12 Aralık 2008 Cuma

Cemaatle çalışmanın hükmü 1

Cemaatle çalışmanın hükmü 1

Allah (cc)’ın ipi (hablullah’nden maksat Kur’an`dır. Hz. Ali ve Ebu Said el Hudri Peygamber (sav)’den bu şekilde rivayet etmişlerdir. Mücahit ve Katade’den de bu şekilde rivayet vardır. İbn-i Mesud‘dan ayeti kerimedeki hablullahtan maksadın “cemaat” olduğu rivayet edilmiştir. İmam Kurtubi şöyle der; Bu manalar birbirine çok yakın ve iç içedir. Çünkü Allah Teala bir arada olmayı emretmiş ve ayrılıp parçalanmayı yasaklamıştır. Ayrılık helak , cemaat ise kurtuluştur.

Kişinin Emri bil maruf ve Nehy i anil münker farizasını hakkıyla yerine getirebilmesi için Cemaatle çalışmasının vücubiyetini ifade eden delillerden birisi Allah Teala’nın şu sözüdür.

1) “Hep birlikte Allah (cc)’ın ipine sımsıkı yapışın, parçalanmayın” (Al-i İmran 103)

Burada Allah (cc)’ın ipi (hablullah)’nden maksat Kur’an`dır. Hz. Ali ve Ebu Said el Hudri (r.anhuma) Peygamber (sav)’den bu şekilde rivayet etmişlerdir. Mücahit ve Katade’den de bu şekilde rivayet vardır.[1] İbn-i Mesud ‘dan (r.a) ayeti kerimedeki hablullahtan maksadın “cemaat” olduğu rivayet edilmiştir. İmam Kurtubi şöyle der [2]; Bu manalar birbirine çok yakın ve iç içedir. Çünkü Allah Teala bir arada olmayı emretmiş ve ayrılıp parçalanmayı yasaklamıştır. Ayrılık helak , cemaat ise kurtuluştur. Allah (cc) İbn ül Mubarek’e rahmet etsin. O şöyle demiş; “Cemaat Allah (cc)’ın ipidir ona sarılın”

Konumuza delil olan ayetlerden bir diğeri de şudur.

2) “İyilik (Birr) ve sakınma (Takva) üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah (cc)’ tan korkun, çünkü Allah (cc))’ın cezası çetindir” (Maide 2)

İbn-i Kesir şöyle der; “Allah Teala mü’min kullarına hayırlı işler yapma (Birr) kötü işleri ise terk etme (Takva) da yardımlaşmayı emredip yanlış günah ve haramlarda ise birbirlerine destek vermelerini yasaklamıştır [3].

İbn-i Ceriri Taberi ise konuyla ilgili şunları kaydeder [4] ; “Ey mü’minler Birr konusunda bazınız bazınıza yardım etsin. Birr; Allah (cc)’ın emirlerini yerine getirmektir. Takva ise; Allah Teala’nın kaçınılmasını istediği şeylerden kaçınıp, günahlardan sakınmaktır..” Yukarıdaki açıklamalardan anlaşıldığı üzere, Allah Teala dini yaşama noktasında yardımlaşmayı emretmiştir. Allah (cc)’ın emri gereklilik (Vücubiyet ) ifade eder. Allah (cc)’ın şeriat’ını ikame eden (yaşayan) ve onun için mücadele eden Müslüman bir toplum oluşturmaktan daha değerli ve daha hayırlı bir başka şey olabilir mi? Ve Allah (cc)’ın dinini yağmalayanların yağmalamasına , bütün zalim ve tağutların onun hakkında istedikleri gibi konuşmalarına terk etmemizden daha günah ve kötü (Şer) bir şey olabilir mi? Allah (cc)’ın dinini yeniden hayata hakim kılmak için yardımlaşmayı terk etmek, kesinlikle çok büyük bir günahtır. Bu büyük günahı, gerisin geriye dönen ve bu dini yeniden tesis etmek için uğraşan gruptan geriye kalanlar işliyorlar. Çünkü iyiliği emredip kötülükten sakındırmak (Emr i bil maruf ve Nehy i anil münker) kendisi ile Allah (cc)’a yaklaşılan en büyük farzlardandır.

