Hendek (Ahzab) Gazvesi:
1-
Cenâb-ı Allah, bu gazve ile ilgili olarak
el-Ahzâb sûresinin baş tarafındaki ayetleri inzal buyurmuştur:
“Ey inananlar! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın.
Üzerinize ordular gelmişti, biz de onların üzerine
rüzgar ve göremediğiniz ordular göndermiştik.
Allah, yaptıklarınızı görüyordu.
Onlar size yukarınızdan ve aşağınızdan gelmişlerdi,
gözler de dönmüştü, yürekler ağızlara gelmişti;
Allah için çeşitli tahminlerde bulunuyordunuz.
İşte orada, inananlar denenmiş ve
çok şiddetli sarsıntıya uğratılmışlardı.
İkiyüzlüler (münafıklar) ve kalblerinde hastalık olanlar:
‘Allah ve peygamberi bize sadece kuru vaadlerde bulundular’ diyorlardı.
İçlerinden bir takımı:
‘Ey Medineliler! Tutunacak yeriniz yok, geri dönün’ demişti.
İçlerinden bir topluluk da peygamberden:
‘Evlerimiz düşmana açıktır’ diyerek izin istemişlerdi.
Oysa evleri açık değildi. Sadece kaçmak istiyorlardı.
Eğer Medine'nin etrafından üzerlerine varılmış olsa,
sonra da kendilerinden fitne çıkarmaları istense,
hemen buna girişip derhal yapmaktan geri kalmazlardı.
Andolsun ki, daha önce,
sırt çevirip kaçmayacaklarına dair Allah'a ahd vermişlerdi.
Allah'a verilen ahd sorulacaktır.
Ey Muhammed ! De ki:
“Eğer ölümden yahut öldürülmekten kaçıyorsanız
bilin ki, kaçmak size fayda vermeyecektir,
kaçsanız bile az bir zamandan fazla yaşatılmazsınız.
De ki: ‘Allah size bir kötülük dilese veya bir rahmet istese,
O'na karşı kim sizi koruyabilir?
Allah'tan başka dost ve yardımcı da bulamazsınız.
Allah, içinizden sizi alıkoyanları,
size Allah'ın yardımını kıskanarak, kardeşlerine
‘Bize gelin, zorlanmadıkça savaşa gitmeyin’ diyenleri bilir.
Kalplerine korku gelince,
ölüm baygınlığı geçiren kimse gibi gözleri dönerek,
-Ey Muhammed! - sana baktıklarını görürsün.
Korkulan gidince iyiliğinize olanı çekemeyip
sivri dilleriyle sizi incitirler.
Bunlar inanmamışlardır.
Allah, bu sebeple işlerini boşa çıkarmıştır;
Bu, Allah için kolaydır.
Bunlar, düşman birliklerinin gitmediklerini sanıyorlardı.
Bu birlikler tekrar gelmiş olsalardı,
kendilerinin çöllerde bedevilerin yanında bulunup,
sadece sizin haberlerinizi sormayı dilerlerdi.
Aranızda olsalar, ancak pek azı savaşırlardı.
Ey inananlar! Andolsun ki, sizin için,
Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve
Allah'ı çok anan kimseler için;
Rasûlullah, en güzel örnektir.
İnananlar, düşman birliklerini gördükleri zaman:
‘İşte bu, Allah ve peygamberinin bize vaad ettiğidir,
Allah ve peygamberi doğru söylemiştir.’ dediler.
Bu, onların ancak imanını ve teslimiyetlerini artırdı. . .
İnananlardan,
Allah'a verdiği ahdi yerine getiren adamlar vardır.
Kimi, bu uğurda canını vermiş, kimi de beklemektedir.
Ahidlerini hiç değiştirmemişlerdir.
Bu sebeple Allah, doğruları
doğrulukları ile mükafatlandırır,
iki yüzlüleri de dilerse azaplandırır
veya tevbelerini kabul eder.
Şüphesiz Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
Allah, inkar edenleri, kinleriyle geri çevirdi.
Bir hayra ulaşamadılar.
Savaşta, inananlara Allah'ın yardımı yetti.
Allah kuvvetli olandır, güçlü olandır.
Allah, kitap ehlinden, kafirleri destekleyenleri
kalelerinden indirmiş, kalplerine korku salmıştı;
onların kimini öldürüyor, kimini de esir alıyordunuz.
Yerlerini, yurtlarını, mallarını ve
henüz ayağınızı dahi basmadığınız yerleri
Allah size miras olarak verdi.
