4 Mart 2009 Çarşamba

16 Şubat 2009'da elim bir kaza sonucu Rabb'i ne kavuşan kardeşimiz yazar-şair Said Yakut'un, Mayıs 2008 tarihli yazısıdır...

16 Şubat 2009'da elim bir kaza sonucu Rabb'i ne kavuşan kardeşimiz yazar-şair Said Yakut'un, Mayıs 2008 tarihli yazısıdır...

Nedir bu istiklal harbi denen “Çılgın Türk”ün epiksi böbürlenişi?

“İlhadiyle haşrolmuş sefil efkâr”ın ecdadını yok etmek adına batıyla girdiği danışıklı döğüş mü, yoksa bir milletin kendini külünden var etmek için verdiği soylu bir savaş mı?

Kuşkusuz ki sefil efkârın başlattığı döğüş, bir milletin soylu direnişiyle zafere ulaştı ancak bu zafer soyuyla olan bütün bağlarını bir bıçak gibi kesti.

Anka kuşunun külünden şahin görünümlü kargalar peydahlandı.

Anasıyla-avradıyla kağnılara teker olup cepheye mermi taşıyan istiklal muharipleri, adına devrim denen muasırlaşma despotizminin “istiskali” karşısında garip ve muzdarip oldular.

İstiklal savaşı için cephede mücadele verenler adına istiklal mahkemeleri denen seyyar yargıçların cami avlularına kurduğu darağaçlarında savunmasız can verdiler.

Abdülhamit'in kronik kuşkuculuğundan, mülevves istibdadından, ihanet çetelerine karşı kurduğu Teşkilat-ı Mahsusa'dan bahaneler yaratarak bir dünya savaşı çıkaranlar, İhtilal Komitesi adı altında aynı sistemi misliyle gaddar bir oluşuma dönüştürerek “kıyı bucak mahkeme, orta yeri salhane” bir memleket kurdular.

Gösterdiği vahşetle bir Avrupalı olduğunu kabul ettiren gâvurlara karşı verilen savaş aynı isimle kurulan bir mahkemeye dönüşerek memleket evlatlarının boynuna ilmek olarak dolandı.

Neydi bu istiklal savaşı?

Bir milli mücadele miydi, yoksa bir millet mücadelesi miydi?

Hangi millet ve ne adına savaştı?

Hüviyetine ve hususiyetine bakıldığı zaman tüm etnik çeşitliliğine rağmen; etle tırnak gibi bütünleşerek, aynı mefkûre etrafında birleşerek, aynı ipe sarılarak, küfrü tek millet kabul eden bir “Din milletinin” verdiği savaştı, istiklal savaşı…

Pekâlâ, bu milletin savaşını ve zaferini tek ulusun varlığına ve egemenliğine raptederek Anadolu'yu; her türlü acının, sancının ve isyanın döl yatağı haline getiren bir devrim ne kadar milli olabilir?

Urfa'da, Mardin'de, Antep'te, Maraş'ta, Düzce'de, Konya'da; İngiliz'e, Fransız'a, İtalyan'a, Hindu ve Yamyama karşı mücadele veren bu toprağın çocukları ne oldu da, bugün ancak bir çocuk bayramı olarak kutlanan ve adına ulusal egemenlik denen ütopik bir safsatanın yürürlüğe girmesiyle isyanlara başladı?

Ne oldu da bu tırnak çıktığı ete battı?

Garzanlı Cemil Çeto'dan Hınıslı Şeyh Said'e, Sakaryalı Anzavur Ahmet'ten Midyatlı Ali Batı'ya, Bozkırlı Zeynel Abidin'den Dersimli Seyit Rıza'ya, Yozgatlı Çapanoğlu Edip'ten Millili Reis İsmail'e, Koçkirili Haydar Bey'den Düzceli Çerkez Koçi Bey'e ve Berzak Sefer'e kadar; savaştıkları cepheden düşman kellesi getiren bu adamlar düşmana eğmedikleri başını devrime karşı neden kaldırdılar?