Şevkani diyor ki [5] ; “Münker’den sakındırma görevini ihlal eden kişi, kesinlikle Allah (cc)’a isyan etmiş ve onun koyduğu sınırlara tecavüz etmiştir. İyiliği emredip kötülükten sakındırmak, İslam’ın en önemli kurallarından ve Şeriat’ın farz kıldığı meselelerdendir. Bu derece önemli olduğu için onu terk eden, günah işleyene ortak ve Allah (cc)’ın azabına müstahak olmuştur. (Cumartesi balık avlamak yasak olmasına rağmen İsrail oğullarından yasağı dinlemeyip balık avlayan) cumartesi halkında olduğu gibi . Allah Teala balık avlayanları cezalandırıp maymun ve domuza çevirdiği gibi, kendisi avlamayıp avlayanları uyarmayanları da cezalandırmış ve onları da (Mesh) etmiş yani maymun ve domuza çevirmiştir. Şevkani Araf suresindeki şu ayetlere işaret etmektedir.

Allah Teala şöyle buyuruyor ; “İçlerinden bir topluluk Allah (cc)’ın helak edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz ? dedi. (Öğüt verenler) dediler ki; Rabbinize mazeret beyan edelim diye birde sakınırlar ümidiyle (Öğüt veriyoruz). Onlar kendilerine yapılan uyarıları unutunca, bizde kötülükten men edenleri kurtardık, zulmedenleri de yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü şiddetli bir azap ile yakaladık. Kibirlenip de kendilerine yasak edilen şeylerden vazgeçmeyince onlara; aşağılık maymunlar olun dedik. (Araf 164-166)

İkrime’den (r.a) rivayet ediliyor. İbn-i Abbas ona şöyle dedi. Cumartesi halkına (Ashabussebt) vaaz u nasihat etmeyenlere Allah (cc)’ın verdiği cezayı öğrenme çabasından yoruldum. Bende ona “Ben sana onu öğreteyim. Sonraki ayeti oku” dedim. “Bizde kötülükten men edenleri kurtardık” Bunun üzerine İbn-i Abbas “sen isabet ettin” dedi ve bana cübbesini giydirdi.

Cassas şöyle demiştir [6] ; İbn-i Abbas Allah Teala’nın kötülük işleyen asilerle onları alıkoymayanları helak ettiğine dair bu ayet delil getirmiştir. Allah (cc) azap etme noktasında kötülük işleyenlerle onları o kötülükten alıkoymayanları eşit saymıştır.

EMR-İ BİL MAARUF VE NEHY-İ ANİL MÜNKER MÜSLÜMANLARIN İCMAI İLE FARZDIR

Selef ve halef (önceki ve sonraki İslam alimleri) İslam ümmetinden yeterli bir grubun Emr-i bil maruf ve Nehy-i anil münker vazifesini yerine getirmesinin farziyetinde icma etmiştir. Bu vazifenin bir grup tarafından yapılma yeterliliği İslam devletinin var olup Müslüman toplumun Allah (cc)’ın şeriat’ına boyun eğerek yaşadığı ortamlardadır. Eğer bu görev bir grup tarafından yerine getirilmez ise ümmetin hepsi günahkar olur. Yukarıda izah edilen hüküm Müslümanlar bir toplumun varolduğu (İslam hükümlerinin toplum tarafından ayakta tutulduğu) zamandır. Böylesi bir toplumun yok olduğu dönemlerde ise Emr-i bil maruf ve Nehy-i anil münker her Müslüman erkek ve kadına farz-ı ayn olur. Müslümanların topraklarından bir karış gasp edilse fakihlerin ittifakıyla cihad bütün Müslümanlara farz-ı ayn olur. Ta ki kadın kocasının izni olmadan o cihada katılır. Dünyanın doğusunda bir kadın esir alınsa batıdaki Müslümanların o kadını kurtarması vaciptir. Velev ki bu kurtarma onların mallarının hepsinin gitmesine sebep olsa bile. Bir karış toprak yada Müslüman bir kadının esaretinde durum böyle olunca peki Allah (cc)’ın dini gasp edilip tamamen yeryüzünden ve görüntüden silinince durum nasıl olur. Emr-i bil maruf ve Nehy-i anil münker ve cihad her Müslüman’a farz-ı ayn olmaz mı?