Allah, her şeye Kaadir olandır.”
{el-Ahzâb, 9-27.)
Tefsirimizde bu ayet-i kerimelerden her biri hakkında söz söyleyip gerekli açıklamayı yaptık, Hamd ve minnet Allah'adır.
Burada kıssa ile ilgili hususları inşaallah anlatacağız. Güvencimiz ve dayanağımız Allah'tır.
İbn İshak, Urve b. Zübeyr, Katade, Beyhakî ve selef-halef âlimlerinden birkaç kişinin kesin ifadesine göre
Hendek gazvesi, hicri beşinci senenin şevval ayında yapılmıştır.
Musa b. Ukbe, Zührî'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Ahzab (Hendek) vak'ası, hicri dördüncü senenin şevval ayında vuku bulmuştur.
İmanı Ahmed b. Hanbel'in Musa b. Davud'dan rivayet ettiğine göre Malik b. Enes de böyle demiştir.
Beyhakî dedi ki:
Aslında bunlar arasında ihtilaf yoktur.
Çünkü söylemek istedikleri şudur:
Hendek gazvesi, hicretten dört sene geçtikten sonra ve
beş sene tamamlanmadan önce vuku bulmuştur.
Şüphesiz ki müşrikler, Uhud'dan döndüklerinde,
ertesi sene Bedir'de karşılaşmak hususunda Müslümanlarla sözleşmişlerdi.
Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) ile ashabı,
hicri dördüncü senenin şaban ayında oraya gitmişlerdi.
Ebu Süfyan ise, o senenin kıtlık senesi olmasını gerekçe gösterip Kureyşlilerle birlikte Mekke'ye geri dönmüştü.
Döndükten iki ay sonra Medine'ye gelecek halleri yoktu.
Böyle olunca da Hendek gazvesinin hicri beşinci senenin şevval ayında yapıldığı kesinlik kazanıyor.
Doğrusunu Allah bilir.
Zührî'nin açık ifadesine göre Hendek gazvesi,
Uhud'dan iki sene sonra yapılmıştır,
Uhud gazvesinin de hicri üçüncü senenin Şevval ayında yapıldığı hususunda ihtilaf yoktur.
Ancak hicri tarihin başlangıcını,
hicretin ikinci senesinin muharreminden başlatanlara göre
-ki bunlar rebiyülevvel ayından sonraki ayları hicret senesinden saymamışlardır- gazvelerin tarihi böyle değildir.
Yakup b. Süfyan el-Fesevî de böyle demiştir.
Bu zat, açıkça beyan etmiştir ki,
Bedir gazvesi hicri birinci senede,
Uhud gazvesi hicri ikinci senede,
son Bedir gazvesi de hicri üçüncü senenin şaban ayında;
Hendek gazvesi de hicri dördüncü senenin şevval ayında yapılmıştır.
Halbuki bu, cumhurun görüşüne aykırıdır.
Meşhur kavle göre, mü'minlerin emiri Hattab oğlu Ömer,
hicri tarihin başlangıcını
hicret senesinin muharreminden başlatmıştır.
İmam Malik'e göre
hicret senesinin rebiyülevvel ayından başlatmıştır.
Buna göre üç kavil ortaya çıkmaktadır ki,
hangisinin doğru olduğunu Allah bilir.
Sahih olan, cumhurun kavlidir ki, buna göre
Uhud gazvesi, hicri üçüncü senenin şevval ayında,
Hendek gazvesi hicri beşinci senenin şevval ayında yapılmıştır.
Doğrusunu Allah bilir.
* Buhari ve Müslim'in sahihlerinde üzerinde ittifak edilen bir hadiste İbn Ömer şöyle demektedir:
“Uhud gününde ben on dört yaşında bir çocuk olarak savaşmak için Rasûlullah'a arzedildim. Ama o, savaşmama izin vermedi.
Hendek gazvesinde ben on beş yaşında bir çocuk olarak savaşmak için Rasûlullah'a arz edildim. Bu defa savaşmama izin verdi.”
Buna cevaben bir grup âlim -ki Beyhakî de bunlardan biridir- demişler ki:
İbn Ömer, Uhud savaşında ondördüncü yaşın ilk basamağında iken savaşmak için Rasûlullah'a arzedilmişti.
Hendek gazvesinde de onbeşinci yaşın son basamaklarında iken Rasûlullah'a arzedilmişti.
