8 Şubat 2009 Pazar

Şâirimizin asıl adı Mehmed, mahlası da Rahîmî’dir

HAYATI

Bey şâirlerinden saydığımız Rahîmî’nin adına sadece Ahdî tezkiresinde rastlamaktayız. Bu bakımdan kayda değer bilgiler yok denecek kadar azdır. Bilinenler ise, Ahdî ve şâirin kendi dîvânının önsözündeki kırık dökük bilgilerdir.

Şâirimizin asıl adı Mehmed, mahlası da Rahîmî’dir. Kaynaklarda ve dîvânın önsözünde Rahîmî’nin Kütahya’da doğduğu ve Kütahyalı olduğu kayıtlıdır. Rahîmî’nin doğum tarihi belli değildir.

Dîvânın önsözünde Rahîmî, kendisinden söz ederken şunları kaydetmiştir. Küçük yaşta Kütahya’nın meşhur ve büyük hocalarından aklî ve naklî bilimleri okumuş, Arapça ve Farsça’yı öğrenmiş ve şiir bilgisi edinmiştir.

Kanunî Sultan Süleyman’ın oğlu II. Selim, 959/1561 yılında Kütahya Valiliği’ne atanmıştır, burada padişah oluncaya kadar kalmıştır. Rahîmî, II.Selim’e kasideler ve şiirler yazmıştır. Yazdığı bu şiirler sayesinde II.Selim’in iltifâtını kazanmış ve Alay beyi olmuştur. Dîvânın pek çok yerinde “Aydın, Tire, Saruhan (Manisa), Gediz, Akşehir” gibi yerleşim merkezlerinin adları geçmektedir. Bu da bizim Rahimî’nin buralara görevi gereği dolaştığının ve böyle bir görevde bulunduğunun bir belgesi olmaktadır.

Rahîmî, dîvânında başka bazı beyitlerde de III.Murad’ı anmıştır. Dolayısıyla Rahîmî’nin onun mahiyetinde de çalıştığını tahmin etmekteyiz. Tarihi kaynaklara göre III.Murad, Manisa sancak beyliğine vâli tayin edilmiştir.

Rahîmî’nin ailesi hakkında bildiğimiz bir şey yoktur. Yalnız, Ahdî, Harîmî İbrahim Bey’den bahsederken “Alay Beyi Kütahyalı Rahîmî’nin oğlu” olarak tanıtmıştır.

Rahîmî’nin doğum tarihi gibi ölüm tarihi de bilinmemektedir. Dîvândaki üç tarih kıt’asında 963/1555 tarihi var ise de, şairin ölümü için bir tarih tespit etmek güçtür. Ancak, Rahîmî için, XVI. yüzyılın sonuyla XVII. yüzyılın başında yaşamış bir dîvân şairi demek daha uygundur.


ESERİ

XVI. yüzyıl Dîvân şâiri Rahîmî’nin bugüne kadar bilinen tek eseri dîvânıdır. Kaynaklarda başka bir eserinden bahsedilmemektedir. Dîvân, şekil ve içerik bakımından zengin ve hacimlidir. Dîvânda sırasıyla bir önsöz, dokuz kaside, bir mesnevî, yirmi iki murabbâ, iki muhammes, iki tahmis, üç yüz elli üç gazel, altı kıt’a ve elli dört müfred yer almıştır. Dîvânın bir başka özelliği de, önsöze sahip olmasıdır.


EDEBİ ŞAHSİYETİ

Rahîmî, Beyler şâiridir. “O’nun sanatı ve karakteri hakkında tek bilgi Ahdî’dedir. Ahdî’ye göre, Rahîmî, hoş sohbet, içten söyleyen, edâsı güzel olan bir şâirdir.”

Rahîmî’nin en dikkate değer yanı, doğduğu, yaşadığı, belki de hiç ayrılmadığı Kütahya ve çevresine tutkunluğu ve yaşadığı coğrafyayla bütünleşmesidir.

Rahîmî’nin bir başka dikkati çeken önemli noktası, dil ve üslûbudur. Şairin dîvânında bir bütün olarak bakıldığında, dilinin çok sade olduğu, mahalli unsurlara çokça yer verildiği, deyim ve atasözlerinin bol kullanıldığı görülmektedir.

Rahîmî’nin şiirlerinde terkipler vardır. Terkipli söyleyişlerin genellikle iki kelimeyi geçmediği görülür. Terkiplerin yanı sıra kâfiye ve redif açısından da dîvân da Türkçe kelimelerin ön planda olduğu görülür.

Rahîmî, tezkirecilerin ifadesiyle ikinci derecede bir şâirdir. Beyler şâiri olan Rahîmî, mahallî kimlikle şiirlerini yazmıştır. İyi bir şiir bilgisine sahip olan şâir, vezni ve edebi sanatları ustalıkla kullanmıştır. Dili ve üslubu sadedir. “Yaşadığı bölgeyle özdeşleşmiş olan Rahîmî’nin dîvân edebiyatındaki yeri, mahalliliğin ön planda olması sebebiyle, kendisini mahallî klasik bir şâir saymak kanaatimizce uygun bir ifadedir.”









CEMÎYET

I. ŞAHISLAR

1. Tarihi Şahsiyetler

a. Hükümdar, Şehzâdeler

Dîvân’da Osmanlı padişahlarından Kanuni Sultan Süleyman, şehzâdeler II.Selim ve III.Murad’ın isimleri zikredilmiştir.

II.Selim 969/1561 yılında Kütahya Valiliğine atanmıştır, burada padişah oluncaya kadar kalmıştır. Rahîmî II. Selim’e kasîdeler yazmıştır. Ve II. Selim’in iltifâtını kazanmıştır. II. Selim için yazılmış, II. Selim’i öven beş kasîde vardır. Bu kasîdelerin ilki 1gül” ikincisi “lale” üçüncüsü “hazan” rediflidir. 4.kasîde doğrudan övgüdür. Bir de Karaman hareketini tasvir eden murabbası vardır;

Gerçi kim nâ-geh vedâsı mülk-i sarhan eyledün
Kat’idüp dilden ‘alâka terk-i evtân eyledün
Biz kamu ahvâlimüz tefvîz-i Yezdân eyledün
Tabi’i takdir olup ‘azm-i Karaman eyledün

(Mrb 20/I)

Rahîmî, Şehzade III. Murad içinde;

Müjde ey gam-dîlde dil kân-ı beşâşetdür gelen
Cevher-i yekdâne-i bahr-i sa’âdetdür gelen
Şems-i subh-ı saltanat gerdün celâletdür gelen
Hazret-i şeh-zâde-i şâh-ı vilâyetdür gelen
(Mrb./15)

mısralarıyla başlayan gelişini müjdeleyen bir murabba yazmıştır. Bir mesnevisi vardır o da III.Murad için yazılmış olup, mesnevi doğrudan övgüdür.


Kanuni Sultan Süleyman’dan da, göklerin sultanı saadet burcunun güneşi, büyük padişah olarak zikredilir:

Saradet burcınun hurşîd evc-i ma’rifet mahı
Sipihr-i saltanat Sultan Süleymân Husrev-i a’zam
(K.5/4)

b.Diğer Devlet Erkânı

Dîvânda yer alan devlet erkanı arasında şairin kasîde sunduğu görevliler yoktur. Devlet erkanı olarak zikredilen isimle Kütahya’da II.Selim’in etrafında bulunanlardır. Bunlar, Lala Paşa, Kethüda Mehemmed Beg’dir.

Kethüdâ Mehemmed Beg’e, “selam eyle” redifli kasîdesinde, “savaş meydanında başta bulunan askerlerin şahı” diyerek beyitte anmıştır:

Hususa kethüdâ-yı ‘asker-i şâh-ı Mehemmed Beg
Ser-âmed server-i meydâna benden çok selam eyle
(K.8/14)

Lala paşayıda bir gazelinde; “Benim feryadım gökyüzünün en üst katına ulaştı ama Lala Paşa işitmedi” diyerek sitemle anmıştır:

İrişmez sem’ine feryad u âhum Lala paşanun
O cevr-i goncadan ‘ayyûka irgürdüm ben efgânı
(G.337/5)

c.Osmanlı Sahası Dışındaki Hükümdar ve Devlet Adamları

Osmanlı sahası dışında hükümdar ve devlet adamlarından sadace Hz. Süleyman’ın veziri Âsaf’ın ismi geçmektedir. Dîvânda Âsaf “Rahimi kulunu haksız yere zulmetme bir zaman olurda âsaf devrini dilersin” diyerek Âsaf’ı, devrinde insanların huzurlu yaşadıklarını telmih etmek için kullanmıştır:

Kanına girme Rahîmî kulunun nâ-hak yire
Bir dem ola diyesin ey âsaf-ı devran hayf
(G.135/5)


ç.Şairler ve İlim Adamları

aa. Şeyhî (?-1431)

Rahîmî dîvân’ında sadece bir beyitde adı zikredilen Şeyhî, şairlikteki ustalığı sebebiyle anılır:

İ’tibârın Husrevâ eyle Rahîmînün ziyâd
Ehl-i nazma tâ kıla Şeyhî gibi üstadlık
(G.141/5)

Rahîmî beyitde: “Şerefli Sultan, Rahîmî’ye de şiirlerde Şeyhî gibi üstadlık ver” diyerek Şeyhî’nin sanatındaki ustalığını belirtmiştir.


bb.Kara Mahmûd (?-?)

Dîvân’da Kara Mahmûd adında bir şairin adı geçmektedir. Kara Mahmûd, Rahîmî’nin kendi devrinde yaşamış bir şairdir bu şaire bir eleştiri niteliğinde:

‘Aceb üstâdsuzdur Kara Mahmûd
Sanur şâirliği bir cüz’i san’at
(Kt./6)
beytiyle başlayan bir kıta yazmıştır.


cc.Mevlanâ Celâleddin-i Rûmî (1207-1273)

Rahîmî şiirlerinde Mevlanâ’yı da zikretmiştir. Bir beytinde “Velilerin sultanı olduğu kabul edilmiştir, Konya’nın büyük âlimi” diyerek bahseder.

Ne şüphe kâbil ü makbûl sultân-ı velâyetsin
Mu’inündür anunçün Konya’nın Mollâsı Monlası
(K.9/21)

“Selam eyle” redifli kasîdesinin bir beytinde de “Ulu hoca, Kur’ân’dan öğütler veren irfân sahibi Mevlanâ’ya benden selam söyle” diyerek Mevlânâ’nın büyük, yüce bir şahsiyet olduğunu dile getirir.

Mu’azzam hvâce-i ‘irfân Mevlâna vü evlâya
Firâkı vâ’iz-i Kur’ân’a benden çok selâm eyle
(K8/23)

Rahîmî’nin şiirlreinde Mevlanâ ve Mevleviliği yer verildiği görünür ama Rahîmî’nin Mevlevî olduğuna dair bir yargıya varabilmek için bu yeterli değildir. Dîvân’ı incelendiğinde böyle bir yargıya varmanın güçlüğü görülür.


çç. Nesîmî (?-1404?)

XIV. yüzyıl büyük Türk şâiri Nesîmî’nin adı dîvânda “selâm eyle” redifli kasîdenin bir beytinde geçmektedir:

Varıcak ey nesîm-i güleşn-i sıdk u safâ lutf it
Nesîmî kâtib-i dîvâna benden çok selâm eyle
(K8/23)

“Ey gül bahçesine esen rüzgâr doğruluk ve saflık lutf et, usta dîvân yazarı Nesîmî’ye benden çok selam söyle” diyerek Nesîmî’nin şiir yazmadaki ustalığını belirtmiştir.


dd. Nizâmî (?-?), Sâ’dî (?-1292)

Rahîmî, dîvânında İranlı büyük şâirlerinde ismini zikretmiştir. Bunlar arasında Nizâmî ve Sâ’dî vardır. Nizâmî, İran’ın en büyük şairlerindendir, Gencelidir. Sâ’dî’de İran’ın meşhur mutasavvıf ve mütefekkiridir, Şeyh Sa’dî diye anılır. Bunları üstâd saymasa da takdirini belirtmiştir. Dîvânda yer alışlarının sebebi şiirlerin güzelliğidir.



Nazm-ı Nizâmî tab’ı hüsn zâtı Sa’dîdür
Şahum Rahîmî gibi sütan-dânun olmaya
(G.238/3)

Şeyh Sa’dî’nin dîvânda yer alışının sebepleri arasında, şiirin güzelliği ve “Gülist’an” adlı eseri önemlidir. “Gülistân” adı tevriyeli kullanışlara sebep olur.

Gülistân-ı ezelde Şeyh Sa’dî’den sebak oldum
Bu gün Bûstân-ı ‘aşka bülbül-i dâstân-serâyam ben
(G.238/3)

“Gül bahçesinde çok eskiden Şeyh Sâ’dî’den ders aldım, bugün bu aşk bahçesinin en güzel öten şöhretli bülbülü benim”, Rahîmî, Şeyh Sa’dî’yî bübüle benzetmiş ve onun çok iyi bir şair olduğunu kendisinden ondan etkilendiğini “Gülistân” adlı eserini çok okuduğunu belirtmiştir ama kendisinin onu geçtiğini ondan daha iyi bir şair olduğunu söylemektedir.


ee. Selmân (1309-1376?), Hassân (563-628)

Dîvânda, İran’lı şair Selmân Sevecî’nin ve Hz Muhammed’in takdir ettiği şairlerden Hassân’ın (Hassân-ı Arab) adıda geçmektedir. Bu şairlerinde dîvânda adlarının zikredilmesinin sebebi güzel şiirleri ve güçlü sanat kabiliyetleridir.

Ey Rahîmî bir Zâhir olursa ‘âlemde eger
Şî’rüme Hassân degül Selmân ideydi aferin
(G.247/5)

Beyitde, Rahîmî şiirin, Hassân tarafından değil Selmân tarafından övülmesini istemektedir. Rahîmî, Selmân’ın şiirlreini beğenir, Selmân gibi güzel şiir yazdığını ama zamanında buna değer verilmediğine söyler:

İ’tibârı şimdiki dehr içre yeğdür silminün
Sen ne var Selmân gibi söylersen eş’âr ey gönül
(G.171/4)

“Ey! Gönül şimdiki zamanda saygı görme, barıştan iyidir; sen niye Selmân gibi şiir söylersin” Rahîmî, Selmân’ın şiirleri gibi şiir yazdığını belirtir onunla kendi sanatını eş tutar ama kendi devrinde buna değer verilmediğini belirtir.


d.Hattat ve Nakkaşlar

Dîvânda hattat adı yoktur, nakkaş olarak mânî zikredilir.

aa. Mânî

Dîvânda nakkaş olarak Mânî’nin adı zikredilir. “Mânî , meşhur Çinli nakkaşın adıdır, ‘Erteng’ ve ‘Erjeng’ adlı eserleri meşhurdur.” Rahîmî’nin dîvânda Mânî’nin adını anmasının sebebi, resim yapmaktaki ustalığıdır. Sevgilinin güzelliğini Mânî gibi usta bir nakkaş resim eder;

Ne vechiyle cihân mânîsi yazsun şekl-i matbû’un
Nigârâ çîn-i zülfün nesh idüpdür nakş-ı Erjengi
(Mânî; resim kitabına güzel şeklini, güzel yüzünü, kıvrık saçlarını resm eder.)