Hanefi fukahasından Cassas söyle der; “Allah Teala (Emr-i bil maruf ve Nehy-i anil münkeri) Kur’an`ı Kerim’in birçok yerinde farz kılmış, Peygamber efendimiz (sav) tevatür derecesinde hadislerde bunu beyan etmiş, selef ve bütün İslam diyarındaki fakihlerde onun vücubiyetinde icma etmiştir.[7]

İbn-ül Arabi (Aridatu’l Ehvezi) adlı eserinde şöyle der; “Emr-i bil maruf Nehy-i anil münker İslam dininde bir asıl, Müslümanlar için Rabbül Alemin tarafından halife olmanın gereği ve peygamberlerin gönderilişiyle elde edilecek faydalar içerisinde en büyük maksattır. O kudret ve imkan olmak kaydıyla (fert ve cemaat olarak) bütün herkese farzdır. Buradaki kudret şartı münkeri elle veya dille değiştirirken gerekli olan şarttır. Zira münkeri kalple reddetmek, ona bulaşmamak ve onu boykot etmek bütün durumlarda gereklidir.”

İbn-i Atiyye ise şöyle diyor; “Gücü yeten, kendisine ve Müslümanlara zarar gelmesinden emin olan kişinin münkerden nehy etmesinin gerekliliği (farziyeti) icma ile sabittir. Eğer kendisine ve Müslümanlara zarar gelmesinden korkarsa, o münkeri kalbiyle reddeder ve pratikte onu terk ederek ona bulaşmaz.”[8]

Emr-i bil maruf Nehy-i anil münkeri terk etmek Allah (cc)’ın lanetini celbeder. Çünkü Allah Teala şöyle buyuruyor. “İsrail oğullarından kafir olanlar, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lanetlenmişlerdir. Bunun sebebi, söz dinlememeleri ve sınırı aşmalarıdır.

"Onlar işledikleri kötülüklerden birbirini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Andolsun yaptıkları ne kötüdür.” (Maide 78-79).

Zikrettiğimiz bu ayetler Emr-i bil maruf Nehy-i anil münkeri diliyle ve kalbiyle terk eden veya diliyle uyardığı halde o asilerle oturup kalkan, yiyip-içenler hakkındadır. Bunlar (gerçek manada tam bir şekilde) asileri uyarıp boykot etmediklerinde isyancılık ve haddi aşmakla suçlanıp lanete müstahak olmuşlardır.

İbn-i Mesud’un (r.a) efendimiz (sav)’den rivayet etmiş olduğu şu hadis bu ayeti en güzel şekilde açıklamaktadır. Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur ; “İsrailoğulları Allah (cc)’a isyana başlayınca alimleri onları uyardı, fakat onlar bu uyarıları bırakıp onlarla beraber oturup kalkma ve yeme içmeye başladılar. Böylece Allah (cc) kalplerini birbirine benzetti. Allah (cc) Davud ve Meryem oğlu İsa (a.s)’nın diliyle onlara isyanları ve hadde tecavüz etmeleri sebebiyle lanet etti.” İbn-i Mesud (r.a) şöyle diyor; Efendimiz (sav) yaslanıyordu, oturdu ve şöyle dedi. “Nefsim elinde olan Allah (cc)’a yemin olsun ki onları hakka/doğruya sevk edinceye kadar uğraşacaksınız”[9]

Ashabussebt (Cumartesi yasağını çiğneyenler)’in kıssasında gördük ki Allah (cc) Emr-i bil maruf Nehy-i anil münker yapmayanları da isyan edenler gibi cezalandırmış, maymun ve domuza çevirmiştir. Sahih-i Müslim’de Abdullah İbn-i Mesud (r.a)’dan rivayet edilen bir hadiste Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor; “Benden önce geçmiş ümmetlere gönderilen bütün Peygamberlerin havarileri ve arkadaşları vardı. Onlar Peygamberlerinin sünnetine sarılıp tabi oluyorlardı. Sonra onların ardından yeni nesiller geldiler. Bunlar (öncekilere benzemeyen) yapmadıklarını söyleyen ve üzerlerine vazife olmayan işleri yapan (dengesiz) kişilerdi. Her kim onlara karşı eliyle cihad ederse o mü’mindir. Her kim onlara karşı diliyle cihad ederse Mü’mindir. Her kim onlara karşı kalbiyle cihad ederse o mü’mindir. Bundan sonra hardal tanesi kadar iman yoktur.[10]