Ben (İ.Kesir) derim ki:
Muhtemeldir ki, ibn Ömer, Hendek gazvesinde savaşmak için Rasûlullah'a arz edildiğinde on beş yaşını tamamlamış idi ki,
o durumdaki bir çocuğa savaşma izni verilebilir.
Bu sebepledir ki,
Nafı bu hadisi Ömer b. Abdülaziz'e tebliğ ettiğinde o şöyle demiştir:
“Bu, küçük ile büyüğü birbirinden ayıran sınırdır.”
Böyle dedikten sonra bu hükmü, bütün şehirlere yazıp göndermiştir.
Cumhur-u ulema da bu görüşe itimad edip dayanmıştır.
Doğrusunu Allah bilir.
İbn İshak dedi ki:
Hendek gazvesi, hicri beşinci senenin şevval ayında yapılmıştır.
Yezid b. Ruman, bana Urve'den ve kendilerini yalancılıkla itham edemeyeceğim kimselerle Ubeydullah b. Ka'b b. Malik'den ve Muhammed b. Ka'b el-Kurazî ile Zührî'den, Asım b. Amr b. Katade, Abdullah b. Ebi Bekir ve diğer âlimlerimizden nakilde bulundu.
Bazısı, diğerlerinin söylemediklerini söylediler.
Netice itibariyle dediler ki,
Hendek'te olan hadiselerden birisi de şudur:
Yahudilerden Sellam b. Ebu'l-Hukayk en-Nadrî,
Hüyey b. Ahtap en-Nadrî,
Kinane b. Rebi b. Ebu'l-Hukayk,
Hevze b. Kays el-Vailî,
Ebu Ammar el-Vailî,
Beni Nadir ve Beni Vail kabilelerinden bir topluluk ile -ki bunlar Rasûlullah (s.a.v.)'a karşı- cephe oluşturarak ortaya çıktılar.
Nihayet Mekke'ye, Kureyş'in yanma geldiler ve
onları Rasûlullah (s.a.v.) ile savaşmaya çağırıp şöyle dediler:
- Biz, ona karşı yakında sizinle beraber olacağız.
Onun kökünü kurutuncaya kadar yanınızda olacağız.
Kureyşliler de onlara şöyle dediler:
- Ey Yahudi topluluğu! Siz, ilk ehl-i kitapsınız ve
Muhammed ile ayrılığa düştüğümüz konuyu bilirsiniz.
Acaba bizim dinimiz mi yoksa onun dinimi hak ve gerçektir?
Yahudiler dediler ki:
- Sizin dininiz onunkinden daha hayırlıdır ve
siz de ondan hakka daha yakın kimselersiniz.
İşte onlar hakkında Cenâb-ı Allah, şu ayet-i kerimeleri inzal buyurdu:
“Kendilerine kitap verilmiş olanların
puta ve şeytana kanıp, inkar edenlere:
‘Bunlar, inananlardan daha doğru yoldadırlar.’ dediklerini görmedin mi?
İşte, Allah'ın lanetledikleri onlardır.
Allah'ın lanetlediği kişiye asla yardımcı bulamayacaksın.”
(en-Nisa, 51-52.)
Yahudiler, bu sözleri Kureyşlilere söylediklerinde
onları sevindirdiler ve Rasûlullah'a karşı davet ettikleri savaş hususunda isteklendirdiler. Onlar da bu savaş için toplanıp hazırlık yaptılar.
O Yahudi topluluğu sonra yola çıktı.
Kays-ı Aylan'dan olan Gatafan'a geldiler.
Onları da Rasûlullah ile savaşa çağırdılar ve onlara dediler ki:
- Yakında ona karşı sizinle beraber olacağız.
Kureyşliler de bu konuda onlara tabi olacaktır.
Bunun üzerine Gatafanlılar, onlarla beraber savaş için toplandılar.
Bunun üzerine Kureyşliler yola çıktılar.
Onların yöneticisi ve kumandanı Ebu Süfyan b. Harb idi.
Gatafanlılar da yola çıktılar.
Onların kumandanı ise Uyeyne b. Hısn b. Hüzeyfe b. Bedir idi.
Bunlar, Beni Fezare ile birlikte yola çıktılar.
Haris b. Ebi Harise el-Mürrî de Beni Mürre kabilesiyle birlikte yola çıktı.
Mis'er b. Ruhayle b. Nüveyre b. Tarif b. Sühme b. Abdullah b. Hilal b. Halave b. Eşca' b. Reys b. Gatafan da,
Eşca'dan olan kavminden kendisine uyanlarla birlikte yola çıktı.
