4 Aralık 2008 Perşembe

NÂZİÂT SÛRESİ VE TEFSİRİ

NÂZİÂT SÛRESİ

Rahman ve Rahim Allah´ın Adı ile (Mekke'de nazil olmuştur.)



1 - Boğulmuş olanı söküp alanlara andolsun.

(Vennaazi‘ati ğarkaa)



2 - Canları kolaylıkla alanlara,

(Vennaaşidtaati neştaa)



3 - Yüzüp yüzüp gidenlere,

(Vessaabihaati sebhaa)



4 - Yarıştıkça yarışanlara,

(Fessaabikaati sebkaa)



5 - Ve işleri yönetenlere,

(Fe’l-mudebbiraati emraa)



6 - O gün; bir sarsıntı sarsar,

(Yevme tercufur-raacifetu)



7 - Ve peşinden bir başkası gelir.

(Tetbe‘uuher-raadifeh)



8 - 0 gün kalbler titrer,

(Kuluubun yevmeizin vaacifetun.)



9 - Gözler yere döner.

(Ebsaaruhaa haşi‘ah)



10- Biz, eski halimize mi döndürüleceğiz? derler.

(Yekuluune einnaa lemerduudune fiy’l-haafireh)



11 - Ufalanmış kemikler olduğumuz vakit mi?

(Eizaa kunnaa ‘ızamen nekhıraten.)



12 - O takdirde bu, zararlı bir dönüştür, derler.

(Kaalu tilke izen kerretun khaasireh)



13 - Doğrusu o, bir tek çığlıktır.

(Feinnemaa hiye zecretun vaahıdetun.)



14 - Ki o zaman, hepsi toprağın yüzüne dökülecektir.
(Feizaa hum bissaahireh)



………………………………………………….

İbn kesir’in açıklaması:



Andolsun İşleri Yürütenlere

Abdullah İbn Mes'ûd, Abdullah İbn Abbâs, Mesrûk, Saîd îbn Cü-beyr, Ebu Salih, Ebu Duhâ, Süddî:



“Boğulmuş olanı söküp alanlara andolsun.” kavli ile ‘melekler’in kasdedildiğini söylerler. Yani melekler âdemoğullarının ruhlarını çekip aldıkları zaman,

bir kısmı katı ve sert olarak ruhu kabzeder ve

bunu söküp çıkarmak için çalışır.

Bir kısmı da insanoğlunun ruhunu kolaylıkla alır. Sanki bir ip düğümünü çözüyormuş gibi. İşte Allah Teâlâ'nm müteakiben buyurduğu:



“Canları kolaylıkla alanlara.”

kavlinden maksad budur. İbn Abbas böyle der.

Bir başka rivayette de İbn Abbâs der ki:

“Söküp alanlar”dan maksad, ‘kâfirlerin nefisleri’dir.

Bunlar sökülüp alınır, sonra cehennem ateşine daldırılırlar.

İbn Ebu Hatim böyle rivayet eder.

Mücâhid der ki:

“Boğulmuş olanı söküp alanlar” kavlinden maksad, ‘ölüm’dür.

Hasan, Katâde ise: «Boğulmuş olanları söküp alanlara andolsun. Canları kolaylıkla alanlara da.» kavli ile: ‘yıldızlar’ kast edilmiştir.

Atâ İbn Ebu Rebân der ki: Söküp alanlarla, kolaylıkla alanlar kavlinden maksad:

‘savaşa kuvvetle katılanlar’dır.

İbn Kesir diyor ki:

En Sahîh görüş birincisidir ve müfessirlerin ekseriyyeti bu görüşü benimsemişlerdir.



“Yüzüp yüzüp gidenlere.”

Abdullah İbn Mes'ûd, bunların ‘melekler’ olduğunu söyler.

Hz. Ali, Mücâhid, Saîd İbn Cübeyr ve Ebu Sâlih'den de buna benzer bir ifâde nakledilmiştir.

Mücâhid ise “Yüzüp yüzüp gidenlere” kavli ile, ‘ölüm’ kastedilmiştir derken, Katâde; bunlarla ‘yıldızlar’ kast edilmiştir, der.

Atâ İbn Ebu Rebâh ise; bununla ‘diriler’ kasdedilmiştir, der.



“Yarıştıkça yarışanlara”

Ali, Mesrûk, Mücâhid, Ebu Salih ve Hasan el-Basrî'den rivayet edilir ki; bununla ‘melekler’ kast edilmiştir.

Hasan ise; ‘îmân yarışına katılıp tasdike koşanlar’, anlamını vermiştir. Mücâhid ‘ölüm’ anlamını verirken, Katâde ‘yıldızlar’ mânâsını verir.

Atâ ise bununla, ‘Allah yoluna koşulan atlar’ kasdedilmiştir, der.



“Ve işleri yönetenlere.”

Ali, Mücâhid, Atâ, Ebu Salih, Hasan, Katâde, Rebî‘ İbn Enes ve Süddî bunlar meleklerdir, derler.

Hasan'ın ek bilgisinde ise şu ifâdeler yer alır:

Melekler emri gökten yeryüzüne yöneltirler.

Bu konuda ihtilâf yoktur.

Ancak İbn Cerîr kesin olarak neyin kasdedildiğini belirtmemiştir.

Onun nakline göre: “Ve işleri yönetenlere.” kavliyle ‘melekler’ kasdedilmiştir. Ancak kendisinin bu görüşe müspet veya menfî tarzda katılıp katılmadığını zikretmemiştir.



“O gün; bir sarsıntı sarsar, ve peşinden bir başkası gelir.”

İbn Abbâs der ki: Bu, ‘birinci ve ikinci nefhad’ır.

Mücâhid, Hasan, Katâde, Dahhâk ve bir başkası böyle demiştir.

Mücâhid der ki: “O gün; bir sarsıntı sarsar.” kavli, Allah Teâlâ'nın şu kavli gibidir:

“O gün; yeryüzü ve dağlar sarsılır.” (Müzzemmil, 14)



“Ve peşinden bir başkası gelir” kavli ise Allah Teâlâ'nın şu kavli gibidir:

“Yer ile dağlar kaldırılıp bir vuruşla birbirine çarpıldığı zaman” (Hakka, 14)



* İmâm Ahmed ibn Hanbel der ki: Bize Vekî'... Kâ'b İbn Kurayza'dan nakletti ki; Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:



- Sarsıntı gelir, peşinden bir başkası onu izler ve onunla beraber ölüm gelir.