2. Tarihî ve Efsanevî Şahsiyetler

a. Zâl, Rüstem

İran tarihine ve efsânelerine ait olan bu şahıslar aynı zamanda baba oğuldurlar. Kahramanlık ve pehlivanlıklarıyla meşhurdurlar. Rüstem ve Zâl , Rahîmî dîvânında beyitlerde övülen için bir mukâyese unsuru olarak ele alınır.

Dil olur dil virür şimdi menem cünd-i mahabbetde
Anunçün Zâl-i ‘âdil Rüstem-i devrâna gönderdi
(G.330/4 )

Zâl-i zemâne rezmine tâkat getürmedi
En pehlüvân-ı râtem olan didi Rüstemem
(G.200/4)

Rahîmî, Rüstem’in yiğitliğini ve pehlivanlığını beyitlerinde, yer alan kişilerle mukayese eder, övülen kişiler ya Rüstem’e benzetilir ya da Rüstem’den daha yiğit olduğu belirtilir.

Pehlevânıdır bu meydânun surâhı ser-firâz
Bir ayagıyla basar bin Rüstemi rûz-ı masâf
(G.131/3)

“Bu meydanın, rakiplerinden üstün olan pehlivanıdır; Savaş günü binlerce Rüstem’i bir ayağıyla ezer.”

b. Cem (Cemşîd)

İran’ın Pişdâdiyan sülâlesinin hükümdarı olan Cem, Cemşîd ismiyle anılır. Cemşîd İran mitolojisinde önemli yer tutar. “Dîvân şiirmizde de en çok kullanılan mazmunlardandır; Cemşîd şarabı îcat edendir.”

Rahîmî, Dîvân şiirinde olduğu gibi dîvânında da Cemşîd’i şarabı bulmuş olması yönüyle ele alınmıştır.

Kılma hakâret eyle harâbât erine ta’n
Cemşîd olurdı hem-dem ana gâh gâh-ı cem
(G.215/4)

“Ayıplama meyhanede ki kişiye hor görme, ona cemşîd ve şarap kadehi zaman zaman dostluk eder.”

Bir neş’en ile başına Cemşîd olur gedâ
Ey pîr-i mey-fürüş ayagun destgâh-ı Cem
(G.216/6)

“Ey şarap satan ihtiyar zengin, şarap kadehlerin ile bir neşelensen Cemşîd yoksulum diye yanına gelir.”


c. Keykûbat(Dârâ), Keykâvüs, Keyhüsrev

“Keykûbat (Dârâ); Pişdadiyân sülalesinden sonra gelen Keyâniyan sülâlesinin en büyük ve en şöhretli hükümdarlarıdır.” Keykûbat “Dârâ” adıyla da anılır. Zenginliği, kudreti ve adaleti ile tanınan Keykûbat Rahîmî dîvânında da övülenin kudret, kuvvet ve adaletinin ifade edildiği beyitlerde kullanılmıştır.

Rahîmî “lâle” redifli kasîdesinin bir beytinde; lâle’nin kırmızı yapraklarını bir otagı’ya, gövdesini de Keykûbat’ın yeşil zümrüt tahtına benzetmiştir.

Cihân deştinde Cem destûr otag-ı la’l-gün kurmış
Zümürrüd Key-kubâdı taht indirmişdür makarr lâle
(K.2/2)

“Keykâvüs, Keyâniyan sülâlesinin ikinci padişahı olup, Keykûbat’ın torunu ve halefidir.” Rahîmî, Keykâvüs’ün adını murabbanın bir beytinde zikretmiştir. Keykâvüs’ün adını Cem’le beraber anarak onları, içki meclislerinin sâkî’si olduğunu söylemiştir.



Dâ’imâ eglencemüzdür sâgar u mahbûbu mey
Sevr gibi togrıyuz sâfî-derûnuz hemçü ney
Bezmimüzde sâkî akmışdur Cem ü Kâvus key
Merd-i meydân-ı ‘adâlet bir selim şâhîlerüz
(Mrb.3/VI)

(Kadeh, şarap, sevgili her zaman eğlencemizdir; ney gibi gönlümüz saftır; servi gibi doğruyuz; Cem ve Keykâvüs içki meclisimizde sâkî olmuştur; Adalet meydanının sözü doğru, kusursuz şahlarıyız.)

Keyhüsrev; Keykâvüs’ün torunu meşhur hükümdardır. Rahîmî, Keyhüsrev’in adını Dârâ (Keykûbat) ile beraber anmıştır. Kudreti ve adaletiyle meşhur bu hükümdardan son mısraları “Hâlüme rahm it benüm ey Husrev ü Dârâ meded” murabbasında yardım istemektedir.

Garka virdi ‘âlemi bu dîde-i deryâ meded
Âteşümden oda yandı günbed-i hadrâ meded
Katlüme kasd eyledi a’dâ-yı bî-pervâ meded
Hâlüme rahm it benüm ey Husrev ü Dârâ meded
(Mrb7/1)

(Bu deniz gözlü âlem (beni) suya batırıverdi yardım; gökyüzünde ateşimden yandı yardım; çekinmeksizim düşmanlarım beni öldürmeye kasd eyledi; Ey Hüsrev ü Dârâ benim halime merhamet edin, yardım edin)

ç. Efrasiyâb (Efrasyâb)

“Efrasiyâb, İran’ı Pişdadiyân sülalesinin elinden alan yıllarca hükümsüren, Keyhusrev tarafından öldürülmüş olan Mâveraünnehir hükümdarı Tûran’lı bir yiğit, Alper Tunga”

Rahîmî dîvânında bir kez ismi zikredilmiştir, dîvânda “Efrasyâb” olarak kullanılmıştır:

Ârif ol çekme gönül devr-i felekden inkılâb
Kanı İskender kanı Cem kanı yâ Efrâsyâb
Kıl tahammül çihre-i ümmîde sabr it çek nikâb
Bu cihân âyinesi çok dürlü sûret gösterür
(Mrb1/VI)

(Bilen ol, felek devrinde gönül değişmesi çekme; Ey Efrâsyâb nerede, İskender nerede, Cem nerede; cahilin yüzüne peçe ört, sabret, katlan; Bu dünya aynası çok çeşitli yüz çehre gösterir)

d. İskender(Sikender) (M.Ö.356-323)

Makedonya kralı Phylippe’in oğlu olup, Aristo’dan ders almış ve yirmi yaşında hükümdar olmuştur. Dîvân Edebiyatı’nda İskender-i zü’l-karneyn (iki boynuzlu İskender), İskender-i Rumî şeklinde geçer. “Yunanistan’ı, İran’ı bütün Anadolu’yu ve Suriye’yi ve Mısır’ı, Hindistan’ı istilâ eden bu meşhur kumandan 33 yaşında ölmüştür.”

Rahîmî Dîvân’da İskender’i övdüğü kişilere benzetmiştir. Dîvân’da “Sikender” adıyla zikredilmiştir. II.Selim’e hitâben yazdığı ve övdüğü “gül” redifli kasîdesinde II.Selim’i İskender’e benzetmiştir.

Hande-rû sürdi kapuna ay Sikenderdür yüzin
Göklere olsa n’ola hem-ser der-i Dârâ-yı gül
(K.1/8)

Rahîmî, II. Selim’i İskender’e benzetmiş, İskender gibi doğu ve batının sultanı, Kanûnî Sultan Süleyman’ın ve İskender’in ülkesi gibi bütün dünyâya hâkim, Osmanlı Ülkesinin mirasçısı, varisi olarak beyitlerinde bahsetmiştir.

Ne gam dîv-i ‘adûdan vâris-i taht-ı Süleymânsın
Selîm ol sen sa’âdetle Sikender hıdmet-i ‘âlem
(G.213/4)

(İskender gibi sen mutlu ol, âlem mülkünün Kanûni Sultan Süleyman’ın tahtının varisîsin bu üzüntü nedir?)

Şâm-ı magrib Hind onundur zulmete varınca tâ
‘Âleme hükm itdi şevkünle Sikendervâr şem’
(G.127/3)

(Garp -Batı-, Hind, karanlığa varıncaya kadar hep anundur, İskender gibi âleme aydınlattı, hakîm oldu.)

e. Kârun

Kârun “Musâ peygamberin muâsırı ve onun delâletiyle ilm-i kimyâya vâkıf olmuş, fakat hasisliği sebebiyle, servetiyle birlikte yerin dibine gömülmüştür.”

Bir beyitte “Kârun” adı zikredilmiştir. Yer aldığı beyitte zenginliği sebebiyle söz konusu edilir.

‘Aşkıyla ezelden had Kârun çü melâmetdür
Nâmusı Rahîmî ko bu’âra neden düşdün
(G.146/7)

f. Fağfûr

Fağfûr, Çin hükümdarlarına verilen bir addır. Fağfûr adıyla zikredilen Çin hükümdarı, fağfûr kelimesinin ‘porselen kâse’ ile ilgisi dolayısıyla, tevriyeli kullanışlara vesile olur.

Dîvânda da bir beyitte, zikredilen “Fağfûr” kelimesi “porselen kâse” anlamıyla yer almıştır.


Hem sifâl oldum gül-âb-ı kûy-ı dildârıyla ben
Fârigum fagfûrdan câm-ı safâdan çekdüm el
(G.170/2)

(Ben sevgilinin gül suyu ile kadeh arkadaşı oldum, porselen kadehten, , içki sefâlarından vazgeçtim, el çektim)

g. Azîz, Hâtem, Kanber

Azîz, Hz. Yûsuf’u satıl alan Mısır hükümdarıdır. Dîvân’da bir beyitde adı geçer.

‘Azîz ol hazret-i Yûsuf gibi Mısr-ı sa’âdetde
Ri’âyet eylesün ‘izzetle hoş gördün bu mihmânun (G.161/2)

Hâtem, Arap kabîleleri arasında tanınmış “Tayyi” kabilesine mensûb, şarliği ve cömertliği olan “İbnü Abd-İllâh Bin Sa’d”ın lakabıdır. Yer aldığı beyitlerde de cömertliği, eli açıklığı konu edilir.

Cihanda Hâtem-i cûd u sehâsın şâha lâyıkdur
Bilürsin mâl u mülk issi degüldür Husrevâ Hâtem
(K5/17)

(Ey padişah Hâtem gibi cömertsin, akıllısın padişahlığa layıksın, bilirsin dünyada mal, mülk kalıcı değildir.)


Kân-ı ihsân-ı mürüvvetsin eyâ Hâtem vücud
Keff-i fey-ı cûdun ile düşdi bahre ıztırab
(G.11/5)

(Ey Hâtem lütûf kaynağısın, cömertsin; Eli açıklığın, cömertliğin ile sıkıntılar denize düştü.)

Kanber, “Hz.Ali’nin sadık ve vefâkar kölesidir. Hz. Ali’ye hâciplik de yapan Kanber, Haccâc b. Yûsuf tarafından şehit edilmiştir.” Kanber’in yer aldığı beyitlerde Rahîmî kendini ona benzetir.

Gedânı gâhi andukça di ey şâh-ı ‘âli-şânum
Yaşı dildür adı Kanber Rahîmî bir kulum vardır
(G.51/5)
(Ey çok söhretli padişahım ara sıra yoksulu andıkça söylesin, adı Kanber , gönlü ağlayan bir Rahîmî kulum vardır.)


h. Kisrâ (531-579)
Eski İran hükümdarlarından Nûşinrevân-ı Âdil’in lakabı olup, doğruluğuyla şöhret bulmuş Sâsânî şâhıdır. Rahîmî dîvânı’nda adı bir kez zikredilir.

Şâh Kisrâyem deyü darvâ ider bir nekbeti
Cenge kâdir olmadı yokdur musâffa kudreti
Kanda bulsun erligi ‘avrat kadar yok gayreti
Vâ İlâhî hergiz âbâd olmasın mülk-i ‘Acem
Mrb.13/VI
ı. Şeddâd

Âd kavmi hükümdarlarından ve meşhûr İrem bağlarını yaptırmış olan Şeddâd, Rahîmî dîvânı’nda yer aldığı bir beyitte, cennete benzetmek için yaptırdığı İrem bağlarının içindeki köşkler, saraylar dolayısıyla söz konusu edilir.

Kasrınun buldun kusûrın çekdirüp şiddetler
Son ucı pâl-mâl olup Şeddâd elünden ey felek
(G.159/4)

i. Lokman, Eflâtûn (M.Ö. 429-347)

Dîvân’da, Lokman ve Eflâtûn bir beyitte geçmektedir, ikisinin adı da aynı beyitte zikredilmektedir. Beyitte Lolkmân, hekimliği dolayısıyla söz konusu edilir.

Şifâ olmaz budur Kânûn-ı bîmâr-ı gam-ı raşka
Terahhum idüp Eflâtûnı ger Lokmâna göndersen
(G.151/8)

(Aşk derdine şifâ bulunmaz, dert hastalığının kuralı budur. Eflâtun merhamet edip Lokmân’a göndersin.)


3. Masal Kahramanları

a.Leylâ (Leylî), Mecnûn (Kays)

“Leyla vü Mecnûn” Fuzûlî’nin mesnevisidir. Dîvân şiirinde çokça yer alan Leylâ vü Mecnûn hikâyesi Rahîmî Dîvânı’nda sıkça rastlanır. Şair aşığın yerine kendini koyar. Leylâ vü Mecnûn’u sevgili ve aşık için sembol olarak kullanır.

Şair bir beytinde; “Ey Hoca ben gam okulunda aşk kitabını bitirdiğimde henüz Mecnûn Leylâ bölümünü okuyordu” diyerek kendini Mecnûn’dan daha dertli bir aşık olarak belirtir.