Rasûlullah (s.a.v.), onların savaş için bir araya gelip karar verdiklerini duyunca, Medine çevresinde hendek kazdı.
İbn Hişam’ın ifadesine göre
hendek kazmayı Rasûlullah'a tavsiye eden zat, Selman-ı Farisî'dir.
Taberî ile Süheylî dediler ki:
İlk defa hendek kazan, Menüşehr b. Eyrec b. Feridun'dur ki, bu da Musa peygamber zamanında olmuştu.
İbn İshak dedi ki:
Rasûlullah (s.a.v.), Müslümanları sevab kazanmaya imrendirip teşvik etmek için bizzat kendisi çalıştı ve onunla birlikte Müslümanlar da çalıştılar.
Rasûlullah ile birlikte hendek kazmaya devam ettiler.
Ama münafıklardan bazıları
güçsüzlüklerini bahane ederek bu çalışmadan geri kaldılar.
Kimi de Rasûlullah’ın bilgisi ve izni olmaksızın gizlice sıvışıp kaçıyorlardı. Bu hususta yüce Allah, şu ayetleri inzal buyurdu:
“Doğrusu, Allah'a ve peygamberine inanan müminler,
peygamberle beraber bir işe karar vermek için toplandıklarında,
ondan izin almaksızın gitmezler.
Ey Muhammed! Senden izin isteyenler, işte onlar,
Allah'a ve peygamberine inananlardır.
Bazı işleri için senden izin isterlerse, içlerinden dilediğine izin ver.
Allah'tan, onların bağışlanmalarını dile.
Allah şüphesiz bağışlar, merhamet eder.
Peygamberin davetini,
kendi aranızda birbirinizi çağırmanız gibi tutmayın.
Allah, içinizden savuşup gidenleri şüphesiz bilir.
O'nun buyruğuna aykırı hareket edenler,
başlarına bir belanın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar.
Dikkat edin, göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır.
O, içinde bulunduğunuz durumu da,
kendisine döndürüleceğiniz günü de gerçekten bilir.
Onlara işlediklerini haber verir. Allah her şeyi bilir.”
(en-Nûr, 62-64.)
* Buhari, Abdullah b. Muhammed kanalı ile Enes'in söyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.), hendeğe gitti.
Muhacirlerle Ensâr’ın
soğuk bir sabah vakti hendek kazmakta olduklarını gördü.
Onların bu işi yapabilecek köleleri yoktu.
Onların açlık ve yorgunluk çekmekte olduklarını görünce
Rasûlullah şöyle buyurdu:
- Allah’ım! Hayat, ahiret hayatıdır.
Ensâr ile Muhacirleri bağışla !
Orada bulunanlar da Rasûlullah'm bu sözüne cevap vererek şöyle dediler:
- Biz o kimseleriz ki, hayatta kaldığımız müddetçe
cihad etmek üzere Muhammed'e bey'at etmişizdir.
* Buhari, Ebu Ma'mer kanalı ile Enes'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
(yukarıdaki rivayete ilaveten)
Enes diyor ki:
Hendek kazanlara avucumun doluşunca arpa getirilir,
onlara rengi ve tadı bozulmuş iç yağı ile karıştırılarak bir yemek yapılır, önlerine konulurdu.
Onlar da aç idiler.
Bu yemek, boğaza tıkanırdı, pis bir kokusu vardı.
* Buhari, Kuteybe b. Said kanalı ile Sehl b. Sa'd'm şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Biz, Rasûlullah (s.a.v.)la birlikte hendekte idik.
Sahabeler hendek kazıyorlardı.
Biz de kazılan yerlerden çıkarılan toprakları sırtımızda taşıyorduk
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle dedi:
- Allah’ım! Ahiret hayatından başka hayat yoktur.
Muhacirlerle Ensâr'ı bağışla.
* Buharî, Müslim b. İbrahim kanalı ile Bera b. Azib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Rasûlullah (s.a.v.), karnı tozlanıncaya kadar Hendek gününde toprak taşıyor idi ve şöyle diyordu:
- Allah'a yemin ederim ki, Allah olmasaydı,
biz doğru yolu bulmaz, hidayete ermez,
tasaddukta bulunmaz, namaz kılamazdık.
Allah’ım! Üzerimize sükûn ve huzur indir.
Düşmanla karşılaşırsak ayaklarımıza sebat ver.
Kavimler bize karşı taşkınlık ettiler.
Onlar fitne isterlerse, biz fitneye yanaşmayız.
‘Yanaşmayız’ kelimesini yüksek sesle iki kez tekrarladı.