Adamın biri dedi ki:

- Ey Allah'ın Rasûlü, ben senin üzerine salâvat getirecek olursam?



Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki:

- O zaman Allah sana dünyan ve âhiretin ile seni meşgul eden konularda kâfi gelir.



Bu rivayeti Tirmizî. İbn Cerîr Taberî. İbn Ebu Hatim. Süfyân es-Sevrî kanalıyla Kâ'b el-Kurazî'den naklederler.

Tirmizî ve İbn Ebu Hâtim'in lafzı ise şöyledir:



“Gecenin üçte ikisi geçince Rasûlullah (s.a.) kalkıp dedi ki:



- Ey insanlar, Allah'ı zikredin.

Çünkü sarsıntı sarsar ve peşinden bir başkası gelir ve onunla beraber ölüm gelir.



“O gün kalbler titrer.”

İbn Abbâs, ‘korkar’, diye mânâ vermiştir.

Mücâhid ve Katâde de böyle derler.



“Gözler yere döner.”

Kalb sahiplerinin gözleri:

Gözlerin kalb sahiplerine izafe edilişinin sebebi, ‘mülâbese’ içindir.

Yani gözler hordur, hakirdir,

gördüğü dehşetten dolayı yere dönüktür.



“Biz eski halimize mi döndürüleceğiz? derler.”

Bununla Kureyş'li müşrikler ve

onlar gibi âhiretteki dirilişi inkâr edenler kasdedilmiştir.

Bunlar kabre girdikten sonra, tekrar dirilmenin gerçekleşmesi konusunu uzak bir ihtimâl saymaktadırlar. Mücâhid böyle der.

Kemikleri, etleri parçalanıp toprak olduktan sonra mı?



“Ufalanmış kemikler olduğumuz vakit mi?”

Bu âyetin sonundaki (nekhıraten.) kelimesi, (naakhiraten) şeklinde de okunmuştur. Ve bu kelimeye İbn Abbâs, Mücâhid ye Katâde, ‘çürümüş’ anlamını verirler.

İbn Abbâs ise der ki: Kemik çürüyüp içine rüzgâr girdiği zaman bu kelime kullanılır.



“O takdirde bu, zararlı bir dönüştür, derler.”

İbn Abbâs, Muhammed İbn Kâ'b, İkrime, Saîd İbn Cübeyr, Ebu Mâlik, Süddî ve Katâde bu âyette geçen (kerretun) kelimesinin; ‘öldükten sonra dirilip yaşamak’

anlamına geldiğini bildirirler.

İbn Zeyd ise bu kelimenin ‘cehennem’ olduğunu söyler.

Onun ne de çok isimleri vardır:

Ateş, Cehennem, Sakar, Cahîm, Ğaviye, Hâfire, Lazza, Hutame gibi.



“O takdirde bu, zararlı bir dönüştür, derler.”

Muhammed İbn Kâ'b der ki: Kureyş'liler; ‘eğer biz öldükten sonra Allah bizi diriltecek olursa, muhakkak hüsrana uğrayanlardan oluruz’, diyorlardı.

Bunlara cevaben Allah Teâlâ buyuruyor ki:

“Doğrusu o, bir tek çığlıktır. Ki, o zaman hepsi toprağın yüzüne dökülecektir.”

Bu, sadece Allah'ın emirlerinden bir emirdir.

Bu emirde iki kere tekrar ve te'kîd yoktur.

Bu emir gelir gelmez

bütün insanlar ayağa kalkıp bekleyeceklerdir.

Bu emir Allah Teâlâ’nın İsrafil (a.s.)e diriliş nefhasım üfürmek üzere Sûr'u üfürmesine dâir vereceği emirdir. Bu üfürme ile birlikte

öncekiler ve sonrakiler

Azîz ve Celîl olan Allah'ın huzurunda ayağa kalkacak ve bekleyeceklerdir.

Diğer âyetlerde buyurulduğu gibi:

“O, sizi çağırdığı gün; hamd ederek davetine uyarsınız. Ve çok az kaldığınızı zannedersiniz.” (İsrâ, 52).

“Ve Bizim emrimiz bir tektir; bir göz kırpması gibidir.”(Kamer, 50),

“Saat hâdisesi ise ancak bir göz kırpması gibi veya daha yakındır.” (Nahl, 77)



Mücâhid: “Doğrusu o, bir tek çığlıktır.” Kavlinin:

‘tek bir sayhadır’ anlamına geldiğini söyler.

İbrahim et-Teymî der ki: ‘Allah'ın kullarım yeniden dirilteceği gün, onlara en çok kızgın olduğu zamandır’.

Hasan el-Basrî de der ki: ‘Kızgınlıktan bir çığlıktır’.

Ebu Mâlik, Rebî' İbn Enes, bu bir tek çığlığın ‘son nefha’ olduğunu söylerler.





“Ki o zaman, hepsi toprağın yüzüne dökülecektir.”



İbn Abbâs der ki: (es-saahireh) kelimesi ‘bütünüyle yeryüzü’ demektir.

Saîd İbn Cübeyr, Katâde ve Ebu Salih de böyle derler.

İkrime Hasan, Dahhâk ve İbn Zeyd ise bu kelimenin

toprağın yüzü anlamına geldiğini söylerler.

Mücâhid de ‘daha önce toprağın altında iken şimdi üstüne çıkarılırlar’ der, ve o (es-saahireh) kelimesine ‘düzgün bir yer’ anlamını verir.

Sevrî ise bu kelimeye; ‘Şâm toprağı’, der.

Osman İbn Ebu Âtike de ‘Kudüs toprağı’ anlamını verir.

Vehb İbn Münebbih ise bu toprağın ‘Kudüs'ün çevresindeki bir dağ’ olduğunu söyler.

Katâde de bunun ‘cehennem’ anlamına geldiğini bildirir.



İbn Kesir diyor ki:

Bu sözlerin hepsi de garîbtir.

Sahîh olan, bu kelimenin ‘yerin üst yüzü’ anlamına gelmesidir.



İbn Ebu Hatim der ki: Bize Ali İbn Hüseyn... Sehl îbn Sa'd'dan nakletti ki; o: “Hepsi toprağın yüzüne dökülecektir.” kavli hakkında şöyle demiştir:

‘Temiz bir ekmek parçası gibi bembeyaz bir toprak.’