Bu hadisten anlaşıldığına göre iş ciddidir. Kesinlikle elle veya dille veya kalple cihad şarttır. Kalple yapılan cihad olumlu yönde bir iştir ve pratik hayatta kötülükleri boykot, onlardan yüz çevirmek ve onlar adına yardımlaşmayla etkisini göstermelidir. Bu cihadın en alt seviyesidir. Bundan sonra hardal tanesi kadar iman kalmaz. İmanın en alt derecesi (kötülükleri ve haramları) kalple reddetmektir. Eğer ümmet bu noktada aynı şuurla hareket etse toplumda fesat olmaz.

İşte bugün sivil itaatsizlik diye isimlenen şeydir. Sahih-i Müslim’’de Efendimiz (sav)’in hanımı Ümmü Seleme’den rivayet edilen bir hadiste Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor:

“Başınıza bir takım emirler tayin edilecek. Onların (bazı işlerini) güzel (diğer bazı işlerini ise) çirkin görüp reddedeceksiniz. Her kim (kötüyü) kötü görürse sorumluluktan kurtulur. Her kim reddederse cezadan kurtulur. Lakin o kötü ve yanlışlıklara razı olup onlara tabi olanlar (Onlar sorumlu tutulup) cezalandırılacaktır.[11] Dinen yanlış ve yasak olan şeylerin kalben kerih görmek ve bir takım vesilelerle protesto etmek gereklidir. Eğer kalben kerih görülmez ise bu kişiyi iman dairesinin dışına çıkarır.

EBU HANİFE CEMAAT OLARAK EHİL BİR KİŞİNİN MAHİYETİNDE ÇALIŞMANIN GERKLİLİĞİ GÖRÜŞÜNDEDİR
İbn ül Mubarek anlatıyor. İbrahim Essaiğ’in öldürülme haberi Ebu Hanife’ye ulaşınca öyle ağladı ki ağlamaktan ölecek zannettik. Bir ara onunla yalnız kaldım. Bana dedi ki; vallahi O (İbrahim Essaiğ) çok akıllı bir adamdı. Onun başına böyle bir musibetin gelmesinden korkuyordum. Bende bu olay neden oldu, sebebi neydi dedim. (İmam Ebu Hanife ) şöyle anlattı. “Benim yanıma geliyor ve bazı sorular soruyordu. Kendisini Allah Teala’ya itaate adamış çok takvalı birisiydi. Bazen kendisine bir şek ikram ederdim. Bana onun hakkında soru sorar ve onu yemezdi bazen de yerdi. Bir gün bana Emr-i bil maruf Nehy-i anil münkerin hükmünü sordu. Ta ki farz olduğunda ittifak ettik. Bunun üzerine bana elini uzat sana biat edeyim dedi. O anda benimle onun arasında dünya karardı.” (İbn ül Mubarek) “Neden dünya karardı ya imam” dedim. Dedi ki; “nasıl kararmasın. Beni Allah (cc)’ın hukukundan bir hakka (Emr-i bil maruf Nehy-i anil münker üzere biate) çağırdı. Ben ise imtina ettim. Kabul etmedim” ve ona şöyle dedim. “Tek işi bunu yapmaya kalkışırsa öldürülür ve insanlar içinde bir fayda elde edilemez. Lakin bu iş eğer o kişinin ehil/ Salih yardımcıları olup Allah (cc)’ın dini konusunda emin bir kişinin önderliğinde olursa o zaman kaçınılmaz yapılır. Bende ona şöyle dedim. Bu bir kişi ile olacak iş değildir. Peygamberler dahi (tek başına bu işe) güç yetirememiş ta ki (mucizelerle) Allah Teala tarafından destek ve yardım görmüşlerdir. Bu diğer farzlar gibi değildir. Çünkü diğer farzları kişi tek olarak da yapabilir. Fakat kişi bu işi tek başına yapmaya kalkarsa kanının akıtılması ve öldürülmesi söz konusudur. Ben o kişinin öldürülmesine yardımcı olacağımdan korkarım. Ve böylesi bir kişi öldürülürse hiç kimse onun arkasından gitmeye cesaret edemez. Sonra (İbrahim Essaiğ) Merv şehrine gitti. Orada Ebu Müslim ‘e karşı çok ağır konuştu. Oda onu tutukladı. Bunun üzerine Horasandaki fakihler ve abidler toplandı. Ve onun serbest bırakılmasının istediler. Ta ki serbest bırakıldı. Gitti tekrar onu azarladı ve dedi ki; Allah (cc) indinde sana karşı cihad etmekten daha faziletli bir şey bilmiyorum. Sana karşı kesinlikle dilimle cihad edeceğim. Çünkü elimde başka bir güç yoktur. Fakat ben istiyorum ki Allah (cc) beni sana karşı onun için buğz ederken görsün. Bunun üzerine (Ebu Müslim) onu öldürdü.”