* Buharî, Ahmed b. Osman kanalı ile Bera b. Azib'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Ahzab ve Hendek gününde Rasûlullah (s.a.v.)'ın
hendek topraklarını taşıdığını gördüm.
Öyle ki, toprak, onun karın cildini görünmez hale getirmişti.
Onun saç ve kılları çok idi…”
(benzeri birkaç rivayet daha naklediliyor)
İbn İshak dedi ki:
Bana ulaşan haber ve rivayetlere göre hendek kazımı esnasında
Allah tarafından bazı mucizeler izhar edildi ki,
bu mucizelerde, Rasûlullah'ı tasdike ve
nübüvvetini tahkike dair alınması gereken ibretler vardı.
Bu mucizeleri Müslümanlar ayan-beyan görmüşlerdi.
Nitekim Cabir b. Abdullah'ın anlattığına göre
hendek kazımı esnasında
kazma işlemeyen sert bir yere rastlamışlar,
bu durumu Rasûlullah'a bildirmişler.
O da bir kap su getirilmesini emretmiş, getirmişler,
suyun içine tükürmüş, sonra Allah'ın müyesser kıldığı duaları okumuş, sonra da suyu o sert yere serpmiş.
Orada hazır bulunanlardan biri şöyle demişti:
“Onu hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, o sert yer yumuşadı, kum haline geldi. Oraya vurulan bir kazma ve kürek boş dönmüyordu.”
* Buhari, Hallad b. Yahya kanalı ile Eymen'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Cabir'in yanma geldim. Bana dedi ki:
Hendek gününde yeri kazıyorduk. Sert bir yere rastladık.
Sahabeler, Peygamber Efendimizin yanma gelip şöyle dediler:
- Bu sert yer, hendek kazımı esnasında ortaya çıktı, ne yapalım?
Rasûlullah:
- Oraya ben ineceğim, dedi.
Sonra kalktı, baktık ki,
karnına taş bağlamış,
biz orada hiçbir şey tatmadan aç ve susuz halde üç gün bekledik.
Peygamber (s.a.v.) kalktığında kazmayı eline aldı.
Oraya vurdu. Orası ufalanmış kum haline geldi. Adeta savruluyordu.
Dedim ki:
- Ya Rasûlallah! Eve gitmeme izin ver. (Gittim, karıma dedim ki):
- Peygamber (s.a.v.)'in açlıktan karnına taş bağladığını gördüm. Buna dayanamam. Yanında yiyecek birşey var mı senin?
Karım:
- Yanımda arpa ve bir de oğlak var, dedi.
Oğlağı kestim. Arpayı öğüttüm. Oğlağın etini kazana koydum.
Sonra Peygamber (s.a.v.)'e geldim.
Hamur pişmişti. Kazan da ocak taşları üzerinde idi.
İçindeki et pişmek üzere idi. Rasûlullah'a dedim ki:
- Az bir yemeğim var ya Rasûlallah! Sen ve bir iki kişi kalkın, yemeğe gidelim.
Rasûlullah:
- Yemeğin ne kadar? diye sordu. Ben de kendisine miktarını söyledim. Dedi ki:
- Yemeğin çoktur, güzeldir.
Hanımına de ki, kazanı ocaktan indirmesin.
Ekmeği de tandırdan çıkarmasın, benim gelişimi beklesin.
Böyle dedikten sonra ashaba:
- Kalkın, dedi.
Muhacirlerle Ensâr, kalkıp geldiler.
Ben eve, karımın yanına gittim. Ona: ‘Haydi kalk bakalım, çabuk ol. Peygamber (s.a.v.) ile Muhacir ve Ensâr geliyor.’ dedim. Karım dedi ki:
- Peygamber sana yemeğin miktarını sordu mu?
- Evet, dedim.
Peygamber (s.a.v.), arkadaşlarıyla beraber geldi. Onlara:
- İçeriye girin, sıkışmayın, dedi.
Bundan sonra ekmeği kendi eliyle kırıyor, üzerine bir parça et koyuyordu. Sonra da kazanın üstünü, tandırın ağzını örtüyordu.
Hazırladığı porsiyonları ashabına veriyor.
Sonra tekrar kazanı ve tandırdaki ekmeği çekip veriyordu.
Sahabeler doyuncaya kadar ekmek kesilmeye devam etti, nihayet hepsi doydular.
Geriye bir miktar da kaldı. Sonra Rasûlullah bana:
- Şunu ye ve biraz da hediye ver. Çünkü insanlara açlık isabet etmiştir, dedi.
