1 Mart 2009 Pazar

18 Mart Orotoryosu

Savaş... Savaş... Savaş...
Türk Milleti’nin yiğitçe oyunu. Bu milletin kaderi. Acaba, bu millet kadar savaşlarla iç içe yaşamış başka b ir millet var mıdır? Acaba, bu millet kadar, kahramanlığa baş koymuş başka bir ulus var mıdır? Tarih sahnesindeki yerini aldıktan sonra; savaş meydanlarına yön veren başka bir millet var mıdır? Sizlere; bu milletin hangi savaşlarından bahsetsem acaba? Kürşat’ın Çin Sarayını basmasını mı, Malazgirt Destanı’nı mı, Fatih’in İstanbul’u fethini mi, Niğbolu’yu mu, Kosava’yı mı anlatsam acaba? En iyisi günümüzün 18 Mart olmasından dolayı Çanakkale Savaşlarından bahsedeyim.
I.Dünya savaşında İngiliz ve Fransızlar, savaştaki dostumuz Almanya karşısında zor duruma düşen müttefikleri Rusya’ya askeri yardımda bulunmak gayesiyle Çanakkale Boğazını geçmek istemişlerdir. İngiltere Savunma Bakanı Lord Ricner, Çanakkale’ye saldırmalarının amacını; General Hamilton’a gönderdiği bir mesajda şöyle açıklar:
“Çanakkale’yi geçerseniz İstanbul düşer. Boğazlardan geçireceğiniz askerlerle, en büyük ordusunu Rusya’ya gönderen Almanları hazırlıksız ve arkadan vurarak I.Dünya Savaşı’nı kazanırız.”
Ve yüklenirler hep birlikte Çanakkale’ye... Bombalarlar Çanakkale sırtlarını gemilerden acımasızca.
Başlangıçta I.Dünya Savaşının dışında kalmaya özen göstermiş olan Osmanlı devleti; Anadolulun jeopolitik durumu nedeniyle Avrupa Devletlerinin Anadolu’yu paylaşma planları ve Almanya’nın baskısı sonucunda gönülsüz olarak savaşa sürüklendi. Dört ordu halinde 40 tümenle I.Dünya Savaşı’na katılan Osmanlı Devleti; Sina, Filistin, Suriye ve Irak’ta İngilizlerle; Sarı kamışta ise Ruslarla savaşmaya başladı.
Rusya, Türk taarruzlarının hafifletilmesi ve kendilerine yardım edilmesi İngilizlerden yardım istedi. Zaten, savaş öncesi Anadolu’yu paylaşma planları yapan ihtilaf devletleri için bu istek geçerli bir sebep olamaya yetiyordu.
Birkaç Alman gemisini takip eden İngiliz filosu, 11 Ağustos 1914 ten beri Çanakkale Boğazının önlerinde bekliyor, boğaz geçişlerini kontrol ediyor ve Osmanlı gemilerinin Akdeniz’e açılmasını engelliyordu. İngiliz harp komitesi Çanakkale Boğazının geçilmesine ve İstanbul’un işgal edilmesine karar verdi.
Bu saldırı için iki farklı görüş ileri sürülüyordu. İngiltere Denizcilik Bakanı Çörçil (Churchill) yalnız kendi deniz kuvvetleriyle boğazları geçmenin mümkün olduğunu ileri sürerken, İngiltere Deniz Kuvvetleri Komutanı Lort Ficher, bu harekâtın başarılı olamayacağını ileri sürüp; müşterek bir donanma ile başarıya ulaşılabileceğini söylüyordu.
Sonuçta, bir Akdeniz filosu oluşturuluyor. Filo komutanı Amiral Carden: “Boğaz, çok sayıdaki gemi ve yapılacak sürekli bir harekatta zorlanabilir” cevabını verdi. Neticede, Çanakkale Boğazı’nın deniz kuvvetleri ile kararlaştırıldı. Bu karar Fransa ve Rusya’ya bildirildi. İşgale hazırlık başladı.
Biz Tufan’ı yarattık uyku uyurken Batı.
Nuh doğmadan kişnedi ordumuzun atı.
Sorsan şöyle diyecek, gök denilen şu çatı,
Türk gücü bir yıldırım; görsün bu gücü batı.

Delinse yer, çökse gök; yansa, kül olsa dört yan.
Yüce dileğe doğru; yine yürürüz yayan.
Yıldırımdan, tipiden, kasırgadan yılmayan,
Ölümlerle eğlenen tunç yürekli Türkleriz biz.

1071 yılında Anadolu’yu yurt tutmuş, bu mübarek topraklar için kanlarını, canlarını vermiş, Alpaslanların torunları; 1453’de dünyanın çehresini bir anda değiştiren; insanlığı bilmeyenlere insanlığı öğreten; bugün bile insan haklarından bahsedenlere daha o günlerde insan haklarının ne olduğunu öğreten Fatih’in torunları:
Devlet kavramına gereken önemi vererek devletin devamın sağlayan Kanunî’nin torunları acaba bu işgale imkân tanıyacaklar mıydı? Asırlardan bu yana sıkıştığı zaman daima büyük devlet adamı, asker be bilgin yetiştirmeye alışan Türk Milleti, düşmana aman verecek miydi? İşgalden bir gece önce, Boğaz’ın fırtınasına akıntılarının şiddetine aldırmadan, her türlü imkânsızlıklara rağmen Vatan’ın savunması için denize çıkıp sessiz sessiz ama emin adımlarla ilerleyen, döktüğü her mayınla bir milletin kaderini yeniden çizen Nusret Mayın Gemisi’nin kahraman personeli, acaba Çanakkale Boğazı’nın geçilmesine, yüzyıllardan beri Türk Vatanı olan bu mukaddes toprakların çiğnenmesine izin verecekler miydi?
Ya Rab! Bu uğursuz gecenin yok mu sabahı!
Mahşerde mi biçarelerin yoksa felâhı
Nur istiyoruz senden, Sen bize yangın veriyorsun.

Sefil düşman bilmez misin ki?
Bir başkadır Çanakkale’m, Çanakkale’de Mart ayları
Bu aylarda fetih için yiğitler sallardadır
Bu ayda, Türk’ün gücü yine masallardadır.
18 Mart gibi destan yansıyınca istikbâle
Gözlerde pınardır; çağlar sel sel Çanakkale’de

Bir başkadır Çanakkale’m
Bir başkadır Çanakkale’min yer şekilleri;
Dağları tepe olur, tepeleri dağlaşır birden
Kaz dağından Sarıkız, su alır körfezden
Koca çimen, Kemâl ile gelir erişilmez hâle
İşte buradan kükrer, tüm dünyaya ÇANAKKALE

Dünya tarihinin 18 Mart 1915’nci sahifesini çevirdiğinizde, doğruluğun zulme galip geldiğini görürsünüz o sahifelerde; Türk’lerin en gelişmiş milletlerine kan kusturmasını görürsünüz o sahifelerde; düşmanı alkışlarla karşılamak yok; o sahifelerde düşmanla birlik olmak yok; o sahifelerde tek kurşun atmadan yurduna düşman ayağı bastırmak yok.
Düşmanla tanışmadan başladı olay
Ay bulutta; toprak ve deniz uykudaydı.
Cehennem gürültüsü sardı geceleri
Geleceği âşikâr, güçlü bir belâ
Karıştı toprağa, suya, havaya.