Rebî’ İbn Enes ise bu âyete benzer olmak üzere Allah Teâlâ’nın şu kavillerini zikreder:

“O gün yer, başka bir yerle değiştirilir. Gökler de başka göklerle.

Ve onlar Vâhid ve Kahhâr olan Allah'ın huzuruna çıkarlar.” (İbrahim, 48),



“Ve sana dağlardan sorarlar. De ki: Rabbım onları ufalayıp savuracak, yerlerini düz, kuru bir toprak haline getirecek. Orada ne çukur, ne de bir tümsek göreceksin.” (Tâhâ, 105-107),

“Bir gün dağları yürütürüz de sen, yeri dümdüz görürsün.” (Kehf, 47)

Üzerinde dağlar bulunan bu yer dümdüz görülür.

Ve orası üzerinde günâh işlenmemiş, kan akıtılmamış olan bir yerdir.

Buradan apayrı bir yer.

( İbn Kesir; “Tefsir” ; c: 15; s: 8267-8270) ; Çev: Bekir Karlığa, Bedrettin Çetiner)



::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

Mevdudi’nin açıklaması: ‘Tefhimu'l-Kur'an’



1- Ta en derinden acıyla sökerek çıkaranlara andolsun.
2- Yumuşacık çekip alanlara,
3- Yüzdükçe yüzerek gidenlere,
4- Öncü olarak yarışıp geçenlere,
5- Derken işi bir düzen içinde evirip çevirenlere.

Bu ayetlerde beş özelliğe sahip kimselere yemin edilmiş,

ancak niçin yemin edildiği açıklanmamıştır.

Fakat daha sonra gelen konulardan bu yeminin,

vukûbulacağı kesinlik kazanmış Kıyamet hakkında olduğu anlaşılıyor.

Bu beş özelliğe sahip kimselerin kimliğinin açıklanmamasına rağmen

bazı sahabe, tabiin ve müfessirlerin çoğuna göre, bu kimseler, meleklerdir.



"Söküp çıkaranlar" ve "Yavaşça çekenler", İbni Mes'ud, İbn Abbas, Mesruk, Said bin Cübeyr, Ebu Salih, Ebu ed-Duha ve Süddî'ye göre,

vücudun ta derinlerinden canı çıkaran meleklerdir.



"Yüzüp yüzüp gidenler", ayetiyle kastedilen,

Allah'ın (c.c.) emri ile kainatı idare eden ve

Allah'ın (c.c.) emirlerini süratle yerine getiren meleklerdir.

Yani o kadar hızlı hareket ediyorlar ki, adeta yüzüyorlar.

Bu görüşü Hz. Ali, İbn Mes'ud, Mücahid, Said bin Cübeyr ve Ebu Salih ileri sürmektedirler.



"Yarışıp geçenler" ayeti hakkında ise, Hz. Ali, Mücahid, Ata, Ebu Salih, Hasan Basrî;

Allah (c.c.) işaret ettiği zaman, emri yerine getirmek için hemen harekete geçen melekler kastediliyor, demişlerdir.



"Derken işi düzenleyenler" ayeti de, Hz. Ali, Mücahid, Ata, Ebu Salih, Hasan Basrî, Katâde, Rebî ibn Enes ve Süddî'ye göre,

meleklere işaret etmektedir.

Başka bir ifadeyle, Allah'ın (c.c.) emriyle

melekler bu kainatı idare etmektedirler.

Her ne kadar bu konuda Rasulullah'tan bir hadis rivayet edilmemişse de,

her halûkârda bu yorumun dayanağı Rasulullah olmalıdır.



Ancak şimdi bu, ortaya bir sorun çıkarmaktadır.

Kıyamet günü ve ölümden sonraki hayat gibi,

hissedilmeyen, gözetlenemeyen bir mahlûk olan meleklere

Allah (c.c.) niçin yemin ediyor?

Doğrusunu Allah (c.c.) bilir, ama benim düşünceme göre,

Araplar meleklerin varlığını inkâr etmiyorlar ve

insanın canını meleklerin aldığına inanıyorlardı.

Ayrıca onlar, meleklerin müthiş bir surette hareket ettiğine ve

yeryüzünden, gökyüzüne anında inip-çıktıklarına da inanıyorlardı.

Bununla birlikte, meleklerin

kendilerine verilen emirleri saniyen yerine getirdikleri ve

Allah'ın (c.c.) emriyle bu kainatın nizamını idare ettikleri,

şeklinde bir anlayışa sahiptiler.

Serbest bir iradeleri olmadığını kabul ederlerken,

cehaletlerinden ötürü, melekleri

Allah'ın (c.c.) kızları sanarak onlara tapıyorlardı.

Fakat buna rağmen Mekkeliler,

meleklerin mutlak iktidar sahibi olmadıklarını biliyorlardı.

Kıyamet günü ve ölümden sonraki hayat anlatılırken,

melekler kastedilerek şöyle denmiştir:

"Biliyorsunuz ki, melekler canlarınızı alırlar.

Eğer onlar Allah'ın (c.c.) emriyle can alabiliyorlarsa,

yine Allah'ın (c.c.) emriyle canı iade edebilirler.

Allah'ın (c.c.) emriyle bu kainatın nizamını düzenleyebildiklerine göre, Allah'ın (c.c.) emriyle yine bu nizamı alt-üst ederek yeni bir dünya kurabilirler.

Ve bu işi yapmak için, verilen emri hiç geciktirmez ve oyalanmazlar.



6- O sarsıntının sarsacağı gün,
7- Arkasından onu diğer bir sarsıntı izleyecek.
Burada birinci sarsıntı ile, Kıyametin koptuğunda

dünyanın alt-üst olması kasdedilirken,

ikinci sarsıntı ile, ölülerin ayağa kalkmasına işaret olunmaktadır.

Bu hususa, Zümer-68'de şöyle değinilmiştir:
"Sûr'a üflendi. Göklerde ve yerde olanlar düşüp bayıldılar.

Ancak Allah'ın (c.c.) dilediği kaldı.

Sonra ona bir defa daha üflendi, birden onlar ayağa kalktılar, bakıyorlar."



8- O gün yürekler (dehşet içinde) hoplayacak.
"Bazı kalpler" kelimesinin burada kullanılmasının sebebi

Kur'an'a göre, Kıyamet günü yalnızca

kâfirler, fâcirler ve münafıklar korku ve dehşet içinde olacaklardır.