Kitâb-ı ‘aşkı ben hatmetmiş iken mekteb-i gamda
Henüz Mecnûn ey hvace okurdı sûre-i Leylâ
(G.7/4)

Rahîmî bir beytinde de; “sevgilinin aşkını yazmaya başladığımda, levhada Leylâ ve Mecnûn’un adı yoktu” der:

Meşk-i aşkun karalarken ben senün dahi kalem
Levhâ yazmamış idi Leylâ vü Mecnûndan misâl
(G.172/3)
Aşkı Rahîmî’yi Mecnûn’dan daha dîvâne etmiştir.

Perîşân olduğum sevdâ-yı zülfünle görenlerdir
Bu bir dîvânedür Mecnûn-ı ser-gerdândan gayrı
(G.344/4)

(Zülfün sevdasıyla perişan olduğumu görenler; Bu serseri Mecnûn’dan daha dîvâne’dir der.)

Rahîmî Dîvânı’nda, leylâ ve Mecnûn beyitlerde çoğu zaman beraber kullanılır. Şair kendini Mecnûn’a benzetir veya onun aşkından kendi aşkını daha üstün görür.



b. Ferhad (Hüsrev), Şîrîn

Ferhâd’ın beyitlerde zikrediliş sebebi, Şîrîn’e kavuşmak için dağı delmesidir. Ferhâd’ın deldiği dağın adı Bî-sütûn’dur. Ferhad’da Mecnûn gibi aşığa sembol olmuş bir kahramandır.

Ferhâd, Şîrîn’in dudağının arzusuyla Bî-sütûn’da ayrılık acısı çekmiştir.

Bî-sütûn ‘aşkda sen yâr-ı Şîrîn-la’l içün
Çekdüğüm endûh-ı hecr-i Husrev ü Ferhâd ana
(G.8/4)

Şair bir beyitte, kendisinin aşk köşkünü düzenleyen usta iken Ferhâd’ın o köşke taş taşıyan işçi olduğunu söyler:

Kasr-ı ‘aşkun Husrevâ tarhında ben üstâd iken
Taş taşurdı hıdmete Ferhâd idüp ırgadlık
(G.141/3)

Şîrîn, Ferhâd’ın aşık olduğu sevgilidir. Şîrîn kelimesinin şeker anlamı sebebiyle, çoğu zaman sevgilinin dudağı ve sevgilinin sözü için benzetme unsuru olur. Tevriyeli kullanışlar içinde beyitlerde yer alır.

Rahîmî, Ferhad’a benzetir. Sevgilinin, halini görüp şeker ağzı ile kendini acıdığını söylemesi Ferhâd gibi dertlendirir:

Görüp ahvâlüm ol Şîrîn-dehen rahm eylemez dilden
Benüm Ferhâdveş derdüm katı bir taşa hayrânem
(G.212/4)

Hüsrev, Ferhâd ile Şîrîn hikâyesinin bir başka önemli kahramanıdır. Beyitlerde Şîrîn ile beraber zikredilir ve bazen de sevgiliye sıfat olarak kullanılır.

Hatt-ı cân ise Rahîmî kâmrânlıkdan murâd
Var özün bir Hüsrev ü Şîrîn lebe Ferhâd kıl
(G.163/7)

(Ey Rahîmî, isteğin hayat boyunca üzüntü çekmek ise, kendini bir şeker dudaklıya Ferhâd eyle)

4. Diğer Şahıslar

Dîvân’da yer alan diğer şahıslar; Kütahya’da bulunan büyük bir şahsiyet olan Sultân Emîrün, Ali Bey, Baba Mahmûd, Sâlih oğlu Sâlih, Fâzıl Feyzi, Kardeşi Hacı Şabân, Ali Bengi Beg, Kızancı Mustafa, Kara Hamza’dır. Dîvân’da “Benden selâm eyle” redifli kasîde de bu şahısların isimleri zikredilmiştir, bu şahıslar Kütahya’da bulunan zevât’dır.

Bir gazelde de II. Selim’in de hürmet ve saygı gösterdiği Baba Hamza adlı bir şeyh’ten bahsetmiştir:



Sensin şeh-i iklim-i velâyet Baba Hamza
Kapundan olur feyz-i kerâmet Baba Hamza
(G.287/1)

5. Harfler

Eski alfabemizde kullanılan harfler, şekil ve anlam bakımından hem Halk hem de Dîvân edebiyatlarımızca çeşitli tasavvurlara konu edinmişlerdir. Rahîmî Dîvânı’nda da bu çeşit tasavvurlara rastlamak mümkündür. Dîvânda tasavvurlara konu edilen harfler arasında sevgilinin boyu ve vâhdet olarak düşünülen elif ( ﺃ ); aşığın boyu ve saçı için benzetme unsuru olan dal ( ﺤ); göz olarak düşünülen sad ( ﺺ ); ağız olarak düşünülen mim ( ﻡ ) ve nokta (.); kaş olarak düşünülen nun ( ﻥ ) ve hilâl olarak düşünülen lâm ( ﻝ ) yer alır.


II. KAVİMLER

1. Türk (Türkmân), Tâtâr

Türk, Türkmân olarak bir beyitte zikredilmiştir. “Tâtâr yer aldığı beyitlerde sevgilinin gamzesinin benzetildiği bir kavimdir.” Zikrediliş sebebi genellikle kavgacılık ve yağmacılık özelliklerine dayanır.

Dil yine kul oldı bir beg yüzlü Türkmân oglına
Gamzeçi yagmacıdır benzer Tâtâr Hân oğlına
(G.306/1)

2. Acem

Acem kelimesinin yer aldığı beyitte, kavim olarak düşünüldüğü açık değildir. Daha çok ülke adı olarak kullanıldığı görülür. Dîvân’da Acem kelimesi iki kere zikredilmiştir.

Benligin virse ‘Acem iklîminün Sultân-ı Rûm
Yegdür almak bir gedâyı bî-ser ü sâmân-ı Rûm
Ser-be-ser genc-i ‘Acemden yeg bana virân-ı Rûm
Ey gönül şimden girü gel ‘azm-ı Rahmân idelüm
(Mrb.11/VI)

Şair; Acem ülkesinin hepsini verseler, bütün hazinelerini verseler virân olmuş bir Anadolu’nun daha iyi olduğunu söylemektedir. Şair Acem’i Anadolu ile kıyas sebebiyle söz konusu etmiştir.


III. ÜLKELER VE ŞEHİRLER

1.Kütahya, Germiyân Beyliğinin Sınırları İçindeki Yerleşim Merkezleri (Akşehir, Aydın, Tire, Manisa)

Rahîmî’nin en dikkate değer yanı, doğduğu, yaşadığı, belki de hiç ayrılmadığı Kütahya ve çevresine tutkunluğu ve yaşadığı coğrafyayla bütünleşmesidir. Hakîkaten Rahîmî’nin kendi sanat dünyasında bu iki unsur çok önemli birer faktördür. Bu düşüncemizi doğrulayan, şâirin dîvânında pek çok beyit ve şiir vardır:

Çünki yaşumdur akan ırmağı Kütâhiyyenün
Dem be-dem şâd ola bâğ u râgı Kütâhiyyenün
Yâ ilâhî ‘ömr-i dünya olduğunca yaz u kış
Geçmiye mahbûb gibi çagı Kütâhiyyenin
Önsöz

Makdemünden hurrem olmışdur bahâr-ı Germiyân
Berf sanma yüzin agartdı diyâr-ı Germiyân
(G.265/1)

Bunlardan ayrı, Germiyân Beyliğinin sınırları içindeki bazı yerleşim mrekezlerinin adları Rahîmî’nin dîvânı’nda çok sık geçmektedir. Hatta çok beyitte bu adlar tevriyeli kullanılmıştır:

Aydın oldı Tire dehr Akşehre döndi kâinât
Olalı sen meh bu gün menzil-güzâr-ı Germiyân
(G.265/2)

Zılâm-ı zulmet içre kalmış idi şehr-i Magnisa
Kudûmün Aydın itdi Tire bahtın mülk-i Sarhanun
(Mrb.8/VI-3)

Rahîmî’nin bu özelliğinin,kendisinin mahalliliğini de, ön plana çıkardığını anlamaktayız.

2. Rûm (Anadolu, Anatolı), Karaman, Ankara, Eskişehir, Konya

Rûm ismi, yer aldığı beyitlerde Anadolu’yu ifâde eder. Rahîmî bütün Acem ülkesini Rûm’a değişmeyeceğini söyler. Anatolı olarak da bir beyit de zikredilmiştir.

Karaman’da dîvânda adı geçen şehirlerdendir. II. Selîm’in Karaman’a hareketi dolayısıyla söz konusu edilmiştir.

Ankara’da yer aldığı bir beyitte orada bulunan büyük şahsiyetler sebebiyle anılmıştır.

Gider adam bulursan Ankara şehrine lûtf eyle
Huzûr-ı hazrte-i erkâna benden çok selâm eyle
(K.8/11)

Eskişehir’de bir beyitte zikredilmiştir, Konya’da Mevlânâ dolasıyla söz konusu edilmiştir.

3. Acem, Şirvân, Şirâz, Isfahan (Sıfâhan), Horasan

Acem, Rûm (Anadolu) ile mukayese için zikredilmiştir. Şair Acem ülkesinin bütün zenginliklerini vîrân olmuş Rûm’a değişmeyeceğini söyler.

Şîrâz ve Şirvân beraber zikredilir, şair kendi şehrinin bu illerden üstün tutmaktadır.


Varalum seyr idelüm cân ile cânân illerin
Talib olma görmege Şîrâz u Şirvân illerin
Mülket-i şarkun yeter gezdüm bu virân illerin
Ey gönül şimden girü gel ‘azm-i Rahmân idelüm
(Mrb.11/V)
Isfahan sürmesi ile meşhûr bir şehir olarak bilinir ve bu sebeple söz konusu edilmiştir.

Kuhl-ı hâk-ı makdemün irdügiçün çeşmüne
Bâd-ı subha muştılık virdüm Sıfâhân illerün
(G.243/2)

Horasan’da Şâh-ı Horasan terkîbi içinde yer alır. Dîvânda bir beyitte zikredilmiştir.

Emrüne boyın urdı vü baş egdi kalemvâr
Tigün haberi şâh-ı Horâsâna irişdi.
(G.336/6)





4. Irak, Bağdat, Kerbelâ, Şâm, Halep, Aden, Mısır, Yemen, Hind

Irak, II.Selîm’i öven bir murabbada geçmektedir. Dîvânda bir kere zikredilmiştir.

Ey Rahîmî hüsn ü rây üzre çü kıldı ittifâk
Eyledi ‘azm-i makâmât-ı Sıfahân u ‘Irak
(Mrb.5/XIII-1)

Bağdat, dîvânda güzelliği, şöhreti dolayısıyla söz konusu edilir. Bir beytinde, güzel bahçeleri varken zûlüm ve haksızlık ile çöl oldu demektedir:

Bâg-ı dâd iken bozuldı toldı cevr-i zulm ile
Şimdi çöl olup yeter Bağdâd elünden ey felek
(G.159/5)

Kerbelâ, Hz. Hasan ve Hüseyin’in şehid edildikleri yerdir. Bir beyitte; Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da havaric’ler tarafından susuz bırakılıp, şehid edildiğini anlatır:

Kerbelâ-yı gamda cân virdi Rahimî teşne-leb
Her havâric kandı âb-ı vasluna hayfa Hüseyn
(G.237/5)

Şâm, bir yer adı olmak dışında, kelimenin akşam ve karanlık anlamları sebebiyle tevriyeli kullanışlara sebep olur. Rûm’un Anadolu ve gündüz anlamıyla bir tezat unsuru olarak ele alınır.

Aden incisiyle meşhûrdur. Halep’de bir beyitte Aden ile beraber zikredilir. Şâir, sevgilinin kıvrımlı saçlarını ve sevgiliye seyretmeyi Aden ve Halep’e değişmeyeceğini söyler:

Sevâd-ı zülf-i pür-çinün bana Şâm u Halebden yeg
Gözüme seyr-i hâlün Hind ü hem mülk-i Aden’den yeg
(Müf.31)

Yemen bir Osmanlı şehridir ve akîki ile meşhûrdur. Sevgilinin güzelliği anlatıldığı iki beyitte zikredilmiştir.

Mısır, beyitlerde en fazla adı anılan ülkedir. Mısr kelimesinin ülke anlamı, bu konuda önemli unsurdur. Hz. Yûsuf ile ilgisinden dolayı beyitlerde sık sık yer alır.

Mısr-ı ‘izzetde ‘azîzüm olımaz sâhib-i serir
Çekmeyince bir zemân Yûsuf gibi zindân gamın
(G.255/3)

5. Çin, Hıtâ, Hoten (Huten)

Çin kelimesinin, bir ülke yanında değişik anlamlar, değişik tasavvurlarda yer almasına sebep olur. Misk kokusunun elde edildiği bir ülke olarak bilinir. Dîvân’da sevgili ve sevgilinin kaş, saç gibi güzellik unsurlarıyla ilgili tasavvurlarda kullanılır.

Hoten(Huten), Doğu Türkistan’da, halkı müslüman olan büyük bir şehirdir. Dîvân’da bir beyitte zikredilir:

Çîn-i zülfini Hıtâ vü Hotene virme hatâ
Ki sakın alma hat u haddına Rûm u Şâmı
(G.310/2)


IV. NEHİRLER, DENİZLER, DAĞLAR
1.Nehirler (Nîl, Aras, Kızılırmak, Akca su)

Rahîmî dîvânında Nîl ve Aras nehirlerinin adları bir kez zikredilmiştir. Sularının bolluğu sebbeiyle göz yaşı olarak düşünülür:

Bahr ile mâ-beyni terdür yaşumun
Çeşmüme kan yagıdur Nîl ü Aras
(G.119/3)

Kızılırmak’ta dîvânda zikredilen nehirlerdendir. Âşıg’ın, kanlı akan göz yaşını Kızılırmağa benzetmiştir:

Kanlu yaşumla göz Kızılırmagun ‘aynıdur
Nevş ü nemâ-yı hûn-ı cigerdür habâb-ı sürh
(G.30/4)

Dîvânda, Akça su adında bir dere ismi geçmektedir. Akça suyun Rahîmî’nin yaşadığı devirde Kütahya’da bulunan bir nehir olabilir. Şair beyitte, “bu bahtı karasının göz yaşını ırmak etme, bu şehire güzelliği Akca su vermiştir”, diyerek sevgiliye seslenmektedir:

Bu bahtı karanun yaşını ırmag itme kûyundan
Bu şehre şehryâra Akca su virmiş durur revnak
(G.145/4)

2.Denizler (Akdeniz, Karadeniz)

Genel anlamda kullanılan deniz (deryâ, bahr, ummân) dışında adı zikredilen denizler, Akdeniz ve Karadeniz’dir. Şair Akdeniz ve Karadeniz’i gözünden akan yaşlara benzetir.

