23 Şubat 2008 Cumartesi

EHLİ SÜNNET YOLUNUN FAZİLETİ

EHLİ SÜNNET YOLUNUN FAZİLETİ
“Sünnet” yol manasına gelen isimlerden birisidir. Sünnet, doğru yola verilen addır. Bu manada tarik, tarikat, senen, sünnet, hacec, mahacce gibi kelimeleri de kullanılır. Bu kelimelerin hepsi de yol manasındadır.
EHL-İ SÜNNET YOLUNDA GİDENLERİN ÖZELLİKLERİ
Sünnet yolunun ve bu yolda gidenlerin temel özellikleri özetle şunlardır: Her şeyde az dünyalık ile yetinmek. Allahu Teala’nın verdiği en az şeye kanaat etmek. Her şeyde ve işte Allah için tevazu göstermek. Bir haberde şöyle rivayet edilmiştir: “İbadetlerin en faziletlisi, tevazudur.”( Ebu Nuaym, Hilye, III, 80; İbnu’l-Cevzi, el-İlel, No: 1359 )Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Dört şey var ki bunların bir insanda bulunması imrenilecek bir durumdur. İbadetin evveli olan tevazu, sükut, Allah'ın zikri ve az mala sahip olmak.”( Bkz: Hakim, Müstedrek, IV, 311; Tabarani, el-kebir, I, 229; İbnu Ebi’d-Dünya, K. Zemmi’d-Dünya, No: 97; İbnu Mubarek, K. Zühd, No: 629. ) Tevazu, şu beş şeyde olur; sözde, fiilde, giyside, ev eşyasında ve evde. Bir müminde bunların bir kısmının bulunması mümkündür. Her kim bu beş hususta tevazuya uygun davranış gösterirse o, mütevazi bir kimsedir.Tevazunun zıddı kibirdir. Kibir de, yukarıdaki beş hususta tevazuya aykırı davranmakla ortaya çıkar. Mümin, bunların bir kısmına mübtela olup, bir kısmından kurtulmuş olabilir. Ama kimde bütün kibir hâlleri tam olarak bulunursa, o, kibirli bir kimsedir. Kibrin oluştuğu ve yerleştiği yer kalptir. Kibir, fiil ve sözlerde ortaya çıkar.
ŞÜPHELİ İŞLERDE İHTİYATLI OLMAK
Ehl-i Sünnet’in temel özelliklerinden birisi de, ilim ve amellerde şüpheli bir şey görüldüğünde, ondan kaçınıp söz veya fiille ona dalmamaktır. Sünnet yolunda gidenler, şüpheli bir şeyle karşılaştıkları zaman, onu ne tamamen reddederler, ne de olduğu gibi kabul ederler. Red ve inkar konusunda sükut edip ihtiyatlı davranırlar. Çünkü şüpheli şeyde hem doğru ve hem de yanlış olma ihtimali vardır. Bunun için, doğruyu inkar etmekten ve bâtıla doğru diye inanmaktan çekindikleri için böyle davranırlar. Onlar, bu konudaki asıl hükmü Allahu Teala’ya havale ederek:“Bu konunun aslı Allah katında nasılsa, ben ona iman ettim” derler. İhtilaflı meselelerde işin hakikatini Allahu Teala’ya havale ederek sükut etmek, müminler için bir ibadet şeklidir. Allahu Teala, ilimde derinleşmiş alimleri bu sıfatlarıyla tanıtmış,(Bkz: Al-i İmran 3/7.) başka bir ayetinde Yüce Zatına yemin ederek, müşkil meselelerin çözümünde kendisine tam bir teslimiyetle teslim olmayanların mümin olmadığını belirtmiştir.( Nisa 4/65. ) Allahu Teala, kendisine teslimiyetin müminlerin imanını artıracağını şöyle belirtmiştir:“Bu, ancak onların imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı.”(Ahzab, 33/22)Bir haberde şöyle buyrulmuştur:“Üç türlü iş vardır: Doğruluğu açığa çıkmış iş; onu izleyin. Yanlış olduğu belli olan iş; ondan uzak durun. Şüpheli olan işler; onu bilene danışın.”