Savaş, mücadele ve zafer onlarındı da Vahşi Batı'ya karşı verilen istiklal harbinde, yapılan bu devrim onların değil miydi?

Peki, nedendir adıyla namıyla İngiliz Kemal olarak taltif ve tazimle anılan Esat Tomruk için kimse “Neden İngiliz Kemal?” sorusunu sormadı da, “yurdun dört bir yanında baş gösteren bu isyanların sebebi nedir?” diye soranlara hep “İngilizlerin kışkırtması” diye cevaplar verildi?

Eğer bütün bunlar tarihsel bir vakıa olarak gerçeklikle açıklanamıyorsa, bir istifham olarak tarihin belleğinde izaha mecbur ve muhtaç bir halde canlı olarak beklemektedir.

Bu yazının muhteviyatı başlığı altında gizliymiş gibi durabilir, ama devrim bu başlığın altında değildir. Ve devrimin bu kapağın altında olmadığını, fikrine suret versem ucubeden başka hiçbir şeye benzetemediğim Deniz Baykal'ın, devlet kuran parti olarak nitelendirdiği CHP'nin son kurultayındaki ulusal hezeyanı açıkça ortaya koydu.

Olduğu gibi görünse, millet düşmanı…


Göründüğü gibi dursa trajikomik milli bir figüran.


Mevlana'nın bu en meşhur sözünü bile tersinden alarak bilboardlara taşıyan, kendisi Mevlevi olamasa da Mevlana'yı CHP li yapan, dini de, milleti de, devleti de elinde bir oyun hamuruna dönüştüren bu ulusal kahramanın; kendisiyle aynı akim toprakta biten türdeş rakiplerine karşı verdiği hazımsız ve acımasız tepkiye tanık olunca yukarıdaki tarihsel vakıaların gerçekliğine ve haklılığına karşı inancı artıyor insanın.

Yakın geçmişte bir sağ parti lideri “bu millet; dinini de, inancını da devlete borçludur” şeklinde gayrı ihtiyarı bir yanılgıyı partisinin grup konuşmasında dile getirmişti. Kendi inanç geleneğine karşı mutlak bir tezat oluşturan bu talihsiz ifadenin kendisinde yarattığı huzursuzluğa bilahare tanık olmuştuk.

Yine aynı liderin, son zamanlarda Millet ve Ulus bağlamında yaptığı aklıselim ve olgun tanımlamalara kulak verdikçe kaybolan hassasiyetlere karşı bilinçli bir dirilişe yöneldiği ve çektiği sancının ruhunu terbiye ettiği çok açık beliriyor.


Türk siyasetinde CHP dibe vurdukça strateji değişiyor ve devrim bir siyaset olmaktan çok, siyaset bir devrim hayaline yaltaklanarak gitgide militarize oluyor.
CHP, yakın gelecekte Halkevleri gibi örgütlenip, İhtilal Komitesi olarak boy verip karakol cemiyeti olarak kendi devrimlerine karşı isyan ve anarşi başlatacaklarının sinyallerini veriyor.


Din onların;

Ama dinlerinin mümini neden bu kadar az ve ürkek?

Millet onların;

Ama onlar hangi millettenler?

Devlet onların;
Peki, hangi devlet?

Herkesin Müslüman olmakla iftihar edeceği, inancını özgürce yaşayacağı ve ama laikliğin sonuna kadar hâkim olacağı, karşıt eylemlerin kapatma ve yasaklamalarla cezalandırılacağı bir devlet…

Ulusal egemenliği sadece bir çocuk bayramı olarak kutlayan, İstiklal Savaşına kutsallık atfedip ulusunu istiskal eden; antidemokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti.


Buna “Allahu Ekber” denirdi ama din onların olduğu için;
“Tanrı Uludur.”

Hiç yorum yok:

reklam izle kazan

SPONSOR REKLAMLAR