15 Nisan 2009 Çarşamba

Şehvet

Şehvet
Şehvet kuvveti sebebiyle doğan ruh hastalıkları pek çoktur. Ama Hoca Nasîrî ‘nin belirttiğine göre, şehvetin aşırısı ve ilacı:

Eğer şehvetin ifratı yenecek, içilecek cinsten ise ilacı şudur: Düşünmeli ki, yeme içmenin lezzeti bir anlıktır. Bununla beraber önce ve sonraları zararları sayısızdır. Mesela: İllâ da şunu bunu yiyeceğim diye onu kazanmak için bin bir meşakkate katlanır, rezil kişilere minnet eder, bu sebeple haşmet, vakar ve ağırbaşlılığını kaybeder, hafifliğe düşer zillete yuvarlanır. Salihler, filozoflar ve ârifler, yemek içmek için haysiyetlerini, vakarlarını kaybedip başkalarının minneti altına girmeyi, izzetini zedeleyip zillete düşmeyi doğru bulmamışlardır. Çok yemenin sonradan doğuracağı hoş olmayan sonuçları da vardır. Anlayış eksikliği ve şaşkınlık gibi . Haber de gelmiştir ki: “Çok yemek anlayış ve aklı giderir.” Ayrıca çok yemek pek çok beden hastalıklarının da sebebidir. Tıp kitaplarında yazar: “Mide her derdin başıdır. Uzuvlara hastalık oradan ulaşır. Perhiz etmek ise her dermanın başıdır. Hastalıklara şifa ondan geçer. “Peygamber (s.a.v.)’in sünnetini uygulamayı şiâr edinmiş hekimler demişler ki, tıp ilminin bütün meselelerini ve faydalarını şu üç kelime içine alır: “Yiyiniz, içiniz ama israf etmeyiniz” (Araf/31)Bazı zahidlere dostları ve ahbabı “hiç taam yemezsiniz” deyince şöyle cevap verdiler: “Dünya gözünde büyük bir lezzet olan nefis şeyleri yeyip içmekle istirahatimizi bozup, sonra da iyileşmeye çalışmak ve kazurat yoluyla temizlemeye uğraşmaya değmez.”

Menakıb-ı mevlevide hazret rivayet eder ki:”Emir Muinüddin Pervane Hz. Mevlâna’ya muhabbet eden bir devlet başkanıydı. Büyük bir sema’ tertipleyip Mevlâna ile arkadaşlarını ve dostlarını davet etmişti. Bir ara sema’ yapanlara kaselerle içilecek şerbet sunuldu. Hazır olanlar sema’a ara vererek yemek içmek istediler. Ama Mevlâna hiç o tarafa dönüp bakmıyordu. Buna fazlasıyla üzülen olan Emir kaseyi eline alarak emsalsiz şerbeti Mevlâna hazretlerine tekrar tekrar ikram ediyordu, “buyurunuz, helaldir” diyerek yalvarıyordu. Hz. Mevlâna bardağı eline alıp ağzına yaklaştırıyor, fakat yine içmiyordu. Maarif ve hakikatlerin beyanına devam ediyordu . Bu durum gecenin sonuna kadar böyle devam etti. Sabah yaklaşınca Mevlâna Hazretleri bardağı eline alıp şöyle dedi: “Ey mü’minlerin emiri! Benim beyaz sakalımdan utanmaz mısın ki, beni abdesthaneye girmeye davet edersin!”

Hadisi Şerif’te buyurulmuştur ki: “İnsanoğlunun doldurduğu en kötü bardak kendi karnıdır.”

Hasılı, çok yemenin çirkin bir iş, kemal ve saadet arayanlara kesin bir engel olduğuna dair evliyanın, zahidlerin, mürşidlerin sözü çoktur ve hepsini burada belirtmeye ihtiyaç yoktur. O halde anlaşılmıştır ki çok yemek içmek ve yemeyi içmeyi gaye edinmek bir hastalıktır. Saadete mani olur. Akıllı olan böyle bir hastalığa yakalanmaktan kaçınır.



Cinsi alandaki şehvete gelince, bu konuda da normali aşmak, şer’an ve aklen mübah ve doğru olan mertebeden sapmak faziletin kazanılmasına zıttır. Saadetin gelişmesine aykırıdır.

Bilginler derler ki, bu nev’i şehvetin insan üzerine musallat olması iki faydayı sağlamak içindir:

Birincisi: Cenneti bu nev’iden olan lezzetten haberi olması için. Çünkü dünyadaki meşrû lezzetlerle ahirettekini mukayese edip cenneti hak edecek işlere koşar. Nitekim dünyadaki elemlerle yanıp tutuşmak esas büyük elemlerin işaretidir. Cenâb-ı Hak dünyada ateşi yaratmış ki, ahiretteki cehennem ateşi ile insanlar mukayese imkanını bulsun.