( Ahmed, K. Zühd, No. 328; İbnu Asakir, Tarih, cilt: 47, shf: 458. (Beyrut, 1997) İbnu Mesud (r.a) konuyla ilgili olarak şöyle demiştir: “Yollarda işaretler olduğu gibi bu Kur'an’ın da apaçık işaretleri vardır. Kur’an’dan bildiklerinizle amel edin; bilmediklerinizi de bilenlere havale edin”. Başka bir sefer şöyle demiştir: “Bugün öyle bir zamandasınız ki en hayırlınız, bildiği ile amel etmede acele edenlerdir. Öyle bir zaman gelecek ki en hayırlınız, acele etmeyip işin iç yüzünü araştıranlar olacaktır.”Yani, ilk asırda doğrular apaçık ortada idi. Daha sonraki zamanlarda ise, şüphelerin artmasıyla birlikte doğrular karışık ve kapalı hâle gelmiştir. Günümüzde olduğu gibi. Bu gün insanların en hayırlısı, takvayı bulmak için işin asılını araştıranlardır. İlk devirde ise insanların en hayırlısı, hiç beklemeden hemen faziletli işlere koşanlar idi. İslam’ın teslimiyet göstermek, iman ise tasdik etmek olduğunu şu okuyuş şekillerinde de görmek mümkündür. Tabiun’dan Cafer b. Muhammed ve Ebu Muhammed Cafer b. Ali şu iki ayeti bu manada okumuşlardır: “Bizi, sana teslim olanlardan yap.”( Bakara, 2/128.)“Onlar ayetlerimize iman etmiş ve teslim olmuşlardı.”(Zuhruf, 43/69.)Eğer iman ve teslimiyet aynı manada olmasalardı, bu zatların farklı bir kıraatla okumaları caiz olmazdı. Aynı şekilde Rasûlullah da (s.a.v), bir yönü hakka, bir yönü batıla bakan karışık hükümlerde ihtiyatlı davranmayı emrederek şöyle buyurmuştur: “Kitab Ehli'nin/Yahudi ve Hrıstiyanların söylediklerini ne tasdik edin, ne de yalanlayın. Sadece; Biz Allah'a, O’nun bize indirdiği Kitaba ve size indirdiğine iman ettik, deyin.”( Buhari. Tefsiru Sûre (2), 11; Ebu Davud, İlm, 2; İbnu Hıbban, Sahih, No: 6257; Ahmed, Müsned, IV; 136; )Çünkü Tevrat, Allah tarafından indirilmiş hak bir kitaptır.. Bununla birlikte Allahu Teala, İsrailoğulları’nın onu tahrif ettiklerini de haber vermiştir. Onların müminlere naklettikleri ve haber verdikleri kısımların Allah tarafından indirilen ayetler olması muhtemeldir. Bu durumda, onu yalanmak ve inkar etmek helal olmaz. Onların haber verdiği kısımların tahrif edildiği, Allah tarafından bildirilen ayetler de olabilir. Bu durumda da onların ayet olduğunu kabul itikad etmek helal değildir. Bunun Resûlullah (s.a.v), onlara her ikisinden de geri durmalarını ve Allahu Teala’nın indirdiklerine toptan iman etmelerini emretmiştir. Böylece İsrailoğulları'nın Tevrat'a dayanarak verdikleri haberler eğer hak ise zaten bu sözle ona iman edilmiş olmakta, eğer verdikleri haber batıl ise, bu söz onlara bir zarar vermemektedir.Müslüman; aklıyla delilini ortaya koyamadığı şeylere de teslim olan kimsedir. Çünkü bu şeylerin var olması Allah’ın kudretinde mümkündür. Ayrıca o şey Hz. Peygamber’in sünnetinde bildirilmekte ve alimler tarafından nakledilmektedir. Mümin de, gözüyle görmediği şeyleri tasdik eden kimsedir. Buna gabya iman denir. Bedenin görme vasıtası göz olduğu gibi; akıl da kalbin görme vasıtasıdır.Resûlullah (s.a.v), şöyle buyurmuştur: “Aklı erinceye kadar deliden mesuliyet kaldırılmıştır.”( Buharî, Talak, 11, Hudud, 22; Ebu Davud, Hudud, 17; Nesa’î, Talak, 21; İbnu Mace, Talak, 15; Darimî, Hudud, 1; Ahmed, Müsned, 1, 118, 140, VI, 101)Allahu Teala da şöyle buyurmuştur: “Gözü görmeyen için bir güçlük/sorumluluk yoktur.”( Nur, 24/61.)