Akdeniz, sevgilinin ayrılık acısıyla akıtılan göz yaşlarının fazlalığını anlatmak için söz konusu edilir:

Karacadağ kadardur dile dâğ-ı nâr-ı hicrânun
Muhît-i eşkümün yanında gûyâ Akdeniz bir dil
(G.176/3)
Karadeniz’de göz yaşına benzetilmiştir.

Akça suyun mâ-ceâsın bilmek istersen eğer
Karadeniz gibi çeşmümden akan deryâya bak
(G.137/5)

(Eğer Akça suyun macerasını bilmek istersen, gözümden akan yaşa bak Karadeniz gibi)





3. Dağlar

Rahîmî dîvânı’nda dağ ve kûh kelimeleriyle ifade edilenlerin dışında, Bî-sütûn, Kaf, Safâ, Merve, Tûr ve Karacadağ dağlar olarak zikredilmiştir.

Bî-sütûn, Ferhâd’ın Şîrîn’e kavuşmak için deldiği dağdır, bu sebeple beyitte adı geçer:

Kâni ‘olsa dil n’ola vasl-ı hayâl-i yâr ile
Bî-sütûnda nakş-ı şîrîn oldı üns-i Kûh-ken
(G.249/2)
Kaf dağı anka kuşu sebebiyle, Tûr-ı Sînâ’da Allah’ın nûrunun tecelli etttiği yer olması sebebiyle söz konusu edilir:

Şevk-i dîdâr ile Mûsâvveş yed-i beyzâ hakı
Tûr-ı Sînâ-yı tecellide münâcât ehliyüz
(G.111/2)

Karacadağ’da, âşıgın sevgiliden ayrı kalması sebebiyle gönlündeki ayrılık yarasının çok büyük olduğunu anlatmak için bir benzetme unsuru olarak kullanmıştır.


V. İÇTİMÂÎ HAYAT

Dîvân edebiyatı, zümre edebiyatı olma özelliği ile genellikle saray çevresini aksettiren bir edebiyattır. “Dîvânlarda yer alan tipler genellikle bu çevreye aittir ve içtimâî olaylar, bu çevreye ait bezm, rezm ve av atmosferi içinde cereyân eder. Ancak bu genel değerlendirme dîvân şâirinin bu çevre dışındaki olaylar ve tiplerle ilgilenmediği anlamına gelmez. Dîvân şairlerinin eserleri tahlili bir çalışmaya tâbî tutuldukça bu çevrenin genişleyeceği ve saray çevresinin dışındaki tiplerin sayısının artacağı da yanlış bir düşünce olmaz.”

Rahîmî dîvânı’nda, Rahîmî’nin yaşadığı çevre ile ilgili bir çok unsur ve tipi beyitlerinde zikretmiştir.


1. İçtimâî Tabakalaşma

a. Sultan ve Çevresi

“Rahîmî, tezkirecilerin ifadesiyle ikinci derecede bir şâirdir. Beyler şâiri olan Rahîmî, mahalli kimlikle şiirler yazmıştır.” Bu sebeple Sultan ve çevresiyle ilgili unsurlara dîvânda rastlayamamaktayız. Beyitlerde, sultan, pâdişah, hân, hâkân, hünkâr, şâh(seh) adları ile gazellerde sevgiliyi kastetmiştir. Kasîdelerinde sultan ve sultana ait unsurlardan bahseder.

Sultan, ülke sahibi, ülkenin huzur ve güvenliğini sağlayan, lütuf ve adalet sahibi, kullarına ihsanda bulunan, âdaletle hükmeden olarak beyitlerde zikredilir.

b. Resmî ve Gayrıresmî Görevler ve Meslekler

aa. Vezir, Hâcib, Kethüda, Lala, Defterdar

Bu görevliler, sultanın çevresinde ve yakınında bulunurlar. Hâcib, sultanın fermânını yerine getiren görevlidir. Kethüdâ ve Lala sultanın (sevgilinin) devamlı yakınında bulunurlar.

Vezir bir beyitte zikredilir. Hâcib, sevgilinin kapıcısı olarak beyitte benzetme unsuru olarak kullanılır. Kethüdâ, “Benden selâm eyle” redifli kasîdesinde kethüdâ Mehemmed Beg olarak zikredilmiştir. Lâlâ’da bir gazalde yüksek rütbeli bir devlet görevlisi olması dolayısıyla söz konusu edilir.


bb. Serdâr, Ser-asker (ser-leşker), Şehsüvâr, Şehriyâr, Sipâh, Süvâri, Asker (Leşker)

Asker ile ilgili bu görevler dîvânda oldukça yer alır ve çeşitli tasavvurlara konu olurlar. Bu görevler, kasîdelerde ve murabbalarda gerçek anlamları ile kullanılmışlardır. Gazellerde aşık’a veya sevgiliye benzetme unsuru olarak kullanılmışlardır.

Serdâr, âşıgın belası olan sevgilidir. Şehsüvâr, ordu komutanıdır, sevgili güzel ülkesinin komutanıdır.

Ey Rahîmî şâd tut gönlün seni sultân-ı ‘aşk
‘Âkıbet cünd-i gama ser-‘asker ü serdâr ider
(G.78/5)
Sevgili şehriyârdır, âşık’ta onun yanında bulunan ya süvâri ya da Asker (leşker) olarak tasavvur edilir. Sevgili naz ve cefâ râhşının şeh-süvârıdır:

Yiter sür şeh-süvârum üstüme nâz u cefâ rahşın
Günidür ayalandur zerre kim mihr ü vefâ rahşın
(G.235/1)


cc. Kadı, Müddei, Cellad, Peyk

Bir beyitte yer alan kadı herhangi bir benzetmeye konu olmaz. Davacı anlamında olan müddei bir beyitte zikredilmiştir.

Müdde’iler cem’ olup başına odlar yakdılar
İtmedi bir dem hevâ-yı aşkunı inkâr şem’
(G.128/6)

(Davacılar toplanıp başında ateş yaktılar, mum bir an bile aşk arzusunu inkar etmedi.)

Cellâd, verilen ölüm emirlerini yerine getiren bir görevli olarak, sevgilinin gamzesi olarak hayal edilir. Beyitte; “O cilveli güzelim gamzesini aldanma, cellâdın tabiatında merhamet olmaz” diyerek sevgilinin gamzesini cellâda benzetir.

Ol şûh-ı şîvekârun aldanma gamzesine
Şânında şefkat olmaz cellâd-ı bî-emânun
(G.155/3)

Dîvânda peyk (postacı, haberci) bir kez zikredilmiş, sevgiliye benzetilmiştir.

çç. Nakkaş, Mîmar, Irgad

Beyitlerde genellikle Allâh için kullanılan nakkâş, bunun dışında âşığın gönlü ve gözü olmakta yer alır. Âşık, sevgilinin kaşını ve gözünü yüzüne resim gibi işleyen nakkaş (Allah)a hayrandır:

Ne cânâ lâ’lüne mestem ne göz ü kaşa hayrânem
Seni cân sûretinde şekl iden nakkâşa hayrânem
(G.212/1)
Irgad bir beyitte zikredilmiştir. Ferhâd’ın dağı delmesiyle ilgili kullanılmıştır. Mîmar sevgiliye benzetilmiştir. Sebebi ise gönüldeki sevgiyi o yapmıştır bu sevgiyi yıksada tekrar yapacak olan mîmar sevgilidir:

Gönül ma’mûresin vîrân iderse yâre incinme
Meseldür bu girü yıkan yapar mi’mâr sağ olsun
(G.245/5)
dd.Hekîm, Tabîb

Hekîm, hükmeden, hakim manasında II. Selim’e övgü için yazılan kasîde de zikredilmiştir. Şâir, II. Selim’i hükmü ile bütün İslâm ülkesini ve dünyayı hakim olduğunu söyler:

Hekîmâ hükmün ile hâkim itdün mülk-i İslâma
Cihânun halkını hükmine mahkûm eylegil muhkem
(K.5/33)

Tabîb, yer aldığı beyitlerde sevgili için kullanılan bir sıfattır. Sevgili, aşk derdinin çâresini bilen tek kişidir. “Tabîb-i cân” olarak vasıflandırılır.


Hasta gönlüm nergis-i bîmârun eyler arzu
Ey tabîb-i cân şeker-güftârun eyler arzu
(G.273/1)


ee. Dellâl, Miyancı, Sarrâf, Müşteri (Harîdâr)

Dîvânda zikredilen dellâl (tellâ), âşıktır. Sevgilinin ayrılık acısı âşığı tellâl gibi bağırtmaktadır:

Çagırup gayrılara satdı metâ’ı vaslı
Âh kim hvâce-i hicrân beni dellâl itdi
(G.322/3)

Miyancı, arabuluculuk eden kişidir. Yer aldığı beyitlerde sevgilinin beli, sevgilinin belini sarmayı arzûlayan âşık olarak hayâl edilir. Miyân (bel) kelimesiyle ilgisi, bu tasavvurlarda önemlidir.

Miyânun mû dehânun yok didüm incindi ol gonca
Yüzüme güle bakmaz şimdi kaş u hâl bir yüzden
(G.257/4)

Rahîmî, sarrâf kelimesinin geçtiği beyitlerde kendisini alemin incilerini satan sarrâf olarak niteler. Sözlerini inciye benzediğini ama kıymetinin bilinmediğini söyler.

Vücûdum dürrinün sarrâf-ı ‘âlem kıymetin bilmez
Cihânun cevherin virsen behâ ne bî-behâyam ben
(G.238/2)

Müşteri(Harîdâr),sevgiliye, sevgilinin güzelliğine, âşka ve aşk derdine tâlip olab âşıktır.

Mihr-i hüsnüne müşteri zarrât
Hûba hiç mübtelâ mı eksük olur
(G.57/4)

Bazı beyitlerde rakip de müşteri olarak düşünülür, ancak rakibin bu malları almaya yetecek ne parası ne de aşkı vardır.


ff. Dalgıç (Gavvâs), Avcı (Sayyâd)

Rahîmî, dalgıç’ı kendine benzetir. Kendini söz denizinin usta dalgıcı olduğunu söyler:


Ey Rahîmî olalı gavvâs-ı bahr-i ma’rifet
‘Akl sarrâfını denk itti kelâm-ı cevherüm
(G.208/6)

Dîvânda bir kez sözü edilen avcı (sayyâd) âşığın
gözüdür. İlgi kurulan unsur sevgidir.

Gözün sayyâdı hem-râh olalı şîrâne gamzenel
Asar her gün başına iki yay ol pehlevân ebru
(G.270/2)

gg. Üstâd, Şâkird (Talib, Talebe, Talibe), Hatip

Üstad yer aldığı beyitlerde benzetme unsuru olarak kullanılır. Şâkird, talebe, öğrenci anlamlarıyla kullanılır.

Hüsrevâ ben kasr-ı aşkunda senün üstâd iken
Hıdmetümde taş taşur şâkird midi Kûhken
(Müf.41)

Hâtib, bir benzetme unsuru olarak kullanılmaz. Kullanıldığı beyitte “Sâlih oğlu Sâlih” adındaki kişinin hâfız ve hatîb olması dolayısıyla söz konusu edilir.

Du’âlar eyle çok çok Sâlih oglı Sâlihe benden
Hatîb ü hâfız-ı Kur’ân’a benden çok selâm eyle
(K.8/25)
hh. Mutrîb, Mugannî, Rakkâs, Çengî

Mutrîb, bir beyitte zikredilmiştir. Mutrîb, çalgıcı anlamındadır. Beyitte, sevgiliye benzetilendir.

Bülbülün nâlesi ‘uşşâka bu dem virdi şuda’
Nagmesin mutrib-i hoş-lehçelerün gûş idelüm
(G.190/2)
Dîvânda bir kez zikredilen mugannî (nagme söyliyen, okuyucu), âşığın feryâdına çare bulmasını istediği sevgilidir:

Bana gel ey mugannî çâre-sâz ol n’eydigüm bildür
Makâm-ı gamda dil feryâda cânum zâra düşmişdür
G.53/5

Rakkâs ve çengî yer aldıkları beyitte felek olarak düşünülür. Bu tasavvurlarda, güneşin mey, ayın kadeh ve Venüs (Zühre)’ün çalgıcı olarak hayâli ile feleklerin hareket etme özellikleri önem taşır.

Güneş ay ile dutulmuş kapunda birdür oglanı
Felek rakkâs-ı bezmün zühre had düşire bir çengî
(G.352/4)

ıı. Bağbân, Ferrâş

Bağbân yer aldığı beyitlerde gülbahçesinin bahçıvanı olarak kullanılır. Bir beyitte, agyâr gül bahçesinde bulnan bağbân olarak tasavvur edilir:

Hezâr-ı ‘âşık olursa gam degül dildâr sag olsun
Kayırma bülbüli ey bâgbân gülzâr sag olsun
(G.245/1)

Ferrâş(süpürücü, hizmetçi), yer aldığı bir beyitte, âşığın feryâdına benzetme unsuru olur:

Esen kal ey sabâ gülzâr-ı kûy-ı dil-berün
Gözüm sakkâ yüzüm cârûb âhum oldı ferrâsı
(G.342/4)

(Ey! sevgilinin güzel bahçesinden gelen sabah rüzgarı şimdi es, gözüm su dağıtıcısı, yüzüm süpürge, feryâdım süpürücü oldu.)

c.Diğer Tipler

aa. Anne (Mâder), Baba (peder), Çocuk(Tıfl), Ogul
Anne, baba, oğul kullandığı beyitlerde benzetme unsuru olarak düşünülmemiştir.

Aba oglı elinden halk-ı had hep adlara yanmış
Kapun bulsa yanardı kendinün anası babası
(K.9/15)

Sevgili bir beyitde de, babasının canı olarak ifade edilmiştir.