İkincisi: Neslin devam etmesidir. Cenâb-ı Hak tarafından alemin nizamının bekası ve ademoğlunun neslinin devamı için en mükemmel bir şekilde cim’a lezzeti konulmuştur. Bu lezzet konulmasaydı insanların çoğu rağbet etmez ve ölümlerle yok olanların yerini doğanlar doldurmazdı ve dünyada ademoğlunun nesli kesilirdi.

Hemen belirtelim ki, bu kuvvetin ifratından doğan dini, dünyevi, maddi, manevi zararlar aşırı yeme içmeden meydana gelen zararlardan daha çoktur. Kat kat fazladır. Zira bunun çok kişilere musallat olduğu ve ekseri insanların buna meyyal olduğu, terkine sabrının az olduğu bellidir. O halde hikmet gereğidir ki, bunun ifratından doğacak adi hastalıkların vahametini düşünerek bundan sakınmaya çalışmak lazımdır.

İlacı: Düşünmeli ki, bu fiil haddi zatında çirkinlikle muttasıf olduktan başka, bundan ne kadar zararların doğacağı aşikârdır. Bizzat çirkin olması bunun bir necaset ve kazurat kirliliği mahiyetini taşımasıdır. Doğuracağı zararlara gelince, haram olması, her haramın pek çok zararlar doğurduğu ve günah yüklediği gerçeğidir. Her gün cima’ da harama sürüklenmek , dine, cisme, ırza ve namusa pek vahim zararlar açar. Eğer helal yoldaki aşırılık ise bunun da beden kuvvetine, dimağa, akla zararları vardır. Fazilet ve olgunluğu elde etmeye engeldir.

Cinsi şehvette ifrat üç yolla olur:

1. Hayvan ve bu kabilden tab’an münasip ve mahal olmayan yerlerde şehvet çukuruna yuvarlanmak.

2. Kadınlardan nikahsız olarak, yani şer’an caizolan sınırı geçerek fuhşiyata dalıp, günahlarda boğulmak.

3. Çok nikahlanma ve cariye edinme yolunu tutmak.

Her ne kadar taaddüdü zevcata şer’an imkan verilmişse de, aralarında adaleti gerçekleştirmek korkusu varsa, birle yetinmesi Cenab-ı Hak tarafından Kur’an’da beyan edilmiştir. Birle yetinmenin adaletin yokluğuna değil de, adaleti tahakkuk ettirememek korkusuna bağlanmış olması şunu gösterir ki, bir kimse adli tatbik edememek ihtimalini kendisinde görürse, Kur’an’a göre bir evlilik yetinmesi ona vaciptir. Birden fazlası haramdır. Meğer ki, kendisinin adl üzere davranacağı ,na kesin olarak inanmış ve her hususta zulmetmeyeceğine kâni olmuş ola! İşte o zaman birden fazlası ile evlenmeye şer’an ruhsat verilmiştir. Ama iyi düşünmek lazımdır ki, adl göstermekte ve zulümden uzak kalmakta katiyyen derecesinde tatbikata girmek son derece zordur. Eğer bir insan adaletli davranmaya gücü yettiği halde ilk evlendiği hanımına gam çektirmemek için birle yetinip sabrederse bol ecir ve sevap alacağını şeriat uleması bildirmiştir.

İşte bu sahada Şer’in hududunu geçmeyerek, itidalde kalmak akıllı kişinin yapacağı bir iştir. Ahiret uleması bu sahadaki zühdde ihtilaf etmişlerdir. Kimisi yeme ve içmede zaruret miktarıyla yetinmeyi seçtiği gibi, bu sahada da fazlasına gücü yettiği halde azla yetinip burada da zühdesarılmışlardır. Bazı meşayihse bu görüşe katılmamışladır. Mesela Sehl b. Abdullah Tüsteri, “Nikah konusunda zühd muteber değildir.” Demiştir. Zira zahidlerin efendisi, abidlerin senedi Hz. Muhammed Mustafa(s.a.v) bu konuda zühd ile amel buyurmuştur. Eğer nikahta zühdefdal olsaydı o zat bunu terk ile amel eder ve ümmetine örnek olurdu.

Zahidlerin çoğu ve meşayihin ekseriyeti her ne kadarhelal yolda bunu işlemenin mümkün olacağını belirtmekle beraber, zühdü seçmenin fazilet ve kemalâtın kazanılmasında yardımcı olacağını belirmişlerdir. Zira bu konularda fazla meşguliyet kemale mani olur demişlerdi. Tam bir ihlasla celal sahibi Rabbimize teveccühe mani olur şeklinde düşünmüşlerdir.