FAYDASIZ İŞLERİ TERK ETMEK
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaatin temel özelliklerinden biri de kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmektir. Müslüman, kendisini ilgilendiren şeylerle yetinmeli, kendisini ilgilendirmeyen hususlara dalmamalıdır. Tekellüfü yani üstüne vazife olmayan şeylerin altına girip kendini zora sokmayı Resûlullah (s.a.v), yasaklamış ( Bkz: Buhari, İ’tisam, 3; Ahmed, Müsned, V, 441; Tabarani, el-Kebir, No: 6083. ) ve ümmetinin muttakilerinin bundan uzak olduğunu haber vermiştir.( Zebidi, İthaf, VII, 152; Aclûnî, Keşfu’l-Hafa, No: 610 )Üzerine lazım olmayan işlerle uğraşmak, kişinin kendisini ilgilendiren hususlarla uğraşmasını engeller. Akıl sahibi her müslüman, kendini ilgilendiren şeylerle meşgul olur. Hz. Lokman (a.s)’ın haber verdiği gibi; hikmete ulaşmanın yolu, kendine lazım olmayan işleri terk etmektir. Hz. Lokman'a: “Size hikmet hangi yolla verildi?” diye sorulunca; şu cevabı vermiştir: “Hikmet bana iki yolla verildi. Birincisi, ben, beni ilgilendirmeyen şeyi üstüme vazife almam; ikincisi de, üzerime aldığım işi de ortada bırakmam.”Kişiyi ilgilendirmeyen şey; bilinmemesinin zarar vermediği, yapılmasının da fayda sağlamadığı şeydir. Bu tür şeyler, onu yapana bir fazilet olmaz; anlatmak da, anlatan ve dinleyene bir fayda sağlamaz.
KİMSEYE EZİYET VERMEMEK
Ehli Sünnet’in özelliklerinden birisi de müslüman kardeşlerine eziyet etmemektir. Bu güzel sıfat, vera ve takvadan kaynaklanır.Sehl (r.a) şöyle derdi: “Müslümanlara eziyet etmemek aklın kazancı, başkalarının eziyetlerine tahammül etmek ilmin kazancı, halka karşı dürüst olmak ve onlara merhametle muamele etmek de imanın kazancıdır.”
KÖTÜ ALIŞKANLIKLARI TERK ETMEK
Ehl-i sünnet yolunda giden kimseye gereken işlerden birisi de, kulun, âhireti için amel etmekten alıkoyan nefsânî alışkanlıklarını terk etmesidir . Bunun için nefisle mücadele etmek gereklidir. Eğer nefsin alışkanlık hâline getirdiği bir şehveti yoksa, bu defa nefis kalbi ona çekmekle uğraşır. Gerçekten kötü âdet/bir şeyi alışkanlık hâline getirmek, insanı devamlı mağlup eden bir ordu gibidir. Bu sebeple tövbe etmek çok zor olmaktadır. Alıştığı şeyin kendisine galip gelmesinden dolayı, kul istikametten ayrılmaktadır. Alışkanlık, arzu ve hevanın kalbe gireceği kapılardan en büyük bir kapıdır. Kula emredilen veya teşvik edilen işlerin dışındaki her türlü alışkanlık, kötü âdettir.Ebu Süleyman Dârânî (rah) şöyle demiştir: “Yemek yemek için belli bir zaman tayin etmemeye gücün yeterse, bunu yap; bu konuda nefsin seninle çekişmeye girse de, söylediğimi yapmaya çalış!”Yine o demiştir ki: “Akşam yemeğimden bir lokmayı terk etmem benim için, geceyi ibadetle geçirmekten daha sevimlidir.” Çünkü bunda, nefsi alışkın olduğu şeyden uzaklaştırıp az bir şeyle yetinmek mevcuttur. Yine Sehl (rah) şöyle demiştir: “Nefsin arzularından birini terk etmek kalp için, bir yıl nafile oruç tutmaktan ve ibadet etmekten daha faydalıdır.” Bütün bunlar, nefsin kötü âdetlere alışıp insanı devamlı o yöne çekme endişesiyle söylenmiştir. Bu durumda nefsin sıfatı galip gelir ve onu zaptetmek mümkün olmaz. Onun için önceden tedbirini almak gerekir.