Babanun cânısın kaçma benüm koynuma girmekden
Kuzucağum beni kurtar elinden gürg-i hicrânun
(G.161/6)

Bu unsurlar arasında, dîvânda en fazla yer alan çocuk (tıfl)tur. Çocuktan kastedilen sevgilidir. Sevgilinin çocuk olarak tasavvuru davranışla ilgilidir. Sevgili bir sopaya binip at gibi süren çocuğa benzetilmiştir:

Katre-i eşküm binüp müjgâna her sû yügrişür
Çûbe binmiş tıfla benzer kim kılur herbâr seyr
(G.54/3)

bb. Pîr, Pîre-zen, Cüvân

Pîr(ihtiyâr), dîvânda bir çok anlamda kullanılmıştır. “Pîr-i âşk”, “pîr-i Kenân” (Hz.Yakûb), “pîr-i mugân” (meyhaneci) terkiplerinde zikredilmiştir. Pîre-zen (yaşlı kadın) dîvânda, bir kez zikredilmiş ve dünyaya benzetilmiştir.

Cüvân daha çok sevgilinin bir sıfatı olarak dikkati çeker. Dîvânda yer aldığı beyitlerde pîr ile beraber zikredilir.

Hırsı artur gönlümün pîr oldugunca ‘aşkuna
Ey cüvânum ol delinün ‘aklı var uslu gibi
(G.328/2)

cc.Nedîm, Refîk, Misâfir (Mihmân)

Bir beyitte yer alan nedîm, sevgili ile sohbet eden âşıktır. Refîk (arkadaş,yoldaş) yer aldığı beyitlerde sevgiliye benzetilmiştir.

Misâfir olarak düşünülen âşıktır. Âşık, âşkın misafirhânesinde bulunan misafirdir:

Hulûsıyla mukîm olduk ‘ubûdiyyet makâmında
Misâfir-hâne-i ‘aşkun dime mihmânıyuz şimdi

(Kölelik makamında gönül saflığıyla oturan olduk; şimdi âşk misafirhanesinin misafiriyiz.)

çç. Sâkî, Sarhoş(Mest, Ser-mest, La’yakıl, Ayyâş)

Dîvânda sâkî, meclislerinin içki dağıtan önemli bir unsuru olarak sevgilidir. Çoğu zaman beyitlerde hitap edilen sevgili olarak dikkati çeker. Âşık ondan devamlı içki sunmasını ister. Güzelleri sarhoş eden sâkîdir. Zaten sarhoş olan âşığın daha çok içmesi için ısrar eder. Sevgili olarak düşünülen sâkînin dudağı “bâde-i hamra” (kırmızı şarap)ya benzer:

Hayâl-i la’l-i cânânumla mestem sâkiyâ sunma
Benem had bana yetmişdür ne lâzım bâde-i hamrâ
Bir başka beyitte sâkî, âşığa sunduğu aşk şarabı ile ser-mest eder:

Şarâb-ı ‘aşk ile ser-mest ü evgar olmışam sâkî
Lebün câmını sun öpdür bana ol sâ’id ü sâkî
(G.347/1)

Beyitlerde sarhoş (mest, ser-mest, la-yakıl, Ayyâş) âşıktır. “Âşık, şarab olarak düşünülen ilâhi aşkın devamlı sarhoş ettiği bir tiptir ve bu durumundan hiçbir zaman şikâyetçi olmaz. Onun arzûladığı, aşk şarabını devamlı içerek sarhoş kalmaktır” Âşığı ser-mest eden sevgilinin güzelliğidir, âşığı çöllere düşüren sevgilinin hayalidir:

Beni sahrâya salan su gibi haddun hayâlidür
Vefâ togında ser-mest eyleyen çeşm-i gazâlündür
(G.97/5)




dd. Kâtil, Harâmî, Kattâl, Hûnî, Hileci, Yağmacı

Bu haller daha çok sevgiliyle ve sevgilinin gözü, kaşı, gamzesi ile ilgilidir. Bir beyitte gamze, harâmiye benzetilir:

Gamze bir keskin harâmî çeşm-i fettân yol basar
Vasl ise bir ince bil gâyet mahall-i ihtirâz
(G.118/2)

2. Eğlence Hayatı

a.Bezm (Ayş, Meclis, Encümen), Meyhâne

Bezm, toplanılan, sohbet edilen, içki içilen ve çalınıp oynanılan bir toplantı yeridir. Bezmin devamlı unsurları arasında şarap, kadeh, meze, şem’ ve sâkî yer alır. Sevgili bezmin, devamlı beklenilen arzûlanan bir unsurudur. Onun gelişiyle meclis aydınlanır, neşe kazanır, gamlar, kederler gider:

Bezm-i safâda sâkî sun sâgar-ı revâkı
Gitsin bu dem nifâkı devr-i gam-ı zamânun
(G.157/2)

Sevgilinin meclise gelip aydınlatması ve neşelendirmesi sebebiyle meclislerin mumu ve çerağıdır. Sevgilinin yüzündeki güzellik unsurları ile bezmdeki unsurlar arasında kurulan ilgi, yüzün bezm olarak tasavvuruna sebep olur. Gökyüzü ve tabiat da aynı sebeple, bezm olarak düşünülür. Bu benzetmelerin dışında bezm kelimesi “bezm-i ‘âlem”, “bezm-i aşk”, “bezm-i bahâr”, “bezm-i câm”, “bezm-i ezel”, “bezm-i gam”, “bezm-i safâ”, “bezm-i uşşâkı”, terkipleri içinde yer alarak çeşitli tasavvurlara vesile olur.

İçki içilen bir yer olarak meyhâne, tasavvufî mânâda tekke ve dergâhtır. Bunun dışında, âşığın gönlü, kalbi ve gözleri meyhâne olarak hayâl edilir. Bir beyitte, âşığın dünyada, mey ve meyhâneden başka bir şeyi yoktur:


Oldum şarâb-ı ‘aşkun ile ben müdâm mest
Nem var cîhanda ger mey ü mey-hâne olmaya
(G.297/3)

Meyhânenin virâneliği ile virân olan âşığın kalbi ve gönlü arasında da ilgi vardır.

b. Bayram (îd)

Bayram(îd), sevinç, huzur ve buluşma, görüşme vesilesidir. Bayram kelimesiyle ifade edilenlerin dışında “îd-i visâl”, “hilâl-i îd”, “kurbân-ı îd”, terkipleri içinde yer alır. “Kurbân-ı îd” olarak zikredilenlerin dışında genellikle kastedilen ramazan bayramıdır.

Bayram, ayın gökyüzünde hilâl şeklinde görülmesiyle başlar. Bayram günleri oruç tutulmaz. Âşığın, sevgilinin yüzünü görmeyi arzulaması, kaşlarının bayramının başlamasına sebep olacak hilâle benzemesindendir:


Rahîmî sanma tâli’ oldı çerh üzre hilâl-i ‘îd
O mahun kaşı fikriyle olan nazük hayâlündür
(G.97/3)

Sevgilinin, rakîp ile salınarak yürümesi, âşığı bayram günü mâtem yaşatır:

Rakibiyle salınur gördüm ol serv-i gül-endâmı
Bir ölü mâtem itdi bana devrân kiçi bayrâmı
(G.324/1)

Bayramda minâreler kandillerle aydınlatılır. Herkes bayramda donanır, neşelenir. Bayram, verdiği duygulardaki benzerlik bakımından güzellik için benzetme unsuru olur. Her yer bayram için süslenir, yeni elbiseler giyilir:


‘Îd içün gördüm tonanmış gül gibi ser-cümle nâs
Nîl-gûn yaşumla geydüm bende bir mâ’ilibâs
(Müf.26)

Bir beyitte kurbân bayramıyla ilgilidir. Sevgilinin hasretiyle âşığın akıttığı kanlı göz yaşları, insanların kurban bayramındaki kırmızı elbiselerinin süsüdür:

Eşk-i hasret kana gark itdi gözüm merdümlerin
Sanki la’lin-câmelerle zeyn olur kurbân-ı ‘îd
(G.39/11)

3. Oyunlar (Çevgân, Nerd, Satranç)

Dîvânda, oyun olarak çevgân, tavla(nerd) ve satrancın adı yer alır. “Çevgân oyunu, bir arsada, çevgân adı verilen ucu eğri bir sopa ve topla oynanır” Dîvânda iki kez zikredilmiştir. Sevgili aşk meydanında aşığın başını top gibi oynamaktadır, âşıkta sevgilinin elini öpmek için çevgâna döner:

Başum top eyledün ayaguma meydân-ı ‘aşkunda
Ümîd-i dest-bûsunla kadüm çevgâna dönmişdür
(G.94/3)
Tavla (Nerd), iki zarla ve pullarla oynanan bir oyundur. Satranç, bir bez üzerine, özel adlarla anılan taşlarla oynanan ve şâh adlı taşın mat edilmesiyle sona eren bir oyundur. Dîvânda bir kez nerd ifadesiyle zikredilmiştir:

Belâ-âlûlede hep bâlî mukârin mâr ile mâlı
Şehâ mansûbı bir mansûbe-i satranc ü ya nerdi
(G.341/2)

4.Muhtelif İçtimâî Hâller

a. Haberleşme (Mektup-nâme)

Bir haberleşme vasıtası olan nâme (mektup) beyitlerde, âşığın sevgiliye kendini gösterme yoludur. Âşığın dertlerini, aşkını, sevgiliye olan muhabbetini sevgiliye arz eden nameden başka bir şey yoktur:

Beni bir kimse ‘arz itmez kapuna nâmeden gayrı
Görüp hâlümi bir dem aglarum yok hâmeden gayrı
(G.325/1)

Âşığın, nâme yazmasının sebebi sevgiliye kendini göstermek, sunmaktır:

Rahîmî bendenün yazup yanılup cümle maksûdın
Şehâ bir ‘arz ider yok hâme ile nâmeden gayrı
(G.325/5)
b.Mekteb, İlim

Dîvânda mektep olarak unsur, aşktır. Mektep kelimesi dîvânda bir kez “mekteb-i gâm” terkibi içinde yer alır. Leylâ ve Mecnûn hikâyesi dolayısıyla söz konusu edilir. Beyitte, âşık gam mektebinde âşk kitabını bitirmişken, Mecnûn daha kitabın Leylâ bölümündedir.

İlim, övülenin şahsında, ilmi ve âlemi kuşatan olarak ele alınır:

Beglige reşk itme birdür kân-ı lutf ‘ilmün muhît
Bahr-i kudretde vücûdun cevheri bir dönedür
(G.92/4)
c. Devlet

Aşk, âşığın usanmadığı, cihân mülküne değişmediği, başını bile vermeye razı olduğu bir devlettir. Sevgili, aşk devleti ile âşığı devamlı göz yaşı döktürür:

Devlet-i ‘aşkunda âh u eşküm oldı hem-demün
Şâh-ı iklîm-i gamen yonumca çok ‘asker yürür
(G.100/3)

Dîvânda devlet kelimesi, kasîdelerde övülen için kullanılır. II. Selim’e övgü olarak yazılan “gül” redifli kasîde de; Allâh, II.Selîm’i büyük yüce devletli olarak yaratmıştır:

Hakk Te’âlâ devha-i devlet yaratmışdur seni
Gonca bu körpe budagundur özün ra’nâ-yı gül
(K.1/12)

Bir beyitte âşık, şöhreti büyük olan sevgiliye kuldur, sevgilinin derdinden gam devletinin sultânı olur:

Rahîmî bir mürüvvetli kerîmü’ş-şâna kul oldı
Yine gam devletinde ‘âlemün sultânıyuz şimdi
(G.329/6)

Dîvânda devlet, “devlet-i devr-i kamer”, “devlet-i dîdâr”, “devlet-i dost” terkipleri içinde yer alarak tasavvurlarda yer alır.

5.İnşâî Unsurlar

a.Câmi’i (Minber, Mihrâb)

Dîvânda camii, sevgilinin içinde bulunduğu
yerdir. Âşık, sevgilinin muhabbet câmisine âyinlere katılır:

Safâ-yı ‘aşk ile gönlüm iletdüm kûy-ı dildâra
Mahabbet câmi’ine yine ‘arz itdüm ayine
(G.303/4)

Minber, câmilerde hâtipin çıkıp hutbe okuduğu merdivenli kürsüdür. Dîvânda bir kez zikredilmiştir. Âşık başını minbere benzetmiştir.

Ey nâsıh-ı ecel gel minber sana serümdür
Bu üstühvânı sînem oldukça nerdübânun
(G.157/3)

Mihrâb, câmilerde yönelinen taraftaki duvarda bulunan ve imamlık edene ayrılmış olan oyuk, girintili yerdir. Dîvânda kullanıldığı beyitlerde sevgilinin kaşı olarak tasavvur edilir:

Secde vâcibdür bana gördüm kaşun mihrâbını
Kâmetün göstermege togrul ki farz oldı namaz
(G.118/3)

b. Ev(Hâne, Beyt), Konak, Kasr, Kâşâne

Ev yer aldığı beyitlerde âşığın bedeni, dünyâ, gönül, kalp ve göz olarak düşünülür. Aşığın gönlü aşıkların evidir, konağıdır:
Şimdi mi geldi kâfile-i ‘aşk her zemân
Bu hâne-i gönül ezelîden konagıdur
(G.86/2)

Ev(Hane), kelimesi dîvânda, harâb olma, yıkılma ve geçicilik özelliği yer alır. Beyitlerinde bir kez zikredilmiştir. Şair şiirini Kâbe gibi temiz olarak hayâl eder:

Saçınçün matla’-ı şi’rüm eyâ hûr
Safâ-keş Ka’be gibi beyt-i ma’mur
(G.42/1)

Kasr, yüksekliği, güzelliği, tavanının kubbeli oluşu ile beyitlerde yer alır. Dîvânda “kasr-ı âşk”, “kasr-ı felek”, “kasr-ı hüsn”, “kasr-ı ferah”, “kasr-ı sürür” terkipleri içinde yer alır. Bir beyitte yer alan kâşâne, âşığın gönlünün hayran olduğu bir belâlı aşk köküdür:

Melâmet deştinün Mecnûn-ı ser-gerdânıdur gönlüm
Belâ kâşânesinün vâlih ü hayrânıdur gönlüm
(G.202/1)

c. Değirmen(Âsiyâ, Âsiyâb), Dolap(Dolab)

Değirmen, (Âsiyâ, Âsiyâb), inşâî unsurdur. Dîvânda, âşık kendini değirmene benzetmiştir.