Hiç kimse; düşmanın sevgi seliyle karşılandığı savaşlara benzetmeye çalışmasın Çanakkale Savaşlarına. Çanakkale’de ateş var, Çanakkale’de kan var, Çanakkale’de ölüm var, onur var, gurur var.
Hürriyete ve bağımsızlığa inanmış bir milletin toprağına mümkün mü ayak basmak? Mümkün mü düşmanla dost olmak, birlik olmak?

Hak-batıl kavgası, ezelî yazı
Zâlim gemiler tuttu boğazı
Zehreder bizlere baharı yazı
Canlar sarılın ALTIN YELE’ye
Yürüyün yiğitler Çanakkale’ye

Savaş alevi sarınca yurdu
Dizi dizi yiğitler boğazda durdu
Kükreyen yiğitler tekbir ile durdu
Baksan! Yiğitlerim sıraya giriyor
Kâinat, bizlere yardım ediyor.

Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz
Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz yürürüz
Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa
Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa
Değil mi ki, cephemizin sînesinde iman bir,
Sevinme bir, acıma bir, gaye aynı, vicdan bir;
Değil mi ortada birdir vuran yürek yılmaz,
Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz.

Düşman donanması olanca gücüyle ve gurulu bir eda ile Çanakkale Boğazına girdi. Tarihler 18 Mart 1915’i, saatler 10.30’u gösteriyordu.18 savaş gemisi ve sayısız destek gemisinden oluşan gururlu, azametli ve yenilmez görünen armada Çanakkale önlerine doğru yürürken, donanmasının ve askerinin gücünden denizlerin titrediğini sanarak kibirlenen Churchill de İngiltere başbakanına şu müjdeyi ulaştırıyordu:
“Başbakanım! Müttefik donanmasının büyük ve tarihi görevi bu sabah başladı. Majesteleri zafere hazırlansın.”

18 zırhlının yanı sıra birçok kruvazör, destroyer, torpido bot ve motorbotlar Çanakkale önlerinde savaş düzeni aldı. Amiral Robeck’in forsunu dönemin en muhteşem savaş gemisi olan “Queen Elisabeth” taşıyordu. Dünyanın en güçlü savaş gemileri her türlü hazırlıklarını tamamlamış, savunma hatlarını yıkmış, dolayısıyla da sanki zaferi garantilemiş gibi mağrur bir eda ile ilerliyordu.

Ancak, onların hesaplayamadıkları bir gerçek vardı. Mehmetçik, bu çelik yığınından ürkmüyor, korkmuyordu. Vatan aşkı dolu olan sinesini bu çelikten duvara ve ateşten azaba siper etmiş bekliyordu. Dardonos Bataryası komutanı Yüzbaşı Hasan Bey, bütün silah arkadaşlarına tercüman oln düşüncesini şöyle açıklıyordu: “Türk topçusu, bugün, bilinen şöhretini bir kere daha yükseltme şerefine erişecektir. Bu sırada ölürsem üzülmem. Çünkü ölüm. Allah’ın emri. Silahlarımızın hakkını verdikten sonra şehit olursak namazımız ebedî kılınacaktır.”

* * *
Şühedâ gövdesi, bir baksana dağlar taşlar
O rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar.
Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor
Bir hilâl uğruna, ya Rab,ne güneşler batıyor.
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer
Ne büyüksü ki kanın kurtarıyor tevhid’i
Bedr’in aslanları ancak,bu kadar şanlı idi.

18 Mart 1915’de saat 11.30 sularında Çanakkale’nin iki yakasındaki tabyalarımız Queen Elisabeth tarafından bombalanmaya başladı. Düşman toplarının açtığı ateşler hedefleri alt üst ediyordu.Bir çok topumuz bu ateş sırasında harap oldu.Bizim topçularımız da başlangıçta ateşe karşılık vermişti.Fakat menzilleri kısa olduğu için atışlar kısa düşmüştü.
O kahraman askerler, tepesine yağan ateş altında canını Allah’a emanet etmiş; sabırla, gemilerin atış menzili içine girmesini bekliyorlardı. Bir İngiliz subayı bu olayı hatıra defterine şu şekilde yazmıştı:
‘Ateş hızımız Türker’i şaşırtmış olmalı. Bir insanı çevresine dakikada 1500 kilo mermi yağması epey sinir bozucu olmalıdır.
Ancak, asıl sinirleri bozulan silah ve cephane üstünlüğüne rağmen İngiliz, Fransız cephanesi oldu. Çünkü yerle bir ettikleri ve ‘artık hiçbir canlı kalmamıştır, kalanlarda kaçmışlardır. Dedikleri yerlere yaklaştıkça hiç beklemedikleri ateşle karşılaştılar. Çok şaşırmışlardır. Çünkü öylesine büyük bir ateş karşısında siperlerini terk etmemek onlara göre imkânsızdır.

Eski dünya, yenidünya, bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi… Mahşer mi, hakikat mahşer
Yedi iklimi cihanı duruyor karşısında
Ostralya’yla beraber bakıyorsun: Kanada
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk
Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela.
Hani, tauna da bu rezil istila.

Saat 12.30 sıralarında, Koramiral Robek, Fransız savaş gemilerinin ileriye çıkmasını emretti. Zaten, Fransızlar da Çanakkale’ye ilk girmenin şerefini istiyorlardı. İngiliz zırhlılarının 1 km önüne geçen Fransızlar aynı zamanda topçumuzun atış menziline girmiş bulunuyordu. 45 dakika süren yoğun top atışımızla; Çanakkale önlerinde ilk batan gemi olma şerefine de ulaşmış oluyorlardı.
Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın bu toprak, bir devrin battığı yerdir. Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu tümsek, koparken büyük zelzele
Son vatan parçası geçerken ele
Mehmet in düşmanı boğduğu sele
Mübarek kanını kattığı yerdir.