Fakat müminler bu dehşetten berî olacaklardır.

Enbiya: 103'de şöyle buyurulmuştur:
"O an büyük korku, onları asla tasalandırmaz.

Melekler onları şöyle karşılar: İşte bu, size va'dedilen gününüzdür."



9- Gözler de zillet içinde düşecek.
10- Kendileri; derler ki: "Biz çukurda iken, gerçekten biz mi yeniden (diriltilip) döndürüleceğiz?"
11- "Biz çürüyüp dağılmış kemikler olduğumuz zaman mı?"
12- Dediler ki: "Şu durumda, zararına bir dönüştür bu."
Birbirlerine alaylı alaylı, 'eğer öbür dünya böyleyse, biz çok zararlı olacağız' diyorlardı.



13- Oysa bu, yalnızca tek bir haykırıştır.
14- Bir de bakarsın ki, onlar, yerin üstündedirler.
Yani onlar, bu işin imkânsız olacağını sanıyorlardı.

Halbuki Allah (c.c.) için bu, hiç de güç bir iş değildir.

Toz olmuş kemikleriniz nerede olurlarsa olsunlar

Allah'ın (c.c.) emriyle biraraya gelirler ve bir de bakarsınız ki

Allah'ın (c.c.) huzurundasınız.

Bu dönüş gerçekten de sizler için zararlıdır.

Bu sebepten dolayı, nereye kaçarsanız kaçın,

bu olay sonuçta vukû bulacaktır ve o zaman

inkârınız ve alaylarınız hiçbir işe yaramayacaktır.


http://www.enfal.de/tefhim/index.htm



::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

Seyyid Kutub’un açıklaması:



1-Andolsun söküp çıkaranlara.

2- Hemen çekip alanlara.

3- Yüzüp gidenlere.

4- Yarışıp, geçenlere.

5- Derken işi düzenliyenlere!

Ayet-i kerimelerin bu ifadelerinin yorumu hakkında denmiştir ki:

Naziat ruhları sert bir şekilde çekip alan meleklerdir.

"Naşitat" hareketlerinde serbest olan melekler,

"sabihat" yüceler aleminde yüzen melekler,

"sabikat" ise herkesten önce imana veya Rabblerinin emrine itaata koşan melekler,

"müdebbirat" ise kendilerine havale edilen işleri düzenleyen, idare eden meleklerdir.



Yine denmiştir ki, bunlar:

yörüngelerinde giden, hareket eden, bir konaktan diğerine geçip giden,

Allah'ın uzay boşluğunda ona bağlı olarak yüzüp giden koşuşunda ve dönüşünde bir yarış içinde bulunanlar ve

Allah'ın kendilerine yüklediği görevi yerine getiren yıldızlardır.

Ve sonuçlarını en güzel şekilde dünyadaki hayat ve

onunla ilgili olaylar üzerinde etkilerini mükemmel idare eden yıldızlardır.



Yine denmiştir ki;

Naziat, naşitat, sabihat ve sabikat yıldızdırlar. Müdebbirat ise meleklerdir.

Şöyle de denmiştir:

Naziat, naşitat ve sabihat yıldızlar; sabikat ve müdebbirat ise meleklerdir.

Bu kelimelerin anlamları ne olursa olsun

Kur'an'ın atmosferdeki hayattan ve onların bu şekilde sergilenişinden birtakım hislere kapılıyoruz.

Bunlar her şeyden önce duygularda bir sarsıntı meydana getirmektedir.

Vicdanlarda bir ürperti, ürküten ve korkutan bir şeyin tesirini ve etkisini meydana getirmektedir.

Bu nedenle bunlar surenin girişi ile güçlü bir bütünlüğe ulaşmaktadır.

Böylece sonda gelmekte olan

ürpertici, yıldırıcı büyük tehlikenin oluşturduğu

korku ve dehşeti karşılamaya duyguyu hazırlamaktadır.

Biz de bu duyarlılıkla beraber olmak için

onları olduğu gibi anlamlarının ayrıntılarına girip tartışmaya gerek duymadan, bırakmayı tercih ediyoruz ki

Kur'an'ın mesajına, direktiflerine açık bir hayat yaşayalım.

Kur'an'ı bütün mesajları ve direktifleri ile

kendi yapısı içinde tanışıp etkilerini içimizde hissedelim.

Asıl hedef kalbin sarsılarak uyarılmasıdır.

Kur'an bunu değişik yöntemler kullanarak elde etmeye çalışır.



Sonra Hz. Ömer bu konuda bizim için güzel bir örnektir.

Hz. Ömer Abese suresini okumuş "ve fakiheten ve ebben" ayetine geldiğinde şöyle demişti:

- Fakihe meyvedir, anladık bunu. Ebben nedir acaba?



Ardından sözlerine hemen şu cümleyi ilave etmişti:



- Ey Hattabın oğlu Ömer, Allah'a yemin olsun ki

bu tekellüftür, işi yokuşa sürmektir.

Yüce Allah'ın kitabından bir kelimeyi bilmemen

sana ne zarar verir ki?



Başka bir rivayete göre ise O "bunların hepsini biliyoruz, fakat ebben nedir" demiş, hemen ardından kendi kendine kızarak elindeki değneği kırıp yere atarak şöyle demiştir:



- Bu Allah'a yemin olsun ki yokuşa sürmektir.

Ey ümmü Ömer'in oğlu;

sen Ebb'in ne olduğunu bilmesen ne olur ki



Sonra şöyle demiştir.



- Bu kitabın açık hükümlerine uyun,

açık olmayanlarını ise öyle bırakın.



Bunlar Allah'ın yüce sözlerine karşı

edepten kaynaklanmış davranış örnekleridir.

Kulun Rabbin sözleri karşısındaki edebinin ifadesidir.

Zira bu sözlerin bir kısmının

özü itibarı ile kapalı kalması hedeflenmiş ve böylece

bu kapalılık bir amacın gerçekleşmesine yol açmış olabilir.

Surenin "yemin edilme" havasındaki bu girişinden sonra gelen ayetler,

bu önemli gerçeği tasvir etmektedir:.



6- o gün bir sarsıntı sarsar.

7- Ardından bir başka sarsıntı gelir.

8- O gün kalpler titrer.