Gör bu çerh-i vuslata nevbet degirmendür dahi
Dönmişem kendüm bilelden âsiyâbum ‘aynına
(G.285/4)

Bir beyitte de, değirmen’in buğdayları ezip, dağıtmasıyla ilgi kurularak, felekde ayrılık derdiyle aşığı dağıtmıştır:
Kendümi zâ’i itdi fürkat gamıyla devrân
Yirmez visâle nevbet ten âsiyâba döndi
(G.331/2)

Dolap da su ile çalışan bir inşâî unsurdur. Beyitlerde âşık ve göz için benzetme unsuru olarak ele alınır. Âşık, sevgilinin bulunduğu eğlence yerinde kavuşmak için dolapın su döktüğü gibi göz yaşı dökmektedir:

Teferrücgâh-ı bağ-ı vasluna bir gün irem diyü
Vücûdum çerh urup dolabveş çeşmün döker yaşı
(G.342/3)

ç. Hamam(Hammâm), Kaplıca(Gernâbe)

Hamam(Hammâm) dîvânda bir muhammes’in tekrarlanan son iki mısrasında yer alır. Yer aldığı beyitlerde bir benzetmeye konu olmaz, misâl olarak yer alır.

Her cedîdün lezzeti var bende inkar eylemem
Eskiler ekser hâkir olur yeniler muhterem
Hakk kadimindür kadîmî gözle ey şâh-ı kerem
Bu meseldür eski bâde eski hammâm eski yâr
Eskilerden alı gör ey tâze gül her ne ki var
(Mh.1/IV)

Kaplıca(Gernâbe), sıcak su hamamıdır, suyu şifalıdır. Kaplıca, âşığın gönlü gibi kaynar sükûn bulmaz. Âşığın göz yaşı kaplıcanın sıcak suyuna benzetilmiştir, sevgiliyi yakar:

Gördi ey germ-âbe yaşum yâre hem pehlû seni
Mahv ider sakın ılıdur cûş idüp ol su seni
(G.315/1)

d. Hisar, Sedd, Hazîne(Genc), Kuyu, Mahzen, Zindan, Virâne

Hisar yer aldığı beyitlerde, Germiyan kalesi olarak zikredilir. Hisâr yüksekte olması sebebiyle gökyüzü(felek) olarak düşünülür:

Kara bahtın Karahisârun felek ag eledi
Tan mıdur gevher-nîgîn olsa hisâr-ı Germiyân
(G.265/3)

Sedd, düşmanın Ye’cüc olarak vasıflandırması sebebiyle övülenin kılıcı olarak düşünülür. Hat kelimesinin çizgi anlamıyla sed arasında ve iskenderle ilgi kurulur. Âşık sevgiliyi Ye’cüc fitnesinden korumak için İskender gibi Ye’cüc’e sed çeker:

Hatt degül haddinde yârün mülk-i hüsni hıfz içün
Çekdi İskender gibi ol fitne-i Ye’cüce sed
(G.40/2)

Hazine(Genc), içinde kıymetli maden ve taşların bulunduğu mekandır. Dîvânda yer alan hazine tasavvurları gizliliği ve özellikleri sebebiyle, gönül, bahar, yüz ve vûslât olarak düşünülür. Hazine yer aldığı beyitlerde, “genc-i şâyegân” “genc-i aşk”, “genc-i gam”, “genc-i hüsn”, “genc-i nihân” , “genc-i vasl”, “genc-i uzlet” terkipleri içinde yer alarak çeşitli tasavvurlara vesile olur.

Kuyu ve zindan, karanlık oluşları, yer altında bulunmaları, rutubet ve ses ihtivâ etmleri sebebiyle çene çukuru (zenahdân) olarak düşünülür. Kuyu ve zenahdân münasebeti ilede Yûsuf kıssasına telmih yapılır.


Zindân-ı gam-ı hecre beni eyleme mahbûs
Cân Yûsuf’ın emr eyle zenehdâna salınsun
(G.253/2)

Virâne, yıkılmış bir inşâî unsur olarak aşığın harâb olan gönlü, kalbi ve vücûdu için benzetilen olur.

N’ola mesken tutsa gönlümde hayâl-i hüsn-i yâr
Bulınur vîrânede elbette genc-i sâyegân
(G.233/4)

e. Çadır(Hayme, Çetr)

Dîvânda, Hayme ve Çetr kelimeleriyle kullanılan çadır, şekli sebebiyle gökyüzü, gül ve başaşağı çevrilmiş kadeh olarak hayâl edilir. Beyitte gökyüzüne benzetilmiştir.

Sâyebân-ı devletünden ayru ey ‘âlî-cenâb
Hayme-i gerdûn dûn oldı boşuma teng-târ
(G.71/4)

f. Eşik(Âsitan), Merdiven(Nerdübân, Süllem)

Bir inşâî unsur olarak eşik, sevgilinin ve övülenin bulunduğu yerle beraber düşünülür. Bu sebeple erişilmezlik, yükseklik ve bir kudsiyet kazanır. Beyitlerde yüz sürülen ve ağlanılan bir yer olarak hayâl edilir.
Bunca istignâ ile mihr-i cihân-ârâyı gör
Âsitânun hâkine her subh-dem sürer cebîn
(G.247/4)

Âşıgın bütün arzusu bütün engellere rağmen, sevgilinin eşiğinde can vermektir.

Nerdübân, dîvânda bir beyitte zikredilir. Beyitte merdiven, âşığın göğüs kemiklerine benzetilir. Ecel, âşığın başındaki minbere çıkmak için göğüs kemiklerini merdiven olarak kullanılır:

Ey nâsıh- ecel gel minber sana serümdür
Bu üstüh ân-ı sinem oldukça nerdübânım
(G.157/3)
g. Kapı(Kapu, Bâb, Der)

Kapı beyitlerde çeşitli tasavvurlarda yer alır. En çok hayâl edilen, âşığın sevgilinin kapısında kulu olmasıdır, âşık sevgilinin kapısında bekleyen kûl köledir. Âşık, bütün dünya mülkünü sevgilinin kapısında kul olmaya tercih eder:

Senün olsun sa’âdette ‘azîzüm mülket-i dünyâ
Bana kapunda kulluk Mısra sultân olmadan yegdür
(G.50/3)

Kapı kelimesi “bâb-ı adâlet”, “bâb-ı ferâh”, “bâb-ı murâd”, “bâb-ı sürh”, “bâb-ı şeref”, “der-âgûş” terkipleri içinde yer alarak çeşitli tasavvurlara vesile olur.


h. Mutfak(Matbah), Ocak, Fırın(Tennûr)

Evin bir bölümü olan mutfak yer aldığı bir beyitte gül bahçesi olarak hayâl edilir.

Matbah-ı hûn-ı tevekkülde idenler i’tikâf
Çekmedi balın belâsın yimedi lokma gamın
(G.256/3)

Ocak, yer aldığı beyitlerde bir benzetmeye konu olmaz.

Su koyup ocagına her sû yüridi gâzîler
Nâr-ı şevkıyla serây-ı dil-sitânın yakdılar
(G.61/4)

Fırın(Tennûr), dîvânda geçtiği beyitlerde, “Tennûr-ı gam” terkibi içinde geçer. Âşık ayrılık ateşi ile gam fırınında yanıp kebab olur:

Fîrâk adıyla yanan bagrumun kanlı kebâbından
Tenûr-ı gamda döne döne biryân olmayan bilmez
(G.117/3)
ı. Âşiyân (Kuş Yuvası)

Dîvânda iki kez zikredilen âşîyân, sevgilinin yuvasına benzetilir. Âşık sevgilinin kuş yuvasına benzetilen evinin eşiğinde bekler:
Rahîmî gerçi bî-pür-şişe bir ‘asfûr-ı bî-ferdür
Kılupdur âsitânunda hümâyun âşiyân peydâ
(G.5/5)

i. Gemi(Fülk, Keşti), Sandal(Zevrak), Yelken

Gemi ve sandal, suda hareket etmeleri, suda sallanmaları sebebiyle sevgilinin salınarak yürümesi olarak hayâl edilir. Beyitte, sevgili neşeli olmalıdır ki gamlar denize dökülsün:

Hoş gör bu demi hurrem ol eyşâh gemide
Girmez ele demde gam-ı ‘ummâna salınsun
(G.254/8)

Sevgilinin sandal (zevrak)ı sürebilmesi için âşığın âh’ının çıkardığı kuvvetli rüzgar gibi âh çekmelidir:

Mahabbet zevrakın sürmek dilersem bahr-i mihr içre
Güzâfın olmaz ol bu âh gibi rûzgâr ister
(G.105/5)

Yelken bu araçlarla ilgili bir unsur olarak, sevgilinin üzerine giydiği elbise dolayısıyla söz konusu edilir. Yelken, sevgilinin elbisesine benzetilir, âşık ta sevgilinin giydiği elbisesinin yakasının bir yırtmacı olmak ister:

Nev-bahâr irdi benefşeyle güle karşu yine
Ben de yelken tarıda bir yakası çâk olayum
(G.205/5)

6. Yiyecek ve İçecek Maddeleri

a. Tatlılar

aa. Şeker (Şîrîn, Sükker)

Dîvânda en çok sözü edilen yiyecek maddesidir. Sevgilinin dudağının şekere teşbîhi bu ilginin başlıca sebebidir. Dudak ile bir bütün teşkil eden ağız da şekere benzetilir. Söz, ağız ve dudakla yakın ilgisinden dolayı şeker olarak düşünülen bir başka unsurdur. Kastedilen sevgilinin tatlı sözleridir. Sevgilinin şeker sözleri âşığın hasta gönlünün ilacıdır:

Hasta gönlüm nergis-i bî-mârun eyler ârzû
Ey tâbîb-i can şeker-güftârun eyler ârzu
(G.273/1)

Şîrîn kelimesinin şeker anlamı yanında, Ferhât ile Şîrîn hikâyesinin kadın kahramanının adı olamsı sebebiyle de söz konusu edilen şeker, şîrîn kelimesinin tevriyeli kullanışları içinde yer alır.


bb. Bal (Şehd)

Balın beyitlerde zikrediliş sebebi tadıdır. Dîvânda zikredildiği beyitlerde, sözün güzelliği ile balın tadı arasında ilgi kurulur.

‘Aceb Mecnûn-sıfat sevdâyî düşdüm zülfi ucından
‘Aceb öldürdi gam Ferhâdveş ey şehd-i güftârum
(G.224/2)
cc. Gülâc

Gülâc, ince yufka ile yapılan tatlıdır. Dîvânda zikredildiği beyitlerde sevgilinin yanağına benzetilir.

Sofra-i hûn-ı visâlüm ben fakîr ü aca ac
Ey lebi senbûse-i şekker yanağı ter gülâc
(G.27/1)

çç. Helva

Tadı ve lezzeti sebebiyle beyitlerde söz konusu edilen helva, dudak, ağız ve tadlı dil ile ilgili tasavvurlarda yer alır. Âşık, sevgilinin helvaya benzeyen dudağının hayranla ağzına girmesini(öpmek) ister:

Mestâneler miyânını çeksem kenâruma
Hayrânla girse agzuma helvâ dudacıgı
(G.313/4)



b. Diğer Yiyecekler

aa. Yemek (Kût, Sımât)

Genel anlamda yemek yer aldığı üç beyitte, övülenin sunduğu nigmet ve kehkeşân olarak hayâl edilir. Sımat (Yemek)ın, kehkeşâna benzetilmesinin sebebi övülenin sofrasının zenginliği ile ilgilidir.:

Çü döşendi nüh sipihr üzre simât-ı keh-keşân
Mey şafak encüm nukul hûrşîd ü mehdür nân-ı rîd
(G.39/2)

bb. Biryân, Kebâb

Biryân ve Kebâb et yemekleridir ve doğrudan doğruya ateşte pişirilir. Biryân olarakta âşığın sinesi düşünülür. Âşık, sevgilinin ayrlık ateşiyle sinesi yanar kebap olur:
Fîrâk adıyla yanan bagrumun kanlu kebâbından
Tenûr-ı gamda döne döne biryân olmayan bilmez
(G.117/3)
cc.Meze(Nukl), Badem(Bâdâm)

Dîvânda meze ve badem bir kez zikredilmiştir. Meze beyitte içki meclisinde bir unsur olarak geçer, bademde sevgilinin gözüne benzetilir.

Togrulın meclise cân nuklin ider anı revân
Serv-kadd beste dehen gözleri bâdâmlara
(G.279/3)

c. İçecekler

aa. Şarap (Bâde, Mey, Dem, Mül, Cur’a)

Şarap, dîvânda en fazla sözü edilen içecektir. Yer aldığı beyitlerde çoğu zaman kadehle beraber zikredilir. Kadehin yer aldığı beyitlerde genellikle kastedilen içindeki şaraptır. “Şarâb-ı âl”, “şarâb-ı erguvân”, “Bâde-i hamrâ”, kırmızı şarap; “şarâb-ı hoş-guvâr”, “mey-i nâb” terkipleri saf, katıksız şarap için kullanılır.


Gözlerin ser-mest kılmışdur şarâb-ı câm-ı nâz
Anun içün ben ayakda cürâya kılmaz nigâh
(G.276/4)
Dîvânda şarap renk, lezzet, neşe verici özellikleri sebebiyle aşk, ateş, ayrılık, güneş, dudak, gam, gözyaşı, gül, lale, kan, ilaç, şafak ve yanak ile ilgili tasavvurlarda yer alır.

bb. Şerbet

Tadı ve lezzeti sebebiyle beyitlerde söz konusu edilen bu içecek dîvânda, aşk, devâ, ağız, dudak olarak düşünülür.

Hûn-ı dil yâd-ı leb-i lâlünle şerbetdür bana
Tende gazmen yâresi âsâr-ı sıhhatdür bana
(G.6/1)




ç. Diğer Maddeler

aa. İlaç(Devâ, Dermân), Tiryâk, Merhem

İlaç, beyitlerde daha çok hasta olan âşıkla beraber zikredilir. Sevgili âşığın dermânıdır. İlaç olarak düşünülen bir başka unsur sevgilinin dudağıdır. Gam hastalığının ilacı şaraptır. Sevgili, âşığın gönlüne kırmızı şarap bağışlamazsa, âşığın yarası ilaç kabul etmez:

Eger göndermez ise la’l-i cân-bahşun dile merhem
‘İlaca kâbil olmaz bu ten-i mecrûh-ı sad çâkum
(G.219/6)
Tiryâk(Panzehir), ayrılığın panzehir olarak tasavvuru sebebiyle dîvânda iki beyitte zikredilir.






bb. Zehir (Zehr, Sem, Helâhil), Esrâr, Afyon

Öldürücü bir madde olan zehir dîvânda kullanıldığı beyitlerde, zehir, gam, ayrılık ve ölüm olarak düşünülür.