Ahmed b. Hanbel, Veki' kanalı ile
Hz. Peygamberin karnına taş bağlamasından bahseder.
“Delâil” adlı eserde Beyhakî, Hakim kanalı ile Cabir'den naklen
hendekteki sert ve kazma işlemez yer ile yemek kıssasını anlatmıştır.
Bu kıssanın uzunluğu, Buharî'nin rivayetine göre daha tamamdır.
Bu rivayette Beyhakî'nin nakline göre Cabir şöyle demiştir:
“Peygamber (s.a.v.) evimizdeki yiyeceklerin miktarını öğrenince hendekte çalışmakta olan bütün Müslümanlara:
- Kalkın, Cabir'e gidelim, dedi. Onlar da kalkıp bize geldiler.
O kadar utandım ki, derecesini ancak Allan bilir.
Kendi kendime şöyle dedim: ‘Bize kalabalık bir halk geldi. Oysa evde bir ölçeklik arpa ve de bir oğlak var.’
Sonra karımın yanına varıp ona şöyle dedim:
- Rezil rüsvay oldun mu!
İşte Rasûlullah (s.a.v.), hendekteki bütün çalışanları evimize getiriyor.
- Rasûlullah, yemeğimizin miktarını sana sormadı mı?
- Evet, sordu.
- Öyleyse Allah ve Rasûlü daha iyi bilir.
Böyle demekle karım,
bendeki o şiddetli üzüntü ve kederi giderdi.
Rasûlullah (s.a.v.) da evimize geldi ve:
- Cabir, sen bana yardımcı ol ve etin taksimini de bana bırak, dedi.
Rasûlullah’ın bizzat kendisi eti parçalıyor, ekmeği koparıp dağıtıyor. Sonra da tencerenin ve tandırın ağzını kapatıyordu.
Herkese birer miktar yemek dağıttı. Nihayet hepsi doydular.
Geride tandırdaki ekmek ile kazandaki et yine dopdolu kaldı.
Sanki hiç eksilmemişti!
Sonra Rasûlullah (s.a.v.) bana:
- Hem kendin ye, hem başkalarına hediye et.
Bugün boyunca hem kendin yiyecek, hem de başkalarına hediye edeceksin, dedi.”
* Ebu Bekir b. Ebi Şeybe de Cabir'den böyle bir rivayette bulunmuş ve rivayetinin sonunda şöyle demiştir:
“Cabir'in evine gelen misafirler, 300 ya da 800 kişi idiler.”
* Yunus b. Bükeyr, Hişam b. Sa'd kanalı ile Cabir'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Onlar 300 kişi idiler.”
* Buhari, Arar b. Ali kanalı ile Cabir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
(bu rivayette ilaveten)
Hamurumuzu çıkarıp Rasûlullah’ın yanına getirdim.
O da hamurun üzerine tükürdü ve hamur bereketlendi.
Sonra et kazanının yanına geldi. İçine tükürdü.
O kazandaki etler de bereketlendi. Sonra:
- Ekmekçiyi çağır da seninle beraber ekmek yapsın.
Kazandan da etleri çıkarmaya başla.
Ama kazanı ocağın üzerinden indirmeyin, dedi.
Misafirler 1.000 kişi idiler.
Vallahi, hepsi yedi, artık doyduktan sonra yemeği bıraktılar.
Başka tarafa çekip gittiler. Kazanımız da dolu kaldı.
Hamurumuz da eskisi kadar idi. Hiç eksilmemişti.”
( Buhari’den benzeri rivayet)
Muhammed b. İshak dedi ki:
Said b. Mina, kendisine -şöyle haber verildiğini bana anlattı:
“Beşir b. Sa'd’ın kızı -ki bu, Numan b. Beşir'in kız kardeşidir- dedi ki:
Beni, anam Amre binti Revaha çağırdı ve
bir avuç hurmayı elbisemin içine koyduktan sonra:
- Ey kızcağızım! Bunu babana ve dayın Abdullah b. Revaha'ya götür ki, yesinler, dedi.
Ben de onu alıp götürdüm. Rasûlullah (s.a.v.)'a rastladım.
Ben, babam ve dayımı arıyordum. Rasûlullah bana dedi ki:
- Ey kızcağızım! Yanıma gel, senin yanında ne var? Dedim ki:
- Ya Rasûlallah! Bu hurmadır. Anam beni bununla babam Beşir b. Sa'd ile dayım Abdullah b. Revaha'ya gönderdi ki, bu hurmaları yesinler.
