizin yaklaşımları sevecen değil
İzmir Aydın
14.4%
71.3%
12.8%
1.6%
kararsiz
katilmiyor
katiliyor
Missing
4.7%
58.5% 4.3%
32.6%
kararsiz
katilmiyor katiliyor
Missing
İzmir’de öğretmeninin yaklaşımlarını sevecen bulanların oranı %75.9’dur.
İzmir’de öğretmenin yaklaşımlarını sevecen bulmayanlar %12.8, kararsızlar ise
%14.4’dür. Aydın’da öğretmenin yaklaşımını sevecen bulanlar %58.9’dur.
Aydın’da öğretmenin yaklaşımını sevecen bulmayanların oranı %4.3, kararsızlar
ise %4.1’dir. İzmir’deki sonuç öğretmen yaklaşımının Aydın’a göre daha sevecen
bulunduğunu ortaya koymaktadır.
Soru:8 Okula başladığımdan bu yana özgüvenim olumlu yönde gelişti.
307
İzmir Aydın
16.5%
11.7%
70.7%
1.1%
kararsiz
katilmiyor
katiliyor
Missing
4.3%
2.7%
60.5%
32.6%
kararsiz
katilmiyor
katiliyor
Missing
İzmir’de okula başladığından beri özgüveninin geliştiğini düşünenlerin oranı
%70.7’dir. İzmir’de bu konuya katılmayanların oranı %11.7 ve kararsızlar ise
%16.5’dir. Aydın’da okula başladığından beri özgüveninin geliştiğini
söyleyenlerin oranı %60.5’dir. Aydın’da bu konuya katılmayanların oranı %2.7 ve
karasızlar ise %4.3’dür. İzmir’de ankete katılan öğrenciler okullarının
özgüvenlerini geliştirdiğini belirtmişlerdir. Bu oran Aydın’da İzmir’e göre
düşüktür.
Soru:9 Okulum sorumluluk duygusu oluşturmada başarısız
İzmir Aydın
18.1%
69.1%
12.2%
.5%
kararsiz
katilmiyor
katiliyor
Missing
9.0%
53.8% 3.7%
33.6%
kararsiz
katilmiyor katiliyor
Missing
İzmir’de okulun sorumluluk duygusu verebildiğini düşünenlerin oranı %69.1’dir.
İzmir’de okulun sorumluluk duygusu geliştiremediğini düşünenler % 12.2 ve
kararsızlar %18.1’dir. Aydın’da, okulun sorumluluk duygusunu geliştirdiğini
düşünenler % 53.8’dir. Aydın’da okulun sorumluluk duygusu geliştiremediğini
düşünenler %3.7 ve kararsızlar ise %9’dur. İzmir’de ankete katılanlar Aydın iline
göre okullarının sorumluluk duygusu aşılamada daha başarılı bulmaktadırlar.
308
Soru:10 Okulumda uygulanan disiplin cezalarında insan onuruna dikkat ediliyor.
İzmir Aydın
26.1%
19.1%
53.2%
1.6%
kararsiz
katilmiyor
katiliyor
Missing
17.6%
6.0%
44.2%
32.2%
kararsiz
katilmiyor
katiliyor
Missing
İzmir’de disiplin cezalarının insan onurunu kırmayacak biçimde verildiğini
düşünenler %53.2’dir. İzmir’de disiplin cezalarının insan onurunu kıracak
biçimde verildiğini düşünenlerin oranı %19.1’dir. Aydın’da disiplin cezalarının
insan onurunu kırmayacak biçimde verildiğini düşüneler %44.2’dir. Aydın’da
disiplin cezalarının insan onurunu kıracak biçimde verildiğini düşünenlerin oranı
%6 ve kararsızlar %17.6’dır.İki il karşılaştırıldığında İzmir’deki öğrenci insan
onuruna daha fazla dikkat edildiğini belirtmektedir. Sonuçlara bakıldığında her
iki ilde de %50’ye yakın öğrenci bu konuya dikkat edilmediğini de
vurgulamaktadır.
3. SONUÇ
İnsan hakları ile demokrasi birbiri ile ayrılmaz parçalardır. İnsan hakları eğitimi,
okul öncesi eğitimle başlamalı ve her eğitim aşamasında gerektiği kadar
verilmelidir. Aile yapılarımızın nedenleri ve sonuçları tartışmaya açık olmaması,
okul ve öğretmenlerin bu tartışma ortamını eğitim içerisinde sürekli hale
getirememeleri, öğrencilerin özgüvenlerinin oluşmasındaki olumsuzlukları
beraberinde getirmektedir. Aile, okul ve sosyal çevrenin fikir üreten öğrenciler
yetiştirebilmesi için “insan hakları” ile ilgili bilgi sahibi olmaları ve bunu yaşam
felsefesi haline getirmiş bulunmaları gerekmektedir. Öncelikle toplum için,
“insan hakları eğitimi” ilköğretim sırasında pratik bir biçimde verilmelidir.