Saat 14’den itibaren biraz akıllanan İngiliz-Fransız cephesi ikişer zırhlıyla ilerlemeye başladılar. Topçularımızın ateşi 2 saat sonra durdu. Çünkü silahlarımızın gibi cephanemiz de sınırlıydı. Hesaplı kullanmak gerekiyordu.
Amiral Robeck bu fırsattan istifade ederek, mayın temizleme işine tekrar başladı. Başlangıçta mayın arama işi gayet iyi gidiyordu. Ancak atış menziline girdiklerinde topçumuzun ateşine hedef oldular ve arkalarına bakmadan kaçışmaya başladılar. Bu sırada 3savaş zırhlısı saf
dışı kalmıştı.
Sırtına yüklemiş kahraman seyit 276 kiloluk mermiyi. Yürüyor bataryasına ateşler içinden.Bu mermidir denize gömen Elizabethi, Buve’yi

Yanıyor bugün tabyalar
Dağlar, denizler yanıyor
Kutlu zafer bizim oluyor
Düşman zırhlıları teker teker batıyor.

Ben;
Tarihlerin yolcusu;
Adım, tarihlerce kutsal,
20.Yüzyılı gösterir
Zamanlardan zaman;
Yıkılmak üzeredir
Altı yüz hüküm süren Osman,
Devletimle birlikte
Öldü sandılar beni;
Planlar yapıldı ardımca;
Paylaşıldı tüm vatan.

Ben,asırlarca hız verdim rüzgarlara
Kültürlere şekil,
Adalet götürdüm
Gittiğim her yere.
Kötüye verdim dersini;
Yanımda, insanca yaşadı insan
* * *
Ben, elbette göz yumamazdım düşmana,
Katlanamazdım bölüşülmesine vatanın;
Esir yaşatamazdım milletimi
Elimde, ata yadigârı silahım,
Mehmet’imle omuz omuza
Yürek yüreğe,
Haksızlıklara karşı
Savaştım Çanakkale’de
* * *
Karanlık cehennem ateşine mağlup
Canlarımızı, cayır cayır yanıyor
Gece uzun düşman yoğun
Gündüz kurşun, gece kurşun
Şafak, sanki sonsuza tehirli
Vurun yiğitlerim, karanlıkta vurun

Anadolu’mun vatan sevdasıyla Dolu olan yiğitleri var oldukça, Şehit ruhları bu semalarda dolaştıkça; Sınırları içinde hürriyete ve bağımsızlığa and içmiş insanlarımız oldukça, mümkün müydü, müttefiklerin Çanakkale’ye çıkması?
* * *
KORO Ergenekon’da demir dağları erittiğimiz gibi; Erittik düşmanın gemilerini, ordusunu, azmini. Biz; girersek savaşa topla, tüfekle, yayla. Karşı koyarız topla donanmaya; tüfekle bataryaya, yayla dünyaya.
* * *
KARA SAVAŞLARI
Deniz savaşlarının başarısızlığı üzerine geri dönen İngiliz ve Fransız Deniz filosu: Çanakkale Boğazı’nın Deniz Filosuyla geçilmeyeceğini anlayıp; Boğazı koruyan tabyaları karadan yapacağı bir harekatla düşürmek amacıyla Gelibolu yarımadasının güneybatı kıyılarına çıkarma yapmaya karar verdiler.
General Hamilton komutasında İngiliz, Fransız, Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda Hintliler ve Senegallilerden oluşan Akdeniz Sefer Kuvveti topladılar. Genel Karargâh. Limni Adası’nın Mondros limanıydı. Düşman bütün hazırlıklarını tamamlayıp; Büyük bir güçle nasıl olursa olsun Gelibolu yarımadasına çıkabilmek için topyekûn savaşa başladı.

İlk çıkarma harekâtı 25. Nisan.1915 gününün sabah saatlerinde gerçekleştirilir. Komutanlarımız; düşmanın çıkabileceği sahillerde tedbirlerini almışlardı. Amaçları; düşmanı karaya ayak basmadan daha denizde iken imha etmekti. Bu savaşta 1. dünya savaşında yanında yer aldığımız Almanya yardım edeceğine söz vermişti. Bu sebepten ötürü Çanakkale başkomutanlığına Liman Von Sanders atanmıştı. Alman general büyük bir stratejik hata yaparak bizim, çıkarma yapılacak sahillerde aldığımız savunma yerlerini değiştirdi.
Yaşamaz ölümü göze almayan
Zafer, göz yummadan koşana gider
Bayrağa, kanının alı çalmayan
Göz yaşı boşana boşana gider.
Kazanmak istersen sen de zaferi
Gürleyen sesinle doldur gökleri
Zafer denilen kahraman peri
Susandan kaçar da, coşana gider

Sabah saatin yedisi. Şafağın sökmesiyle birlikte bir tufandır, başlar. Sanki gökyüzü ateş saçan bir ejder olmuştur. Sanki, yerlerden ateş kaynamaktadır. Sanki İsrafil, zamansız yeryüzüne inmiş, kıyametin geldiğini, kulakları patlatan sur’uyla Çanakkale’ye duyurmaktadır.
İngiliz ve Fransızlar sahile çıktılar ve büyük çoğunluğu; Liman Von Sanders’ın geri çektiği, küçük birle karşılaştılar. Bu küçük Türk birlikleri muhteşem bir savunma örneği gösterip, harika kahramanlıklar sergilediler. Bu, beklenmedik karşılık, İngiliz ve Fransızları ve önden yolladıkları Avustralya ile Yeni Zelandalı birlikleri şaşkına çevirdi.

Bütün eller tetikte, bütün şarjörler dolu
Bir mavi atlas gibi Çanakkale’nin yolu
On sekiz zırhlıdan inip geliyorlar yavaş yavaş
Karaya ayak bastıklarında başlıyor savaş
On sekizi de hiç durmadan saçıyor ateş
On sekizi de püsküren bir yanardağa eş

Eski dünya, yenidünya bütün akvam-ı eşer
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi hakikat mahşer

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk
Sâde bir hadise var ortada; vahşetler denk

Kimi hundu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela
Hani, tauna da züldür, bu rezil istilâ.

(TÜRKİYE’M TÜRKÜSÜ)

25 Nisan sabahı, bu vahim durumu gören düşman ateşini yoğunlaştırdı. Avcı hendeklerinde patlayan ağır mermiler, ortalığı bir duman içinde bırakmıştı. Hiç kimse on adım ilerisini göremiyordu. Bu ağır bombardımana karşı koyacak gücümüz olmadığı için, askerlerimiz hiçbir şey yapmıyor; sadece düşmanın karaya çıkıp elindeki piyade tüfeklerinin menziline girmesini bekliyorlardı.
Düşman; mağrur zırhlıların ateşinden sonra siperlerde canlı kimse kalmadığına inanmış olacak ki saat 5.30 a doğru ateşi hafifletti. Bu ateş kesimi sonunda ortalığı kaplayan yoğun dumanlar çekildi. Dumanların çekilmesiyle büyük bir savaş gemisi, 15 torpidobot, 10 büyük 15 küçük nakliye gemisi, ayrıca birçok kayık ve römorkör sahile 100 metre kadar yaklaşmışlardı. Teke koyu’na doğru ilerliyorlardı. Ertuğrul koyu’nun orta kısmında ise bir nakliye gemisinin dubaları sahile asker çıkarıyordu.
İşte, tam o sırada, yüzlerce arkadaşının yanında ölmesini görüp, buna dudaklarını ısırarak sabreden Mehmetçikler, siperlerden başlarını kaldırdılar. Ellerindeki tek silah olan mavzerleriyle ateşe başladılar. Ansızın gelen bu ateş …? (ortalığı) inletiyordu. Aslında bu ateş, düşman gemilerinin ateşi yanında çok sönük ve çok sessizdi; ama bu kurşunları öfkesiyle birleştiriyordu. Kısa bir süre sonra bakıldı ki, binlerce düşman askeri köksüz ağaçlar gibi üst üste yığılmıştı. Mehmet çavuş var gücüyle bağırıyordu:
Ne hakla geldiniz? Dünyanın bir cundan sizi buraya çağıran mı oldu? Ne akla hizmet edip geldiniz. Buraya kötü niyetle gelip dönen olmadı daha. Sizler de dönemeyeceksiniz diye...