Rasûlullah (SAV):
- Onu getir, diye buyurdu.
Ben de onu Rasûlullah’ın avuçlarına döktüm.
Hurmalar avuçlarını doldurmadı.
Sonra bir bez getirilmesini emretti. Bez yere serildi.
Sonra hurmayı onun üzerine koydu ve bezin üstüne yaydı.
Sonra yanında bulunan birisine şöyle dedi:
- Hendek ehline: ‘Yemeğe gelin’, diye seslen.
Bunun üzerine hendek ehli oraya gelip toplandılar ve yemeğe başladılar.
Hurmalar gittikçe artmaya başladı.
Hatta hendek ehli doyduğu halde
hurmalar bezin etrafından yere dökülüyordu.”
İbn İshak dedi ki:
Bana Selman-ı Farisî'nin şöyle dediği nakledildi:
“Hendekten bir bölüme vurdum.
Bir kaya karşıma çıktı ki, çok sert ve katı idi.
Rasûlullah ise bana yakın bir yerde idi.
Vurduğumu ve yerin sert olduğunu görünce yanıma gelip indi.
Elimden kazmayı aldı.
Oraya bir darbe vurdu ki, kazmanın altından bir parıltı çıktı.
Sonra bir darbe daha indirdi, onun altından da bir parıltı parladı.
Sonra üçüncü bir darbe daha vurdu, onun altından bir kıvılcım daha çıktı. Dedim ki:
- Babam ve anam sana feda olsun ya Rasûlallah!
Kazmanın altından, sen vurdukça kıvılcım çıktı. Bu nedir?
- Ey Selman, sen o parıltıyı gördün mü?
- Evet...
- Birinci parıltı ile Allah, bana Yemen fethini nasip etti.
İkincisinde ise Allah, onunla bana Şam ve batının fethini nasip etti.
Üçüncü parıltıya gelince, Allah, onunla bana doğuyu fethetmeyi müyesser eyledi.”
* İbn Cerir tarihinde, Muhammed b. Bişar ile Bendar'dan rivayet olunduğuna göre
Rasûlullah (s.a.v.), hendekte her on kişiye kırk ziralık bölümü kazma görevini verdi. Muhacirlerle Ensâr, Selman üzerinde tartıştılar. Rasûlullah: ‘Selman, bizim ailedendir.’ dedi.
Amr b. Avf dedi ki:
Ben, Selman, Hüzeyfe, Numan b. Mukarrin ve Ensâr’dan altı kişi, kırk ziralık bir yeri kazmakla görevlendirilmiştik.
Kazmaya başladık. Nihayet sert bir kaya parçası ile karşılaştık.
Kazmamız kırıldı. Onu yerinden çıkarmamız zorlaştı.
Selman, kendi çadırı içinde bulunan Rasûlullah’ın yanma gitti, durumu ona arzetti.
Rasûlullah yanımıza geldi.
Selman'dan kazmayı alıp o sert kaya parçasına vurdu.
Kaya parçalandı. Ama darbe anında kayadan bir kıvılcım çıktı.
Bu parıltı, bütün Medine'yi ışıklandırdı.
Karanlık gecedeki bir kandili andırıyordu,
Rasûlullah (s.a.v.), fetih tekbiri getirdi.
Bunun üzerine Müslümanlar da tekbir getirdiler.
İkinci darbeyi vurdu. Sonra üçüncü darbeyi de vurdu.
Selman ile Müslümanlar, bu parıltıyı Rasûlullah'a sordular. O buyurdu ki:
- Birinci darbe anında görülen parıltı, bana
Hire kasırları ile kisranın Medayin şehrini gösterdi.
Oraları sanki köpek dişleri gibi idi.
Cebrail, ümmetimin oralara sahip olacağını bana haber verdi.
İkinci darbe esnasında görülen parıltı,
Rum diyarındaki kızıl kasırları bana gösterdi.
Onlar da sanki köpek dişleri gibi idi.
Cebrail, ümmetimin oralara da sahip olacağını bana haber verdi.
Üçüncü darbe anında görülen parıltı ise,
San'a kasırlarını bana aydınlatıp gösterdi.
Oraları da sanki köpek dişleri gibi idi.
Cebrail, ümmetimin oralara da sahip olacağını bana haber verdi. Size müjdeler olsun!
Müslümanlar bunun üzerine sevinip birbirlerini müjdelemeye ve:
- Allah'a hamd olsun. Bu vaad edilen şey, gerçektir, demeye başladılar.