9- Gözler korkudan aşağı kayar.

10- Diyorlar ki: "Biz yine eski halimize döndürülecek miyiz?

11- Biz çürümüş kemikler olduktan sonra ha?

12- Öyle ise bu, ziyanlı bir dönüştür" dediler.

13- Doğrusu bir tek çığlık yetecektir.

14- Hepsi hemen bir düzlüğe dökülecektir.



Ayet-i kerimede geçen racife kavramının dünya olduğu belirtilmiştir.

Çünkü başka bir surede geçen bir ayette şöyle denilmektedir:

"Yer ve dağlar sarsıldığı gün." (Müzzemmil 14)

Radife ise göktür, denilmiştir.

Çünkü gök, evrendeki alt üst sırasında yeri izler ve onun peşinden gelir, yarılır, yıldızları dağılıp saçılır.

"Racife"nin yeri, dağları ve tüm canlıları sarsan,

göklerde ve yerde ne varsa Allah'ın diledikleri dışında herkesi bayıltıp öldüren birinci çığlık olduğu,

"Radife"nin ise insanları tekrar dirilten ve bir araya toplayan ikinci çığlık olduğu da söylenmiştir.

(Nitekim Zümer suresinin 68. ayeti bu konuda delil olmaktadır)

İster bu ister diğeri olsun, artık insanın kalbi

sarsılmayı, titremeyi, korku ve çalkantıyı hissetmiş durumdadır.

Korku, ürperti ve irkilme ile sarsılmıştır.

Sükunet ve rahattan tamamen uzak

o günkü korkunun, kalbler üzerinde ne kadar etkili olduğunu anlamaya hazır duruma gelmiştir.

"O gün kalpler titrer. Gözler korkudan aşağı kayar."

sözünün gerçekliğini kavramış ve hissetmiştir.



Bu kalbler büyük sıkıntı içindedir. Apaçık bir şaşkınlık içindedir.

Korku ürperti, irkiliş ve burukluk her yanlarını bütünü ile kaplamıştır.

İşte sarsacak olanın sarstığı ve peşinden diğerinin geldiği o günde meydana gelecek olan budur. İşte:

"Andolsun söküp çıkaranlara. Hemen çekip alanlara. Yüzüp gidenlere. Yarışıp geçenlere. Derken işi düzenleyenlere!"

ifadelerindeki yeminin asıl amacı da bu gerçeği ortaya koymaktır.

Bu sahnenin bıraktığı etki girişin içeriği ile bütünlük sağlamaktadır.

Surenin bundan sonraki akışı,

onların kabirlerden kalktıkları zamanki şaşkınlıklarından ve hayretlerinden söz etmektedir.



"Diyorlar ki: `Biz yine eski halimize döndürülecek miyiz? Biz çürümüş kemikler olduktan sonra ha?"

Onlar birbirlerine soruyorlar:

Biz tekrar hayata mı döndürülecek, ilk yaşamama mı geri geleceğiz?



Arap dilinde "recea fi hafıretihi" denir.

Yani geldiği yola tekrar döndü.

Onlar bu şaşkınlıkları ve hayretleri içinde soruyorlar:

Geldikleri yoldan hayata dönmelerini hayretle karşılıyorlar.

Rüzgarın içinden geçebileceği kadar çürümüş,

delik deşik olmuş kemikler haline geldikten sonra..

Bu nasıl olabilir? diyerek korkularını ve dehşetlerini dile getiriyorlar.

Herhalde onlar ayılıyorlar. Ya da basiretleri açılıyor.

Bunun tekrar hayata dönüş olduğunu,

fakat bu hayatın başka bir hayat olduğunu anlıyorlar.

Bu dönüşün kendileri için bir yıkım ve ceza olduğunu hissediyorlar.

Bu nedenle şöyle diyorlar:



"Öyle ise bu, ziyanlı bir dönüştür' dediler."

Bu onların hesaba katmadıkları bir durumdur.

Hiçbir azık hazırlamamışlardır.

Orada onların hiçbir payları olmaz.

Burada, bu sahnenin karşısında, Kur'an'ın akışı var olan bir gerçeği dile getirerek devam ediyor:

"Doğrusu bir tek çığlık yetecektir. Hepsi hemen bir düzlüğe dökülecektir."

Ayet-i kerimede geçen "zecra" çığlık demektir.

Fakat surenin diğer sahneleri ile bu sahnenin havası uyum sağlasın diye

bu sert ve katı sözcükle ifade edilmektedir.

"Sahire" ise parlayan beyaz yer demektir.

Burası mahşer yeridir. Biz mahşerin nerede kurulacağını bilemeyiz. Onunla ilgili haberleri ancak inandığımız doğru kaynaktan alabiliriz.

Kesin sağlam olmayan ve garanti edilmeyen şeyleri ona ilave etmeyiz.



Kur'an'ın diğer ayetlerine dayanarak;

buradaki tek çığlığın,

kıyametteki ikinci çığlık, diriliş ve mahşer çığlığı olduğunu söyleyebiliriz.

Bu ifade hızlıca geçilmiştir.

Zaten onun kendisi de hızlılığı çağrıştırmaktadır.

Çünkü surenin tamamı da bu türden bir hızlılığı ve korkuyu telkin etmektedir.

Korku dolu kalblerdeki bu titreyiş, nabzın hızlı atışıyla paralellik arzetmektedir. Akışın tüm hareketlerinde , tüm işaretlerinde ve her mesajında bu uyum göze çarpmaktadır.



http://www.sevde.de/Kuran-Tevsiri/Kuran_Tefsiri.htm

::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::

Elmalılı Hamdi Yazır’ın açıklaması:



1-5 ayetler:

Burada görülüyor ki “şiddetle çekmek”, “yavaşça çekmek”, “yüzüp gitmek”, “yarışıp geçmek” ve “iş çevirmek” gibi beş işi yapanlara yemin edilmiş,

cevabı da daha sonra gelenlerden elde edilen karine ile bilindiği için zikredilmemiştir ki, “Bunlar olacak, o kıyamet ve öldükten sonra dirilme gerçekleşecek.” demektir.

Bu işleri yapanların hepsi

bir topluluk veya bir topluluğun sınıfları yahut bir kısmı başka bir topluluk olarak düşünülebilirse de

hepsi aslında bir kumandaya bağlı bir topluluk veya

o topluluğun sınıfları olması, gelecek olan

(Feinnemaa hiye zecretun vaahıdetun.) "Fakat o bir tek haykırıştır." karinesi ile daha açıktır.