Ey Türk! Vur... Vatanın bakirlerine
Günahkâr gömleği biçenleri vur
Kemikten taslarlar şarap yerine
Şehitler kanını içenleri vur

Vur!.. Kolların kopana kadar
Olanca aşkınla, kuvvetinle vur.
Son düşman, son gölge kalana kadar
Olanca kininle, şiddetinle vur!..

Ertuğrul Koyu’na çıkmak isteyen bir piyade taburu ise, Ezineli Yahya Çavuş’un 80 kişilik takımı karşısında 40 dakikayla tamimiyle yok edilmişti. Teke Koyu’na çıkmaya çalışan düşman askerleri ise daha kayıklarından inmeden Çanakkale’nin karanlık sularına batırdılar.
Üçüncü çıkarma teşebbüsüne başlandığında, nakliye gemilerindeki düşman askerleri; gemilerinin merdivenlerinden subaylarının kılış zoruyla indiriliyordu.
Taburumuz müdafaa ettiği cephede düşmana adım attırmazken, düşman Teke Burnu’nun 2 km ilerisine bir tabur asker çıkardı. Bu durum üzerine yedekte bekletilen 9. bölük, 2 takımıyla Teke Burnu’na gelerek düşmanın kuşatma hareketini durdurdu.
Düşman, evlerimizi korkunç bir ateş altında tutuyordu. 9. bölük komutanı bu ateş sırasında yaralanır. Bunun üzerine buradaki müdafaa zayıflamıştır.
Düşman, buraya bir miktar daha asker çıkarır. Ağır makineli ateş altında kalan 12. bölüğümüz; hareket edemez durumdan kurtulmak için geri çekilir. O zaman, düşman Teke Koyu’na rahatça çıkarma yapar.
Saat 7’yi geçtiği sıralarda, Sedd-ül Bahir sırtları ve civarı cehenneme dönmüştü. Düşman buraya 3.ve 4. çıkarmayı yapmıştı. Buraya takviye gelmesi gerekiyordu. Fakat elimizde asker kalmamıştı. Orada mevcut kuvvetlerimiz 25 nisan akşamına kadar orada direnip, düşman çıkarma kuvvetlerinin bir çoğunu ...? etti. Fakat, düşmanın ay tepeyi işgal etmesine engel olamadı.
Başlarında Ezineli Yahya Çavuş’un bulunduğu mevziler düşmanın arkadan ateşi altında kalmıştı. Yahya Çavuş, bir avuç askeriyle 12 saat direnmiş ve Harp Kale’deki bölüğe katılmaktan başka çare bulamamıştır. Düşman Ertuğrul Koyu’na da çıkmıştı, ama yığınla kendi ölülerine basa basa çıkabilmişti.
Çanakkale Savaşları; dünyaya, sadece Türkün bükülmez bir bilek, yenilmez bir güç olduğunu ispatlamakla kalmamış; Türk milletine yeni bir gelecek hazırlayan Atatürk’ün; Türk ve dünya milletlerine tanıtmıştır. Tarihte her darda kalışında, yeni bir devlet kuran Türkler, Çanakkale önlerinde yeni bir geleceğe Atatürk sayesinde merhaba demiştik.
Yeryüzündeki tüm kara bulutların hep beraber üstüne çullandığı bu millet, tarihinin en zor günlerinden birini daha yaşamaktadır. Çanakkale savaşlarını bu ana kadar yönlendiren alman General Liman Von Sanders’tır.
Hani derler ya;” El, elin eşeğini ıslık çalarak ararmış.” Her ne kadar iyi niyetli olursa olsun, yanlış kararlarla ordumuzu zorda bırakan General Sandırs; derdimize çare olamamaktadır. Türk Milleti uçurumun kenarına sürüklenmiş: “iki arada bir, derede kalmıştır.”


Uçurumun kenarındayım Hızır
Bitmez bir belaya hazır.

Kurban hazır
Düşman hazır
Ferman hazır
Can hazır

Uçurumun kenarındayım Hızır
Çaresizliğin, çare olduğu sınır.

Yalan değil
Talan değil
Hayal değil

Haydi! Demir dağları erit te gel
Sarı saçlı, gök gözlü, tok sözlü Hızır

Böyle yakarıyordu karanlıklar içinde boğulan bu millet
Derdine derman arıyor ve haykırıyordu

Çanakkale önlerine düşman çekmiş gemilerin,
Yok mudur? Kurtaracak bahtı kara maderimi,

Yok, mu kurtaran? Yok, mu kurtaran?
Karanlıkta tok bir ses.

Geldim işte! Size böyle ne olmuş,
Beklemekten bağrınıza kan dolmuş.

Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini
Benim kurtaracak baht-ı kara maderini

Yetişmişti M.Kemal olmuştu bu milletin bir adı Oğuz diğer adı M. Kemal
Atasından tek isteği:
Ya ölüm! Ya istiklal!

Bulunca önderini çelik zırhlı yürekler
Kan, barut, ölüm olup yürüdüler.
En önde fırladı; dedi: bu sefer “yıkayım bu ateşten Seddi Mehmetler

Şu boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi.
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya

Top tüfekten daha sık; gülle yağan mermiler
Kahraman orduyu seyret ki bu tehtide güler.

Gözlerin kırmızı yüzün sapsarı
Ne oldun, neyin var yaman Türkoğlu?
Ağlama başını kaldır yukarı,
Düşmanı güldürme kendine Türkoğlu

Üç bin yıl yaşadın minnet etmeden
Şimdi de sararmak, yas tutmak neden?
Demirden sağlamdır sendeki beden
Bükemez kolunu düşman Türkoğlu

Dillerde dolaşan destanların var
Türkiye denilen gülistanın var
Bu yüzden dünyada, bindir düşmanın var
Dikkat et, gafletten uyan Türkoğlu

Aciz mi sandılar, yoksa ölü mü?
Kopartmam ben bağımdan, nazlı gülümü
Boğdurmam kediye, ben bülbülümü
Kurtar Gelibolu’yu kahraman Türkoğlu

Her şeyin bir kader anı vardır. Bir insanın, bir milletin kaderinin değiştiği anlar vardır. Bir milletin kötü kaderinin değiştiği an Mustafa Kemal’in Çanakkale Savaşları Başkomutanlığını ele aldığı andır. O kutlu andan ve bu kutlun olaydan sonra savaşın gidişatı değişmiştir.

