7 Aralık 2008 Pazar

ŞAPKA DÂVÂSI -1950-

ŞAPKA DÂVÂSI -1950-

İtham edildiğimiz 163 ncü maddenin hakkımızdaki itham fıkrası malumdur. Bu fıkraya göre, suçun teşekkülü için tam dört adet suç unsuru lazımdır:

1- Evvelâ ve herşeyden evvel lâikliğe zıt bir maksat gütmek...

2- Bu maksatla devletin temel nizamlarından birinin dine uydurulmasını istemek...

3- Bunun için aynı temel nizama tekabül eden dinî bir esası ileriye sürmek...

4- Bu hususta, açıkça her iki esasın birbiriyle değiştirilmesi için propaganda yapmak...

Açıktır ki, bu dört unsurdan bir tanesi eksik olsa, kanunun çerçevelediği suç teşekkül ve tekemmül etmez.

Şöyle ki:

Maddeye göre, müstakil olarak, "ben laikliğe zıttım" demek suç değildir. Yine müstakil olarak, devletin temel nizamlarından birini tenkid etmek ve değiştirilmesini istemek suç değildir. Yine müstakil olarak, dinî bir esası müdafaa etmek, her şeyden üstün görmek suç değildir. Hatta devlete ait bir esasla dinî bir esası, dinî olduğu için değil, aklen ve ilmen üstün olduğu için daha menfaatli bulmak suç değildir. Hatta ve hatta, laikliğe tamamen zıt olarak, dinî bir esası, devletin bir esasına tekabül ettirip bu esasların sadece ilmî ve fikrî mukayesesini yapmak ve asla propaganda ve telkine yanaşmadan herkesi hükmünde serbest bırakmak, kezalik suç değildir.

O halde bu maddeye göre suç nedir?

Mutlaka laikliğe zıt olmak, mutlaka dinî bir esası öne sürmek, bununla mutlaka devletin temel nizamlarından birinin değiştirilmesini istemek, bu isteğin mutlaka propaganda ve telkinini yapmak... Ve bu dört unsuru mutlaka bir arada toplamak ve kullanmak...

Unsurlardan bir tanesi dahi eksik olsa, kanun maddesinin suç ifadesi teşekkül ve tekemmül etmeyeceği halde, ne akıllara zarar tecellidir ki, (kıyafet ve şapka) yazısında bu unsurlardan hiçbir tanesi, ilaç olsun yoktur. Hiç bir tanesi yoktur demek kâfi gelmez. Hiçbir tanesinin gölgesi bile yoktur.

Herşeyden evvel yazının bütün ruh ve gayesi, tamamiyle millî ve kanunî bir şahsiyet davasının müdafaasını hedef tutuyor.

12 paragraftan ibaret olan (kıyafet ve şapka) yazısının, birinci paragrafından sonuncusuna kadar, hem parça, hem de bütün halinde taşıdığı mana, millî ve kanunî bir şahsiyet ifadesine sahip olmak tezidir. Bazı temyiz içtihatlarına göre herhangi bir yazı üzerinde hükme medar nokta, o yazının küllî medlulünden ibaret bulunmak lazım gelirken, bizim yazımızda hem cüz'i medluller, hem de küllî medlul, müttefikan ve şahsiyet müdafaasından başka bir hedef gözetilmediğini göstermektedir. Olanca maksadımız şudur:

" - Her milletin kendisine göre kılıkta bile aşikâr bir şahsiyeti, bir şahsiyet ifadesi vardır. Biz de şahsiyetimizi bulalım ve taklitçilikten kaçınalım!..

Umumî ve terkibi bir teşhis gözüyle hal böyle iken, hususî ve tahlilî bakışlarla da vaziyet aynıdır.

Zira İslamiyette, dinî bir esrar ifade eden ve bu bakımdan bizce ileriye sürülmüş olan hiçbir serpuş nev'i ve davası yoktur.

Arap, keyfe ve agal isimli millî bir serpuş giyer. İranlı, başına, ismini bilemediğimiz takke şeklinde basık ve siyah birşey geçirir. Arnavudun beyaz bir külahı vardır. Çerkeş kafasına, astragan kalpak oturtur. Lazın, dolak şeklinde hususî bir serpuşu olduğunu herkes bilir. Kürdün serpuşu, heybetli bir kalpaktır. Aşiret Türklerinin kafasındaki, tas şeklinde "börk"dür. Hint usûlü kafa sargısı malum vs..

Görülüyor ki, bütün bu milletler, ayrı ayrı müslüman oldukları halde her birinin serpuşu ayrı ve kavmîdir. Demek ki, İslamiyette, dinî bir esası belirten sabit ve mutlak bir serpuş şekli ve davası yoktur. Olsaydı hepsinin birden onu giymesi icabetmez miydi?