Sem, helâhil, öldürücü ve panzeri olmayan zehirlerdir. Dîvânda “sem-i helâhil” terkibiyle geçmektedir. Rahîmî, çağdaşı olan Kara Mahmûd adındaki şairin sözlerini zehire benzetir:

Özi hayvân sözi sem-i helâhil
Kara yüzinde agzı çâh-ı zulmet
(K.6/4)

Esrâr ve Afyon kullanıldığında keyif veren maddeler olması dolayısıyla söz konusu edilir. Dîvânda bir beyitte zikredilir. Âşığı mest eden, sevgilinin aşk şarabıdır, sevgili bu keyfiyeti afyon ve esrârdan sanmamalı:


Mest ü şeydâ eyleyen ‘aşkun şarâbıdur beni
Sanma sen keyfiyyetüm afyon u ya esrâr imiş
(G.121/6)

7. Süs Eşyaları

a. Kıymetli Taşlar ve Mâdenler
aa.Altın (Altun, Zer), Gümüş (Sîm)

Altın, değer bakımından kıymetli, parlak sarı rengiyle ilgi çekici bir madendir. Bu özellikleri sebebiyle para ve çeşitli süs eşyaları yapımında kullanılır. Dîvânda, taşıdığı özellikler sebebiyle güneş ışığı, gönül ve yüz ile ilgili tasavvurlarda yer alır. Âşığın yüzü ve teni cevher-i aşk ile atın gibi parlar:


Bu kalbüm halis itdi cevher-i ‘aşk
Yüzüm gibi tenüm altun olupdur
(G.45/2)

Gümüş (Sîm)de dîvânda sözü edilen madenlerden biridir. Değeri ve beyaz rengi sebebiyle değişik tasavvurlarda konu olur. Bu özellikleri sebebiyle dîvânda sevgiliyle ilgili olarak göğüs, yüz ve ten ile ilgili tasavvurlarda benzetme unsuru olarak yer alır. Bir beyitte, âşık sevgilinin iksîrli aşkı ile çehresi altın gibi olur ama gümüş bedenli sevgilinin bundan haberi yok gibidir:

İksîr-i ‘aşk çehremi zerd itdi zer gibi
Dahi o yâd-ı sîm-beden bî-haber gibi
(G.351/1)

bb. La’l, Yâkut, Mercan, Zümrüd(Zümürrüd), Elmâs, Akîk

Dîvânda kullandığı bir çok beyitte sevgilinin dudağı yerine kullanılır, bunun dışında kan, gözyaşı, gül, lâle ve şarap ile ilgili tasavvurlarda yer alır. Kırmızı rengi dolayısıyla dîvânda en çok sevgilinin dudağına benzetilir:


Sâkiyâ min-ba’d sunma bûsesüz câm-ı şarâb
Ârzû-yı cân u dil la’l-i leb-i dildâr ider
(G.82/4)

Yâkut ve mercan dîvânda beraber zikredilmiştir. Yâkut, kırmızı, sarı, beyaz ve mavi renkleri olan değerli bir taştır. Bir beyitte, yâkut ve mercan âşığın göz yaşı için benzetme unsuru olur:

İşigün taşı kanlu yaşum ile olalı hem-dem
Gözümden çıkdı çokdan ‘âlemün yâkût mercânı
(G.335/5)

Zümrüd, yer aldığı bir beyitte, yeşil rengi sebebiyle zikredilir. II.Selîm’e yazılan “lâle” redifli kasîdede lâlenin gövdesi zümrüde benzetilmiştir.

Cihân deştinde Cem destûr otag-ı la’l gûn kurmış
Zümürrüd Key-kubâdı taht idinmişdür makarr lâle
(K.2/2)

Elmâs, değeri ve rengi sebebiyle göz yaşı ve söz ile ilgili tasavvurlarda kullanılmıştır. Akîk, kırmızı renkte değerli bir süslü taşıdır. Dîvânda bir kez zikredilen akîk, kırmızı rengi ve değerli olması sebebiyle âşığın göz yaşı için benzetme unsuru olur:

İşigünde gözüm yaşına bakmaz
‘Akîka ragbet olmazmış ‘Adende
(G.277/4)

c. İnci (Dür, lûlû)

Dîvânda en çok sözü edilen ve tasavvurlarda yer alan kıymetli taş incidir. “Bu kadar çok ilgi görmesinin sebebi, nisan yağmurunun sedef (inci kabuğu)in içine düşmesi sonunda meydana geldiği şeklindeki inanış, rengi, parlaklığı ve yuvarlak şeklidir.” Dîvânda bu özelliklerden dolayı, sevgili, âşık, diş, gözyaşı, ay ve söz ile ilgili tsavvurlarda sık sık yer alır. Rahîmî, ağzından dökülen sözleri iyi bir inciye benzetir:

Vasf-ı kadlünle Rahîmî râst-ı mevzûn-tab’dur
Lutf-ı güftârunla agzından yagar dürr-i hoş-âb
(G.11/7)

İnci sevgilinin dişi için dîvânda en çok zikredilen kıymetli taştır.

Güzelsin bî-belsin müntehâsın sidre hakkıçün
Ruhun cennet lebün kevser dişün lü’lü sîmâ
(G.7/6)

b. Güzel Kokular

Dîvânda adı yer alan güzel koku maddeleri, anber, misk(müşg) ve gülsuyu (Gül-âb)dur. Bu maddeler ile koku bakımından ilgi kurulur. Misk ve anber kullandığı beyitlerde sevgilinin saçının kokusu için benzetme unsuru olur:

Hemân sünbül saçun miskin sanma misk ü ‘anberdür.
Yanup tüter ruhunçün lâle san bir odlu micmerdür
(G.49/1)

Gülsuyu(Gül-âb), rengi, sıvı halde bulunması ve güzel kokusu sebebiyle kullandığı beyitlerde söz konusu edilir. Bu özellikleri sebebiyle kullandığı beyitlerde ter ve göz yaşı olarak düşünülür. Bir beyitte, âşığın göz yaşı gülsuyuna benzetilir:

Gam-ı zülfünle ruhsârun firâkından akan yaşum
Gözümün şîşesinde saklarum miskîn gül-âbumdur
(G.69/3)

c. Diğer Süs Unsurları

aa. Sürme (Kuhl, Tûtiyâ)

“Sürme, hem bir güzellik unsuru, hemde göz hastalıklarının tedâvisinde kullanılan bir maddedir. Siyah renktedir ve en meşhûr sürme Isfahan’da elde edilir.” Bu sebeple dîvânda iki beyitte kuhl ve Isfahan beraber yer alır. Sürme toz halinde bulunması sebebiyle beyitlerde sevgilinin(övülenin) ayağının toprağı, ayağın tozu için benzetilen olarak kullanılır.

Kuhl eyledüm gözüme görince izün tozın
Görince ben kulun hele sâhib-nazar mıyam
(G.214/2)

Âşık, segilinin ayağının tozunu görünce tûtiyâ(sürme)ya benzetir, öpüp yüzüne ve gözüne sürer:

Öpüp yüzüme sürdüm gözlerime tûtiyâ kıldum
Başumda devletüm varmış gubâr-ı makdemün gördüm
(G.218/2)

bb. Ayna (Âyîne, Mir’at)

Ayna, görüntüleri aksettirmesi, bu görüntülerin bir hayâlden ibâret olması, parlaklığı, cilâlanıp parlatılması ve kırılma özellikleri sebebiyle beyitlerde söz konusu edilir. Kıymetli olmaları ve dış tesirlerden korunmak için üzerinin bir örtü ile örtülmesi ve bilhassa toz ile ilgisinden dolayı değişik tasavvurlara konu olur. Bu özellikleri sebebiyle beyitlerde dünyâ, gönül , kalp, yüz, sine, su, gökyüzü(felek) ve aşık ile ilgili benzetme unsuru olarak yer alır.

Ayna bir beyitte, gönüle benzetilmiştir. Ayna gönül ehline bin çeşit sûret gösterir, mânâda gönül gizli olanı gösteren aynadır:

Gösterür ehl-i dile aynada bin şekl-i suver
Ma’nîde âyîne-i gayb-nümâdur dil
(G.168/2)

cc. Yüzük (Hâtem)

Bir süs takısı olan ve sevgilinin süslenmesinde önemli bir yeri olan yüzük, şekil bakımından göze benzetilir. Beyitlerde hâtem adıyla yer alır.

Taş işigün Rahîmî gibi basdı bagruma
Şimdi açıldı halka gibi hâtemün gözi
(G.312/5)


8. Ölçü Aletleri (Terazu, Dirhem)

Terazi, iki kefesi bulunan, bir tarafına ağırlık ölçüsü konulan, diğer kefesinde tartılacak mal bulunan bir alettir. Dîvânda bir kez zikredilen terazi, beyitte sevgilinin kıymetini, değerini ölçen bir âlete benzetilir:

Her behâsını terâzûda gören ol ‘azîz
Ben esîr-i ‘aşkun iken boynı baglu kul gibi
(G.334/5)

Bir ağırlık ve para birimi olarak dirhem dîvânda bir beyitte, sanatkarların değerini bilinmediğini ifade etmek için zikredilmiştir. Rahîmî, devrinde sanata kıymet verilmediğini, paraya rağbet edildiğini ifade eder:

Dirhem ü dînâradur rağbet hünerde yok revâc
Nakd-i ‘ömrün vir olup cehle hurîdâr ey gönül
(G.171/3)


9. Oyun Araçları

a. Çevgân, Top(Gûy)

Çevgân ve top bir bütünlük arz eder ve beyitlerde beraber kullanılır. Çevgân ucu kıvrımlı şekliyle boy olarak hayâl edilir. Top beyitlerde âşığın başı olarak tasavvur edilir, bu tasavvurda yuvarlak şekil ve yuvarlanma özelliği yer alır.

Başum top eyledüm ayaguna meydân- ‘aşkunda
Ümîdi det-busunla kadüm çevgâna dönmişdür
(G.94/3)

b. Satranç, Tavla (Nerd)

Satranç bir zemin üzerinde (nat’) değişik adlar taşıyan(şâh, ât, fîl v.b) taşlarla oynanan bir zekâ oyunudur. Şâhın mat olmasıyla oyun sona erer. Dîvânda satranç ile ilgili olarak nat’ (satranç bezi)ın dışında, satranç taşlarından şâh, at, baydak(piyâde); satranç tabiri olarak da “mat” zikredilir.

Sadranc-ı gussa at salup mât iderdi ger
Şâhun ‘atası baydakı ferzâne olmaya
(G.297/6)

Tavla(Nerd), çift zarla ve pullarla oynanan bir oyundur. Dîvânda bir kez zikredilmiştir. Beyitte satrancla beraber yer alır.

Belâ-âlüde hep bâlî mukârin mâr ile mâlı
Şehâ mansûbı bir mansûbe-i satranc ü ya nerdi
(G.341/2)

10. Giyim-Kuşam

a. Kumaş Çeşitleri

Dîvânda yer alan kumaş çeşitleri dîbâ, keçe (nemed) ve kemhâdır. Dîbâ, renkli dokuma motiflerle süslü bir çeşit ipek kumaştır. Beyitlerde sevgilinin güzel elbisesidir. Âşık sevgilinin üstündeki güzel dîbâyı seyreder:

Temâşâ eyledüm tasvîrüni dîbâ-yı hüsn üzre
Gözüm çıksın bakarsam gayra ger cevr-i cinân olsun
(G.259/5)

Keçe(nemed), dervişlerin kullandığı bir kumaş cinsidir. Dünya nimetlerinden vazgeçmenin bir işareti sayılır:

Kalbümi Jeng-i ta’allukdan musaffâ eyleyüp
Geydüm ey rûşen-likâ âyîne gibi bir nemed
(G.35/6)

(Kalbimi, pasdan, kirden temizleyip, parlak ipek gibi bir keçe giydim)

Bir çeşit ipekli kumaş olan kemhâ, dîvânda bir beyitte zikredilmiştir.

Deniz deryâya ol pür-mevc-i ma’ kemhâsını giysin
İrişdi rûzgâr-ı vuslatı niçün donanmaya
(G.289/5)

b. Giyim Eşyaları ve İlgili Unsurlar

Dîvânda, giyim ve kuşamla ilgili olarak adı geçen eşyalar arasında kabâ, cübbe, abâ, hırka, gömlek(pîrahan), etek(dâmen), dülbend(tülbent), libâs, hil’at, kaftan, şal, destâr, külâh, peçe(nikâb), yaka(girîbân), kemer, zünnârdır.

Kabâ, cübbe, abâ, hırka, dünya nimetlerinden elini çekmiş insanların giyecekleridir. Beyitlerde kabâ âşığın bedenidir. “kabâ-yı nevrûzî” terkibiyle de sevgilinin ayva tüylerine benzetme unsuru olur.

Abâ dîvânda bir kez zikredilir. Cübbe ve destâr sofu’nun giyecek eşyaları olarak dîvânda yer alır. Sofu saf kalbi ile eger aşkın dîvânesi oslaydı, cübbe ve sarığını şarab ile değişirdi:

Şarâba rehn iderdün cübbe vü destârı ey sûfi
Safâ-yı kalb ile olsan eger âvâresi ‘aşkun
(G.154/4)

Hırka zikredildiği bir beyitte, sevgilinin dudağının şarap kadehine benzetilmesinde dolayı, hırka şarap kadehiyle değiştirilecek bir unsur olarak hayâl edilir.

Gömlek(pîrâhan), sevgilinin bir giyeceği olarak düşünülür. Dîvânda gömlek ile ilgili mustakil bir gazel yer alır.



Dâmenine irmege her dem sabâ pîrâhenün
Komadı elden yakasın dil-berâ pîrâhenün
(G.158/1)

Etek(dâmen), iffetin ve temizliğin sembolüdür. Etek sevgilinin üzerine giydiği güle benzetilir. Yaka(giribân) da yırtık gibi görünüşle gül ve gonca yaprağına benzetilir. Benzerlik gül ve gonca yapraklarının parçalı oluşuna dayanır. Âşık da yakasını gül yaprağı gibi yırtar.

Gonca-i gülzâr-ı ‘ismet dâmeninde dest-i hâr
Gül gibi ben yakamı gayretden itdüm çâk hayf
(G.134/3)

Libâs, sevgilinin nurlu elbisesine benzetilir. Tülbent de sevgilinin başını örttüğü başörtüsüdür. Tülbent güneş olarak hayâl edilir. Sevgili güneşe benzeyen tülbenti sarınır, nûrlu, parlak elbisesini giyer:

Geydî nûrânî libâsın şemsi dülbendin sarup
Karşu çıkdı gün sürüp pâyunâ yüz mânend-i âb
(G.14/2)

Hil’ât, kaftan ve şal makam ve şöhret ifade eder. Rahîmî’nin baharın gelişinin anlattığı kasîdesinde tabiatın yediden canlanması dolayısıyla hil’ât gülün yeni elbisesine benzetilir.

