24 Aralık 2008 Çarşamba

KAYIP KENTİN YAKIŞIKLISI

KAYIP KENTİN YAKIŞIKLISI

soğuk ve şehirlerarası
otobüslerde vazgeçtim
çocuk olmaktan
ve beslenme çantamda
otlu peynir kokusuydu babam...


Ben seninle bir gün Veyselkarani ' de haşlama
yeme ihtimalini sevdim.


İlkokulun silgi kokan , tebeşir lekeli yıllarında
(Ankara ' da karbonmonoksit sonbaharlar
yaşanırdı o zaman) özlemeye başladım
herkesi... Ve bu hasret öyle
uzun sürdü ki , adam gibi hasretleri özlemeye başladım
sonra...


Bizim Kemalettin Tuğcu ' larımız vardı...
Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı...


Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan
kahverengi sıralarda , solculuk oynamaya başladık...
Ben doktor
oluyordum sen hemşire , geri kalanlar kontrgerilla...
Kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu,
pütürlü duvarlara ve Türk Dil Kurumu ' na inat bir
Türkçe ' yle... Ağbilerimizden öğrendik , Ş harfinden
orak çekiç figürleri türetmeyi...


Ankara ' ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu
Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu
haber bültenleri...
Oysa Ankara ' da hiç sevişmedim ben.
Disiplin kurulunda tartışılanaşkım olmadı benim...
(Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik
dikenleri saymazsak...)
Ankara ' ya usul usul kurşun yağıyordu... Ve belli bir
saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu
haber bültenleri...
Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim...
Ve hiçbir mahkeme tutanağında geçmedi adım...
Çatışmaların ortasında sevimlim bir çocuk yüzüydüm sadece...


Sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde ama
sen yoktun...
Ben , senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum ,
suni teneffüs saatlerinde...
Okul servisi seni hep zamansız , amansızca bir lojman
griliğine götürüyordu...
Ben , senin benimle Tunalı Hilmi Caddesi ' ne
gelebilme ihtimalini seviyordum...


Ben , senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum.


Yaz sıcağı toprağa çekiyordu tenimin çatlamaya hazır
gevrekliğini...
Sonra otobüs oluyordum,
kırık yarık yolların çare bilmez sürgünü...
Ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum Muş Ovası ' nın
yalancı maviliğini...
Otobüs oluyordum bir süre...Yanımızdan geçenkara trenlerle yarışıyordum,
yanağım otobüs camının garantisinde...
Otobüs oluyordum...Bir ülkeden bir iç ülkeye...
Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum...


Zap suyunun sesinibaşına koyuyordum şarkılarımın listesinin...
Korkuyordum...Sonra iniyordum otobüsten...
Çarşıdan bizim eve giden , ömrümün en uzun ,
ömrümün en kısa , ömrümün en çocuk , ömrümün en ihtiyar yolunu
koşuyordum... Çünkü sonunda annem oluyordum
babam kokuyordum sonunda...


Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim,
çocuk olmaktan.
Ve beslenme çantamda
otlu peynir kokusuydu babam...


Ben seninle birgün Van ' da ki bir kahvaltı salonunda
Ben seninle (sadece bilmek zorunda kalanların bildiği)
bir yolüstü lokantasında...
Ben seninle , Ağrı dağına mistik ve demli
bir çay kıvamında bakan Doğubeyazıt ' ın
herhangi bir toprak damında ...
Ben seninle herhangi bir insan elinin
terli coğrafyasında olma ihtimalina sevdim...


Ben senin,
beni sevebilme ihtimalini sevdim...

Yılmaz ERDOĞAN

Hiç yorum yok:

reklam izle kazan

SPONSOR REKLAMLAR