İnsanın insana zulüm sevdası
Sürdükçe kendimden utanıyorum
Neden böyle diye, bunu kendime
Sordukça, kendimden utanıyorum

Gülerek bakılır insanın yüzüne
İnsanın, uymalı sözü sözüne
Mazlumda haykıran zulmün izine
Baktıkça, kendimden utanıyorum

Yaşama hakkını kim verdi kime?
Gerçeği, kim gösterdi, kime?
Gözüm, her yaralı kalbi elimde
Gördükçe, kendimden utanıyorum
Bütün canlılarda hayat savaşı
Korkusuz yaşamak her şeyin başı
İnsan, kendi gibi yaşayan kuşu
Vurdukça kendimden utanıyorum

İçten kutlasak da uzay çağını
Daha kuramadık sevgi dağını
Şu haksız düşman, şu hak dağını
Sardıkça, kendinden utanıyorum

Bu arada 19. Tümen komutanı olan Yarbay M. Kemal kendi tercihiyle hızlı hareket ederek düşmanı dar bir kıyı etrafında hapsetmişti.
M. Kemal, 19. Tümen ve emrine verilen diğer kuvvetlerle 5 Mayıs 1915 tarihine kadar, Arı Burnu Cephesi’nde ki savaşları sevk ve idaresindeki üstün yeteneğiyle başarılı bir savunma hattı oluşturmuş; düşmanın içerlere doğru hareket etmesine mani olmuştu.
Bu başarılarından sonra Anafartalar Grup Komutanı olan M. Kemal daha sonra; Anafartalar Bölgesi’ne çıkan İngiliz Kolordusuna karşı 9 Ağustos’ta yaptığı taarruzda İngiliz Kolordusunu yenilgiye uğratmıştır.


Vakit gelmeyince, açılmaz gonca.
Bahar gelsin, seller aksın ilk önce,
Bizim elin yiğitleri gelince,
Yücelerden yiğitleri sor hele!


Bilirim, zulümle doludur bağın
Bela katarsın, çevrene yığın yığın.
Ölümdür, kandır, zulümdür soyun
Gel, gel de suratına vurayım hele

Alnımdaki kara yazı silinsin
Kör karanlık dokuz yerden delinsin
Tan ağarsın, eğri-doğru bilinsin
Yağacaktır yurduma nur hele

Çanakkale’de savaşlarının kırılma noktasıdır M.Kemal. O’nun, Anafartalar Komutanlığı’na atanmasıyla yurdumuzun üzerindeki kara, bulutlar utançlarından ağarmaya başladı. Yaptıklarından utanırcasına yavaş yavaş; Çanakkale’yi terk etmeye başladı. Atatürk’ün varlığıyla, Türk milleti’nin küllenmeye yüz tutmuş kahramanlığı yeniden canlandırıyordu.

Sürdüğü Marmara’dan, Mustafa Kemal doğmuştu Çanakkale sırtlarına ve açmıştı Türklüğün önünü yeni bir soluk vermişti, can çekişen bu millete. Yürüdü O, yürüdüler hep birlikte düşmanın üzerine ve yeni bir destan yazdılar Çanakkale’de.

Vurulmuşum toprağına taşına
Yerde geze, gökte uçan kuşuna
Baharına, yazına, kışına vurulmuşum

Eli kalem, eli kazma, eli kürek tutan
Yüzü toprak kokan,
Sınırlarında nöbet tutan
İnsanlarına vurulmuşum.

Nice türküler yakıldı senin için
Destanlar yazıldı bayrak bayrak,
Davullar vuruldu, dize geldi zeybekler
Kapında nöbet tuttu yıllar yılı
Gençliğim, heyecanım, gayretim
Gözümde nur, içimde sevgi
Elimde saz, dilimde türkü memleketim

Müttefiklerin karşısında yalnızca Türk milleti vardı. Bu savaş teke tek değil; çoğun tekle, Dünyanın Türkler’le savaşı demekti. Onlara göre Düvel-i Muazzama’nın yenilmesi mümkündü.Zaferi kazanmalarına da az kalmıştı.
Fakat, nereden bilebilirlerdi ki, Çanakkale Savaşları sırasında Anafartalar’dan M.Kemâl gibi bir komutanın doğacağını. M.Kemâl şöyle sesleniyordu, bütün dünya’ya.
Bu millet, dünyanın bilmediği, asla ümit etmediği eşsiz mevcudiyetinin yüksek tecellisine sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik bir Türk beşiğidir. Bu beşik, tabiatın haşin rüzgârlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk,tabiatın yağmurlarıyla yıkandı.O çocuk ,tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından,kasırgalarından önce korkar gibi oldu;sonra onlara alıştı.Sonra onları tanıdı.Bir gün geldi ve tabiattan öğrendikleriyle şimşek,yıldırım güneş oldu;Türk oldu.Türk budur! Yıldırımdır, kasırgadır ve gerektiğinde dünyayı aydınlatan güneştir.

Bir destana benziyor bugünkü hâlin,
Okurken sesini duyuyorum ihtilâlin,
Öğün, ey Çanakkale! sen M.Kemâl’in,
Yüz milletle ilk görüştüğü yersin
Çanakkale derler, yokken hesapta,
Mahşerin, dünyada kurulduğu yersin,
Çanakkale denilen topraktan kapta,
Şehitlik şerbetinin verildiği yersin

Artık, yeni bir gün doğmuştur Çanakkale sırtlarında. Çok şeyler beklediğimiz yeni bir gün. Gökyüzü bir ejderha gibi açmıştı ağzını. Ortalığı bir sessizlik sardı. Bu sessizlik büyüdü, büyüdü.
Bu milletin yüreğinde millî bir öfke olup, karanlık dehlizlerden bütün yurdu sarıp; Yürüdü, yürüdü; tabyalarımızın arasından ölüm saçan bir ateş olup püskürdü. Savaş birden hızlandı. Öyle bir şevkle ve kıyasıya savaşıyorlardı ki Mehmetler; Yorgunluk, bezginlik, korku nedir bilmiyorlardı. Bu yiğitle: yıkacağız diyorlardı düşman siperlerini; yakacağız diyorlardı düşman gemilerini. Yaktılar, yıktılar, döktüler denize düşmanın gemisini ve askerini.

