10 Ocak 2009 Cumartesi

Çokluğa Aldanılmaması

Çokluğa Aldanılmaması Peygamberimiz, seher vakti orduyu savaş düzenine koydu. Bayraktar ve sancaktarlara, bayrak ve sancaklarını verdi. Muhâcirlerin sancağını Hz.Ali'ye, bayraklarını Sa'd ibn-i Ebi Vakkas'a ve Hz.Ömer'e verdi. Hazrecinkini Hubab ibn-i Münzir'e, Evsin sancağını Useyd ibn-i Hudayr'a ve diğer sancakları kabîle reislerine verdi. Kendisi de zırhını ve miğferini giyerek devesine bindi. Müslümanları harbe teşvik etti. Sadakat ve bağlılık gösterirler, güçlüklere göğüs gererek sebat ederlerse, fetih ve zafere kavuşacaklarını müjdeledi.
Müslümanlar, daha önce hiç görmedikleri çokluk ve kalabalıklarını görünce, biraz kendilerine güvendiler. Baştan aşağı silahlanmış askerlerin yürüyüşünden çöl âdeta titriyordu. «Artık bize azlık yüzünden mağlup olmak yok. Bu ordu hiç mağlub olur mu?» diye düşünenler olmuştu.
Huneyn vâdisine, sabahın alacakaranlığında savaş düzeni hâlinde inilmeğe başlanmıştı ki, vâdinin etrafında pusu kurmuş olan düşmanın çenberine düşüldü. Gururlanmak Müslümanlara ve hele hele şerefli Eshaba hiç yakışmayacağı için Mevlâmız bu durumu hem onlara ve hem de onların şahsında kıyamete kadar gelecek olan bütün Müslümanlara ibretli bir ders kıldı.
Gururla laf söyleyen Müslümanlar, daha sözlerini bitirmeden, düşman, boğazın dar yerindeki pususundan kalkarak Müslümanları ok yağmuruna tuttu. Bu âni karşılaşmadan sonra, Müslümanların ordusunda bir bozgun baş gösterdi. Peygamberimiz'le birlikte gelip, Müslümanların bozguna uğradıklarını gören bâzı Mekkeliler, (kalbinde henüz Müslümanlık kökleşmemiş olan yeni Müslümanlardan bâzıları) kendi aralarında konuşmağa başladılar.
Ebû Süfyan; "Bu bozgunun denize kadar önü alınmaz" dedi.
Birisi de; "Bugün sihir bozuldu." demişti.
Süheyl ibn-i Ömer; "Muhammed ve Eshab'ı bir daha düzelemez, savaşamaz" dedi.
Ikrime ibn-i Ebû Cehil; "Bu, yerinde bir söz değildir. İşler ancak Allâh'ın elindedir. Muhammed (S.A.V)'in elinde bir şey yoktur. Bugün harp, O'nun aleyhine ise, yarın muhakkak O'nun lehine olacaktır." dedi.
Allâh'ın Yüce Peygamberi, harp meydanında Hz.Ebû Bekir, Hz.Ömer, Hz.Ali, Hz.Abbas... (R.A.) ile kalıverdi. Kaçanlar mağlubiyet ve bozgun haberini Mekke'ye ulaştırdı.
Allâh'ın Nusreti İle Müslümanların Tekrar Toparlanması
Bu karışık durumda Peygamber Efendimiz, kaçanları durdurmağa çalışıyor, koca bir düşman ordusu karşısında yalnız kaldığı halde yine dâvasından dönmüyor, hak dâvasında sabit olduğunu ısrarla belirtiyor, düşmanlara ve kaçanlara karşı sağına soluna dönerek; "Enen'nebiy lâ kizib, enebnü Abdülmuttalib lâ kizib" diye haykırıyordu. Fakat, kaçışanlardan hiçbirinin döndüğünü görmüyordu.
Ayrıca, bu esnâda amcası Abbas'ın gür sesi dağılanları, Peygamberin etrafında toplanmağa çağırıyordu. Hz.Abbas, Medînede seher vakti Kâ'b mevkiindeki hizmetçilerine Seli dağının tepesinden seslenir ve sekiz millik uzaklıktan sesini onlara duyururdu. Hz.Abbas (R.A.); "Ey Ensar topluluğu! Ey Rıdvan bîatı topluluğu! Ey Akabede bîat eden Ensar! dönünüz...!" diye seslendi.
Bütün vâdide olanlar O'nun gür sesini işitti. Hepsi ölüm üzere yaptıkları bîatı hatırladılar. Duyan mıhlanıp kaldı. Mıhlanıp kalan önündekini durdurdu.
Dâveti işiten Müslümanlar, "Lebbeyk, Lebbeyk (emrindeyiz, emrindeyiz)" diyerek atlarının ve develerinin eğerlerini geri çevirerek Allah Rasûlüne doğru koştular.
Onların bu dâvete icâbet edişleri develerin, ineklerin yavrularını özleyerek gelişlerini andırıyordu. Sanki, evvelâ geri dönenler başka, tekrar dönenler başka insanlardı. Sanki, Sahâbilik onlardan bir an kalkar gibi olup tekrar yerine oturmuştu, nehir tersine dönmüştü. Hep birden toplanıp düşmanın üstüne sel gibi atıldılar.