İşte bu Ebu Hanife’nin açıklamasıdır. O Emri bil maruf farizasını yerine getirebilmek için cemaat olarak çalışmanın zaruri olduğunu vurguluyor. Onun şu sözüne dikkat et “Eğer o kişinin ehil yardımcıları olur ve başlarında Allah (cc)’ın dini konusunda emin bir lider olursa o zaman kaçınılmaz” yani o zaman onlarla çalışmak gerekir. Demek ki ehliyetli bir önderlik ve ehil, güvenilir tebaanın olması kaçınılmazdır. Ebu Hanife devamla şöyle diyor; “Bu bir kişiyle olmaz. Peygamberlerin dahi gücü yetmemiştir. Ta ki gökten (mucizelerle ) desteklenmişlerdir. Bu diğer farzlar gibi değildir. Çünkü diğer arzlar kişi tek başına da yapabilir.” [12]

İbn-i Teymiyye (Fetvalar C28 S 127) şöyle diyor; “Emr-i bil maruf Nehy-i anil münker bazen kalp, bazen dil, bazen de el (Fiili müdahale) ile yapılır. Kalple yapılması her halükarda vaciptir. Çünkü bunu yapmanın pratik bir zorluğu (bedeli) yoktur. Bunu yapmayan kimse mü’min değildir. Çünkü Peygamber efendimiz “Bunun ardında hardal tanesi iman yoktur” buyurmuştur.

İbn-i Mesud’a “diriler içerisinde ölüler kimdir” diye soruldu. O da “iyiliği takdir, kötülüğü ise tenkit etmeyendir” buyurdu. İnsan maruf olanı sevecek münkere karşı ise buğz edecek, sevgisi ve buğzu Allah Teala’nın sevgi ve buğzuna uygun olacak yani Allah (cc)’ın sevdiklerini sevecek Allah (cc)’ın buğz ettiklerine buğz edecek ve bu sevdiğini yapmak reddettiğini ise terk etme güç ve kuvvetiyle orantılı olacak. Çünkü Allah Teala kimseye götüremeyeceği yükü yüklemez. “Gücünüz yettiği kadar Allah (cc)’tan korkun” (Teğabün 16). Fakat kalple sevme, buğz etme, isteme ve reddetmeye sıra gelince kesin ve tam olmalıdır. Bu konudaki herhangi bir eksiklik imandaki eksiklik demektir. Pratik müdahale ise imkan ve güce göredir. Kalbi sevgi ve buğz tam olup imkan derecesinde de çalışırsa o kula / Müslüman’a o işi tam manasıyla yapmış sevabı verilir.

SAHABİ VE TABİİN EMR-İ BİL MARUF NEHY-İ ANİL MÜNKER FARİZASINI NASIL ANLAMIŞLARDI

Adamın biri Ömer İbn ül Hattab’a (r.a) geldi ve “ben bütün hayırlı işleri yapıyorum ancak iki tanesi hariç" dedi. Ömer (r.a) de "nedir onlar dedi." Adam “Emr-i bil maruf Nehy-i anil münker yapmıyorum” dedi. Bunun üzerine Ömer (r.a) “sen İslam`ın parçalarından iki parçayı yok etmişsin. Allah Teala ister seni affeder isterse de azap eder” buyurdu.[13]

Tabiinin ileri gelenlerinden Dahhak şöyle buyurdu. “Emr-i bil maruf Nehy-i anil münker Allah (cc)’ın kesin olarak farz kıldığı farizalardandır.[14]


EMRİ BİL MARUF VE NEHYİ ANİL MÜNKER’İN VÜCUBİYETİNİ İFADE EDEN DİĞER (NASLAR) AYETLER

Allah Teala şöyle buyuruyor. “işte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resul’ünde size şahit olması için sizi vasat bir millet kıldık.” Burada vasat’ın manası; Adaletli, hayırlı ve faziletli demektir. O zaman bu ümmet faziletli bir ümmettir.