Cinsi yakınlaşmada aşırı gitmenin bedene, akla ve dimağa zararlarının pek çok olduğu kesin olarak bellidir. İbn-i Sina bunu belirtmiştir. İmam-ı Gazâli hazretleri de cima’ aşırı giden kimseyi hükümdar ve vezirin isteklerini, emirlerini çiğneyerek milleti soyan, vurguncu vergi memuruna benzetir. Bunun gibi şehvet kuvveti de beden de mutlak otorite olup akıl ve temyiz gücünün sultanlığına uymazsa, yani fazilete, iffete bağlı kalmazsa, beden azalarında bulduğu kuvveti isteği yolunda harcayarak sinirleri zayıflatır, dimağın kuvvetlerini hasta eder. Eğer adalet sultanının tedbirleri ve akıl vezirinin tavsiyeleri üzere sarf ederse vergiyi adalet üzere toplayıp maslahat üzere harcayan dürüst bir vergi memuruna benzer.

Geçmiş zamanlarda cima’da israfa gitmek yüzünden helak olan sultanlar ve insanlar çok olmuştur, hem de genç ya da orta yaşlarda. Ve de en güçlü ilaçlar en alim doktorlar bir şifa sağlayamadan.

Bir insanın evinde hanımı varken başka evlerdeki kadınlara göz dikmesi, kendi mutfağında kaynayan yemeği bırakıp başka evlerin mutfağına göz dikmek gibidir. Bu sirf alçaklıktır. Akılsızlığın, delilidir. Nitekim acem şairlerinden biri demiş “ Bir insanın evinde ay yüzlü biri(zevcesi) varken dışarıya yönelmesi divanelikten başka bir şey değildir.”

Şehvetin ifratının zararlarından biri de erkeğin veya güzel bir hanımın aşık olması ve aşkına sahip olarak bu yolla şehvetini giderme isteğidir. Bunun zararları pek çoktur. Bütün saadet yollarını kapar. Hemen tedbirine yönelmek lazımdır. O da kişi kendisine şahsiyet verecek olan değerli bilgilere, san’at ve tefekküre, alimlere, faziletli kimselerle sohbete yönelmek ve geçici aşk hikayelerinden uzaklaşıp meşru nikah altında olan helali ile yetinmek suretiyle hastalığına tedavi yolları bulabilir.

Kişinin helali olmayan kadınlara bakması ve süzmesi de fitne doğurur. Hadis-i Şerifte varid olmuştur ki “Bakış, iblisin oklarından zehirlenmiş bir oktur.” Hz. İsa ‘dan rivayet edilen bir söz ise şöyledir: “Namahreme bakmaktan sakınınız. Kalbe şehvet tohumları eker ve fitne olarak yeter!”

“Zinhâr! Etme çehre-i nâ mahreme nazar

Zira ki, çeşm-i kalbine tohum-u fesad eker.”

Hz. Davud, Süleyman Peygamber ‘e nasihatında şöyle demiştir:

“Arslanın ve siyah yılanın ardından yürü! Ama kadının ardından yürüme!” Yolda yürürken, geçitlerden geçerken karşılaşılan bir kadına zaruri olarak bir defa bakmak, yani karşı karıya gelince ilk bakış affolunmuştur.

Ama ikinci ve üçüncü defadaki bakışlar caiz değildir ve insana zararlıdır. Kalbe fitne açıp, şeytanın oklarından birini yerleştirir. Ve o kişinin çok bakmak sonunda aşık olmak ihtimali belirir. Sonra da şehvetini o vasıta ile gidermeye çalışır. Demek ki birden sonraki ikinci ve üçüncü bakışlar ne büyük zararlar doğurur. Eğer kendine sahip olmayıp şehvetini giderirse, küçük günah olan bakış, büyük günaha çevrilir, ırzı, namusu lekelenir. Allah korusun büyük günaha yuvarlanır. Eğer buna teşebbüs edemezse yine kalbindeki fitne daima uyanık olacak ve çok namahreme bakışın haram yönünden ruhta doğurduğu zararlar kolayca silinemeyecektir. O halde akıllı olanın bu çirkin işten kaçınması lazımdır.

Baz salikler derler ki bazı mecazi aşklar güzelliğine bakıp şehvetini tatminden uzaktır. Mutlak güzelliğin müşahadesine yol olur. Ehli tasavvufun şeyhlerinden bazıları bununla mevsuftur. Evhadüddin Kirmani , Mevlana Abdurrahman Cami sülûklarında bununla meşgul olmuşlar. Ama sonra bundan nehyetmişlerdir. Çünkü bu yol gayet zor ve dakiktir. Bütün Şehvet eserlerinden ve beşeri sıfatlardan soyunmuş olmak ve bunun için son derece mücahede ile riyaza yapmış olmak gerekir. Böyle olmazsa nefs ve şeytan tasavvufa yeni girmiş salikleri esfel-i safiline yuvarlar. İlk zaman (mütekaddimin) şeyhleri müritlerini bundan kat’i olarak men etmişlerdir. Ve müride zararlı bir şey yoktur demişlerdir. Hayatları boyunca mücahede ve riyazatla meşgul olan büyük insanlarda bile bu yoldaki beşeri sıfatlar silinemiyor. Gençlerde ise çok hareketli olan bu kuvveti kontrol altında tutmak şarttır.

Hiç yorum yok:

reklam izle kazan

SPONSOR REKLAMLAR