Fahri Kâinât o esnâda; "işte fırın şimdi kızıştı." buyurdu. Yerden bir avuç toprak alarak, müşriklerin yüzüne doğru «yüzleri kara olsun» diye savurdu. Büyük bir mûcize zuhur etti. Havazinlilerden, gözlerine ve ağızlarına toprak veya kum dolmadık bir kimse kalmadı.
Gökten düşen demir parçalarının taşların üzerine vurmasıyla çıkan sesler gibi sesler duyulmağa başladı. Hz.Ali onların bayraktarlarını da öldürünce, şiddetleri kesildi. Müslümanların elinden kurtulmak için, son sür'at kaçmağa başladılar. Kısa zamanda düşman dağıldı. Artık öldürülen öldürülene, esir edilen esir edilene, kaçan kaçana... Tam gâlip gelecekleri sırada, mağlub olup hezimete uğramaları onlara büyük bir ders olmuştu.
Talha Hazretleri, müşriklerden 20 kişiyi katlederek rekor kırmıştı. Hâlid ibn-i Velid (R.A.) da çok düşman katletmesinden dolayı, derin yara almıştı.
Huneyn Muhârebesinin bidâyetinde Müslümanlar, biraz mağlubiyet acısını tattıktan sonra Allâh'ın yardımıyla gâlip geldiler, zafere eriştiler.
Bu hususu Kur'ân-ı Kerim'de, Cenâb-u Hakk şöyle beyân ediyor: "Andolsun ki Allah, bir çok harp yerlerinde ve Huneyn gününde size yardım etmiştir. O Huneyn günündeki çokluğunuz, o zaman size ucub vermişti. Bu, size gelecek kazadan bir şeyi gidermeğe yaramamıştı. Yeryüzü o genişliğine rağmen size dar gelmişti. Nihâyet bozularak gerisin geri dönüp gitmiştiniz. Sonra Allah, Rasûlü ile mü'minlerin üzerine sekînetini «kuvve-i mâneviyesini» indirdi, görmediğiniz, «melek » ordularını indirdi ve kâfirleri azaplandırdı. Bu, o kâfirlerin cezâsı idi." (Sûre-i Tevbe, âyet 25-26).
Müşriklerden 300 kişi öldürülmüş, Müslümanlardan 70 şehid verilmişti. Ayrıca bu harpte, daha önceki harplerin hiçbirinde elde edilmeyen ganîmet elde edildi. Şöyle ki: 24.000 deve, 40.000 koyun, 4.000 okka gümüş, 6.000 esir alındı.
Müşriklerin kumandanı Mâlik'in bozulan ve kaçan ordusunun bir kısmı Tâif'e sığındı, diğer bir kısmı ise Nahle'ye, geri kalanlar da Evtas mevkiinde karargâh kurdular. Rasûlü Ekrem, Evtas'da onları tâkip vazîfesini Ebû Amr (R.A.)'a vermişti. Ebû Amr, onlarla çarpıştı. Birçoklarını öldürdükten sonra ağır yaralanınca, yerine Ebû Mûsal Eş'arî'yi geçirdi. Ebû Mûsal Eşari, onları bulundukları yerde perişan etti. Mallarını ve aldığı esirlerle birlikte geri dönüp, Rasûlüllah'a geldi.
Büyük Vefâkarlık
Esirlerin içinde, beni Saad kabîlesinden Hâris'in kızı Şeymâ da vardı. Şeymâ, Rasûlü Ekrem'in süt kızkardeşi olduğunu haber verince hemen huzura çıkarıldı.
Rasûlü Ekrem, süt kardeşini hemen tanımış ve gözlerinden yaşlar akmağa başlamıştı. Onunla alâkadar oldu. Hırkasını çıkarıp yere serdi. Onu üzerine oturttu. Ona çok hürmette bulundu ve kendisine bir köle, bir cariye, iki deve ve bir miktar koyun vererek, kabîlesinin Müslüman olanlarına iâde etti.
Havazin'den, Peygamber Efendimize ricâda bulunmak için bir heyet gelmişti. Peygamber Efendimiz onlara; "Malınızı mı yoksa âilelerinizi ve çocuklarınızı mı istiyorsunuz?" diye sordu. Onlar da; "Âile ve çocuklarımızı istiyoruz" dediler.
Bunun üzerine Peygamberimiz, kendisine ve Abdulmuttalib oğullarına düşen esirlerin hepsini serbest bıraktı. Bunu gören diğer Eshab da kendilerine düşen bütün esirleri serbest bıraktı. Böylece 6 bin esir serbest bırakılmış, hürriyetlerine kavuşturulmuş oldu.
Rasûlü Ekrem, Havazin reîsi Mâlik'e haber göndererek: "Eğer gelip Müslüman olursa, onun da âilesi kendisine verilecektir." buyurdu.
O da geldi Müslüman oldu. Peygamber Efendimiz, onun da âilesini serbest bıraktı. Mallarından ayrı olarak kendisine 100 deve de verdi. Havazinliler ve Mâlik çok duygulandılar ve çok sevindiler. Kalpleri fetholdu. Müslüman oldular.

Hiç yorum yok:

reklam izle kazan

SPONSOR REKLAMLAR