8 Mart 2009 Pazar

Son İmparator Abdülhamid'i anlamak 24/02/2009 İsmail ÇOLAK

Son İmparator Abdülhamid'i anlamak
24/02/2009
İsmail ÇOLAK

Sultan II. Abdülhamid’in, Osmanlı’nın ve yakın geçmişimizin en çok tartışılan, yergi ve iftira oklarına en fazla muhatap olan muammalı padişahlarından olduğu muhakkaktır. Hakkındaki spekülasyonlar büyük ölçüde gizemli âlemine ve kişiliğine nüfuz edememekten doğmuştur. Bir kısım siyasî-entelektüel çevrelere bulaşan “Abdülhamid illeti”, ekseriyetle onun çok yönlü politikalarını kavrayamamaktan, etrafını kuşatan ağır şartları takdir edememekten ve dinî-ananevî kaynaklardan beslenen şahsiyetine, tavır ve politikalarına duyulan önyargılı yaklaşımlardan kaynaklanmıştır. Abdülhamid’in çehresini kapatan, haksız ve ağır saldırılardan hâsıl olan çamur/katran temizlendikçe “Gerçek Abdülhamid” olanca ihtişamıyla gözlerimizi kamaştırmaya devam etmektedir. Gerçek Abdülhamid, bugün ufku, vizyonu, hayalleri, projeleri, politikaları ve yenilikleri ile çoktan Yıldız’ın duvarlarını ve çağını aşacak seviyeye ulaşmış vaziyettedir. Bu anlamda bu yıl Ocak ayında Nesil Yayınlarından çıkan “Son İmparator & Abdülhamid Han’ın Gizmeli Dünyası” kitabımız, Sultan Abdülhamid’le alakalı zihin kirliliğine son verip, daha sağlıklı ve sahici bir yaklaşım içine girmemizi sağlayacak ufuk açıcı ve ezber bozucu bilgilerle doludur. İşte sizlere o kitaptan ilgi çekici satır başları:

Abdülhamid Han, “Kızıl Sultan” karalamalarını hak edecek mizaçta bir padişah değildi. Aksine son derece merhametli, yufka yürekli ve bağışlayıcı bir karaktere sahipti. O kadar ki, en büyük düşmanlarını bile bağışlayacak kadar şefkat ve merhametine yenik düşen bir hükümdardı. Gayet yumuşak huylu, hikmetli konuşan, karşısındaki hasmı bile olsa karizması, tevazuu, insanlık ve nezaketiyle etkileme kabiliyetine sahipti. Bariz özelliklerinden biri de dengeli ve otoriter olmasıydı. İzlediği “denge siyaseti” ve devleti kurtarmak için aldığı koruyucu tedbirler bunun belirtisiydi. Böyle davranmaya, devleti içine çeken anaforik şartlar ve saltanatının fevkalade karışık bir döneme rastlaması sevk etmişti. Sultan Abdülhamid’in kişiliğinin en baskın taraflarından biri de dindar olmasıydı. Hayatı boyunca ibadetlerini aksatmamış, abdestsiz evrak imzalamamıştı. Doğru ve tam bir itikada sahipti. Daima camilere devam etmişti. Sarayın hususî bahçesinde beş vakit ezan okuturdu. Şazeli tarikatına intisap etmiş, Kadirî tarikatına da girmişti. Kadere inanışı fevkalade kuvvetliydi. Osmanlı’nın “Veli” padişahı olarak nitelendirilecek kadar dindar ve takva ehli bir sultandı. Sürekli Kur’an-ı Kerim okurdu. Buhârî-i Şerif’i hususî surette bastırmış, tüm Müslüman memleketlere ve camilere hediye etmişti. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve kutsal beldesine karşı duyduğu sonsuz sevgi, sadakat ve hizmetleri; manevî şahsiyetine ve dinin izzetine hakaret içeren Batı kaynaklı iftira kampanyalarına karşı bir heykel gibi dikilmesi ve İslâm Dini’ni/Müslümanları koruyup güçlendirmeyi esas alan icraatlarda bulunması onun güçlü manevî yapısının göstergelerindendi.