Bir de görülüyor ki, bu beş fiilin ilk üçü olan:

“şiddetle çekmek”, “yavaşça çekmek” ve “yüzüp gitmek”

arasında bir sıralama gözetilmeyip “vav” bağlacıyla bağlanmış;

geçmek ve iş çevirmek fiilleri ise

“fâ” ile birbirlerine ve öncekilere bağlanmakla

fiilde veya zikirde bir sıralama gözetilerek ifade edilmişlerdir ki, bununla

bu iki fiilin; öbürlerinin neticesi ve gayesi gibi olduğu anlatılmış demektir.

Bu beş âyetten(Vennaazi‘ati ğarkaa) ile (Vennaaşidtaati neştaa) âyetleri,

kapsamış oldukları nâzi, ğark, nâşit ve neşt kelimelerinin

lugat bakımından farklı mânâları gösteren müşterek lâfızlardan olmaları nedeniyle her biri birçok mânâ ifade etme ihtimalinden dolayı,

bunları meâlde sade bir mânâ ile tercüme etme imkanı yoktur.

Bu nedenle bunları mümkün olabildiği kadar

tefsir sûretiyle anlamaya çalışmak gerekir.

ĞARK, iğrak mânâsına mastar ismidir.

İğrak, suya daldırıp boğmak, bir kabı doldurmak, dolmuş hale getirmek ve yayı şiddet ve aşırılıkla doldura doldura çekmek demektir.

Bu mânâlardan hareketle,

herhangi bir şeyde aşırı gitmek, uzağa gitmek mânâlarında kullanılır.

NÂZİÂT, nâzi'ler demektir.

Bu kelime müteaddi (geçişli) veya lâzım (geçişsiz) olmasına göre,

nezi' kökünden de nüzû kökünden de türetilmiş olabilir.

Nezi', bizim çekmek, çekip almak ve soymak kelimelerimiz gibi çeşitli mânâlara gelir:

1- Nezi', intiza' kelimesi gibi

bir şeyi yerinden koparıp çekmek mânâsına gelir.

Bundan, hayatı çekip almak, can almak ve can çekiştirmek mânâsına gelir ki bu hale

“Halet-i nezi'= can çekişme hali” denir.

Bu mânâ ile nâziât, can alan kuvvetler, melekler demek olabileceği gibi,

can çekişme halinde bulunan canlar demek de olabilir.

2- Nezi', kuyudan şiddetle kova çekmek, su çıkarmak mânâsına gelir ki, bunda “ğarkan nezi'”, iyice daldırıp derinden doldurarak hızla çekmek demek olur.

Bu da; ta derinden çeke çeke can almak mânâsına mecaz olabilir.

Bu duruma göre de nâziât,

şiddetle daldıra daldıra, boğa boğa,

bedenlerinin dipten tırnağa ta derinliklerinden çeke çeke

can alan melekler veya cihad yapan kuvvetler demek olur.

3- Nezi', yay çekmek; “ğarkan nezi'” de yayı şiddet ve aşırılıkla doldura doldura çekmek mânâsına gelir ki, buna yayı doldurmak denir.

Bu mânâda nâziât, atış yapan kuvvetler, gâziler demek olur.

4- Nezi', atın başını alıp bir düzüye koşması mânâsına gelir ki,

bu mânâdan nâziâtın,

(Ve’l- ‘adiyaati dabhaa) “Gürültü ile koşan”(Âdiyat, 100/1) âyetinde olduğu gibi

atlar, biniciler ve o mânâda olan kuvvetler için kullanılması doğru olabilir.

Ayrıca bu mânâdan mecaz olarak

gökte doğudan batıya hareket eden yıldızlar ile de tefsir edenler olmuştur.

Fakat (Fe’l-mudebbiraati emraa) “bir iş çevirenler”, yıldızlar olamaz.

5- Nüzü', bir şeye can atmak gönül çekmek dediğimiz gibi

bir şeye meyledip arzulamak;

bir de bir şeyden feragat edip geri çekilmek, sıyrılıp çıkmak

mânâlarına geldiğinden

vatanını özleyen gurbetçiye nâzi' denildiği gibi,

nâziât da bu mânâdan olarak

bedenlerinden ayrılmış, bedenlerine hasret kalmış nefisler demek olabilir.

NAŞİTÂT, bu kelime neşt ve neşât kökünden türetilmiş olabilir.

1- Neşt, kuyudan kovayı kolayca ve yumuşak bir şekilde çekmek mânâsına gelir ki, bizim “tereyağından kıl çeker gibi çekmek” sözümüze benzer.

2- Neşt, bir düğümü yumuşak bir şekilde usulcacık çözmek

mânâsına gelir ki, “ünşûta” denilen ve kolay çözülen ilmekli düğümü çözmek gibidir.

Bu iki mânâdan nâşitât,

müminlerin ruhlarını nazik ve yumuşak bir şekilde alan

melekler ve rahmet melekleri denilmiştir.

Tatlılıkla gönülleri kendileri ne çeken ruhlar, nefisler demek de olabilir.

3- Neşt, bir yerden bir yere çıkmak mânâsına gelir.

Nitekim bir yerden bir yer giden yaban öküzüne “nâşıt” denilir.

Buna benzetilmek sûretiyle nâşitât,

burçtan burca giden gezegenler demek olduğu da söylenmiştir.

Nâziât da yıldızlar demek olduğuna göre

doğudan batıya hareketleri kendilerinin değil,

zoraki mahiyette olması;

bunların ise burçtan burca gidişleri kendilerinin olarak

tabii mahiyette olması tarzında anlatılmış demek olur.

Bu şekilde bir sonraki âyette geçen “sebh” de

gökteki gidişleri, “sebk” ise hızlı ve yavaş hareket etmedeki farkları demek olur.

4- Neşât, bilindiği gibi, gönül hoşluğu, şenlik demektir.

Bundan, (Vennaaşidtaati neştaa)

“ölüm zamanında bedenden gönül hoşluğu ile çıkan mümin ruhlar” diye tefsir olunmuştur. Nitekim bu takdirde, (Vennaazi‘ati ğarkaa)

“boğula boğula, şiddet ve azap ile çıkan kâfir ruhlar” demek olur.