(1 Kişi)
(Koro)
(Cepheler) Vatan aşkının vuslat ateşi
(Cepheler) Kader yeri sanki bir mahşer
(Cepheler) En ulvî, en kutsal, en yüce
(Cepheler) Allah’a en yakın yer

Cephelerde bir çok şey birdenbire yok oluyor.Ruh,beden ve akıl.Bir tek Allah ve sen..Ölümün bin bir renge büründüğünü görürsün karşında.Birdenbire silah sesleri arasından binlerce sesin daralıp genişlendiğini görürsün “Ölüm İşte bu” dersin ve korkamadan üzerine gidersin.Ölüm sana ve sen ölüme yaklaşırsın.damarlarından kan akar mı akmaz mı bilemezsin.Ölüm;herhalde budur dersin.

Yıldızlar, süngü süngü düşer üzerine
Cephe nöbetlerinde
Gökyüzü, olanca ağırlığıyla iner
Rüzgâr, yaman mı yaman eser
İliklerinde duyarsın soğuğu,
Akrep, ayrılmaz yelkovandan
Hafızanı kurcalarsın
Eşin, çocukların geçer aklından,
Ananı, babanı düşünürsün
Gece nöbetlerinde

Yıldızlar, süngü süngü düşer üzerine
Keşif vakitlerinde
Gece bitmez; uzar da uzar
Söylenirsin “düşman” diye diye
Şafak vaktine kadar
Sessiz sessiz ağlarsın
Gece nöbetlerinde

Gün, ölüm olup yağardı üstümüze
Biz koşarken soluk soluğa
Korku, küçülürdü gözümüzde
Kanlarımız aktı ılık ılık
Dilimizden düşmedi “Mustafa Kemal” ve “Vatan”
İçtin düşmanın ateşini kana kana
Siperlerde büyüdük dağlar kadar
Süngümüze dayana dayana
Sırrını anladık yaşamanın
Mermiler bedenimizi bulduğunda
Baharda çimene uzanır gibi
Serildik yerlere sere serpe
Üstümüzde çiçek, ot, toprak ve kan
Çatlıyordu dudaklarımız susuzluktan
“Allah, Allah” deyip
Susuzluğumuzu giderdik
Aramızdan kalmadı tek er;
Önce kumandanımız,
Sonra da bizler
Gördük ki,zafer dolanır baş ucumuzda
Kefen diye üstümüze
Mavi göğü örtüverdik.

1915 yılının serin bir nisan sabahı. M. Kemal uzaktan seslerini duyar ve bir ok gibi
Fırlar yerinden. Bütün tümüne hazır olmaları emrini verir. Bir süvari birliğiyle topların yuvalarını bulmak için yola çıkar. Bu arada bir haber gelir Kemal Paşa'ya:
''Düşman asker çıkarıyor, hemen bir tabur yollansın'' diye.
M. Kemal, hemen Bigalı Köyü'ndeki kuvvetlerin önüne geçti. Koca çimen
Tepe'ye yaklaştılar. Biraz soluklansınlar diye bir mola verdi askerlerine durdu,
Dinlendi. Top seslerinden başka bir şey duyulmuyordu. Sonra düşmanın yuvasını bulmak için koyuldu yola yeniden.Kıyılara doğru yöneldiler. Birden ne görsün: Gözcü taburumuz, Conk Bayırları'na doğru çekiliyordu.
Dikildi M. Kemal önlerine:
Atatürk: Asker! Bu ne hâl.
-Efendim düşman çok, cephanemiz bitti.
-(Atatürk)emek, düşman; bana benim askerimden daha yakın. Ya düşman o tepeyi
Tutarsa. Yardımcı birlikler gelene kadar o tepeyi elde tutmak gerek; diye düşündü
M.Kemâl.
(Atatürk):Cephaneniz yoksa süngünüz de mi yok.
Diye öyle bir kükredi ki, süngü takıp yere yattı bütün asker.
İşte, M.Kemâl ve askerlerinin kazandığı an bu andı.
Eğer, o kısacık zaman kaybedilip, düşman o tepelere çıksa idi; daha o gün, İstanbul’un kapıları açılacaktı ardına kadar.
Öyle bir savaş başladı ki siperlerde göğüs göğüse... her taraf kan gölü olmuştu.1m2 yerde dört cansız beden yatıyordu. Ölüler, yaralılar ve sağ kalanlar kucak kucağa.
Siperlerdeki yaralılar akan kanlardan boğuluyordu.
''Karşılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metre. Birinci siperdekilerin hiçbiri kurtulmamacasına düşüyor. İkinciler onların yerine giriyor, onlar da düşüyor. Sonra üçüncü, dördüncü sıradakiler, sırasıyla şehit oluyor. Fakat ne imrenilecek bir soğukkanlılıkla ve tevekkülle biliyor musunuz? Bomba, şarapnel ve kurşun yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor,yine de en ufak bir çekinme bile göstermiyor.
Sarsılma yok, okuma bilenler Kur'an-ı Kerim okuyor ve cennet'e gitmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet getiriyor ve ezan okuyarak yürüyorlar.
Yüreklerinde imanla şehit oluyorlar bu topraklar için...
Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebelerini kazandıran bu büyük ruhtur.''diye anlatacaktı Türk askerini Mustafa Kemâl.

Savaşınca biz, böyle savaşırız biz.
Dinle; namlu namlu bağıranları
Gökler çullansa çökertemez
Bu istihkâmlardan doğrulanları.

Mahmur Dağı'nın başında bir duman, bir duman
M.Kemâl'in başı daha bir duman
Dağ, düşünür gündüz gece, başından duman gitmez
Dağların başından duman eksik olmadığı gibi
Soy yiğidin başından da duman eksik olmaz.
Çıkar Kavak Yaylası’na oh! Der M.Kemâl:
Ölmez be, insan bu vatanı sevince.
Şehit kokusu; güller ve çimenlerden gelir.
Sevelim der M.Kemâl, sevelim
Bu vatan uğruna ölelim der M.Kemâl, ölelim!

Dağ dağ, tepe tepe...
Bedenleri serilmiş,
Başlarını düşmüş yere.
Gönüllerde duyulmamış düşlerin tadı,
Dudaklarda, kavuşulmamış yavuklu adı,
Kimi binbaşı, yüzbaşı
Kimi çavuş, onbaşı
Hepsi de birer birer
Vatan için şehit düştüler.

KORO: Yurdun aziz şehitleri, sırrından bize de ver
Ver ki, hep bizim olsun, bize verdiğiniz bu yer

TÜRKÜ: Eledim eledim höllük eledim

Bir savaş meydanı mı, bir şehitlik mi bu yer?
Her karışı Mehmet'lerin kanıyla sulanmış.
Şu çorak topraklara, bu ne haşmetli değer.