İmam Tirmizi Ebu Said el Hudri (r.a) yoluyla Efendimiz (sav)’den ayetteki (vasatan) kelimesinin (adlen) adaletli şeklinde tefsir edildiğini rivayet etmiştir.[15]

Kur’an`ı Kerim’de başka bir yerde vasat kökünden olup ismi tafdil kalıbında kullanılan evsad kelimesi de en adaletli en hayırlı anlamında kullanılmıştır. Allah Teala bu ümmeti insanlara şahitlik yapacak faziletli bir ümmet kılmıştır. Allah Teala bu ümmeti insanlara şahitlik yapacak faziletli bir ümmet kılmıştır. Dolayısıyla bu ümmet beşeriyetin önderi ve lideri konumundadır. Allah (cc) insanlığın yularını bu ümmete vermiştir. Bu ümmet Allah (cc)’ın dinini koruma ve kıyamete kadar bütün alemlere rahmet olarak indirilen onun şeriatını muhafaza ile sorumludur. Bundan dolayı bu ümmet kıyamet günü ilahi mahkemede bu dini insanlığa ulaştırıp ulaştırmadığından mesul tutulacaktır. Bu ümmetin, geçmiş Peygamberlerin ümmetlerine de şahitlik edeceğine dair sahih hadisler vardır. İmam Buhari’nin Ebu Said el Hudri (r.a)’’den rivayet etmiş olduğu bir hadiste Efendimiz (sav) şöyle buyuruyor. “Nuh (as) kıyamet günü çağırılır. O da buyur (emrine amadeyim) Ya Rabbi” der. Allah Teala ona “sana gönderilen dini/vahyi insanlara tebliğ ettin mi?” der. O da “evet ettim Ya Rabbi” der. Bunun üzerine onun ümmetine “Nuh size tebliğ yaptı mı? denilir. Onlar “bize herhangi bir uyarıcı gelmedi” derler. Allah (cc) “senin ümmetine tebliğ yaptığına kim şahitlik yapacak ey Nuh” buyurur. Nuh (as)’da “Muhammed (sav) ve ümmeti” diye cevap verir ve ümmeti Muhammed Nuh (as)’a şahitlik yaparlar. İşte bu hadis Allah Teala’nın yukarıda geçen şu sözünü izah etmektedir. “İşte böylece sizi insanlığa şahitler olmanız Resulün de size şahit olması için sizi vasat (adaletli, hayırlı) bir ümmet kıldık”

Ümmet-i Muhammed’in konumunu çok iyi idrak etmesi ve Allah Teala’nın omuzlarına yüklediği yükün farkında olması gerekir. Bu ümmet Allah (cc)’ın huzurunda Peygamberler gibi bu davadan/beşeriyetin hidayetinden sorumlu tutulacaktır. İnsanlara yönelik ne yaptıklarından hesaba çekilecekler. Ey ümmet-i Muhammed siz şahit bir ümmetiniz. Siz Allah (cc)’ın dinini muhafaza edecek emin/ emanet kendisine teslim edilmiş bir ümmetsiniz.

İbn-i Zeyd kıyamet günü şahitlerin dört olduğunu söyler[16]

1) Melekler: Allah Teala Kaf Suresi 21. ayette şöyle buyuruyor. “Herkes, yanında bir sürücü ve bir de şahitle beraber gelir” (Ayette geçen sürücü ve şahit’in iki melek oldukları, birinin mahşere sevk etme, diğerinin de amellere şahitlik etme görevini yerine getirdikleri söylenmiştir.)

2) Peygamberler: “Her bir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit olarak gösterdiğimiz zaman halleri nice olacak (Nisa suresi 41. ayet)”

3) Ümmet-i Muhammed: “İşte böylece sizi insanlığa şahitler olmanız, resulün de size şahit olması için sizi vasat (adaletli, hayırlı) bir millet kıldık. (Bakara Suresi 143.ayet)”

4) Azalar: “Dillerinin ve ellerinin aleyhlerinde şahitlik edecekleri o (kıyamet) günü” (Nur suresi 24.ayet”
Rasulullah (sav)’ın şahitliği bizim hakkımızda hüccet olduğu gibi, Allah Teala bu ümmeti diğer milletlere şahit, onlar hakkında sözü geçerli, adaletli bir ümmet kılmıştır. Bu ümmet kıyamet günü onlara şahitli yapacaktır.