Ayrıca o, gerçek bir proje, politika, strateji ve reform adamıydı. Rıza Tevfik’in tabiriyle asrın en siyasi padişahı, bir siyaset ve diplomasi şahikasıydı. Emperyalizme karşı Osmanlı’yı cesurca müdafaa eden ‘Son İmparator’, ‘Son Kurtarıcı’ idi. O, aslında Osmanlı’nın “Son Padişahı”ydı; ne ondan sonraki padişahlar ne de İttihatçılar Osmanlı Devleti’nin güç ve itibarını koruyamamışlardı. Onu deviren İttihatçılar, bıraktığı büyük boşluğu doldurulamamış, 33 yıl boyunca başarıyla kıyıya çektiği ve ayakta tuttuğu devleti ne yazık ki ani bir çöküşle tarih kabristanına defnetmişlerdi.

Hayalperest değildi, ayakları yere basıyor ve yapıp ettikleri realitelerle örtüşüyordu. İslâmiyet’in ve ananevî değerlerin modern çağa uyarlanmasındaki gayretleri bilhassa takdire değerdi ve ufuk ötesiydi. Zannedilenin aksine yeniliğe ve gelişime açık son derece “reformist” bir padişah idi. Batı’daki ilmî-teknolojik icat ve gelişmeleri yakından takip etmiş ve devletin imkânları çerçevesinde, ülkesinin şartları ve düzeyi nispetinde anında ülkesine intikal ettirmişti. Kendisini “gerici” olmakla suçlayan İttihatçıları bile geride bırakacak ölçüde muazzam yeniliklere imza atmıştı. Eğitim, kültür, sağlık, ulaşım ve bayındırlık alanında yaptığı müthiş reform hamlelerini düşmanları dahi geçekleştirememiş ve onu takdirden kendilerini alı koyamamışlardı. Mesela, Osmanlı’ya ilk bisikleti, otomobili ve telefonu getiren; ilk modern üniversiteyi kuran, ilk, orta ve lise mekteplerini rekor seviyede yaygınlaştıran; ilk denizaltıyı alan, ilk Boğaz Köprüsü ve Tüp Geçit Projesi’ni yapan; Anadolu’yu demir ve telgraf ağlarıyla ören; ilk verem aşısını getiren Sultan Abdülhamid olmuştu.

Yine O, ilan ettiği meşrutiyetle, açtığı okullarda yetişen asker ve bürokratlarla, gerçekleştirdiği imar-iskân ve alt yapı hizmetleriyle, Cumhuriyet’in ve modern Türkiye’nin temellerini hazırlayanlardandı. Abdülhamid, eğer İttihatçılar gibi devletin varlığı ve geleceği ile kumar oynayıp devlet gemisini batırmış olsaydı; Osmanlı, 20. Yüzyılı bile göremeden muhtemelen daha 1880’li yıllarda, ani ve sert bir yıkılışla tamamen tarih sahnesinden silinebilir; “Türkiye Cumhuriyeti” adıyla yerini alacak yeni bir siyasî oluşuma ne bir şans, ne bir imkân, ne de bir toprak kalabilirdi.

Son İmparator’un gizemli âlemini doğru anlamak ve keşfetmek, şüphesiz ki bugünümüze ve yarınımıza büyük ışık tutacak niteliktedir. Necip Fazıl’ın ifadesiyle onu anlamak her şeyi anlamaktır; Türkiye’yi anlamaktır. Bugün Türkiye’nin gündemini yoğun bir şekilde meşgul eden Ergenekon yapılanmasını çözmek ve dağıtmak için bile Abdülhamid’i, devrini, İttihatçı hareketi, 1908 Darbesini ve hâsılı bütün bunlarla Son İmparator’un nasıl baş ettiğini derinlemesine incelemek ve esaslı çözümlemeler yapmak mecburiyetindeyiz. Zira Ergenekon’un, köken itibariyle İttihat Terakki hareketine benzediği; örgütlenme şekli, yapısı, usulleri, zihniyeti ve yürüttüğü muhalefetle ondan ilham aldığı ve dayanak kabul ettiği bir realitedir. İzleri ve uzantıları hala süren İttihat Terakki hareketini, zihniyetini, mimarlarının gerçek yüzünü, 1908 Darbesi’ni, devletin kurtuluşu için çare mi yoksa batışı hızlandıran bir macera mı olduğunu kavramak için Abdülhamid Han ve devrini, Türkiye’nin her zamankinden daha gerçekçi, tarafsız ve tutarlı bir biçimde okumaya ve masaya yatırmaya ihtiyacı var. Sizleri “Son İmparator”u okumaya, Abdülhamid Han ve devrini yeniden keşfetmeye ve anlamaya davet ederek bu ilk yazımı noktalıyorum.

Hiç yorum yok:

reklam izle kazan

SPONSOR REKLAMLAR