Güvenmek benliğine, küçümsemek ölümü,
Bir cihan karşısında, bilmemek korku;
Bunlar efsane değil; hakikat bu, tarih bu!

Selâm size, tarihe sığmayan kahramanlar.
Bir'le yüz’lere; yüz’le binlere karşı koyanlar.
Ey! Türk anaların büyüttüğü aslanlar.

Şu karşıki mahşer kudursa, çıldırsa
Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa
Bu altımızdaki yerden bütün yanardağlar
Taşıp da kaplasa afâkı, bir kızıl sansar;
Değil mi cephemizin sinesinde iman bir?
Sevinme bir, acı bir, gâye aynı, vicdan bir
Değil mi birdir sinede vuran yürek... Yılmaz.
Cihan yıkılsa emin ol, bu cephe sarsılmaz.

Işık yağıyordu üzerlerine yıldız yıldız, Göz kırpmamışlardı ,ateş içmişlerdi gün boyunca, Vermişlerdi Gelibolu’yu sırtlara serilmişlerdi bir bir ve sonra sonsuz bir uykuya dalmışlar gönül ferahlığıyla ,Topra kakan kanlarından sımsıcak olmuştu Seddül bahir,Tınaz Tepe ,Gonk Bayırı etten ve kemikten daha bir yükselmişti gökyüzüne doğru gururla ,onurla,
Barut kokuyordu tepeler, Yerlere serilmiş yatıyordu gencecik bedenler, Hepsinin namus borcuydu düşmanı süngülemek, Can koymasalardı bu yolda, boşa giderdi binlerce yıllık emek, Allah’ım kıyametimi kopmuştu neydi bu? Gece bir garip renkle kızarmıştı; sanki; gece doğmuştu güneş, Toprak, binlerce yiğidin kanını emdi , emdi. Doymuştu tepeler kana, Toprak, büyüdü karış karış. Vermedi şehitlerim Gelibolu’yu düşmana, Oldu alınları, ana sütü kadar ak.

Soğuklar zalimdir, kışlar amansız
Kuşlar yuvalardan düşerdi cansız
Vuruştuk; yaralı, hasta, dermansız
Ne aman istedik, ne aman verdik

Yıllarca ufkunda yedi renk sancak
Sallandı bizimdir diye bu toprak
Hepsini ala boyadı kanlı şafak
Toprağa içtiği kadar kan verdik

Aç çıplak savaştık tipide karda
Kartalları avladık sarp kayalarda
Gelibolu da, Tınaz Tepe’de Arı burnunda
Ulu Gazimize imtihan verdik

Bazen, durgun denizin görürüm taştığını
Yükselen dalgaların göğe yaklaştığını
O dalgalar ki böyle bir günde şahlanır
Şahlandı, mı ne kıyı ne koy ne yelken tanır
Yeryüzünü altüst eden bu rüzgârın adına
Bazıları tayfun der bazıları fırtına
Sonra göklerde gizli başka bir hız tanırım
Nuruna şimşek denir, hamlesine yıldırım
Dalganın, fırtınanın yeri yurdu bu toprak
Mümkün mü bu selin önüne set koymak,

Düşmanın Ağıldere ,Pilavtepe, Yaylatepe, Damakçılıkbayırı ile deniz arasındaki kuvvetleri bizim kuvvetlerimizden daha üstündü
Düşman kuvvetleri Şahin sırtı nın batı burnunda tutunabilmişler ve çok kuvvetli bir şekilde hücum etmekteydiler, Ancak bütün bunlara rağmen Türk kuvvetleri azimle bu saldırılara karşı koymaktaydılar, Ancak askerler çok yorulmuşlardı ve düşmanın bitmek bilmeyen saldırıları, savaşan askerlere geriden yardım yapılmasını zorlaştırmaktaydı, Bunun üzerine Mustafa Kemal taarruzu durdurma emri verdi, Daha sonrada muharebeye yeni bir yön vermek üzere Günbürdekbayırı ‘ndaki komuta yerine döndü 10 ağustos 1915 ‘te Kuzey Grubu Komutanlıklara gönderdiği raporda, 8, tümenin düşmanı Şahin tepe’ye kadar atığını 12,Tümenin taarruzu ile üçbinden fazla düşmanın imha ettiğini Conkbayırı ile 261 Rakamlı Tepede birer diremek yapılmakta olduğunu açıklamıştır, Çanakkale muharebeleri, Türk tarafı için çok büyük ölçüde insan gücüne dayanmaktaydı, Düşman, silah, araç vb, açılardan çok daha üstündü, Bütün bu olumsuzluklara rağmen düşmanın ilerlemesini önlemek, Türkün manevi özellikleriyle komutanların üstün sevk ve iradeleri sayesinde olmuştur,

15 Ağustos 1915 günü düşman kuvvetleri tekrar saldırıya geçtiler ve Kireçtepe ’nin bir kısmını ele geçirdiler. Ancak bu saldırı 5. Tümenin karşı taaruzuyla durduruldu. Düşman kuvvetleri 16 Ağustos günütekrar saldırıya geçtiler.Kiraçtepe bölgesinden yardım istenmekteydi.Bunun üzerine Mustafa Kemal 5. Tümen karargahına gitti.Tümen Komutanı’nın Kireçtepe Muharebesini daha iyi yönetmek için ileriye gönderdi.Ayrıca, 1. Alay’ın iki taburunu Tursunköy ’e getirtti.Kireçtepe bölgesine 12 taburluk bir kuvvet gönderdi.Bu sırada düşman Kireçtepe ’ye yönelmekteydi.Düşmanın amacı Kireçtepe ’yi elde ederek Kavaktepe ’ye 17 Ağustos günü düşmanın bazı girişimleri püskürtüldü. 19 Ağustos günü Koyun Limanı cephesi anafartalar grubuna verildi.
Mustafa Kemal kritik durumda bulunan bölgeleri zamanında yetişip gerekli tedbirlerle düşmanın başarılarına önlemekteydi. Üst komutanlarla irtibatını da kesmemekteydi.
“20 Ağustos günü,12 Ağustostan beri yapıla gelen düşman saldırıları dolayısıyla cephede ve ihtiyatların durumunda yeni deşiklikler yapan Mustafa Kemal, Grup Karargâhına döndüğü zaman Ordu Komutanı Liman Paşa ’yı orada buldu. Yapılan değişiklikleri anlatıp onayını aldı. Bundan sonra 27 Ağustos’a kadar önemli görülmedi.