Sebh, suda yüzmek ve kolayca uzağa gitmek demektir.

Burada hakikat ve mecâz olarak ikinci mânâdan olacağı açıktır.



İşte bu âyetlerin içinde geçen bu kelimelerin bu şekilde birçok mânâya gelme ihtimalinden dolayı burada tefsirciler de birçok yorum nakletmişlerdir:

1- Hepsi meleklerdir: (Vennaazi‘ati ğarkaa) “boğa boğa, daldıra daldıra şiddetle can alan melekler”, yahut

“kâfirlerin canını alan azap melekleridir.”

Nâşitât, tatlı ve yumuşak bir şekilde can alan,

müminlerin ruhlarını alan rahmet melekleridir.

Sâbihât, ilâhi emir ile ufuklardan gelip giderek iş yapan veya can alırken nefislerde dalgıç gibi dalıp yüzen meleklerdir.

Sâbikât, kâfirlerin ruhlarını cehenneme, müminlerin ruhlarını cennete götürmek için yarışıp giden meleklerdir.

Müdebbirât-ı emr ise, yüce Allah'ın, âlemin düzeninde emir altına verdiği, memur kıldığı işlerde, işi yönetip idare eden melekler,

yahut meleklerin elçileridir.

2- İnsanların nefisleridir: Bunun da iki ayrı yorumu vardır.

Birisi, bedenlerinden ayrılan erdemli nefisler ki

alışıp kaynaştıkları ve hayır kazanmak için araçları ve binitleri olan bedenlerinin şiddetle her noktasından ayrılır ve bununla beraber

melekler ve ruhlar âlemine arzu ve neşe ile çıkar,

orada yüzer ve sonra geçip mukaddes bölgeye gider,

sonra da şeref ve kudreti nedeniyle iş yöneten melekler sırasına ve

hatta onlardan ileri geçerler.

Çünkü ölümden sonra ruhların bu âlemde bile nice eser ve halleri görünür.

Onların manevî ve ruhî özelliklerinden istifade edilir.

İkincisi, ölümden önce bir tarikata katılarak ibadet edip nefis mücadelesi vermek suretiyle içini ve dışını temizleyen ve ilâhî bilgilerde yükselen erdemli nefisler denilmiştir ki,

bunlar şehevi arzularından sıyrılır, mukaddes âlemin hasretini çeker.

Olgunluklara yükselme mertebelerinde yüzer,

sonra kusurlu ve eksik nefislerin terbiyecisi ve olgunlaştırıcısı olur.

3- Gâziler veya elleri veya atları ki,

elleri silahlarını doldurur çeker, oklarını, mermilerini kolayca atarlar, karada ve denizde yüzer giderler, düşmanla savaşta yarışıp ileri geçerler, sonra onların işlerini yönetirler.

Bu özellikler gazilerin atlarında da düşünülebilir.

Şu kadar var ki, atların iş yöneticisi olmaları, sebebiyet alakası ile mecaz olur.

Yani atlar iş çevirip yönetmeye sebep oldukları için, mecaz olarak onlara da iş çevirici denilebilir.

Meâlden bu üç mânâ anlaşılabilir.

4- Yıldızlar denilmiştir: Fakat bunlar hakkında

“iş çevirici” nitelemesini yapmak doğru olmaz. Bu, yine melekler olmalıdır.

Bunları çeşitli şekillerde düşünmek isteyenler de olmuştur.

En açığı melekler veya erdemli nefisler veya

dilimizce daha kapsamlı olmak üzere kuvvetler demektir.

Bunlara yemin edilerek

kıyamet ve öldükten sonra dirilme olayının meydana geleceği

vurgulu bir şekilde kesin olarak haber verilmiştir.

Ğarkan kelimesi, (tefriyk ığraka)takdirinde mef'ûlü mutlak, cümlesi baştaki “en-Naziât”ın hâli, veya (nüfuusen ğarikah fiy’l-ecsaad)

“bedenlerin içine batmış nefisler” mânâsında

sıfat-ı müşebbehe şeklinde yorumlanarak mef'ülû bihtir. (neştaa , sebhaa, sebkaa) kelimeleri de mastar olarak mansuptur. (emraa)kelimesi de mudebbiraat’ın mef’ulü olarak mansuptur.

6. (Yevme tercufu) “Sarsacağı gün”.

Yeminin zikredilmeyen cevabı ile ilgili

zaman bildiren tümleç olarak mansuptur.

Yani o kıyamet ve öldükten sonra dirilme o gün olacak ki,

(er-raacifetu) “o deprem sarsacak.”

RECF, şiddetle sarsmak veya sarsılmak mânâsına

müteaddî (geçişli) ve lâzım (geçişsiz) olur. Onun için Râcife;

şiddetle sarsan sarsıntı, dünyayı yerinden oynatan olay,

ilk üfürme, yahut o vakit şiddetle sarsılan, sarsılacak olan yeryüzü

ve dağlar gibi cisimler demek olabilir.

Fiilin müteaddî (geçişli) olmasına göre verilen birinci mânâ

korkutma hususunda daha beliğdir.

Yani dünyayı harekete getirip (mobilizasyon) yaptıracak olan o şiddetli sarsıntı,

ilk üfürme olayı olacak, âlemi seferber yapacak

7. (Tetbe‘uuher-raadifeh) “onu ikincisi izleyecektir.”

RADİFE, redîf gibi ardınca gelen, izleyen mânâsına gelir ki

ilk üfürmede ard arda sarsıntılar olması gibi

hareketlerin birbirini izlemesini,

göğün yarılmasını ve yıldızların yayılması hallerini ifade etmiş olabilirse de,

bunun ikinci üfürme olayı olması daha uygundur.

Âyetlerin akışı da bunu gösterir.

Demek ki, bu sarsıntıların olacağı günden maksat,

sarsıntının olmasından öldükten sonra dirilmeye kadar uzanan vakittir.


10. (Yekuluune) “Derler ki.”

Bu, öldükten sonra dirilmenin olacağı

yemin ve vurgu ile haber verildikten sonra,

inanmayan inkârcıların sözlerini hikâye eder.

Yani inkârcılar bu gün dünyada şöyle diyorlar:

(einnaa lemerduudune fiy’l-haafireh) “Biz gerisin geriye döndürülecek miyiz?”.