Biçildi şâh-ı gül egnine çün nev-rûzî hil’atler
Çıkarsın çînî kaftânın benefşe tutmasun mâtem
(K.5/5)
Başa giyilen bir eşya külâh, şarap kadehi olarak hayâl edilir. Beyitlerde, “şeb-külâh”(Gece giyilen külâh), bir külâh cinsi olarak yer alır.

Çerh-ı sincâbîde mâh u hâle sandum göricek
Geymiş ol meh-rû meger sammûrdan şeb-külâh
(G.276/1)

Peçe(nikâb), sevgilinin utangaçlığı sebebiyle yüzünü örten bir unsur olarak şafak ve kırmızı gül olarak düşünülür.

Gün gördi gün yüzün kızarup oldı şermsâr
Sanman şafak yüzine dutar bir nikâb-ı sürh
(G.30/3)

(Parlak yüzün gün gördü utangaçlığından kızardı, bir kırmızı peçe tutar yüzüne, şafak sanmayın.)

Kemer beyitlerde, yok olan beli ortaya çıkaran bir unsur ve beli saran özelliği ile de sevgilinin etrafını çeviren agyâra benzetilir.

Agyâr kenârını kemer gibi kuşatmış
Kılıç kemerin kim olur âh ol kemerinden
(G.228/3)

Zünnâr, papazların bellerine bağladıkları, uzun siyah renkli bir kuşaktır. Bu özellikleri sebebiyle yer aldığı beyitlerde sevgilinin saçına benzetilir. Sevgilinin zünnara benzeyen saçını gören müslümanlar hristiyan olur:

Mü’min-i sad salagörse zülfünün zünnârını
Ey sanem sevdâ-yı İslâmı koyup tersâ olur
(G.63/2)

11. Yazı ile İlgili Araç ve Gereçler

a. Kâğıt, Tûmar, Levh, Defter, Kitap

Kâğıt ve defter üzerlerine yazı yazmaya yarayan unsurlardandır. Yer aldıkları beyitlerde sevgiliye olan aşkın yazıldığı ve sevgilinin güzelliğinin resm edildiği unsurlar olarak hayâl edilir.

Vasf-ı haddün kâtib-i eşküm yazarken çihreme
Al kagıddan yanumca tutdı bir defter hazân
(K.3./17)

Dürülmüş kağıtlar (Tûmar), dîvânda iki kez zikredilmiştir. Beyitlerde, âşığın sevgiliden ayrı kaldığı gurbette, halini yazdığı kağıtların çokluğunu anlatmak için yer alır:

Eger dinlense şâhum vasf-ı hâlüm
Yazardum kapuna tumâr-ı gurbet
(G.23/5)

Kitap yer aldığı beyitlerde “kitâb-ı aşk” terkibi içinde yer alır. Levh, üzerine resim, yazı gibi şeyler yazılabilen nesnedir. Levh beyitlerde sevgilinin sûreti ile beraber zikredilir. Âşık, sevgilinin güzelliğini seyrederken, levh üzerine sûretini kalem dahi çizmemişti:


Mir’ât-ı vef.âda ben seyr eyler idüm hüsnün
Levh üzre kalem dahi yazmamış idi sûret
(K.5/5)


b. Devât, Kalem(Hâme), Pergel(Pergâr)

“Devât, içine mürekkep konulan kaba verilen addır. Çeşitli ağaç ve madenlerden yapılır” Şekil benzerliği ve içine konulan mürekkebin rengi sebebiyle beyitlerde göz ve göz yaşı olarak hayâl edilir. Göz tasavvurunda, âşık keder destanının bölümlerini yazarken akıttığı kanlı göz yaşları mürekkeb, çehresi sayfa, gözleride devâttır:

Dâstân-ı gussamun her fasl u bâbın yazmaga
Kanlu yaşum sürh çihrem safhadur çeşmüm devât
(G.20/6)

Kalem, yazı ile ilgili malzemelerden dîvânda en çok sözü edilendir. Kalem yer aldığı beyitlerde sevgilinin görüşün, biçimini resm etmeye yarayan araç olarak düşünülür. Âşık sevgilinin güzel şeklini gözünde resm ederken kalem levh üzerine daha görünüşünü resm etmemişti:

Müjem resm eyler iken gözde şekl-i hüsn-i matbû’un
Kalem levh üzre tahrîr itmemişdi dahi sûret nakş
(G.122/5)

Bir beyitte yer alan pergel(pergâr), iki ayağı olması, bir ayağının bir noktada sabit bulunması, diğer ayağı ile, sabit ayağının bulunduğu noktadan aynı uzaklıktaki noktaları birleştirerek, bir dair çizmesi gibi özellikleri bakımından beyitte sevgilinin zayıf bedeni ile ilgili tasavvurda yer alır.

Çevirdi başumı çerh atdı nokta gibi ortaya
Kıyı çizmekde gûyâ kendü bir pergâra dönmişdür
(G.99/3)


12. Silâhlar ve İlgili Malzeme

a. Kılıç (Tîg), Hançer, Ok(Tîr, Nâvek), Peykân, Yay (Kemân)

Bunlar dîvânda en çok sözü edilen silahlardır. Bunun en önemli sebebi, sevgilinin güzellik unsurlarından olan kaş, kirpik ve gamzenin öldürücü silahlar olarak düşünülmesidir. Kaş ve kirpik ile bu siahlar arasında bir şekil benzerliği söz konusudur.

Kılıç(Tîg), şekil, kesme, ayırma, ölüme sebep olma özellikleri dolayısıyla beyitlerde, kaş, kirpik, gamze, cefâ, gam ile ilgili tasavvurlarda yer alır. Sevgilinin kirpiğinin kılıcı âşığın gönlünü parça parça eder:

Tîg-i müjen gamıyla tenüm yara yaradur
Dil şerha şerha oldı ciger pâre pâredür
(Müf.22)

Bir yakın döğüş silahı olan ve kılıca göre daha kısa bulunan hançer de sevgilinin güzellik unsurlarıyla ilgili tasavvurlara konu olur.

Şerha şerha sînemün zahmını hem dil yarasın
Hançerünle dilleşüp ruhsat bulursam söyleşem
(G.223/6)

Ok ve yay silah olarak bir bütünlük gösterirler. Uzak mesafelere ulaşabilmeleri, yaralanma, ölüme sebep olma özellikleriyle ok beyitlerde, âşığın âhı, belâ, cefâ, kâş, kirpik ile ilgili tasavvurlara konu olur. Yayda şekil benzerliği ile sevgilinin kaşıdır.

İdelden başku bagrum tî-r-i müjgâna nişân ebrû
Büküp ey kaşı ok kaddümi eyler kemân ebrû
(G.270/1)

Okun ucundaki sivri demir olan peykân, şekil bakımından sevgilinin diş ve gamzesi olarak tasavvur edilir. Sevgilinin gamzesi âşığı öldüren peykândır:

Bitmedi gamzenün ey yâr yürekde zahmı
Kaldı cân içre o peykân ile öldüm gitti
(G.345/3)

b. Şeşper

Altı dilimli bir topuz olan şeşper, öldürücü bir silahdır. Dîvanda bir kez zikredilir. Şeşper altı dilimli olma özelliğinden dolayı lâleye benzetilir. Lâlenin yapraklarında dilimli olması bu tasavvurda önemli bir sebepdir.

Benefşe gibi şol sen tâcdâra egmeyen başın
Diline hançer-i sûsen başına şeş-per lâle
(K.2/56)

c. Kalkan

Bir koruma vasıtası olan kalkan bu özelliği sebebiyle yer aldığı beyitlerde sevgilinin kirpik oklarına karşı âşığın sinesine benzetilir.

Menzil olmaya müjen tîrine cân bir kez diyü
Sînemi kalkan bu kaddüm yâ kemân itsem dirün
(G.266/2)

ç. Kılıf (Gılâf)

Kılıç(Gılâf), kılıcın içine konduğu kındır. Dîvanda bir kez zikredilir. Beyitte, âşığın göğsünden çıkan parlak kılıca benzetilen âhın, kılıf değil parlak kılıç olduğunu belirtmek için kullanılır. Kılıf(Gılâf)ın genelde koyu renkte ve deriden olması bu tasavvurda önemli bir sebep olarak göze çarpar.

Şâyi’olur şu’le-i şemşîr-i âhum sîneden
Berk-ı ‘âlem-tâba ey meh-rû olur mı hîç gılâf
(G.131/5)

d. Alem, Sancak (Livâ, Râyet), Tâc

Alem, bir sembol olarak beyitlerde, âşığın âhına benzetilir. Âşık, sevgilinin hasretinden gam diyarının padişâhıdır âh da alemidir:
Sipâhum eşk-i hasret sîne tablamdur ‘alem âhum
Diyâr-ı gamda şimdi pâdişâhum pâdişâyam ben
(G.238/5)

Sancak, olay bayrağıdır. Dîvanda kullanıldığı beyitlerde lâle, boy ve gam olarak hayal edilir. Şekil olarak lâlenin düz ve yapraklarının kırmızı olmasıyla ilgi kurulur. Sevgilinin boyunun düzgünlüğü sancağa benzetilir. Âşıkta sevgilinin hasretinden gam ülkesine sancağını diker.

Sultanların başlarını giydiği tâc kıymetli taşlarla süslü olması sebebiyle güneş, hilâl, kadeh, yara olarak hayâl edilir. Tasavvurlarda şekil benzerliğide söz konusudur. Tâc bir beyitte tarikat şeyhlerinin giydiği başlık olarak düşünülür.

Tâlib-i genc-i bekâ oldum fenâdan çekdüm el
Baş açuk abdâl olup tâc u kabâdan çekdüm el
(G.170/1)


13. Mûsikî Aletleri

Dîvanda, vurmalı çalgılardan deff(tef); nefesli çalgılardan ney(nây); telli çalgılardan çeng, rebâb, sâz ve ûd’un adları yer alır.

Vurmalı çalgılardan olan tef(deff), sesi dolayısıyla âşığın feryadı ve yüzüne benzetilir.

Bezm-i ‘aşkunda musâhib şâhidüm gam dil nedîm
Eşk-i hasret mey yüzüm deff nâle ney bagrum kebâb
(G.13/3)

Nefesli bir çalgı olan ney(nây), iniltili yanık sesi, içinin hava (aşk) ile dolu oluşu ve delikleri sebebiyle âşık, âşıgın feryadı ve âşıgın bedeni olarak hayâl edilir. Kamıştan yapılmış olması da tasavvurlarda yer alır. Âşığın göğsü âh ile ney’in gövdesi gibi delinir:

Bezm-i gamda âh kim benzüm çalındı derd ile
Ney gibi bagrum delindi başladum sâz olmaga
(G.283/4)

Telli çalğılardan çeng, sesi sebebiyle aşığın “âh u nâle”si ile ilgili tasavvurlarda yer alır. Gövdesi hindistan cevizinden yapılan bir çeşit kemançe olan rebâb sesi sebebiyle âşıgın feryadına benzetilir.

Bir fenâ âbdâlıyam ben tekyegâh-ı ‘aşkunun
Nâle vü feryâddan nây u rebâbum var benim
(G.192/6)
Dîvanda iki kez zikredilen ûd, çıkardığı ses dolayısıyla âşığın, sevgilinin ateşiyle yanması ve çıkardığı “feryâd u nâle”sine benzetilir.

Yüzüm deff şîvenüm nâyum figân u nâle ‘ûdumdur
Pür itdüm na’ra-i ‘aşkunla şimdi bezm-i ‘uşşakı
(G. 347/2)



KAYNAKÇA

ÇAVUŞOĞLU Mehmet, Necâti Bey Dîvanı’nın Tahlili, İstanbul 1971.

DEVELLİOĞLU Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara 2001.

MERMER Ahmet, Kütahyalı Rahîmî ve Dîvânı, İstanbul 2004.

PALA İskender, Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü, Ankara 1989.

SEFERCİOĞLU, M. Nejat, Nev’i Dîvânı’nın Tahlili, Ankara 2001.

SÖZ BAŞI

Şehirler, medeniyetlerin ve ülkelerin önemli göstergeleridir. Her medeniyetin kendine özgü bir şehir anlayışı vardır. Bir medeniyet dairesi içerisine bazı şehirler, kültür, sanat ve bilim gelişmesinde önemli faktörlerdir. Osmanlı kültürü ve sanatının medeniyet dünyasına sundukları merkezler önemli şehirlerdir. İşte bu önemli şehirlerden biriside, Kütahya’dır.
Kütahya, Germiyanoğulları ve Osmanlılar zamanında XVI. Yüzyıla kadar canlı bir kültür, sanat ve bilim merkezlerinden biri olmuştur. Dîvân edebiyatının kuruluş ve gelişmesinde önemli bir şehir olan Kütahya, aynı zamanda bir edebi muhîttir. Şehirler, yetiştirdikleri bilim, kültür ve sanat adamlarıyla değer kazanır, onlarla birlikte yaşar. Kütahya’dan da önemli bilim ve sanat adamları yetişmiştir.
XVI. yüzyılda yaşamış, kendini ve sanatını Kütahya’ya hasretmiş bugüne kadar tanınmamış bir şâir de Rahîmî’dir. Rahîmî dîvânı’ndaki cemîyet unsurlarının tahlili olan bu çalışma da dîvânı’n içindeki cemîyet unsurlarının beyitlerde nasıl kullanıldığını ve dîvânda ki sosyal hayatın izlerini yansıtmaya çalıştık.

Bu çalışmayı hazırlamamda maddi ve manevi desteklerini esirgemeyen danışmanım Yrd. Doç. Dr. Mustafa GÜNEŞ’e teşekkürü yerine getirilmesi gereken bir vazife addederim.

Hakan AKPINAR
Mayıs 2005

BU TEZ HAKAN AKPINAR TARAFINDAN HAZIRLANMIŞTIR.KAYNAK GÖSTERİLMEDEN KULLANILIRSA YASAL İŞLEM BAŞLATILACAKTIR.SİTEMİZDEN BU TEZİN KAYNAK GÖSTERİLMEDEN KULLANILMASI DA YASAKTIR.

Hiç yorum yok:

reklam izle kazan

SPONSOR REKLAMLAR