27 Ağustos günü Mustafa Kemal, düşmanın bütün cephede takviye aldığı haberini aldı. Bunun üzerime tümenlerin birinci hatlarını kuvvetlendirmelerini emretti. Bu sırada 7., 8. ve 9. Tümenlerin bazı kesimlerin bazı kesimlerine düşman saldırıları olduğu bilinmekteydi. 6.Tümenden 7. Tümene takviye birlikleri göndertti.7. Tümenden gelen haber düşmanın püskürtüleceği yolundaydı. Ancak Mustafa Kemal, düşmanın kesin olarak yok edildiği haberini almak istiyordu. Yapılan taarruzlar karşısında mevzilerin büyük kısmı geri alındı. Düşman kuvvetleri yaptığı saldırıların yeteri kadar başar sağlayamaması yüzünden yeni girişimcilerde bulunamıyordu.
Bu sırada 7. Tümen birlikleri çok yorulduğundan bu bölge 6. Tümene verilmiş ve 7.Tümen Büyük Anafarta’nın doğusuna alınmıştı. Türk saldırıları karşısında düşman kuvvetleri artık yok olmaktan kurtulmanın çarelerini aramaktaydı. Yinede kaçacağı güne kadar kıyılarımızda tahribat yapmaktaydı. Eylül’e kadar gelişmeler devam etti. Eylül’ün ilk haftası yıpranmış birlikler geriye alındı ve düzenlemeler sağlandı. 6 Eylül’de alınan bilgiler, düşmanın Büyük ve Küçük Kemikliler bölgelerine çıkarma yaptığıydı. Bunlar topçularımız tarafından ateş altına alındı. Ayrıca İmroz’da 18 yolcu gemisi bulunduğu haber alındı. 10 Eylül’de düşmanın durumunu öğrenmek için bir topçu ateş baskını düzenlendi. Bu baskıdan sonra komşu birliklerin yardımlaşmaları emredildi.
Ekim ayında cephede durgunluk yaşanmaktaydı. Düşmanın saldırılara son vereceği belli olmaktaydı.

Ben bir Anzak askeriyim.

Savaşçısın sen diye diye
Sürdüler beni ön cepheye
Razı oldum alnımdaki yazıya
Kaçarken döndük bir tazıya

Ben bir Yunan askeriyim.

İstanbul bana düşer diye diye
Bindim koşarak bir gemiye
Benimle gelenleri gördüm,kaçan kaçana
Çanakkale sularında döndüm bir sıçana




Ben bir İngiliz askeriyim.

Osmanlı’yı, belki ben yıkarım diye
Girdim,sonu belirsiz bir kavuğa
Gemilere binip kaçarken
Bende döndüm, yolunmuş bir tavuğa


Ben bir Fransız askeriyim.

Çanakkale diye diye
Bindirdiler bir gemiye
Aslan sandım kendimi
Döndüm şimdi bir kediye

Allah, bir nefes kadar yakın
Gökyüzü bir nefes kadar uzakta
Gidecektir kainatın son zerresine dek
Hürriyetimiz bu toprakta

Gidecektir kuvvetli soyunuzla sonsuz nesillerden
Şerefle, fazilette, hakta,
Hizmetiniz
Varlığınız
Can can aksederek bu toprakta

Dağ dağ, tepe tepe
Bedenleri serilmiş
Başları düşmüş yere
Gözlerde doyulmamış düşlerin tadı
Dudaklarda yetişmemiş yavuklu adı
Kiminin donmuş kanı
Ötede yatar binbaşı, yüzbaşı
Beride yatar çavuş onbaşı

KORO: Yurdun aziz şehitleri: sırrından bize de ver.
Ver ki hep bizim olsun bize verdiğin bu yer.

Yıl 1915
18’indeyiz Martın
Kendine gel biraz
Pek tekin değildir Çanakkale’nin suyu

KORO: Geçilmez bu boğaz
Geçilmez bu boğaz

Bizi
Ne topun yıldırır
Ne kurşunun
Çünkü artık
Başladı cengimiz
Er meydanında bulunmaz dengimiz
Sen misin Mustafa Kemal’im ileri diyen?
İşte fırladık siperden
Sırtına yüklenmiş kahraman
Seyit 276 kiloluk mermiyi
Koşuyor bataryasına ateşler içinden
Bu mermi denize gömecek Elizabet’i, Buveti
Yanıyor bugün Anafartalar yanıyor
Denizler yanıyor
Dağlar yanıyor
Zafer bizimdir artık
Düşman zırhlıları batıyor
Türk’üm
Muzaffer olarak doğmuşuz bir kere
Bir karış toprak uğruna
Kimimiz şehit oluruz, kimimiz gazi
Hiç değişmez bu yazı
Dünyada her yer geçilir belki
Lakin, geçilmez Çanakkale boğazı

KORO: Çanakkale geçilmez
Geçilmez Çanakkale

Bir akşam vaktiydi. Birkaç arkadaşla gezerken, kanlı bir savaşa sahne olan yerleri. Arkadaşım gösterdi, bulunduğu tepeden ilerdeki siperleri; Yorgunluğa bakmadan, biraz daha yürüdük. Gördük kuduz gibi bize saldıran askerleri. O, kanlı kavgada, can havliyle kaçarken bırakılmıştı geriye; Kaput, çanta, şapka, süngü tüfekler. Baştanbaşa ovayı benzetmişlerdi sergiye. Bir savaşın tarihini gözlerimizle dinledik. Her adımda bunlardan birisini çiğnedik. Yürüdük çukurları atladık, hendekleri dolaştık bir sipere ulaştık. Bu siper pek kanlı bir siperdi. Kenarından bakınca tüylerimiz ürperdi. Bastıkça toprağına siyah kanlar fışkıran bu siper binlerce düşmana olmuştu mezar. Siper değildi orası, sanki kandan bir denizdi. Bir kenara dayandım zulmetlere büründüm;O kan kokan siperde;Niçin buraya geldiler diye düşündüm.

Ey! Yabancı memleketlerden gelip, bu toprakların üstüne kanlarını döken kahramanlar! Burada, bir dost vatanın topraklarındasınız. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Burada huzur içinde yatınız

Eyyy!...Uzak diyarlardan evlatlarını bu savaşa gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içinde rahat rahat uyuyacaklar burada. Onlar bizim topraklarımızda canlarını verdikten sonra bizim evlatlarımız olmuşlardır.


Başta, yüce önderimiz M.Kemal Yüzbaşı Halit, Yüzbaşı Rıza, Yüzbaşı Refik Bey, Mustafa Çavuş, Yahya Çavuş, Hamza Çavuş, Durmuş Onbaşı ve daha hayatlarının baharında toprağa düşen yüz binlerce Mehmetçik; Bugün, onurlu Türk gençliği olarak sizleri saygıyla selamlıyoruz. Sizlerin torunlarınız olarak yine sizlerin yolunda olduğumuzu bütün cihana haykırıyoruz. Huzur içinde yatınız.Sizin bizlere emanet ettiğiniz bu topraklarda yine vatan uğruna canlarımızı feda edecek, torunlarınız var.

alintidir ama bilmiyorum tesekkur ederiz hatirlatirsaniz düzeltirim veya kaldiririm

Hiç yorum yok:

reklam izle kazan

SPONSOR REKLAMLAR