İzmir ve Aydın’da beşinci sınıf öğrencileri arasında yapılan anket çalışması
sonucunda, öğrenciler okullarında tam anlamıyla kendilerini güvende
hissetmediklerini, eşitlik ilkesinin istenilen düzeyde olmadığını, fikirlerini özgürce
ifade edemediklerini, yeterince hoşgörü ve uzlaşma ortamı göremediklerini,
öğrenciler arasında barışçıl çözümlerin kolay sağlanamadığını, öğretmenlerin
her zaman sevecen olmadığını, disiplin cezalarının insan onuruna yaraşır
biçimde verilmediğini düşünenlerin oranı oldukça yüksektir. Okullarda
öğrencilerin özgüvenini geliştirme ve sorumluluk duygusu aşılayabilme oranları
309
ise diğer sorulara göre yüksektir. Her iki ilde de beşinci sınıf öğrencileri insan
hakları bakımından temel olarak kabul edilebilecek kavramların okullarında tam
anlamıyla oluşmadığını vurgulamaktadır.
Yapılan anket çalışması öğrencilerin okul içerisinde katılımcığı yaşayamadıklarını
da ortaya koymaktadır. Ankete katılan öğrenciler sorulara cevap vermelerinin
yanında, anket üzerine bazı açıklamalarda da bulunmuşlardır. Bu açıklamalar
öğrencilerin bilinçli olduklarını ve ülkedeki demokratikleşme süreci ile
ilgilendiklerini de belirlemektedir. Ankette sorulmamış olmasına rağmen, ortak
olarak okullarında temsilciler seçtiklerini ancak bu öğrencilerin fonksiyonlarının
olmadıklarını söylemektedirler. Okullarında yapılan her seçimin etkinsizlikle
sonuçlandığını düşünmektedirler.
İnsan hakları eğitimi konusunda okul yönetimlerine, özellikle öğretmenlere
büyük görevler düşmektedir. Öğretmenler sınıf ortamında bu eğitimin önemini
sürekli vurgulamalı ve teoriden çok pratiğe geçirmelidir. Okul yönetimi özgür bir
bireyin eğitimli bir birey olduğunu öğrencilere gösterebilmelidir. Demokrasinin ve
insan haklarının yaşanan bir süreç olduğu öğrencilere anlatılmalıdır. Okullarda
öğrenciler sevgi ve saygı ortamı görebilmeli, toplumda da gördüklerini
yansıtabilmelidirler.
İlköğretimde temel bilgilerin alınması, insan hakları eğitimi açısından da
önemlidir. İnsan hakları ve demokrasinin yarınlara taşınmasında, “İNSAN
HAKLARI EĞİTİMİNİN” yeri ve önemi öğrenciler arasında da kabul edilmelidir.
Bunu sağlayabilecek birim okullar, kişiler ise, okullarda görev alan yöneticiler ve
öğretmenlerdir.
KAYNAKÇA
AKALIN, G. (1998): “İnsan Hakları, Fırsat Eşitliği ve Türkiye”, Türkiye’de İnsan
Hakları III Sempozyum, Türk Demokrasi Vakfı, Ankara.
AYDIN, N. (2000): “İnsan Hakları ve Medya”, I.Ulusal İletişim Sempozyumu
Bildirileri, 3-5 Mayıs, Ankara.
BAHAR, H. İ. (1998): Poliste Demokrasi ve İnsan Hakları II, Ankara Türk
Demokrasi Vakfı.
BOZKURT E.; ÖZCAN M.; KÖKTAŞ A. (2001): Avrupa Birliği Hukuku, Nobel
Yayım Dağıtım.
BÜYÜKKARAGÖZ, S. S.; KESİCİ Ş. (1998): Demokrasi ve İnsan Hakları
Eğitimi, Ankara, Türk Demokrasi Vakfı.
ÇAM, E. (1987): Siyaset Bilimine Giriş, İstanbul, Der Yayınları.
GÖZÜBÜYÜK, Ş. (1999): Yönetim Hukuku, Ankara, 12.Basım, Turhan Kitabevi.
310
KARAMAN, Y. (2000):İnsan Hakları Eğitimi, Ankara, Anı Yayıncılık.
KONGAR, E. (1999):Yamyamlara Oy Yok, İstanbul, 4.Basım Remzi Kitabevi.
ÖZDEK, Y. (2000): Uluslararası Politika ve İnsan Hakları, Ankara, Birinci Basım,
Öteki Yayınevi.
PAINE, T. (1985): İnsan Hakları, İstanbul, Belge Yayınları, Siyasal düşünce
Klasikleri 2.
TANÖR, B. (1994): Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, Ankara, Genişletilmiş. 3.
Baskı, BDS Yayınları,
ÜNAL, Ş. (1997): Temel Hak ve Özgürlükler ve İnsan Hakları Hukuku, Ankara,
Yetkin Yayıncılık.
MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI (2006),
http://yayim.meb.gov.tr/yayimler/sayi34/dogan.htm, (03.04.2006)
MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI (2006),
http://yayim.meb.gov.tr/yayimlar/sayi34/duman.htm. (03.04.2006)
MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI (2006), http://www.canaktan.org/ekonomi/avrupabirligi/
insan-haklar.htm. (03.04.2006)
ANAVATAN PARTİSİ (2006), http://www.anap.org.tr/anap/icraat/55icra/insanhak.
htm. (03.04.2006)
MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI (2006),
http://Yayim.meb.gov.tr/yayimler/sayi34/ozturk.htm. (03.04.2006)

reklam izle kazan

SPONSOR REKLAMLAR