Esasen bütün bu müşahhas unsurlara ihtiyaç olmadan, dinî bir kültüre malik her müslüman doğrudan doğruya takdir eder ki, serpuş, dinde, hiçbir din usûlüne dahil bir esas değildir. Vaziyet, müslümanlığı temsil eden muhtelif milletler topluluğunda bu bariz hakikati ışıldatırken, hıristiyan milletler camiasında da şapkanın, sabit ve herkesçe müşterek bir remz belirtmediği apaçıktır. İskoçyalının "kep"i, Fransızın beresi, İsviçrelinin sivri külahı, Rus'un kalpağı meydandadır. Hatta İspanyol'un şapkası başka, İtalya'nın, Alman'ın, Avusturyalı'nın, Sırb'ın, Bulgar'ın şapkaları teker teker ayrı ve başka başkadır.

O halde serpuşun ancak millî ve kavmî bir şahsiyet ifadesine mahsus bir şekil olduğu ve hem İslamiyette, hem de sair dinlerde bir esas belirtmediği bedahet üstü bir bedahatle sabittir. Ayrıca biz geriye doğru fes veya kavuk gibi bir şekli müdafaa etmediğimize ve ileriye doğru yeni bir şekil peşinde koştuğumuza göre, herhangi bir irticaî kıyasla da alakamız düşünülemez. Eğer fes veya kavuğu müdafaa etseydik bunlar din esasına dâhil olmadığı halde ve binaenaleyh kanunî olmadan denilebilirdi ki:

"- Bak fesle kavuğu müdafaa etmekten kastı, onu giyen ve şeriate bağlı bulunan eski nesilleri, binaenaleyh din hükümlerini korumaktır."

Biz öyle bir şekli ve ruhumuza bağlı öyle mücerret bir ifadeyi müdafaa ediyoruz ki, onu, bu zamana kadar hiç bir müslüman topluluğu başına geçirmiş değildir. Demek ki en uzak şekilde ve tamamiyle vehmî ve hayalî bir kıyas ile dahi, din esasını istihdaf ettiğimiz iddia olunamaz. Serpuş ittifakla din esaslarıyla alakasız bir nesne olunca, sıra devletin temel nizamlarına geliyor. Bugün şapka kanunu muayyen şekiller üzerinde mecburî bir mükellefiyet belirtse dahi, onun kanundaki ( içtimaî veya iktisadî veya siyasî veya hukukî) temel nizamdan biri olmadığı, hukuk kültürünün yüksek mümessili muhterem heyetinizce, hatta mübaşirinizce bile malumdur. Nasıl tek bir emirle, ordunun giydiği şapka değişivermiş ve yerine Arapların da giydiği (sidare) isimli (kep)ler kabul olunmuştur? İşin içinde temel nizam mefhumu bulunsaydı, bu olabilir miydi? Dinî bir esasın mevzuu olmadığı ve devletin temel nizamına tekabül edici bir vaziyet bulunmadığı noktada ise laikliğe zıt bir maksat güdülemez.

Dinî bir esasa istinad etmeyen, devletin hiç bir ni zamını hedef tutmayan, binaenaleyh laikliğe zıt bir mak sat gütmeyen yazı, muhal farz olarak bu cürüm unsuruna malik bulunsa bile, asla ve kat'a bir propaganda yazısı olamaz. Zira propoganda yazılarında ana şiar olan telkin ve teşvik üslûbuna malik bulunmamakta; aksine açık bir tebliğ ve şahsî bir kanaat ve niyet ifadesiyle ve ideolojik mahiyette, bir gün iktidar mevkiine geçecek olursak bizim ne yapacağımızı ve bu mevzuda ne düşündüğümüzü göstermektedir. Tamamiyle ideolojik bir içtihat yazısıdır ve propaganda ile alakasızdır. Biz "şunu yapın!" demiyoruz. "Şunu yaparız ve yapacağız!" diyoruz.

İmdi:

Dinî bir esası ele almıyoruz. Aksine, millî ve kavmî bir esas üzerinde hareket ediyoruz. Bunu devletin hiçbir temel nizamına tekabül ettirmiyoruz. Aksine, her an münakaşa ve tenkid kabil, hususi bir mevzuatına tekabül ettiriyoruz. Laikliğe zıt bir maksat gütmüyoruz. Bu mevzuda, müştereken din ve devlet hükümleri dışında müstakil ve kanunî bir şahsiyet davasını güdüyoruz.

Yazının 8, 9, 10 uncu paragrafları müstesna, diğer parçaları, millî bir şahsiyet ifadesi lüzumuna, bütün felaketlerimizin hep millî şahsiyetten fedakârlık ve körü körüne taklitçilik yüzünden doğduğuna, davanın, ne şalvar, ne de fes olmadığına, sadece 20. Asır ifadesiyle ayrı bir şekil aramaktan ibaret bulunduğuna, şapka kanununun hiçbir millette eşi görülmemiş (anti demokratik) bir mevzuda olduğuna, nihayet şapka bahsinde mutlaka ruhumuza istiklâl aşılayıcı bir ifade icad etmekle mükellef bulunduğumuza ve bütün bu noktaları ideolojik bir plan etrafında düşündüğümüze aittir ve herhangi bir din esası ile en küçük bir irtibata malik değildir. Bu paragraflar, millî, ırkî, kavmî, ruhî ve ideolojik bir görüşler manzumesini meydana getirmektedir.




Müdafaalarım'dan

Hiç yorum yok:

reklam izle kazan

SPONSOR REKLAMLAR