GÜZEL KULLUK İÇİN SABIR
Ehli Sünnet yolunda gidenlerin bir temel özelliği de, kendilerine emredilen ibadetleri yapma ve yasaklanan kötü işlerden kaçınma konusunda güzel sabır göstermeleridir. Bu, en faziletli amellerden olup, kulun fazilet ve derecesini artırır. Hz. Ebû Hureyre’nin (r.a) naklettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Haramlardan sakın ki insanların en güzel ibadet edeni olasın.”( Tirmizî, Zühd; 2;Ahmed, Müsned, II, 310. )Bu hadisin başka bir rivayetinde: “insanların en takvalısı olasın” ifadesi yer almıştır.Haramlardan kaçınma konusunda gösterilen sabra verilen sevabın büyüklüğü hakkında duyduğum en güzel şey, bize İsrailiyyat kaynaklarında anlatılan şu hadisedir: “Adamın biri, bir aylık uzaklıktaki bir beldeden evlendi. Hanımını getirmesi için hizmetçisini oraya gönderdi. Hizmetçi, hanımı alarak yola çıktı.Karanlık çökünce şeytan hizmetçiye: “Şu anda seninle bu kadının kocası arasında bir aylık mesafe var. Kocasının yanına varıncaya kadar, bir ay boyunca geceleri ondan zevk alsan olmaz mı? Kadın bu teklifini kötü karşılamaz; ayrıca efendinin yanında seni iyi bir insan olarak anlatır. Sen onun yanında daha itibarlı olursun!” Diye vesvese verdi. Hizmetçi, şeytanın bu vesvesesinden sonra kalktı, namaza durdu. Rabbine şöyle yalvardı: “Ey Rabbim, düşmanım geldi; beni sana isyana teşvik ediyor. Benim bir ay boyunca ona dayanacak gücüm yok. Onun şerrinden sana sığınıyorum. Ey Rabbim, beni ondan koru.”Hizmetçi, gecenin tamamını bu şekilde Allah’a niyaz ederek ve nefsiyle mücadele hâlinde geçirdi. Nihayet seher vakti oldu. Hemen kadının bineğini hazırladı, onu bindirerek yola koyuldular. Allah ona merhamet etti ve bir aylık yolu kısaltıverdi. Tan yeri ağarır ağarmaz efendisinin şehri ufukta göründü. Allahu Teala, günahtan kaçıp kendisine sığınan bu kulunun yaptığından memnun olmuş ve onu kötülüğe karşı uyandırıp korumuştu. Bu zat, daha sonra İsrailoğulları’na peygamber oldu.
GÖNLÜ DÜNYADAN ÇEKİP AHİRETE YÖNELTMEK
Ehl-i Sünnet yolunda gidenlerin temel özelliklerinden birisi de geleceği/ahireti için hazırlanmaktır. Bu davranış, insanlardan yüz çevirip ahiret için çalışan, nefsinin terbiyesi ile meşgul olup ona yönelen kimsenin alametidir. Artık bu kulun dünyadan gözünü ve gönlünü çekip ahirete hazırlanması gereklidir.Nefsin aşırı zevk ve isteklerinden gönlü çekmek ve şüpheli şeylerin çoğundan kaçınmak zaten farz kılınmıştır. Ehl-i Sünnet yolunda gidenlerin bir ahlakı da, insanlarla ve dünya işleriyle ilgili konularda çok az konuşmalarıdır. Bu, güzel bir ahlaktır. Çünkü, insanları ve dünya işlerini fazla zikretmek, insanı gaflete düşürür, kalbi katılaştırır. Bu yolda olana gereken şey, Allahu Teala’yı çokça zikretmek, O’nu hatırlamak, O’nun nimetlerini düşünmek, O’na güzelce hamd ve sena etmektir.Alimlerden birisi şöyle demiştir. “Bizim meclisimize devam edecek kimse şu üç şeyden kaçınmalıdır: İnsanları zikretmekten kaçınmalıdır; çünkü insanlar kalp için bir hastalıktır. Dünyayı zikretmekten kaçınmalıdır; çünkü dünya kalbi katılaştırır. Çok yemek yemekten kaçınmalıdır; çünkü çok yemek işin en kötüsüdür.”Sehl (r.a) şöyle demiştir: “Sünnet, Allah Resûlü’nün ve Onun ashabının takip ettikleri yoldur. Sünnete tâbî olmanın ilk şartı, dünyaya karşı zühd sahibi olmaktır.” Resûlullah (s.a.v), ümmetinden kurtuluşa eren grubu tanıtırken şöyle buyurmuştur: “Onlar, benim ve ashabımın gittikleri yolda gidenlerdir.”( Hakim, Müstedrek, I, 129; Tabarani, el-Kebir, No: 7659; es-Sağır, No: 724; Heysemi, ez-Zevaid, I, 179; VII, 259. )Onlar, bu zikrettiğimiz sıfatlarda bulunuyorlardı. Kim, bu sıfatlara sahip olursa o, sünnet üzere yaşayan bir kimsedir. Bunlar, sünnet yolunun faziletleridir. Bunlar, ileri seviyedeki bir iman ve güzel yakîn ile elde edilecek güzelliklerdir.
Menzil.Net - Tasavvufi yazılar..

Hiç yorum yok:

reklam izle kazan

SPONSOR REKLAMLAR