İnsanlardan bir grup; “Ben cemaatten ayrılıp kendimi eğitip yetiştireceğim. Daha sonra daha olgun bir şekilde cemaate katılıp çalışacağım” diyor ve bunu samimi bir şekilde dile getiriyor. Biz onlara deriz ki;

1) Gerçek terbiye / eğitim ancak cemaat içerisinde olur.

2) Gerçek terbiye/eğitim ancak bu din yolunda çalışma yoluyla olur. Kur’an ı Kerim hazinelerini ve sırlarını yerinde oturanlara açmaz. Bu din yaşanılarak anlaşılır. Sadece kitap okumakla ve yalnız masa başı çalışmalarla anlaşılmaz.

3) Emr-i bil maruf Nehy-i anil münker kesinlikle her Müslüman’a farzdır. Kişinin kendine yönelik eksikliği bu farizayı terk etmesine veya eksik yapmasını caiz kılmaz. Kendisi namaz kıldığı halde karısı acık olan bir kişiye, maden senin hanımın kapanmıyor sen namazı da terk et denir mi? Bunu hangi mantık kabul eder.

İbn ül Arabi; Ahkam ül Kur’an adlı eserinde şöyle diyor; “Kesinlikle Emr-i bil maruf Nehy-i anil münker her Müslüman’ın (Bütün günahlardan temizlenmemiş, tam olgun olmasa dahi) yapması gereken bir vecibedir. Bu işi yapacak kişilerin tam olgun ve adaletli olması (Ehl-i Bidat)’e göre şarttır.[17]

Her Müslümanın kendi nefsine yönelik yapması gerekenler olduğu gibi etrafındakilere yönelik de yapması gerekenler vardır. Onlara bilmediklerini öğretmek ve onları doğruya yönlendirmekle yükümlüdür.[18] İlim ehlinden mahir olanlar “Kötülükten sakındıran kişinin (bu işi yapabilmesi için) kendisinin tamamen günahlardan sıyrılmış tertemiz bir kişi olması şart değildir. Belki de günahkarlar da birbirini kötülüklerden sakındırabilir” demişlerdir. Bazı Usulcüler; “birbirine kadeh takdim edenlerin dahi birbirini uyarması farzdır” demiş ve şu ayeti delil getirmiştir. “Yaptıkları kötülüklerden, birbirini sakındırmıyorlardı (Maide suresi 79.ayet)”

İmam Cassas şöyle buyurmuştur. “Peygamber efendimiz (sav) yerine getirilmesinin lüzumiyeti noktasında Emr-i bil maruf Nehy-i anil münker farizasını diğer farzlarla aynı derecede tutmuştur. Ümmetin selef ve halef (önceki ve sonraki ) bütün fakihleri de bu konuyu böyle anlamış ve vücubiyetine hükmetmişlerdir. Bir fırka (Emr-i bil maruf Nehy-i anil münkerin vacip olmadığını iddia ederek) şu ayeti delil getirmiştir:

Ey iman edenler, üzerinizdeki (yükümlülük) kendi nefislerinizdir. Siz doğru yola erişirseniz, sapan size zarar veremez. Tümünüzün dönüşü Allah`adır. O, size yaptıklarınızı haber verecektir. (Maide Suresi 105.ayet)

Hz. Ebubekir (r.a) efendimiz insanların (bu fırkada olduğu gibi) bu meseleyi yanlış anlamasından ve Emr-i bil maruf Nehy-i anil münkerin üzerlerine vacip olmadığını iddia etmelerinden korkmuş ve Allah(cc)’a hamd ü sena’dan sonra şöyle buyurmuştur; “Ey insanlar; siz bu ayeti okuyor fakat farklı şekilde anlıyorsunuz. Ben Rasulullah (sav)’dan şöyle duydum. “İnsanlar münkeri görüp değiştirmezlerse, Allah Teala’nın azabının onları kuşatması yaklaşmış demektir.”[19]