HAFİR, HAFİRE, esasen “kazıcı” mânâsına sıfat olmakla beraber,

atın tırnağına isim olmuştur.

Bu münasebetle atın tırnağının kazdığı çukura, yani

izine ve o suretle açılan çığıra da hafire denilir.

Bu, merdıyye (razı olunmuş) mânâsına

radiye (razı olan) kelimesinin kullanılmasına benzer.

Yani çukur kazan, iz yapan mânâsına hafire kelimesi kullanılmış,

fakat “kazılan çukur” kastedilmiştir.

Araplar'da şu iki söz darb-ı mesel olmuştur:

BİRİSİ, (rucuu’ fi’l-haafirah) “geldiği yoldan dönmek”ten kinaye olur.

Denilir ki, (raca‘a fulaanen fiy haafirah) “filan, geldiği yoldan döndü” demektir.

BİRİSİ de, denilir ki, (nakada fiy’l-haafirah)

“bir alışverişte alıcının ilk sözde parayı sayması” mânâsına kullanılır.

Kâmus müterciminin ifadesine göre Türkçe'de, “tırnağı dibinde” denilir.

Bunun aslı, Araplar'da at en kıymetli mal olduğundan,

asla veresiye satılmadığı için

pazarlık bitince parası derhal teslim olunmadıkça

tırnağı durduğu yerden bir adım atmaz demektir.

Bir de bu sözün aslı,

koşuda birinci gelen atın

diğerlerinden önce tırnağının son kazdığı çukur mânâsına

“tırnağı dibinde hemen bahşiş verilmek” mânâsından olup,

daha sonraları mutlak öncelik mânâsında kullanıldığı söylenmiştir.

İşte bu âyette bu deyimlerin ifade ettiği mânâ üzere hâfire,

önceki yaratılış ve hayattan kinaye olarak mânâsı:

Biz önceki halimizde hayata geri mi çevrileceğiz?

demek olur ki, bu İbnü Abbas'tan rivayet edilmiş olup

tefsircilerin tercih ettiği görüştür.

Bununla beraber Mücahid'den hâfire'nin, hufre gibi mahfûre yani “kazılan çukur yer” mânâsına olarak “kabir” diye rivayet edilmiş olduğu ve

geri çevrilmenin âyetteki “merdûdûn” sözünden anlaşıldığı ve

bu mânâ herkese daha açık geleceği için “o çukur” demeyi uygun gördük ki,



“biz öldükten sonra o kabirlerde gerisin geri döndürülecek, diriltilecek miyiz?”

demek olur.

İkisinde de mânâ birdir.

Kuşkusuz hâfire'nin mahfûre, yani “kazılmış” mânâsına olmasının bir yorum ve izahı yok değilse de,

bu mânâ, lâfzın görünen mânâsına uymamaktadır.

Önceki mânâ hem ince, hem de meşhur ve bilinen bir mânâdır.

11. (Eizaa kunnaa ‘ızamen nekhıraten.)

“Ufalanmış kemikler olduğumuz zaman mı?”.

Bu, inkârdan sonra güya delile dayanarak bir netice çıkarma tarzında alaydır.

NEHIRE; çürümüş, ufalanmış, rüzgarla savrulur, yahut

delik deşik, göz göz olmuş, rüzgar estikçe ses verir, vızıldar kemik demektir.

Evvelkine “nehıre”, ikinciye “nâhire” denilerek

aralarında fark da gözetilmiştir.

Böyle çürümüş kemiklerin hayattan uzaklığına bakıp

bundan bir netice çıkarmaya çalışarak

Yâsîn Sûresi'nde geçen “Bu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş?”(Yâsin, 78)

demeleri gibi,

bunu uzak ve imkansız görüp inkâr ettiler.

12. (Kaalu) “Dediler ki”:

Önceki küfürlerinin bir kolu olarak diğer bir küfürlerini hikâyedir.

(tilke izen kerretun khaasireh) “Öyleyse o dönüş pek zararlı bir dönüştür”.



Zira o denildiği gibi ise,

biz ona iman etmemiş, hazırlanmamış olduğumuz için

bize pek zararı dokunan bir dönüş olacaktır.

Vah o vakit başımıza geleceklere vah, diye alay etmekte ileri gittiler.

13. Bütün bu sözler onu zor görmekten ileri gelen

bir ihtimal vermemeden kaynaklandığı için

kısaca ret ile kestirme cevap olarak buyruluyor ki:

(Feinnemaa hiye zecretun vaahıdetun.) “O bir tek haykırıştan ibarettir”

Yani onu Allah'a göre zor bir şey zannetmeyin.

O bir tek haykırıştan,

zorlu bir kumanda ile bir tek seslenişten ibarettir.

Bir “ol” emriyle, o üfürme olur biter.




14. Derhal onlar meydanda bulunurlar.

SÂHİRE, uyanık göz ve gözlere serap görünen

düpedüz açık yeryüzü, sahra, meydan demek olup

burada, gözleri açılarak apaçık mahşer yerinde bulunacakları anlatılmıştır.



(hel etaake hadiysü Muusaa) “Musa'nın kıssası haberi sana geldi mi?”

Burada Peygamber'in verdiği haberi yalanlayanların

akıbetleri hakkında ibret alınacak bir örnek ve

Peygamber'e teselli vermek için anlatılmış bulunan bu kıssa

Â'râf, Tâhâ, Şuâra, Kasas ve diğer sûrelerde birçok yerde her birinde farklı özelliklerle genişçe anlatılmıştır.

Buradaki özelliği ise Firavun'a söylenmesi istenen

“yumuşak söz”ün nasıl olacağını izah ve

Firavun'un “En yüce Rabbiniz benim.” taşkınlığıyla

Firavunluğunun özünde bulunan mânâyı özetlemiş olmasıdır.



Daha önce Kasas Sûresi'nde

"Sizin için benden başka ilâh bilmedim."(Kasas, 38) demişti.

Şuarâ sûresinde de

“Andolsun, benden başka bir ilâh tutarsan..”(Şuara, 29) demişti.

Bu, diğer detayların bir özeti olmak itibariyle

“sana geldi değil mi?” gibi ikrar sorusu olarak,

söyleneceklerin dinlenmesine teşviktir.



(Elmalılı Hamdi Yazır; “Hak Dili Kuran Dili” ; c:8; s: 496-499)

Hiç yorum yok:

reklam izle kazan

SPONSOR REKLAMLAR