1 Aralık 2008 Pazartesi

ey acı fecr gen tr

Yakmadı hiçbir söz ruhu, senin yaktığın kadar.
Yakmadı… Yakmadı…
Sen kifâyesiz, ruhsuz bir kelime değilsin…
Sardığın kuru beden değil; candır, ruhtur ey acı!
Dillerde dolandın durdun hep avarece…
Çiğnendin sakız gibi, sonra atıldın, ezildin…
Oysa senin yerin bambaşkadır yorgun ruhlarda,
Apayrıdır yerin, seni derin yaşayanlarda.

Bir sözcükten ibaretsin; lâkin gel gör ki…
Kelimeler tufan olur ardında, gırtlakta zincirlenerek.
Tufan olur yürekte, sonra kelimeler boğulur,
Ve çılgınca sen haykırırsın ey acı!

Minicik ellerde taş olursun sımsıkı tutulan,
Ufacık bir taş olursun, çelik zırhlı tanklara atılan.
Kanarsın ve kanatırsın taşlaşmış yürekleri sonra…
Ve Filistin’de bir aah olursun derinden çekilen!
Bir diriliş muştusu olursun yetim coğrafyalarda.
Bir umut mektebi olursun yılmak bilmeyen.
Adına türküler okunur, ağıtlar yakılır…
Yürekten kanayan ezgilere,
Mızrak misali bir yâr olursun durmadan.

Ey acı!
Esir olmuş yürekler de tanır mı seni, yaşar mı?
Yıkılmış, virân olmuş yürekler…
Ve içini bir titreme kaplar mı?
Kanar mı, kanı çekilmiş yürekler seninle?
Hayır hayır, başka türlü diyorum; sızlama değil…
Erir mi ince ince mesela?...

Sen, gözlerden süzülen kuru bir damla yaş
Olamazsın ey acı!
Avaz avaz bir haykırış da değilsin,
Biliyorum…
Nasıl anlatmalı seni, nasıl çizmeli?...
Kalemin ucundaki bir sözsün, mürekkebi kan ve gözyaşı olan…
Ama çizilemeyen…
Çizilince de kazınamayan…
Çığlık çığlığa özgürlük nağmeleri okuyan bir başsın.
Lâkin boynunda tasması olan…
Gittikçe daralan,
Boğan…

Sen de acı duyar mısın ey acı?
Sızlar mı senin de yüreğin?
Yoksa sadece yakar mısın, dağlar mısın ey acı?
Elleri kuruyan Ebu Leheb misali misin kendi ateşiyle yanan?
Bir hüzün dağı mısın yontulmayan taşlardan?
Acı bir eyvah mısın “keşke toprak olsaydım” denen?
Titrek bir soluk musun ölüm meleğiyle gelen?
Bir feryat, bir figan; yoksa sessiz bir çığlık mısın?
Kürre de bir zerre, ummanda bir damla,
Kubbede bir habbe misin?
Bir gölge misin yoksa derinden derine dalan?
Söyle! Nesin, nesin ey acı?...

Ey acı!
Girdiğin bedenlerin gözlerinden yansıdığın belli.
Heyhat! Nasıl bir göz olursun ki gönüllere nûr olan…
Toprağa can verir gibi işlersin, ilmik ilmik yüreği.
Kan çanağı demiri, ezer gibi terler alnın,
Ve akıttığın yaş ile
Çöl olmuş gönüllerde, filizlenir umutlar.
Ah acı ah! Sen kendini gizleyen bir mektep misin yoksa?
Neden sevmiyor seni insanlar, neden kaçıyor senden?
Neden?..

Bir misal değil misin, emsali nadir olan?
Bir perde değil misin, gönül ufkunu açan?
Musibet çehreli fikir yelkeni!
Durma artık, estir ümit yelleri,
Kaldır artık yeter, bembeyaz sır perdeni…

Arap yarımadasına varıyor gözlerim, kıtaları aşarak.
Yorgun Mekke’nin bağrından kopan,
Resulün sözlerini arıyor gözlerim:
“Dertsizlik dert olarak yeter insana.”
Duydun mu ey acı!
Yokluğun ne büyük kayıp,
Duydun mu?..
Hangi tufan sensiz pınar olmuş ki?
Hangi huzur sensiz gelebilmiş ki?
Sen bir bedelsin, sen bir bedelsin…
Durma, durma haykır ey acı!

Ey acı!
Çağları aşıp gelen ibretlerle dolusun…
Sen Eyyüb’ün sabrı, İbrahim’in ateşisin değil mi?
Sen Yusuf’un zindanı, Davut’un Calut’usun değil mi?
Ve sen Resulün Mekke’si, ardından Medine’si
Değil mi?
Sen bir bedelsin ey acı! Sen bir bedelsin…

Varsın sefa sürsün seni bilmek istemeyenler,
Varsın ibret almasın katılaşmış yürekler…
Varsın kulaklar tıkansın, gözler kapansın.
Suni cennetlerde oynansın, günübirlik oyunlar…
Kavrulsun dursun, ateşi cehennemin.
“Bekleyedurun, biz de bekliyoruz.”
Hakikati çınlasın, paslanmış kulaklarda.
Ve defterler tek tek açılsın,
Gözlerden perdeler bir bir kaldırılınca…
İşte “aldanma günü”sün sen ey acı!
Telafisi olmayan bir ansın sen ey acı!

Hiç yorum yok:

reklam izle kazan

SPONSOR REKLAMLAR