İmam Tirmizi, Ebu Ümeyye Eş Şabani’den şöyle rivayet etmiştir. Ebu Saalabeh El Haşeniye gittim ve ona “Bu ayeti nasıl anlıyorsunuz” diye sordum. O da “Allah (cc)’a yemin olsun ki ben onu en iyi bilenden, Rasulullah (sav)’dan sordum. O bana dedi ki “Emr-i bil maruf Nehy-i anil münkere devam edeceksiniz ta ki terk edilmeyen cimrilik, tabi olunan heva (heves), tercih edilen dünya ve herkesin kendi görüşünü beğendiğini gördüğünüz zaman kendine yönel (kendine sahip çık), avamı terk et. Kesinlikle ardınızda (gelecekte) öyle günler vardır ki o günlerde sabretmek ateş korunu avucunda tutmak gibidir. O günlerde (din için) çalışanların mükafatı sizden çalışan elli kişinin mükafatı kadardır.[20]

İmam Cassas şöyle der. “Şu ana kadar Kur’an`ı Kerim’den naklettiğimiz ayetler ve Peygamber efendimizden rivayet edilen hadislerle, Emr-i bil maruf Nehy-i anil münkerin farziyeti ispat edilmiştir. Tabi ki bu farz- ı kifaye olan bir farzdır –yani yeterli kişiler tarafından yerine getirildiğinde diğerlerinin boynundan düşer- Bunun farziyetinde berr (iyi Mü’min) ve facir (günahkar) fark etmez. Her ikisine de farzdır çünkü bir kişinin farzları terk etmesi diğer farzları da terk etmesini gerektirmez (hepsinden ayrı ayrı sorumludur). Bilmiyor musun namazı terk eden bir kişinin orucu ve diğer ibadetleri de terk etmesi doğru olmaz. Emr-i bil maruf Nehy-i anil münkerin hükmü de bu şekildedir.İslamın diğer bazı emirlerini yerine getirmeyenlerin boynundan bunun da düşmesi söz konusu değildir.[21] Cassas’ın Emr-i bil maruf Nehy-i anil münker farz-ı kifayedir sözü kendi zamanı içindir. Çünkü o zaman Allah (cc)’ın şeriatı hakim ve bazı emirlerin şahsi yanlışlıklarının dışında İslam Halifesinin Allah`ın hükmüyle hükmettiği bir ortam vardı. Bugün ise, Allah`ın dininin hakimiyeti zayi edilmiş, Allah`ın yasakları ve hudutları çiğnenmiş bir durum sözkonusudur.

[1] Ahkam-ül Kur’an İbn-i Arabi (Arapça eser)
[2] Tefsir ül Kurtubi
[3] İbn-i Kesir
[4] Taberi Tefsiri
[5] Feht ül Kadir
[6] Ahkam ül Kur’an Cassas C2 s 319
[7] Ahkam ül Kur’an C4- S 154
[8] Tefsir ül Kurtubi C2- S 253
[9] Aridat ül Ehzevi C 11-S 175
[10] Muhtasar Sahih-i Müslim C1-S16
[11] Muhtasar Sahih-i Müslim C2-S93
[12] Netice olarak Emr-i bil maruf Nehy-i anil münker farzdır.-Bu farz ise tek olarak yerine getirilemez- O zaman cemaat olup bu farzı yerine getirmek Müslümanlar için kaçınılmaz bir vecibedir. (Mütercim)
[13] Feth ül Bari C 9-S 238
[14] Tefsir ür Razi C4 - S113
[15] Sahih-i Tirmizi C11-S83
[16] Tefsir ür Razi C4-S113
[17] Ehl-i Sünnet’e göre (tam adalet ve olgunluk) Emr-i bil maruf Nehy-i anil münker için şart değildir.Ancak bu sıfatlar davetçiler için hedef gösterilmiş ve hakiki davetçinin bu mertebeye yükselmesi gereği sürekli vurgulanmıştır.(Mütercim)
[18] Ahkam ül Kur’an C1-S292
[19] Müsned- i Ahmed C1-S2
[20] Tirmizi C11-S180
[21] Ahkam ül Kur’an C2-S320

Hiç yorum yok:

reklam izle kazan

SPONSOR REKLAMLAR