Ravi diyor ki:
Müşriklerin birleşik cephesi karşımıza çıktığında müminler dediler ki:
- İşte bu, Allah ve peygamberinin bize vaad ettiğidir.
Allah ve peygamberi doğru söylemiştir.
Bu onların ancak imanını ve teslimiyetlerini artırdı.
Münafıklarsa şöyle dediler:
- Muhammed, size Yesrib'ten Hire kasırlarını ve kisranm Medayin şehrini gördüğünü haber veriyor ve buraların fethinin size nasip olacağını bildiriyor.
Oysa siz, hendek kazıyorsunuz.
Karşımıza çıkmaya güç yetiremiyorsunuz !
Böyle diyen münafıklar hakkında şu ayet-i kerime nazil oldu:
“İkiyüzlüler ve kalblerinde hastalık olanlar:
‘Allah ve peygamberi bize sadece kuru vaadlerde bulundular, diyorlardı.”
(el-Ahzâb, 12.)
Taberanî, Abdullah b. Ahmed b. Hanbel kanalı ile İbn Abbas’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir(yukarıdak,lerle benzer rivayet)
Neseî, İsa b. Yunus kanalı ile ashabtan bir adamın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
(Diğer rivayetlerdeki bilgilere ilaveten)
“Sonra üçüncü darbeyi vurduğumda Habeş şehri ve çevresindeki kasabalar bana gösterildi, öyle ki, oraları gözlerimle gördüm.
Size ilişmedikleri müddetçe Habeşlilere ilişmeyin.
Sizi kendi halinize bıraktıkları müddetçe Türklere de ilişmeyin.”
Neseî, bu şekilde uzun uzadıya rivayet etmiştir.
Ondan da ancak Ebu Davud, böyle bir rivayette bulunmuştur:
“Size ilişmedikleri müddetçe Habeşlilere ilişmeyin.
Sizi kendi halinize bıraktıkları müddetçe Türklere de ilişmeyin.”
İbn İshak,
Hz. Ömer ve ondan sonra Hz. Osman zamanlarında
yukarıda sözü edilen şehirlerin fethedilişleri esnasında
Ebu Hüreyre’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“Aklınıza gelen yerleri fethediniz.
Ebu Hüreyre'nin nefsi elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, sizin fethettiğiniz ve kıyamet gününe kadar fethedeceğiniz memleketlerin anahtarları
mutlaka daha önce Allah tarafından Muhammed (s.a.v.)’e verilmiştir.
Anahtarları ona verilmeyen yerleri fethetmediniz ve edemeyeceksiniz.”
* İmam Ahmed b. Hanbel, Haccac kanalı ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v)’ın şöyle buyurduğunu işittim:
“Ben özlü sözlerle gönderildim.
Allah tarafından, düşmanlarımın kalbine korku salınarak bana yardım edildi.
Bir ara ben uyumakta iken,
yer hazinelerinin anahtarları bana getirildi ve elime verildi.”
Buhari, bunu Yahya b. Bükeyr ile Sa'd b. Ufeyr'den münferid olarak rivayet etmiştir. Bunların ikisi de yukarıdaki hadisi, Leys'den rivayet etmişlerdi.
Onun yanında Ebu Hüreyre şöyle demişti:
- Rasûlullah (s.a.v.) gitti. Siz de şu anahtarları çıkarıyorsunuz.
* İmam Ahmed b. Hanbel, Yezid ve Muhammed b. Amr kanalı ile Ebu Hüreyre'nin şöyle dediğini rivayet etti:
Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
“Allah tarafından düşmanlarımın kalbine korku salınarak bana yardım edildi ve bana özlü sözler verildi.
Yeryüzü benim için mescid ve temizleyici kılındı.
Bir ara ben uyumakta iken yer hazineleri bana getirildi ve elime bırakıldı.”
Buharî ve Müslim'in sahihlerinde şöyle bir rivayet vardır:
“Kayser öldükten sonra artık başka bir kayser gelmeyecektir.
Kisra öldükten sonra artık başka bir kisra gelmeyecektir.
Nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki,
bu ikisinin hazinelerini Allah yolunda harcayacaksınız.”
Sahih hadiste şöyle buyrulmuştur:
“Şüphesiz yüce Allah, doğusuyla, batısıyla yeri bana mülk kıldı ve
ümmetimin mülkü, bana mülk kılman yerlere kadar ulaşacaktır.”
İbn Kesir; “el-Bidaye ve’n-nihaye” ; c:4; 159-177 Çağrı Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder